Mekke döneminde inmiştir. Yedi
âyettir. Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresi olduğu için “başlangıç” anlamına “Fâtiha”
adını almıştır. Sûrenin ayrıca, “Ümmü’l-Kitab” (Kitab’ın özü)
“es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet)[1],
“el-Esâs”, “el-Vâfiye”, “el-Kâfiye”, “el-Kenz”, “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve
“es-Salât"[2] gibi başka adları da
vardır.
Kur’an’ın içerdiği esaslar öz olarak
Fâtiha’da vardır. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı,
onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım
isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir.
Fâtiha sûresi, aynı zamanda baştan başa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır.
1. Bismillâhirrahmânirrahîm.[3]
2,3,4. Hamd[4],
Âlemlerin Rabbi[5], Rahmân[6],
Rahîm[7],
hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) mâliki Allah’a mahsustur.
5. (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz
ve yalnız senden yardım dileriz.
6,7. Bizi
doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine
ve sapıklarınkine değil.
Medine döneminde inmiştir. Kur’an-ı
Kerim’in en uzun sûresi olup 286 âyettir. Adını, 67-73. âyetlerde yer alan
“bakara (sığır)” kelimesinden alır. Sûre, İslâm hukukunun ana konularıyla
ilgili pek çok hüküm içermektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
Bu,
kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol
göstericidir.
3.
Onlar
gaybe[9]
inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de
Allah yolunda harcarlar.
4.
Onlar
sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin
olarak inanırlar.
5.
İşte
onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de
işte onlardır.
6.
Küfre
saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir,
inanmazlar.[10]
7.
Allah,
onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde
vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.
8.
İnsanlardan,
inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır.
9.
Bunlar
Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar
da farkında değillerdir.
10.
Kalplerinde
münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını
artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.
11.
Bunlara,
“Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!”
derler.
12.
İyi
bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.
13.
Onlara,
“İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de
akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler.[11] İyi
bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.
14.
İman
edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık
dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz
ancak onlarla alay ediyoruz” derler.
15.
Gerçekte
Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları
içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.
16.
İşte
onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden
alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır.
17.
Onların
durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini
aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde
karanlıklar içinde bırakıverir.
18.
Onlar,
sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.
19.
Yahut
onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle
sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm
korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah,
kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
20.
Şimşek
neredeyse gözlerini alıverecek. Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler.
Karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah dileseydi, elbette onların işitme ve
görme duyularını giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
21.
Ey
insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a
karşı gelmekten sakınasınız.
22.
O,
yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık
olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar
koşmayın.
23.
Eğer
kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin
onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka
şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).
24.
Eğer,
yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla
taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.
25.
İman
edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler
olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde,
“Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler. Hâlbuki
bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada
tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
26.
Allah,
bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten
çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler.
Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler.
(Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla
ancak fasıkları saptırır.[12]
27.
Onlar,
Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını
emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan
ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta
kendileridir.
28.
Siz
cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr
ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na
döndürüleceksiniz.
29.
O,
yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi
gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
30.
Hani,
Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar,
“Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana
hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben
sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.
31.
Allah,
Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek,
“Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.
32.
Melekler,
“Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka
bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle
yapan sensin” dediler.
33.
Allah,
şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere
onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz
ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben
bilirim demedim mi?” dedi.
34.
Hani
meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler
hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve
kâfirlerden olmuştu.
35.
Dedik
ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol
yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
36.
Derken,
şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı.
Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde
belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.
37.
Derken,
Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla
amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz
O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.
38.
“İnin
oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir
de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar
üzülmeyeceklerdir” dedik.
39.
İnkâr
edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar
orada ebedî kalacaklardır.
40.
Ey
İsrailoğulları![13] Size verdiğim nimeti
hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü
yerine getireyim. Yalnız benden korkun.
41.
Elinizdeki
Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr
edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı
gelmekten sakının.
42.
Hakkı
batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.
43.
Namazı
kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.
44.
Siz
Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına
iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?
45.
Sabrederek
ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin.[14]
Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.
46.
Onlar,
Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilirler.
47.
Ey
İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün
kıldığımı hatırlayın.
48.
Öyle
bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez.
Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz.[15] Onlara
yardım da edilmez.
49.
Hani,
sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı
boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen)
büyük bir imtihan vardı.
50.
Hani,
sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun ailesini
suda boğmuştuk.
51.
Hani,
biz Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik. Sizler ise onun ardından (kendinize)
zulmederek bir buzağıyı tanrı edinmiştiniz.
52.
Sonra
bunun ardından şükredesiniz diye sizi affetmiştik.
53.
Hani,
doğru yolu tutasınız diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) ve Furkan’ı[16]
vermiştik.
54.
Mûsâ,
kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık
ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün[17]
(kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece
Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir,
çok merhametlidir.”
55.
Hani
siz, “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız”
demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.
56.
Sonra,
şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik.
57.
Bulutu
üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz
rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz
nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine
zulmediyorlardı.
58.
Hani,
“Şu memlekete[18] girin. Orada dilediğiniz
gibi, bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile girin ve “hıtta!” (Ya
Rabbi, bizi affet) deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik
edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz” demiştik.
59.
Derken,
onların içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular.
Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.[19]
60.
Hani,
Mûsâ kavmi için su dilemişti. Biz de, “Asanı kayaya vur” demiştik, böylece
kayadan on iki pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti.
“Allah’ın rızkından yiyin, için. Yalnız, yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat
çıkarmayın” demiştik.
61.
Hani,
“Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine
yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin”
demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?
Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve
yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi,
onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere
öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı
gitmekte oluşlarıydı.
62.
Şüphesiz,
inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden[20] (her
bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller
işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar,
mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir).[21]
63.
Hani,
(Tevrat ile amel edeceğinize dair) sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağını da
tepenize dikmiş ve “Sakınasınız diye, size verdiğimiz Kitab’ı sıkı tutun, onun
içindekileri düşünün (gafil olmayın)” demiştik.
64.
Bundan
sonra yine yüz çevirdiniz. Allah’ın bol nimeti ve merhameti olmasaydı, herhâlde
ziyana uğrayanlardan olurdunuz.
65.
Şüphesiz
siz, içinizden Cumartesi yasağını[22]
çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik.
66.
Biz
bunu, hem onu görenlere, hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah’a karşı
gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık.[23]
67.
Hani
Mûsâ kavmine, “Allah, size bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. Onlar da,
“Sen bizimle eğleniyor musun?” demişlerdi. Mûsâ, “Kendini bilmez cahillerden
olmaktan Allah’a sığınırım” demişti.[24]
68.
“Bizim
için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın.” dediler.
Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki: O, ne yaşlı, ne körpe, ikisi arası bir
sığırdır. Haydi, emrolunduğunuz işi yapın.”
69.
Onlar,
“Bizim için Rabbine dua et de, rengi neymiş? açıklasın”
dediler. Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini
açan bir sığırdır” dedi.
70.
“Bizim
için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Çünkü
sığırlar, bizce, birbirlerine benzemektedir. Ama Allah dilerse elbet buluruz”
dediler.
71.
Mûsâ
şöyle dedi: “Rabbim diyor ki; o, çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa
vurulmamış, kusursuz, hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte, şimdi
tam doğrusunu bildirdin” dediler. Nihayet o sığırı kestiler. Neredeyse bunu
yapmayacaklardı.
72.
Hani,
bir kimseyi öldürmüştünüz de suçu birbirinizin üstüne atmıştınız. Hâlbuki Allah,
gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı.
73.
“Sığırın
bir parçası ile öldürülene vurun” dedik. (Denileni yaptılar ve ölü dirildi.)
İşte, Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle
gösterir.
74.
Sonra
bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu.
Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da
içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer.
Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.
75.
Şimdi,
bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı,
Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif
ederlerdi.[25]
76.
Onlar
iman edenlerle karşılaşınca, “İman ettik” derler. Birbirleriyle baş başa
kaldıklarında da şöyle derler: “Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi
sustursunlar diye mi, Allah’ın (Tevrat’ta) size bildirdiklerini onlara
söylüyorsunuz? (Bu kadarcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz?”
77.
Onlar
bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa
vurduklarını da.
78.
Bunların
bir de ümmî[26] takımı vardır; Kitab’ı
(Tevrat’ı) bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar
sadece zanda bulunurlar.
79.
Vay
o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa
değişmek için, “Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından
ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!
80.
Bir
de dediler ki: “Bize ateş, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacaktır.”
Sen onlara de ki: “Siz bunun için Allah’tan söz mü aldınız? -Eğer böyle ise,
Allah verdiği sözden dönmez-. Yoksa siz Allah’a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri
mi söylüyorsunuz?”
81.
Evet,
kötülük işleyip suçu benliğini kaplamış (ve böylece şirke düşmüş) olan kimseler
var ya, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
82.
İman
edip salih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî
kalacaklardır.
83.
Hani,
biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya,
yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler
söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık.
Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.
84.
Hani,
“Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan
çıkarmayacaksınız” diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul
etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.
85.
Ama
siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde
yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir
olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa
siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?
Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey
değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
86.
Onlar,
ahireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez.
Onlara yardım da edilmez.
87.
Andolsun,
Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik.
Meryem oğlu İsa’ya mucizeler verdik. Onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile
destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe,
kibirlenip (onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi?
88.
“Kalplerimiz
muhafazalıdır” dediler. Öyle değil. İnkârları sebebiyle Allah onları
lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.[27]
89.
Kendilerine
ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr
ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek
peygamber ile) inkârcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı.
(Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkâr
ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun.
90.
Karşılığında
nefislerini sattıkları şeyi kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından
dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap
üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.
91.
Onlara,
“Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize
indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr
ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır.
De ki: “Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini
öldürüyordunuz?”
92.
Andolsun,
Mûsâ size açık mucizeler getirmişti de, arkasından sizler nefislerinize zulüm
ederek buzağıyı ilâh edinmiştiniz.
93.
Hani,
Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık, “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı
sarılın; ona kulak verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik”[28]
demişlerdi. İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine sindirilmişti.
Onlara de ki: (Tevrat’a beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size
emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!
94.
De
ki: “Eğer (iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki ahiret yurdu (cennet) diğer
insanlar için değil de, yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü
temenni edin!”
95.
Fakat
kendi elleriyle önceden yaptıkları işler yüzünden ölümü hiçbir zaman temenni
edemezler. Allah, o zalimleri hakkıyla bilendir.
96.
Andolsun,
sen onların, yaşamaya, bütün insanlardan; hatta Allah’a ortak koşanlardan bile
daha düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri bin yıl yaşamak ister. Hâlbuki
uzun yaşamak, onları azaptan kurtaracak değildir. Allah, onların bütün
işlediklerini görür.
97.
De
ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı;
önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde
verici olarak senin kalbine indirmiştir.”
98.
Her
kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mîkâil’e düşman olursa
bilsin ki, Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır.
99.
Andolsun,
biz sana apaçık âyetler indirdik. Bunları ancak fasıklar inkâr eder.
100. Onlar ne zaman bir antlaşma
yaptılarsa, içlerinden birtakımı o antlaşmayı bozmadı mı? Zaten onların çoğu
iman etmez.
101. Onlara, Allah katından ellerinde
bulunan Kitab’ı (Tevrat’ı) doğrulayıcı bir peygamber gelince, kendilerine kitap
verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitab’ını
(Tevrat’ı) arkalarına attılar.
102. "Süleyman’ın hükümranlığı
hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların
ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar,
insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe
ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek,
“Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın
küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar)
onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki
onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar
böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri
öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını
biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke
bilselerdi!
103. Eğer onlar iman edip Allah’ın
emirlerine karşı gelmekten sakınmış olsalardı, Allah katında kazanacakları
sevap kendileri için daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi!
104. Ey iman edenler! “Râ’inâ (bizi gözet)”
demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azap
vardır.[29]
105. Ne Kitab ehlinden inkâr edenler ve ne
de Allah’a ortak koşanlar, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini isterler. Oysa
Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.
106. Biz herhangi bir âyetin hükmünü
yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha
hayırlısını veya mislini getiririz. Allah’ın gücünün her şeye hakkıyla
yettiğini bilmez misin?
107. Bilmez misin ki, göklerin ve yerin
hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir
yardımcı vardır.
108. Yoksa daha önce Mûsâ’nın sorguya
çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim
imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur.
109. Kitap ehlinden birçoğu, hak
kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi,
imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar
hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah, gücü her
şeye hakkıyla yetendir.
110. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin.
Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında onu bulursunuz.
Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür.
111. Bir de; “Yahudi ve Hıristiyanlardan
başkası Cennet’e girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntuları! De ki: “Eğer
doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.”
112. Hayır, öyle değil! Kim “ihsan”[30]
derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin
katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
113. Yahudiler, “Hıristiyanlar bir temel
üzerinde değiller” dediler. Hıristiyanlar da, “Yahudiler bir temel üzerinde
değiller” dediler. Oysa hepsi Kitab’ı[31]
okuyorlar. (Kitab'ı) bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti.
Artık onların aralarında uyuşamadıkları davada, kıyamet gününde hükmü Allah
verecektir.
114. Allah’ın mescitlerinde onun adının
anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir.
Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar
için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.
115. Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü)
Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü[32] işte
oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
116. “Allah, çocuk edindi” dediler.[33] O,
bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır. Hepsi O’na
boyun eğmiştir.
117. O, gökleri ve yeri örneksiz
yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.
118. Bilmeyenler, “Allah bizimle konuşsa,
ya da bize bir mucize gelse ya!” derler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle,
bunların dedikleri gibi demişti. Onların kalpleri (anlayışları) birbirine
benziyor. Biz âyetleri, kesin olarak inanacak bir toplum için açıkladık.
119. Şüphesiz biz seni hak ile; müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen
cehennemlik olanlardan sorumlu tutulacak değilsin.
120. Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler
ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl
doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine
uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı
vardır.
121. Kendilerine kitab verdiğimiz
kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inanırlar. Onu inkâr
edenlere gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
122. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim
nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün tuttuğumu hatırlayın.
123. Kimsenin kimse namına bir şey
ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın)
yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden
sakının.
124. Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım
emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle
buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan da
(önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim
söz) zalimleri kapsamaz” demişti.
125. Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı
ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den[34]
kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf
edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi)
tertemiz tutun.”
126. Hani İbrahim, “Rabbim! Bu şehri
güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her
türlü ürünle rızıklandır” demişti. Allah da, “İnkâr edeni bile az bir süre, (bu
geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda
bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.
127. Hani İbrahim, İsmail ile birlikte
evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur!
Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.
128. “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş
kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet
yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok
kabul edensin, çok merhametli olansın.”
129. “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir
peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve
onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve
hikmet sahibisin.”
130. Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in
dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahim’i bu dünyada seçkin kıldık.
Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
131. Rabbi ona “Teslim ol” dediğinde,
“Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.
132. İbrahim, bunu kendi oğullarına da
vasiyet etti, Yakub da öyle: “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm’ı)
seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün” dedi.
133. Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde
iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da,
“Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek bir ilâha
ibadet edeceğiz; bizler O’na boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada
hazır mı bulunuyordunuz?
134. Onlar gelip geçmiş bir ümmettir.
Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların
yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.
135. (Yahudiler) “Yahudi olun" ve
(Hıristiyanlar da) "Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. De
ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O, Allah’a ortak
koşanlardan değildi.”
136. Deyin ki: “Biz Allah’a, bize
indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına
indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer
peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden
ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”
137. Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz
gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse
onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni
koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
138. “Biz, Allah’ın boyasıyla
boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona ibadet
edenleriz” (deyin).[35]
139. Onlara de ki: “Allah hakkında mı
bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimiz, sizin de
Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir. Biz O’na
gönülden bağlanmış kimseleriz.”
140. Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de,
İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler” mi
diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah
tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir?
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
141. Onlar gelip geçmiş bir ümmettir.
Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların
yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.
142. Birtakım kendini bilmez insanlar, “Onları
(müslümanları) yönelmekte oldukları kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. De ki:
“Doğu da, Batı da Allah’ındır. Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.”
143. Böylece, sizler insanlara birer şahit
(ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi
orta bir ümmet[36] yaptık. Her ne kadar
Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz,
yönelmekte olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisingeriye
dönecekleri ayırd edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak
değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.[37]
144. (Ey Muhammed!) Biz senin çok defa
yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme)
elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü
Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun,
(namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap
verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler.
Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.[38]
145. Andolsun, sen kendilerine kitap
verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar.
Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de
uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve
keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun.
146. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu
(Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı
bile bile gerçeği gizlerler.[39]
147. Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın
şüpheye düşenlerden olma!
148. Herkesin yöneldiği bir yön vardır.
Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya
getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
149. (Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan
çık, (namazda) Mescid-i Haram’a doğru dön. Bu, elbette Rabbinden gelen gerçek
bir emirdir. Allah, sizin işlediklerinizden asla habersiz değildir.
150. (Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan
çık, yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. (Ey mü’minler!) Siz de nerede
olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram’a doğru çevirin ki, zalimlerin
dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın. Zalimlerden
korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu
bulasınız.
151. Nitekim kendi aranızdan, size
âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti
öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.
152. Öyleyse yalnız beni anın ki ben de
sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük kafirlik etmeyin.
153. Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz
kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.[40]
154. Allah yolunda öldürülenlere “ölüler”
demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.[41]
155. Andolsun ki sizi biraz korku ve
açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri
müjdele.
156. Onlar; başlarına bir musibet gelince,
“Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.
157. İşte Rableri katından rahmet ve
merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.
158. Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın
(dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi
ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur.[42] Her
kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir,
karşılığını verir.
159. İndirdiğimiz apaçık delilleri ve
hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara
hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.[43]
160. Ancak tövbe edip durumlarını
düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır.
Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul
edenim, çok merhamet edenim.
161. Fakat âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir
olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti
onların üstünedir.
162. Onlar ebedî olarak lânet içinde
kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.
163. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan
başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.[44]
164. Şüphesiz, göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar
sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip
kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı
yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip
çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.
165. İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na
ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin
Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları
zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli
olduğunu bir bilselerdi!
166. Kendilerine uyulanlar o gün azabı
görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar
kopacaktır.
167. Uyanlar şöyle derler: “Keşke dünyaya
bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi, biz de
onlardan uzaklaşsaydık.” Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık
kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir.
168. Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin
helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin
için apaçık bir düşmandır.
169. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı
ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
170. Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!”
denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!”
derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru
yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?[45]
171. İnkâr edenleri imana çağıran
(peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey
duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar
sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.
172. Ey iman edenler! Eğer siz ancak
Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden
yiyin ve Allah’a şükredin.
173. Allah, size ancak leş, kan, domuz eti
ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da,
istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona
günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.[46]
174. Allah’ın indirdiği kitaptan bir
kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına
ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak,
ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.[47]
175. İşte bunlar hidayeti verip sapıklığı,
bağışlanmayı verip azabı satın alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da
dayanıklıdırlar(!)
176. Bu (azab) da, Allah’ın, Kitab’ı hak
olarak indirmiş olması (ve onların bunu inkâr etmesi) sebebiyledir. Kitap
konusunda anlaşmazlığa düşenler ise derin bir ayrılık içindedirler.
177. İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı
taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik,
Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala
olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa,
(ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin;
namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine
getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip)
sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır.
İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.
178. Ey iman edenler! Öldürülenler
hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına
karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi,
velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve
güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir.
Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.[48]
179. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için
hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.
180. Sizden birinize ölüm gelip çattığı
zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya
meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar
üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.[49]
181. Her kim işittikten sonra vasiyeti
değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
182. Vasiyet edenin hataya meyletmesinden
ve günaha girmesinden korkan bir kimse, (tarafların) aralarını düzeltirse ona
hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
183. Ey iman edenler! Allah’a karşı
gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de
farz kılındı.
184. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim
hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir.[50]
Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla
verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin
için daha hayırlıdır.
185. (O sayılı günler), insanlar için bir
hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık
delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise
içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu
olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık
diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına
karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.
186. Kullarım, beni senden sorarlarsa,
(bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin
duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime
uysunlar, bana iman etsinler.
187. Oruç gecesinde kadınlarınıza
yaklaşmak size helâl kılındı.[51]
Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz.[52]
Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte
olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize
yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın
aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar
yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz
mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu
sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten
sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.
188. Aranızda birbirinizin mallarını
haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha
girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.
189. Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki:
“Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.[53]
İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi
(Allah’a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır. Evlere kapılarından
girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.[54]
190. Sizinle savaşanlara karşı Allah
yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin.[55] Çünkü
Allah aşırı gidenleri sevmez.
191. Onları nerede yakalarsanız öldürün.
Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı,
adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle
savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla
savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.
192. Eğer onlar (savaştan ve küfürden)
vazgeçerlerse, (şunu iyi bilin ki) Allah çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.
193. Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve
din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek
olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.
194. Haram ay, haram aya karşılıktır.[56]
Hürmetler (saygı gösterilmesi gereken şeyler) kısas kuralına tabidir. O hâlde
kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın, (fakat ileri
gitmeyin). Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah kendine karşı
gelmekten sakınanlarla beraberdir.[57]
195. (Mallarınızı) Allah yolunda harcayın.
Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri
sever.
196. Haccı da, umreyi de Allah için
tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız
artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar
başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız
olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka
vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar
umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban
bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün
oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.
197. Hac (ayları), bilinen aylardır.[58] Kim
o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga
etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık
toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.
198. (Hac mevsiminde ticaret yaparak)
Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur. Arafat’tan
ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı
zikredin.[59] Onu, size gösterdiği gibi
zikredin. Doğrusu siz onun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan
idiniz.
199. Sonra insanların akın ettiği yerden
siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
200. Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık
(cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir
anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada
ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.[60]
201. Onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada da
iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de
vardır.
202. İşte onlara kazandıklarından bir
nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.
203. Sayılı günlerde[61]
Allah’ı anın (telbiye ve tekbir getirin). Kim iki gün içinde acele edip
(Mina’dan Mekke’ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah
yoktur. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten
sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin.
204. İnsanlardan öylesi de vardır ki,
dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (Sözünün
özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır.
205. O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde
bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu
sevmez.
206. Ona “Allah’tan kork” denildiği zaman,
gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir.
O ne kötü yataktır!
207. İnsanlardan öylesi de vardır ki,
Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok
şefkatlidir.
208. Ey iman edenler! Hepiniz topluca
barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o,
size apaçık bir düşmandır.
209. Size apaçık deliller geldikten sonra,
eğer yine de yan çizerseniz, bilin ki Allah, gerçekten mutlak güç sahibidir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
210. Onlar (böyle davranmakla), bulut
gölgeleri içinde Allah’ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve
işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Hâlbuki bütün işler Allah’a döndürülür.
211. İsrailoğullarına sor; biz onlara nice
açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini
değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır.
212. İnkâr edenlere dünya hayatı süslü
gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız
rızık verir.
213. İnsanlar tek bir ümmetti. Allah,
müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde,
insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek
üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra
o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa
düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında
ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
214. Yoksa siz, sizden öncekilerin başına
gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek
kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın
yardımı pek yakındır.
215. Sana Allah yolunda ne
harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba,
akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır
olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.”
216. Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size
farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş
görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz.
Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217. Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar.
De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr
etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak,
Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha
büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle
savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse,
öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar
cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.[62]
218. İman edenler, hicret edenler, Allah
yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
219. Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De
ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar
vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” Yine sana Allah yolunda ne
harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah, size
âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.[63]
220. Dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz,
diye böyle yapıyor. Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki: “Onların
durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışıp (birlikte yaşar)sanız
(sakıncası yok). (Onlar da) sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyu yapıcı
olandan ayırır. Allah, dileseydi sizi zora sokardı. Şüphesiz Allah mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
221. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak
koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de,
mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri
sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a
ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak
koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle,
cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp
düşünsünler.
222. Sana kadınların ay hâlini sorarlar.
De ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır). Ay hâlinde kadınlardan uzak durun.
Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size
emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok
temizlenenleri sever.”[64]
223. Kadınlarınız sizin ekinliğinizdir.
Ekinliğinize dilediğiniz biçimde varın. Kendiniz için (geleceğe hazırlık
olarak) güzel davranışlar takdim edin. Allah’a karşı gelmekten sakının ve her
hâlde onun huzuruna varacağınızı bilin. (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele.
224. İyilik etmemek, takvaya sarılmamak,
insanlar arasını ıslah etmemek yolundaki yeminlerinize Allah’ı siper yapmayın.
Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
225. Allah, sizi kasıtsız yeminlerinizden
dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalplerinizin kazandığı (bile bile
yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir.
(Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
226. Eşlerine yaklaşmamağa yemin edenler
için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz
Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
227. Eğer (yemin edenler yeminlerinden
dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
228. Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç
ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe
inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl
olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok
hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız
erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç sahibidir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
229. (Dönüş yapılabilecek) boşama iki
defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır.
(Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri
dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin
için helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye
endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de
günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın.
Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.
230. Eğer erkek karısını (üçüncü defa)
boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz.
(Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın
koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp
evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için
açıkladığı ölçüleridir.
231. Kadınları boşadığınız ve onlar da
bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle
bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu kim
yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın.
Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti
hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla
bilendir.
232. Kadınları boşadığınız ve onlar da
bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında aklın ve dinin
gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden)
evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman
edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir.
Allah bilir, siz bilmezsiniz.
233. -Emzirmeyi tamamlamak isteyenler
için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği,
giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir
yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir baba çocuğu sebebiyle
zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur. Eğer
(anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu
sütten kesmek isterlerse, onlara günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir sütanneye)
emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz
takdirde size bir günah yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki,
Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.
234. İçinizden ölenlerin geride
bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler.
Sürelerini bitirince artık kendileri için meşru olanı yapmalarında size bir
günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
235. (Vefat iddeti beklemekte olan)
kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda
veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir günah yoktur. Allah
biliyor ki, siz onlara (bunu er geç mutlaka) söyleyeceksiniz. Meşru sözler
söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin.
Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın.[65] Şunu
da bilin ki, Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir. Onun için Allah’a karşı
gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah gerçekten çok bağışlayandır,
halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
236. Kendilerine el sürmeden ya da mehir
belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur. (Bu durumda) -eli
geniş olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre olmak üzere- onlara, aklın
ve dinin gereklerine uygun olarak müt’a[66]
verin. Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur.
237. Eğer onlara mehir tespit eder de
kendilerine el sürmeden boşarsanız, tespit ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır. Ancak kadının, ya da nikâh bağı elinde bulunanın (kocanın,
paylarından) vazgeçmesi başka. Bununla birlikte (ey erkekler), sizin
vazgeçmeniz takvaya (Allah’a karşı gelmekten sakınmaya) daha yakındır. Aranızda
iyilik yapmayı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
238. Namazlara ve orta namaza[67]
devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.
239. Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız,
namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah’ı,
daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın (namazı normal
vakitlerdeki gibi kılın).
240. İçinizden ölüp geriye dul eşler
bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar
geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden)
çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak
işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
241. Boşanmış kadınların örfe göre
geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu, Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar üzerinde bir borçtur.
242. Düşünesiniz diye Allah size âyetlerini
böyle açıklamaktadır.
243. Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm
korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah, onlara “ölün” dedi,
sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram
sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.
244. Allah yolunda savaşın ve bilin ki,
şüphesiz Allah hakkıyla işitendir ve hakkıyla bilendir.
245. Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek
o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır
ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.
246. Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının
ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine,
“Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O, “Ya
üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar,
“Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah
yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz
kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla
bilendir.
247. Peygamberleri onlara, “Allah, size
Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar, “O bizim üzerimize nasıl
hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona zenginlik de
verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi: “Şüphesiz Allah, onu sizin
üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.” Allah, mülkünü
dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
248. Peygamberleri onlara şöyle dedi:
“Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir.[68] Onda
Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin
geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış
kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır.”
249. Tâlût, ordu ile hareket edince,
“Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden
değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.”
dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber
iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve
askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin
olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle
büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle
beraberdir.”
250. (Tâlût’un askerleri) Câlût ve
askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır
yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”
251. Derken, Allah’ın izniyle onları
bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u öldürdü. Allah, ona (Davud’a) hükümdarlık ve
hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah’ın; insanların bir kısmıyla
diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere
karşı lütuf sahibidir.
252. İşte bunlar Allah’ın âyetleridir. Biz
onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş
peygamberlerdensin.
253. İşte peygamberler! Biz, onların bir
kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir
kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa’ya ise açık deliller
verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Eğer Allah dileseydi,
bunların arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık deliller geldikten
sonra, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler. Onlardan inananlar
da vardı, inkâr edenler de. Yine Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi.
Lâkin Allah dilediğini yapar.[69]
254. Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin,
hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size
rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin
ta kendileridir.
255. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh
olmayandır. Diridir, kayyumdur.[70] O’nu
ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey
O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir?[71] O,
kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını)
bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey
kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O,
göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na
güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.[72]
256. Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk
sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa,
kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir.[73]
257. Allah, iman edenlerin dostudur.
Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O
da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir.
Orada ebedî kalırlar.
258. Allah, kendisine hükümdarlık verdi
diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi?
Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir,
öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir,
sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler
topluluğunu hidayete erdirmez.
259. Yahut altı üstüne gelmiş (ıpıssız
duran) bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O, “Allah, burayı ölümünden sonra
nasıl diriltecek (acaba)?” demişti. Bunun üzerine, Allah onu öldürüp yüzyıl ölü
bıraktı, sonra diriltti ve ona sordu: “Ne kadar (ölü) kaldın?” O, “Bir gün veya
bir günden daha az kaldım” diye cevap verdi. Allah, şöyle dedi: “Hayır, yüz
sene kaldın. Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış. Bir de
eşeğine bak! (Böyle yapmamız) seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir.
(Eşeğin) kemikler(in)e de bak, nasıl onları bir araya getiriyor, sonra onlara
nasıl et giydiriyoruz?” Kendisine bütün bunlar apaçık belli olunca, şöyle dedi:
“Şimdi, biliyorum ki; şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.”[74]
260. Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri
nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince,
“Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti. “Öyleyse, dört kuş
tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir
dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki,
şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
261. Mallarını Allah yolunda harcayanların
durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir.
Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
262. Mallarını Allah yolunda harcayan,
sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin,
Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar
üzülmeyeceklerdir de.
263. Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden
gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan sınırsız
zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).
264. Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret
gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse
gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın.
Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli
yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar
kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu
hidayete erdirmez.
265. Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla
ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe
bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat
ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı
hakkıyla görendir.
266. Herhangi biriniz ister mi ki,
içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve
üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç çocukları var iken
ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga
vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle
açıklıyor.[75]
267. Ey iman edenler! Kazandıklarınızın
iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın.
Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye
kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.
268. Şeytan sizi fakirlikle korkutur[76] ve
size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret
ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla
bilendir.
269. Allah, hikmeti[77]
dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş
demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.
270. Allah yolunda her ne harcar veya her
ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.
271. Sadakaları açıktan verirseniz ne
güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha
hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah, yaptıklarınızdan
hakkıyla haberdardır.
272. Onları hidayete erdirmek sana ait değildir.
Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak
ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak
için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç
hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.
273. (Sadakalar) kendilerini Allah yoluna
adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden
dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları
yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak
ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
274. Mallarını gece gündüz; gizli ve açık
Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır.
Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.
275. Faiz yiyenler, ancak şeytanın
çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz
gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram
kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak)
faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a
kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar
cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.
276. Allah, faiz malını mahveder,
sadakaları[78] ise artırır
(bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü kafiri sevmez.
277. Şüphesiz iman edip salih ameller
işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri
katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.
278. Ey iman edenler! Allah’a karşı
gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye
kalanı bırakın.
279. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle
savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir.
Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size
haksızlık etmiş olur.
280. Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli
genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak
bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.
281. Öyle bir günden sakının ki, o gün
hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin
karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.
282. Ey iman edenler! Belli bir süre için
birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle
yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her
şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve
Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin
(hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen,
veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu
işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir
erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin
ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten)
kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın.
Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye
düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin
ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş
yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin.[79] Eğer
aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı
gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.[80]
283. Eğer yolculukta olur da bir yazıcı
bulamazsanız, o zaman alınmış rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize
güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini (borcunu) ödesin ve Rabbi
Allah’tan sakınsın. Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse,
şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.
284. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey
Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla
sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her
şeye hakkıyla yeter.
285. Peygamber, Rabbinden kendisine
indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a,
meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler:
“Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de
dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda
dönüş yalnız sanadır.”
286. Allah, bir kimseyi ancak gücünün
yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de
kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da
yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin
gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi
affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna
karşı bize yardım et.”
Medine döneminde inmiştir. 200
âyettir. Sûre, adını 33. âyette geçen “Âl-i İmrân” tamlamasından almıştır. Âl-i
İmrân, İmrân ailesi demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
Allah,
kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Diridir, kayyumdur.[82]
3,4. O,
sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha
önce Tevrat’ı ve İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti. Furkan’ı[83] da
indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap
vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
5. Şüphesiz
yerde ve gökte Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz.
6. O,
sizi rahimlerde, dilediği gibi şekillendirendir. O’ndan başka ilâh yoktur. O,
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
7. O,
sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar
kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir.[84]
Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını
yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını
ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz
katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
8. (Onlar
şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi
eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”
9. “Rabbimiz!
Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın.
Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.”
10. Şüphesiz,
inkâr edenlere, ne malları, ne de evlatları Allah’a karşı hiçbir fayda sağlar.
Onlar ateşin yakıtıdırlar.
11. (Bunların
durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir: Âyetlerimizi
yalanladılar. Allah da onları günahlarıyla yakaladı. Allah, azabı çok şiddetli
olandır.
12. İnkâr
edenlere de ki: “Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme
doldurulacaksınız. Orası ne fena yataktır!”
13. Şüphesiz,
karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk
Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla
kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla
destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.[85]
14. Kadınlar,
oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin
şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının
geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.
15. De
ki: “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî
kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah,
kullarını hakkıyla görendir.
16,17. (Bunlar),
“Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından
koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp
divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma
dileyenlerdir.
18. Allah,
melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik
ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
19. Şüphesiz
Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten
sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim
Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.
20. Seninle
tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü
Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere[86] de
ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş
olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah,
kullarını hakkıyla görendir.
21. Allah’ın
âyetlerini inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan
adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele.
22. Onlar,
amelleri, dünyada da, ahirette de boşa gitmiş kimselerdir. Onların hiç yardımcıları
da yoktur.
23. Kendilerine
Kitap’tan bir pay verilenleri görmüyor musun ki, aralarında hüküm vermesi için
Allah’ın Kitabına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek
dönüp gidiyor.
24. Bunun
sebebi, onların, “Bize, ateş sadece sayılı günlerde dokunacaktır.” demeleridir.
Uydurageldikleri şeyler dinleri konusunda kendilerini aldatmıştır.
25. Bakalım,
kendilerini o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için bir araya topladığımız ve
hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit, hâlleri
nice olacaktır.
26. De
ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin.
Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil
edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye
hakkıyla gücü yetensin.”
27. “Geceyi
gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden
ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”
28. Mü’minler,
mü’minleri bırakıp inkârcıları dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir
ilişiği kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başkadır.
Allah, asıl sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Çünkü
dönüş Allah’adır.
29. De
ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki
her şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”
30. Herkesin
yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kişi, kötülükleri ile
kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Yine Allah, sizi kendisine
karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Allah, kullarını çok
esirgeyicidir.
31. De
ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
32. De
ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri
sevmez.
33,34. Şüphesiz
Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu)
birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah, her
şeyi hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
35. Hani,
İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere
adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin”
demişti.
36. Onu
doğurunca, “Rabbim!” dedi, “Onu kız doğurdum.” -Oysa Allah, onun ne doğurduğunu
daha iyi bilir-[87] “Erkek, kız gibi
değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin
korumana bırakıyorum.”
37. Bunun
üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir şekilde
yetiştirdi. Zekeriya’yı[88] da
onun bakımıyla görevlendirdi. Zekeriya, onun bulunduğu bölmeye her girişinde
yanında bir yiyecek bulurdu. “Meryem! Bu sana nereden geldi?” derdi. O da “Bu,
Allah katından” diye cevap verirdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık
verir.
38. Orada
Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet.
Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi.
39. Zekeriya
mabedde namaz kılarken melekler ona, “Allah sana, kendisinden gelen bir
kelimeyi (İsa’yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir
peygamber olarak Yahya’yı müjdeler” diye seslendiler.
40. Zekeriya,
“Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim
nasıl çocuğum olabilir?” dedi. Allah, “Öyledir, ama Allah dilediğini yapar”
dedi.
41. Zekeriya,
“Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver” dedi. Allah da şöyle
dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak
işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”
42. Hani
melekler, “Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya
kadınlarına üstün kıldı.”
43. “Ey
Meryem! Rabbine divan dur. Secde et ve (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber
rükû et” demişlerdi.
44. (Ey
Muhammed!) Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’i kim himayesine
alıp koruyacak diye kalemlerini (kur’a için) atarlarken sen yanlarında
değildin. (Bu konuda) tartışırlarken de yanlarında değildin.
45. Hani
melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile
müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı
ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”
46. “O,
beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır.”[89]
47. (Meryem),
“Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi.
Allah, “Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir
şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi.
48. Ve
Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.
49. Allah,
onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle
diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş
şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir.
Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.
Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler
iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır.”
50. “Benden
önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl
kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim.
Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
51. “Şüphesiz
Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibadet edin. İşte
bu, doğru yoldur.”
52. İsa,
onların inkârlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi.
Havariler, “Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz
müslümanlarız” dediler.
53. “Rabbimiz!
Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik
edenlerle beraber yaz.”
54. Onlar
tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.[90]
55. Hani
Allah şöyle buyurmuştu: “Ey İsa! Şüphesiz, senin hayatına ben son vereceğim.
Seni kendime yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden kurtararak temizleyeceğim ve
sana uyanları kıyamete kadar küfre sapanların üstünde tutacağım. Sonra
dönüşünüz yalnızca banadır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben
hükmedeceğim.”
56. “İnkâr
edenlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim.
Onların hiç yardımcıları da olmayacaktır.”
57. “İman
edip salih ameller işleyenlere gelince, Allah onların mükâfatlarını tastamam
verecektir. Allah, zalimleri sevmez.”
58. (Ey
Muhammed!) Bunu (bildirdiklerimizi) biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur’an’dan
okuyoruz.
59. Şüphesiz
Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu
gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi. [91]
60. Hak
Rabbindendir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma.
61. Sana
(gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa,
de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı
çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lânetini
(aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.”[92]
62. Şüphesiz
bu (İsa hakkındaki) gerçek kıssadır. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.
Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
63. Eğer
yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları çok iyi bilir.
64. De
ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a
ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz
kimimizi ilâh edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit
olun, biz müslümanlarız.”[93]
65. Ey
kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de
ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?
66. İşte
siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında
tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah
bilir, siz bilmezsiniz.
67. İbrahim,
ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka
yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.[94]
68. Şüphesiz,
insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber
(Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.
69. Kitap
ehlinden bir grup sizi saptırabilmeyi çok arzu etti. Oysa sadece kendilerini
saptırıyorlar, fakat farkına varmıyorlar.
70. Ey
Kitap ehli! (Gerçeğe) şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr
ediyorsunuz?
71. Ey
Kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği
gizliyorsunuz?
72. Kitap
ehlinden bir grup, “Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda
da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler” dedi.[95]
73. “Sizin
dininize uyandan başkasına inanmayın” (dediler). De ki: “Şüphesiz hidayet,
Allah’ın hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya
Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle
söylüyorsunuz)?” De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah,
lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”
74. O,
rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf sahibidir.
75. "Kitap
ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz)
iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen,
tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, “Ümmîlere karşı
(yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur” demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile
Allah’a karşı yalan söylerler.[96]
76. Hayır!
(Gerçek, onların dediği değil.) Kim sözünü yerine getirir ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsa, şüphesiz Allah da sakınanları sever.
77. Şüphesiz,
Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte
onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak,
onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap
vardır.
78. Onlardan
(Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı hâlde Kitab’dan sanasınız
diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve,
“Bu, Allah katındandır” derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a
karşı yalan söylerler.
79. Allah’ın,
kendisine Kitab’ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın,
“Allah’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt
verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca
rabbânîler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun.”
80. Onun
size, “Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin.” diye emretmesi de
düşünülemez. Siz müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?
81. Hani,
Allah peygamberlerden, “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra,
elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz
ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz almış ve,
“Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti.
Onlar, “Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle
beraber şahit olanlardanım” demişti.
82. Artık
bundan sonra kim yüz çevirirse, işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.
83. Göklerdeki
ve yerdeki herkes ister istemez O’na boyun eğmişken ve O’na döndürülüp götürülecekken
onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?
84. De
ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a
ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden
verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz O’na teslim
olanlarız.”
85. Kim
İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o
ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
86. İman
ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık
deliller geldikten sonra inkâr eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola
eriştirir? Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.
87. İşte
onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin üzerlerine
olmasıdır.
88. Onun
(lânetin) içinde ebedî kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz
açtırılmaz.
89. Ancak
bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler müstesnadır. Şüphesiz Allah çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
90. Şüphesiz
iman ettikten sonra inkâr eden, sonra da inkârda ileri gidenlerin tövbeleri
asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.
91. Şüphesiz
inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile
bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap
vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.
92. Sevdiğiniz
şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne
harcarsanız Allah onu bilir.
93. Tevrat
indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında,
yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler
iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”
94. Artık
bundan sonra Allah’a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta
kendileridir.
95. De
ki: “Allah, doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun.
O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
96. Şüphesiz,
insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve
hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir.
97. Onda
apaçık deliller, Makam-ı İbrahim[97]
vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin
haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı
tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç
değildir, her şey O’na muhtaçtır.)
98. De
ki: “Ey kitab ehli! Allah, yaptıklarınızı görüp dururken Allah’ın âyetlerini
niçin inkâr ediyorsunuz?”
99. De
ki: “Ey kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah’ın yolunu
eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye
kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
100. Ey
iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız,
imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.
101. Size
Allah’ın âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Resûlü de aranızda iken dönüp
nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola
iletilmiştir.
102. Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece
sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.
103. Hep
birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar
idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde
kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O
sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki
doğru yola eresiniz.
104. Sizden,
hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte
kurtuluşa erenler onlardır.
105. Kendilerine
apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte
onlar için büyük bir azap vardır.
106. O
gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan
sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın”
denilir.
107. Yüzleri
ağaranlar ise Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
108. İşte
bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah, âlemlere hiç zulüm
etmek istemez.
109. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.
110. Siz,
insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men
eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri
için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık
kimselerdir.
111. Onlar
size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar,
size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.
112. Onlar
nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ve (mü’min) insanların güvencesine
sığınmadıkça kendilerini zillet kaplamıştır. Onlar Allah’ın gazabına uğradılar
ve yoksulluk onları kapladı. Bunun sebebi onların; Allah’ın âyetlerini inkâr
ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların
sebebi ise, isyan etmekte ve (Allah’ın koyduğu) sınırları çiğnemekte oluşları
idi.
113. Onların
(Kitap ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta
duran, secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır.[98]
114. Onlar,
Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler,
hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.
115. Onlar
ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten
sakınanları bilir.
116. İnkâr
edenlerin ne malları ne evlatları, onlara Allah’a karşı bir yarar sağlar. İşte
onlar cehennemliktirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
117. Onların
bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir
topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgârın durumu
gibidir. Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.
118. Ey
iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık
etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri
konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha
büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık.
119. İşte
siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz; onlar ise, bütün kitaplara iman
ettiğiniz hâlde, sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık”
derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı
parmaklarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden ölün!” Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü
(kalplerde olanı) bilir.
120. Size
bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona
sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız,
onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini
kuşatmıştır.
121. Hani
sen mü’minleri (Uhud’da) savaş mevzilerine yerleştirmek için, sabah erken
ailenden (evinden) ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
122. Hani
sizden iki takım (paniğe kapılarak) çözülmeye yüz tutmuştu. Hâlbuki Allah
onların yardımcısı idi. Mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.[99]
123. Andolsun,
siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O hâlde Allah’a
karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.
124. Hani
sen mü’minlere, “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size
yetmez mi?” diyordun.
125. Evet,
sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın
üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.
126. Allah,
bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı.
Yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah
katındadır.
127. Bir
de Allah bunu, inkâr edenlerden bir kısmını helâk etsin veya perişan etsin de
umutsuz olarak dönüp gitsinler diye yaptı.
128. Bu
işte senin yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tövbelerini kabul edip onları
affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azap eder.
129. Göklerdeki
her şey ve yerdeki her şey Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azab
eder. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
130. Ey
iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten
sakının ki kurtuluşa eresiniz.[100]
131. Kâfirler
için hazırlanmış ateşten sakının.
132. Allah’a
ve Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.
133. Rabbinizin
bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
134. Onlar
bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları
affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.
135. Yine
onlar, çirkin bir iş yaptıkları, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı
hatırlayıp hemen
günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim
bağışlar- ve bile bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.
136. İşte
onların mükâfatı Rab’leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan
cennetlerdir ki orada ebedî kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükâfatı
ne güzeldir!
137. Sizden
önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin
dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.
138. Bu
(Kur’an), insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için
bir hidayet ve bir öğüttür.
139. Gevşemeyin,
hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan
sizlersiniz.
140. Eğer
siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de
Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar
arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler
gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden
şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.
141. Bir
de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle
yapar.
142. Yoksa
siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine
sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
143. Andolsun,
siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama
bakıp duruyorsunuz.
144. Muhammed,
ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o
ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim
gerisingeriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.
145. Hiçbir
kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır.
Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını
isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.
146. Nice
peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar
Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler.
Allah, sabredenleri sever.
147. Onların
sözleri ancak, “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı
bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım
et” demekten ibaretti.
148. Allah
da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi. Allah,
güzel davrananları sever.
149. Ey
iman edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisingeriye (küfre)
çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız.
150. Hayır!
Yalnız Allah yardımcınızdır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.
151. Hakkında
hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koştuklarından dolayı; inkâr
edenlerin kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin
kalacakları yer ne kötüdür.
152. Andolsun,
Allah, izniyle, onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğiniz sırada size olan va’dini
gerçekleştirdi. Nihayet sevdiğiniz şeyi (zaferi) size gösterdikten sonra, za’f
gösterdiniz. (Peygamber’in verdiği) emir konusunda tartıştınız ve emre karşı
geldiniz. İçinizden dünyayı isteyenler de vardı, ahireti isteyenler de. Sonra
sizi denemek için onlardan yüzünüzü çevirdi. (Kaçıp
hezimete uğradınız. Buna rağmen) sizi bağışladı. Allah,
mü’minlere karşı çok lütufkârdır.
153. Peygamber,
arkanızdan sizi çağırırken siz durmadan dağa yukarı kaçıyor, hiç kimseye dönüp
bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size keder üstüne keder verdi ki, (bu
durumlara alışasınız ve daha sonra) elinizden gidene,
ve başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.[101]
154. Sonra
o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen
bir güven, bir uyku indirdi. Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına
düşmüştü. Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; “Bu
işte bizim hiçbir dahlimiz yok” diyorlardı. De ki: “Bütün iş, Allah’ındır.”
Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: “Bu konuda
bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.” De ki: “Evlerinizde dahi
olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları
(öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allah, bunu göğüslerinizdekini
denemek, kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah, göğüslerin özünü
(kalplerde olanı) bilir.”
155. İki
topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak
yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah
onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halîmdir (hemen
cezalandırmaz, mühlet verir).
156. Ey
iman edenler! Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında, “Onlar
bizim yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi” diyen inkârcılar gibi
olmayın. Allah, bunu (bu düşünceyi) onların kalplerine bir hasret (yarası)
olarak koydu. Allah, yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.
157. Andolsun,
eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın bağışlaması ve rahmeti
onların topladıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır.
158. Andolsun,
ölseniz de öldürülseniz de, Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159. Allah’ın
rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli
olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet.
Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere
de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven).
Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
160. Allah
size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan
sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.
161. Hiçbir
peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez. Kim hıyanet ederse, kıyamet
günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa
uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir.
162. Allah’ın
rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan
kimse gibi midir? O, ne kötü varılacak yerdir!
163. Onlar
(insanlar) Allah’ın katında derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını
görmektedir.
164. Andolsun,
Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp
tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük
bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde
idiler.
165. Onların
(müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da)
sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” dediniz, öyle mi? De
ki: “O (musibet), kendinizdendir.” Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
166,167.
İki topluluğun
(ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. Bu da
mü’minleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi. Onlara
(münafıklara), “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin” denildi de
onlar, “Eğer savaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar o gün,
imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı.
Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.
168. (Onlar),
kendileri oturup kaldıkları hâlde kardeşleri için, “Eğer bize uysalardı,
öldürülmezlerdi” diyen kimselerdir. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz
kendinizden ölümü savın.”
169,170.
Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında
Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar.
Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir
korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.
171. (Şehitler)
Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğine
sevinirler.
172. Onlar
yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir.
Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara
büyük bir mükâfat vardır.
173. Onlar
öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar,
onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize
yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.
174. Bundan
dolayı Allah’tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan
geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir.
175. O
şeytan[102] sizi ancak kendi
dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz, benden korkun.
176. Küfürde
yarışanlar seni üzmesin. Onlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah,
onlara ahirette bir pay vermemek istiyor. Onlar için büyük azap vardır.
177. İman
karşılığında küfrü satın alanlar Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için
elem verici bir azap vardır.
178. İnkâr
edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı
olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz.
Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
179. Allah,
pisi temizden ayırıncaya kadar mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda
bırakacak değildir. Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah,
peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir). O hâlde, Allah’a ve
peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.
180. Allah’ın
kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri
için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik
ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin
mirası Allah’ındır. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
181. Allah;
“Şüphesiz, Allah fakirdir, biz zenginiz” diyenlerin sözünü elbette duydu.
Onların dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve, “Tadın yangın azabını!” diyeceğiz.
182. “Bu,
kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır.” Allah, kullara
asla zulmedici değildir.
183. Onlar,
“Allah, bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere
inanmamamızı emretti” dediler. De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık
belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin
onları öldürdünüz?”
184. Eğer
seni yalanladılarsa, senden önce açık delilleri, hikmetli sayfaları ve
aydınlatıcı kitabı getiren peygamberler de yalanlanmıştı.[103]
185. Her
canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size
tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa,
gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey
değildir.
186. Andolsun,
mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce
kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz
işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki,
bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.
187. Hani
Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu (Kitabı) mutlaka insanlara
açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar
verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu
alışveriş ne kadar kötüdür!
188. Ettiklerine
sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan
kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
189. Göklerin
ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
190. Göklerin
ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim
akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.
191. Onlar
ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve
yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni
eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.
192. “Rabbimiz!
Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç
yardımcıları yoktur.”
193. “Rabbimiz!
Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman
ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle
beraber al.”
194. “Rabbimiz!
Peygamberlerin aracılığı ile bize va’dettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi
rezil etme. Şüphesiz sen, va’dinden dönmezsin.”
195. Rableri,
onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir
çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler,
yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve
öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat
olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en
güzeli Allah katındadır.”
196. Kâfirlerin
refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
197. (Onların
bu refahı) az bir yararlanmadır. Sonra onların barınağı cehennemdir. Ne kötü
bir yataktır orası!
198. Fakat
Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah katından bir konaklama yeri
olarak, içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah
katında olan şeyler iyiler için daha hayırlıdır.
199. Kitap
ehlinden öyleleri var ki, Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene,
Allah’a derinden saygı duyarak inanırlar. Allah’ın âyetlerini az bir değere
satmazlar. Onlar var ya, işte onların, Rableri katında mükâfatları vardır.
Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
200. Ey
iman edenler! Sabredin. Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin. (Cihat için)
hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa
eresiniz.
Medine döneminde inmiştir. 176
âyettir. Sûre, özellikle kadın haklarından, onların hukûkî ve sosyal
konumlarından bahsettiği için bu adı almıştır. “Nisâ” kadınlar demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Ey
insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da[104]
eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan
Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte
bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan
sakının. Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.
2.
Yetimlere
mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların
mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.
3.
Eğer,
(velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik
etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan
ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın.[105]
Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile
yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.
4.
Kadınlara
mehirlerini (bir görev olarak) gönül hoşluğuyla verin. Eğer kendi istekleriyle
o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin.
5.
Allah’ın,
sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin. O
mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.[106]
6.
Yetimleri
deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşid olduklarını
görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri
alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin.
(Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de
fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı
kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit
bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.
7.
Ana,
baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır.
Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Allah, bırakılanın azından da çoğundan da
bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.
8.
Miras
taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır
bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak)
güzel sözler söyleyin.
9.
Kendileri,
geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye
kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten
sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
10.
Yetimlerin
mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş
yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.
11.
Allah,
size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını
emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye)
bıraktığının üçte ikisi onlarındır.[107]
Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye
bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer
çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer.
Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin)
yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan,
hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından
farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
12.
Eğer
çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının
yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir.
(Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer
sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri
onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine
bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden,
yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir
erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi
bulunursa, ona altıda bir düşer.[108]
Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma
varislere) zarar vermeksizin[109]
yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun
ödenmesinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah’ın emridir. Allah, hakkıyla bilendir,
halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
13.
İşte
bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat
ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere
sokar. İşte bu büyük başarıdır.
14.
Kim
de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah
onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.
15.
Kadınlarınızdan
fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik
ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol
açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışarı çıkarmayın).[110]
16.
Sizlerden
fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip
ıslah olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok
kabul edendir, çok merhamet edendir.
17.
Allah
katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe
edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah,
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
18.
Yoksa
(makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip
çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak
ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.
19.
Ey
iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir. Açık bir hayâsızlık
yapmış olmaları dışında, kendilerine
verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın.
Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir
şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.[111]
20.
Eğer
bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne (mehir olarak) yüklerle
mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık
günaha girerek mi verdiğinizi geri alacaksınız?[112]
21.
Hem,
siz eşlerinizle birleşmiş ve onlar da sizden sağlam bir söz almış iken, onu
nasıl (geri) alırsınız?
22.
Geçmişte
olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu
bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu, ne kötü bir
yoldur.
23.
Size
şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz,
halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi
emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz,
karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup
evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz
onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız
kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan
bu tür evlilikler) başka.[113]
Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
24.
(Savaş
esiri olarak) sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı.
(Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında kalanlar
ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip)
istemeniz size helâl kılındı. Onlardan (nikâhlanıp) faydalanmanıza karşılık
sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra,
onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur. Şüphesiz
ki Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
25.
Sizden
kimin, hür mü’min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü’min
genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. Allah, sizin imanınızı daha iyi
bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri
ve gizli dost tutmamaları hâlinde, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin,
mehirlerini de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, onlara
hür kadınların cezasının yarısı uygulanır. Bu (cariye ile evlenme izni),
içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha
hayırlıdır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
26.
Allah,
size (hükümlerini) açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve
tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
27.
Allah,
sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa
düşmenizi istiyorlar.
28.
Allah,
sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
29.
Ey
iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı
rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz
Allah, size karşı çok merhametlidir.
30.
Kim
haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu,
Allah’a pek kolaydır.
31.
Eğer
size yasaklanan (günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı
örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.
32.
Allah’ın,
kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri (haset ederek) arzu edip
durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da
kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan, O’nun lütfunu isteyin. Şüphesiz
Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
33.
(Erkek
ve kadından) her biri için ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından (pay alan)
varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı (ahitleştiğiniz) kimselere de kendi
hisselerini verin.[114]
Şüphesiz Allah her şeye şahittir.
34.
Erkekler,
kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar.[115]
Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi
mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar.
İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar
da “gayb”ı[116] korurlar. (Evlilik
yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt
verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur
kalırsanız) onları (hafifçe) dövün.[117] Eğer
itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah,
çok yücedir, çok büyüktür.
35.
Eğer
karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir
hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek
isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir,
hakkıyla haberdardır.
36.
Allah’a
ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere,
yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya,
elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen
kimseleri sevmez.
37.
Bunlar
cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın, lütfundan
kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere kafirlere alçaltıcı bir azap
hazırlamışızdır.
38.
Bunlar,
mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de
inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır.
39.
Bunlar,
Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın verdiği rızıktan
(gösterişsiz olarak) harcasalardı, kendilerine ne zarar gelirdi? Allah, onları
en iyi bilendir.
40.
Şüphesiz
Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de
olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.
41.
Her
ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız
zaman, bakalım onların hâli nice olacak!.
42.
O
kıyamet günü, Allah’ı inkâr edip Peygamber’e isyan edenler, yer yarılıp içine
girmiş olmayı isterler ve Allah’tan hiçbir söz gizleyemezler.
43.
Ey
iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu
olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer
hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut
biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su
da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla)
yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok
bağışlayıcıdır.
44.
Kendilerine
Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar sapıklığı satın
alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.
45.
Allah,
sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah,
yardımcı olarak da yeter.
46.
Yahudilerden
öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları
anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak
“İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ”[118] derler.
Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri
için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini
lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.[119]
47.
Ey
kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden, yahut cumartesi halkını[120] lânetlediğimiz
gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak
indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.
48.
Şüphesiz
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları
ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük
bir günah işleyerek iftira etmiş olur.
49.
Kendilerini
temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve
kendilerine kıl kadar zulmedilmez.
50.
Bak,
Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.
51.
Kendilerine
Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar “cibt”e ve “tâğût”a[121]
inanıyorlar. İnkâr edenler için de, “Bunlar, iman edenlerden daha doğru
yoldadır” diyorlar.
52.
Onlar,
Allah’ın lânet ettiği kimselerdir. Allah, kime lânet ederse, artık ona asla bir
yardımcı bulamazsın.
53.
Yoksa
onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile
vermezler.
54.
Yoksa,
insanları; Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar
mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük
bir hükümranlık da vermiştik.[122]
55.
Böylece
onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi. (O iman etmeyenlere) çılgın
ateş olarak cehennem yeter.
56.
Şüphesiz
âyetlerimizi inkâr edenleri biz ateşe atacağız. Derileri yanıp döküldükçe,
azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak
güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
57.
İman
edip salih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî
kalacakları cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları,
koyu gölgeler altında bulunduracağız.
58.
Allah,
size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel
öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
59.
Ey
iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan
ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz
takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve
Resûlüne arz edin.[123] Bu,
daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.
60.
(Ey
Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını
iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde,
onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa
düşürmek istiyor.[124]
61.
Münafıklara,
“Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygambere gelin” dendiği zaman, onların
senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.
62.
Kendi
işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da “Biz iyilik etmek
ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik” diye Allah’a yemin ederek sana
geldikleri zaman hâlleri nasıl olur?
63.
Onlar,
Allah’ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Öyleyse onlara aldırma. Onlara
öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle.
64.
Biz
her peygamberi sırf, Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer
onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının
bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette
Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.
65.
Hayır!
Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp,
sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir
teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.
66.
Eğer
biz onlara, “Hayatlarınızı feda edin veya yurtlarınızdan çıkın” diye yazmış
olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen
öğütleri tutsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha
çok pekiştirici olurdu.
67.
O
zaman kendilerine elbette katımızdan büyük bir mükâfat verirdik.
68.
Onları
elbette doğru yola iletirdik.
69.
Kim
Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet
verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle
birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.
70.
Bu
lütuf Allah’tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter.
71.
Ey
iman edenler! (Düşmana karşı) tedbirinizi alıp, küçük birlikler hâlinde, yahut topluca savaşa gidin.
72.
Şüphesiz,
aranızda öyle kimseler var ki, (onların her biri savaşa gitme konusunda)
hakikaten pek ağır davranır. Eğer başınıza bir musibet gelirse, “Allah, bana
lütfetti de onlarla beraber bulunmadım” der.
73.
Eğer
Allah’tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında
hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der: “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da
büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım.”
74.
O
hâlde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda
savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona
büyük bir mükâfat vereceğiz.
75.
Size
ne oluyor da, Allah yolunda ve, “Ey Rabbimiz! Bizleri
halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize
katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler,
kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?
76.
İman
edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût[125]
yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın
hilesi zayıftır.
77.
Daha
önce kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin”
denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, hemen içlerinden bir
kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve
“Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin
ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten
sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.”
78.
Nerede
olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş
kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik
gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin
yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne
oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!
79.
Sana
ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey
Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah
yeter.
80.
Kim
peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin
ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.
81.
Sana
“baş üstüne” derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden birtakımı,
geceleyin; (senin gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar. Allah, onların
geceleyin kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. Allah’a tevekkül et.
Vekil olarak Allah yeter.[126]
82.
Hâlâ
Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası
tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.
83.
Kendilerine
güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu
yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere
götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek
nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti
olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.
84.
(Ey
Muhammed!) Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun!
Mü’minleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar.
Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir.
85.
Kim
güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de
kötü bir (işte) aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın
her şeye gücü yeter.
86.
Size
bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık
verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.
87.
Allah,
kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Andolsun, sizi kıyamet gününde
mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü Allah’ınkinden
daha doğru olan?
88.
Size
ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah, onları yaptıkları
işlerden dolayı baş aşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür.
Allah’ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen
onun için asla bir çıkış yolu bulamazsın.
89.
Arzu
ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber
olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost
edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde
öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.
90.
Ancak
sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar,
yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp
(tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size
musallat kılardı da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle
savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir
yol (yetki) vermemiştir.
91.
Diğer
birtakım kimselerin de hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak
istediklerini göreceksin. Bunlar küfre her döndürüldüklerinde ona atılırlar.
Eğer bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler,
ellerini savaştan çekmezlerse, onları yakalayın ve onları nerede bulursanız
öldürün. İşte bunlara karşı size apaçık bir yetki verdik.
92.
Bir
mü’minin bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak
yanlışlıkla olması başka. Kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse, bir
mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi
gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan
bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında
antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir
köle azad etmek gerekir. Bunlara imkân bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin
kabulü için iki ay ard arda oruç tutması gerekir. Allah, hakkıyla bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
93.
Kim
bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah,
ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.
94.
Ey
iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın.
Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz
dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler
vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman
oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.
95,96. Mü’minlerden
özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla,
canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün
kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir.
Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve
rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
97. Kendilerine
zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler
onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da,
“Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı
geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların
gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.[127]
98. Ancak
gerçekten zayıf ve güçsüz olan[128],
çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar
başkadır.
99. Umulur
ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok
bağışlayıcıdır.
100. Kim
Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de.
Kim Allah’a ve Peygamberine hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra
kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
101. Yeryüzünde
sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız, namazı
kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık
düşmanınızdır.[129]
102. (Ey
Muhammed!) Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara
namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını
da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında)
arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım
gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silâhlarını
yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve
eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet
çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir beis
yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah, inkârcılara
alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.[130]
103. Namazı
kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı
anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere
belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.
104. Düşman
topluluğunu izlemekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız,
kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar. Üstelik siz
Allah’tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
105. (Ey
Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar
arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin
savunucusu olma.
106. Allah’tan
bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
107. Kendilerine
hainlik edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.
108. Bunlar,
insanlardan gizlenmeye çalışırlar da Allah’tan gizlenmezler. Hâlbuki Allah,
geceleyin, razı olmayacağı sözleri kurarlarken onlarla beraberdir. Allah,
onların yaptıklarını (ilmiyle) kuşatmıştır.
109. İşte
siz öyle kimselersiniz (ki, diyelim) dünya hayatında onları savundunuz. Ya
kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak, yahut
kim onlara vekil olacak?
110. Kim
bir kötülük yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da
Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici
bulur.
111. Kim
bir günah kazanırsa, onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah, her şeyi
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
112. Kim
bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa,
şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.
113. (Ey
Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup
seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir
zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana
bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.
114. Bir
sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da
insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli
konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızasını
kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.
115. Kim,
kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar,
mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve
cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.
116. Şüphesiz
Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları,
dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir
sapıklığa düşmüştür.
117. Onlar,
Allah’ı bırakıp ancak dişilere tapıyorlar.[131] Hâlbuki
(aslında) azgın bir şeytana tapmaktadırlar.
118. Allah,
o şeytana lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli
bir pay alacağım” dedi.
119. “Onları
mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara
emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine
onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.”[132] Kim
Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana
düşmüştür.
120. Şeytan
onlara (birçok) vaadde bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan,
ancak aldatmak için onlara vaadde bulunuyor.
121. İşte
onların barınağı cehennemdir. Ondan bir kaçış yolu bulamazlar.
122. İman
edip salih ameller işleyenleri de ebedî olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar
akan cennetlere koyacağız. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Kimdir sözü
Allah’ınkinden daha doğru olan?
123. İş,
ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş
yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost, ne de
bir yardımcı bulabilir.
124. Mü’min
olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete
girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
125. Kimin
dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in
dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, İbrahim’i dost edindi.
126. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatıcıdır.
127. Kadınlar
hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size fetvayı Allah
veriyor.” Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz
ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil
davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor. Ne hayır
yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.
128. Eğer
bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından,
yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde
ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa
ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a
karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
129. Ne
kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz.
Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda
kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
130. Eğer
ayrılırlarsa, Allah bol lütuf ve nimetiyle onların her birini zengin kılar
(başkalarına muhtaç bırakmaz). Allah, lütfu geniş olandır. O, hüküm ve hikmet
sahibidir.
131. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere
de, size de “Allah’a karşı gelmekten sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkâr
ederseniz, (bilin ki) göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah,
zengindir, övülmeye lâyıktır.
132. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.
133. Ey
insanlar! Allah dilerse sizi yok eder ve başkalarını getirir. Allah, buna
hakkıyla gücü yetendir.
134. Kim
dünya sevabı (nimeti) istiyorsa (bilsin ki), dünya sevabı da, ahiret sevabı da
Allah katındadır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
135. Ey
iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa,
Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.
(Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın).
Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise
adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği)
çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah,
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
136. Ey
iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce
indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını,
peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.
137. İman
edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında
ileri gidenler var ya; Allah, onları bağışlayacak da değildir, doğru yola
iletecek de değildir.
138. Münafıklara,
kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.
139. Onlar,
mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve
şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.
140. Oysa
Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve
onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri
müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm
indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde
toplayacaktır.
141. Onlar
sizi gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size bir fetih (zafer)
nasip olursa, “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Şayet kâfirlerin
(zaferden) bir payı olursa, “Size üstünlük sağlayıp sizi mü’minlerden korumadık
mı?” derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah,
mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.
142. Münafıklar,
Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir.
Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş
yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.
143. Onlar
küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (mü’minlere) ne de
şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah, kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol
bulamazsın.
144. Ey
iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize
Allah’a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
145. Şüphesiz
ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir
yardımcı da bulamazsın.
146. Ancak
tövbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’ın kitabına sarılanlar ve
dinlerini Allah’a has kılanlar müstesnadır. Bunlar mü’minlerle beraberdirler.
Allah, mü’minlere büyük bir mükâfat verecektir.
147. Eğer
şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün
karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.
148. Allah,
zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez.
Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
149. Bir
hayrı açıklar veya gizlerseniz, yahut bir kötülüğü
affederseniz (bilin ki), Allah da çok affedicidir, her şeye hakkıyla gücü
yetendir.
150,151. Şüphesiz, Allah’ı ve peygamberlerini
inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak
isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz” diyenler ve
böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte
onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
152. Allah’a
ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerlerinden
ayırmayanlara gelince, işte onlara Allah mükâfatlarını verecektir. Allah, çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
153. Kitap
ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Buna şaşma!)
Mûsâ’dan, bundan daha büyüğünü istemişler ve “Allah’ı bize açıkça göster”
demişlerdi. Böylece zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra
kendilerine apaçık deliller gelmesinin ardından (tuttular) buzağıyı tanrı
edindiler. Biz bunu da affettik ve Mûsâ’ya apaçık bir güç ve yetki verdik.
154. Verdikleri
sağlam söz(ü yerine getirmemeleri) sebebiyle “Tûr”u üzerlerine kaldırdık ve
onlara, “Tevazu ile kapıdan girin” dedik. Yine onlara, “Cumartesi (yasakları)
konusunda haddi aşmayın” dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık.
155. Verdikleri
sağlam sözü bozmalarından, Allah’ın âyetlerini inkâr etmelerinden,
peygamberleri haksız yere öldürmelerinden ve “kalplerimiz muhafazalıdır”
demelerinden dolayı (başlarına türlü belâlar verdik.
Onların kalpleri muhafazalı değildir), tam aksine inkârları
sebebiyle Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık onlar inanmazlar.[133]
156,157. Bir de inkârlarından ve Meryem’e
büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa
Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu
öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında
anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir
bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler.
158. Fakat
Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet
sahibidir.
159. Kitab
ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, ona (İsa’ya) iman edecek olmasın.
Kıyamet günü, o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.[134]
160,161. Yahudilerin yaptıkları zulüm ve
birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde
faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden
kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden
inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.
162. Fakat
onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden
önce indirilene iman ederler. O namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve
ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.
163. Biz,
Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a,
Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.[135]
164. Daha
önce kıssalarını sana anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız
(nice) peygamberler de gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.
165. Müjdeleyiciler
ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra
insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
166. Fakat
Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler
de buna şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter.
167. Şüphesiz
inkâr edenler, insanları Allah yolundan alıkoyanlar derin bir sapıklığa
düşmüşlerdir.
168. Şüphesiz
inkâr edenler ve zulmedenler (var ya), Allah onları asla bağışlayacak ve doğru
yola iletecek değildir.
169. (Allah
onları) ancak içinde ebedî kalacakları cehennemin yoluna iletir. Bu ise Allah’a
çok kolaydır.
170. Ey
insanlar! Peygamber size Rabbinizden hakkı (gerçeği) getirdi. O hâlde, kendi
iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey,
yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
171. Ey
Kitab ehli! Dininizde sınırları aşmayın ve Allah hakkında ancak hakkı söyleyin.
Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle
onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve
peygamberlerine iman edin, “(Allah) üçtür” demeyin.[136]
Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk
sahibi olmaktan uzaktır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Vekil
olarak Allah yeter.
172. Mesih
de, Allah’a yakın melekler de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim
Allah’a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, onların
hepsini huzuruna toplayacaktır.
173. İman
edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükâfatlarını eksiksiz
ödeyecek ve lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir. Allah’a kulluk
etmekten çekinenlere ve büyüklük taslayanlara gelince; (Allah) onları elem dolu
bir azaba uğratacaktır ve onlar kendilerine Allah’tan başka bir dost ve yardımcı
da bulamayacaklardır.
174. Ey
insanlar! Size Rabbinizden kesin bir delil (Hz. Muhammed) geldi ve size apaçık
bir nur (Kur’an) indirdik.
175. Allah’a
iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa
kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.
176. Senden
fetva istiyorlar. De ki: “Allah, size “kelâle” (babasız ve çocuksuz kimse)nin
mirası hakkında hükmünü açıklıyor: Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi
bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da
bulunmazsa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek
kardeşin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızlı
iseler, o zaman (bir) erkeğe, iki kızın hissesi kadar (pay) vardır.
Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla
bilendir.
Medine döneminde inmiştir. 120
âyettir. Sûre, adını 112. ve 114. âyetlerde yer alan “mâide” (sofra)
kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca; verilen sözlerin yerine getirilmesi,
İsrailoğullarının sözlerinde durmamaları, Hıristiyanların yanlış inançları,
dünyaya düşkünlükleri ve yolsuzlukları, müslümanlar için bazı talimat, uyarı ve
dinî hükümler konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Ey
iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin.[137] İhramlı
iken avlanmayı helâl saymamanız kaydıyla[138],
okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar[139],
size helâl kılındı. Şüphesiz Allah istediği hükmü verir.
2.
Ey
iman edenler! Allah’ın (koyduğu din) nişanelerine[140],
haram aya[141], hac kurbanına, (bu
kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara ve de Rab’lerinden bol nimet ve hoşnutluk
isteyerek Kâ’be’ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda
(isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına
beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva
(Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık
üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası
çok şiddetlidir.
3.
Ölmüş
hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı
çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten
düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış
hayvanlar ile dikili taşlar[142]
üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız[143]
size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler
dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın,
benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.[144] Kim
şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden)
yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
4.
(Ey
Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size
temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah’ın size verdiği yeteneklerle eğitip
alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı. Onların sizin
için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah’ın adını anın
(besmele çekin). Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk
görendir.
5.
Bu
gün size temiz ve hoş şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin
yiyecekleri size helâl, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir.[145]
Mü’min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden
olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek
ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Her kim de inanılması gerekenleri inkâr
ederse, bütün işlediği boşa gider. Ahirette de o, ziyana uğrayanlardandır.
6.
Ey
iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar
ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı
yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya
seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya
kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz
bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin).
Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak
ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.
7.
Allah’ın
üzerinizdeki nimetini ve “işittik, itaat ettik” dediğinizde ona verdiğiniz ve
sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten
sakının. Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
8.
Ey
iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik
eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe
itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır.
Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.
9.
Allah,
iman edip salih ameller işleyenler hakkında, "Onlar için bir bağışlama ve
büyük bir mükâfat vardır" diye vaatte bulunmuştur.
10.
İnkâr
edip âyetlerimizi yalanlayanlar var ya; işte onlar cehennemliklerdir.
11.
Ey
iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el
uzatmaya (tecavüze) kalkışmıştı da, Allah (buna engel olmuş) onların ellerini
sizden çekmişti. Allah’a karşı gelmekten sakının. Mü’minler yalnız Allah’a
tevekkül etsinler.
12.
Andolsun,
Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan-
seçmiştik. Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı
kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere
gönülden yardımda bulunarak) Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin
kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere
koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan
sapmıştır.”
13.
İşte,
verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lânetledik, kalplerini de
kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip)
değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir
kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima
bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü
Allah, iyilik yapanları sever.
14.
“Biz
hıristiyanız” diyenlerden de sağlam söz almıştık. Ama onlar da akıllarından
çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını unuttular. Bu sebeple, biz
de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kini salıverdik. Allah,
ne yapmakta olduklarını onlara bildirecek!
15.
Ey
kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip
durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor.
İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir.
16.
Allah,
onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle,
karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.
17.
Andolsun,
“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular.[146] De
ki: “Şâyet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların
hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve
bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini
yaratır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”
18.
(Bir
de) yahudiler ve hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız”
dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor?
Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz.” (Allah) dilediğini
bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında
bulunanların da hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.
19.
Ey
kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada, “Bize ne müjdeleyici bir
peygamber geldi, ne de bir uyarıcı” demeyesiniz diye, işte size (hakikatı)
açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı
gelmiştir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
20.
Hani
Mûsâ, kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın, üzerinizdeki nimetini
hatırlayın. Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştı[147] ve
(diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti.”
21.
“Ey
kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın ardınıza dönmeyin.
Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz.”[148]
22.
Dediler
ki: “Ey Mûsâ! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar
oradan çıkmadıkça, biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de
gireriz.”
23.
Korkanların
içinden Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: “Onların
üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer
mü’minler iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.”
24.
Dediler
ki: “Ey Mûsa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve
Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.”
25.
Mûsa,
“Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, o
yoldan çıkmışların arasını ayır” dedi.
26.
Allah,
şöyle dedi: “O hâlde, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde
yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar. Artık böyle yoldan çıkmış kavme
üzülme.”
27.
(Ey
Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi
de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul
edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti.
Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder”
demişti.
28.
“Andolsun!
Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi
uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
29.
“Ben
istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip
cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.”
30.
Derken
nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece
ziyan edenlerden oldu.
31.
Nihayet
Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için
yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da
kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık
duyanlardan olmuştu.
32.
Bundan
dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can
karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın
öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını
kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara
resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan
birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.
33.
Allah’a
ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların
cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya
ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir.
Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir
azap vardır.[149]
34.
Ancak
onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar. Artık Allah’ın
çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu bilin.
35.
Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve
O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.
36.
Şüphesiz
yeryüzünde olanların hepsi ve yanında bir o kadarı daha kendilerinin (kâfirlerin)
olsa da onu kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar,
onlardan yine kabul edilmez. Onlara elem dolu bir azap vardır.
37.
Ateşten
çıkmak isterler ama ondan çıkabilecek değillerdir. Onlara sürekli bir azap
vardır.
38.
Yaptıklarına
bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile
hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
39.
Her
kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz,
Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.
40.
Bilmez
misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. O, dilediğine azap
eder, dilediğini de bağışlar. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
41.
Ey
Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla “İnandık” diyenler
(münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar
(Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler[150],
sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki)
yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: “Eğer size şu
hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının.” Allah, kimin azaba
uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.
Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir.[151]
Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır.
42.
Onlar,
yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse, ister
aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan,
sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle
hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.
43.
Yanlarında,
içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem
yapıyorlar, sonra bunun ardından verdiğin hükümden yüz çeviriyorlar? İşte onlar
(kendi kitaplarına da, sana da) inanmış değillerdir.
44.
Şüphesiz
Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim
olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış
kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını
korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler.
Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir
karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta
kendileridir.
45.
Onda
(Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa
kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını
bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah’ın indirdiği
ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.
46.
O
peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı
olarak gönderdik. Ona, içerisinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı
doğrulayan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir
öğüt olarak İncil’i verdik.
47.
İncil
ehli Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,
fasıkların ta kendileridir.
48.
(Ey
Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı,
onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet
ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz
için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir
ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı.
Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa
düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.
49.
Aralarında,
Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana
indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından
sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle
onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan
çıkmışlardır.
50.
Onlar
hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum
için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?
51.
Ey
inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin
dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır.
Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.[152]
52.
İşte
kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, “Başımıza bir felaketin gelmesinden
korkuyoruz” diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir
getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar.
53.
(O
zaman) iman edenler derler ki: “Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle
Allah’a yemin edenler şunlar mı?” Bunların çabaları boşa çıkmıştır. Böylece ziyan
edenler olmuşlardır.
54.
Ey
iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle
bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar
mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah
yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da
korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu
geniş olandır, hakkıyla bilendir.
55.
Sizin
dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı
kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.
56.
Kim
Allah’ı, O‘nun peygamberini ve inananları dost edinirse, bilsin ki şüphesiz
Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir.
57.
Ey
iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp
oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz
Allah’a karşı gelmekten sakının.
58.
Siz
namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu,
şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.
59.
De
ki: “Ey kitap ehli! Sadece Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilmiş
olan (ilâhî kitap)lara inandığımızdan ve çoğunuzun da fasıklar olmasından ötürü
bizden hoşlanmıyorsunuz.”
60.
De
ki: “Allah katında cezası bundan daha kötü olanları size haber vereyim mi?
Onlar, Allah’ın lânetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden maymunlar ve
domuzlar çıkardığı kimseler ile şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri
daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır.”
61.
(Yanınıza)
küfürle girip yine (yanınızdan) küfürle çıktıkları hâlde, size geldiklerinde
“İnandık” dediler. Allah, onların saklamakta oldukları şeyi daha iyi bilir.
62.
Onlardan
çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını
görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!
63.
Bunları,
din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten
sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!
64.
Bir
de Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Söylediklerinden ötürü kendi
elleri bağlansın ve lânete uğrasınlar! Hayır, O’nun iki eli de açıktır,
dilediği gibi verir. Andolsun, sana Rabbinden indirilen (Kur’an) onlardan
birçoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete kadar
düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah
onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah,
bozguncuları sevmez.
65.
Eğer
kitap ehli iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, muhakkak
onların kötülüklerini örterdik ve onları Naim cennetlerine koyardık.
66.
Eğer
onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı)
gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol
rızık) yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun
yaptığı ne kötüdür!
67.
Ey
Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun
verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan
korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.
68.
De
ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı)
uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki sana Rabbinden
indirilen bu Kur’an, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle
ise o kâfirler toplumu için üzülme.
69.
Şüphesiz
inananlar (müslümanlar) ile Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan (her bir
grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller
işleyenler için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır” (diye
hükmedilmiştir.)[153]
70.
Andolsun,
İsrailoğullarından sağlam söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Fakat
her ne zaman bir Peygamber, onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir hükmü
getirdiyse; onlardan bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.
71.
(Bu
yaptıklarında) bir belâ olmayacağını sandılar da kör ve sağır kesildiler. Sonra
(tövbe ettiler), Allah da onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onlardan
çoğu kör ve sağır kesildiler. Allah, onların yaptıklarını hakkıyla görendir.
72.
Andolsun,
“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir oldu.[154] Oysa
Mesih şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona
cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için
hiçbir yardımcı yoktur.”
73.
Andolsun,
“Allah, üçün üçüncüsüdür” diyenler kâfir oldu.[155] Hâlbuki
bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse,
andolsun onlardan inkâr edenlere elbette, elem dolu bir azap dokunacaktır.
74.
Hâlâ
mı Allah’a tövbe etmezler ve O’ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
75.
Meryem
oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler geldi
geçti. Onun annesi de dosdoğru bir kadındır. (Nasıl ilâh olabilirler?) İkisi de
yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Sonra bak ki, nasıl
da (haktan) çevriliyorlar.
76.
(Ey
Muhammed!) De ki: “Allah’ı bırakıp da, sizin için ne bir zarara ne de bir
yarara gücü yeten şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah, hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir.”
77.
De
ki: “Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce
sapmış, birçoklarını da saptırmış ve dümdüz yoldan da şaşmış bir milletin arzu
ve keyiflerine uymayın.”
78.
İsrailoğullarından
inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan
etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.
79.
İşledikleri
herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta
oldukları ne kötüydü!
80.
Onlardan
birçoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Andolsun ki kendileri
için önceden (ahirete) gönderdikleri şey; Allah’ın onlara gazap etmesi ne
kötüdür! Onlar azap içinde ebedî kalıcıdırlar.
81.
Eğer
Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene (Kur’an’a) inanıyor olsalardı, onları
(müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fasık kimselerdir.
82.
(Ey
Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin
kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların
iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da “Biz hıristiyanlarız” diyenler
olduğunu mutlaka görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır.
Onlar büyüklük de taslamazlar.
83.
Peygamber’e
indirileni (Kur’an’ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin
yaşla dolup taştığını görürsün. “Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik
edenler (Muhammed’in ümmeti) ile[156]
beraber yaz” derler.
84.
“Rabbimizin,
bizi salihler topluluğuyla beraber (cennete) koymasını umarken, Allah’a ve bize
gelen gerçeğe ne diye inanmayalım?”
85.
Dedikleri
bu söze karşılık Allah onlara, devamlı kalacakları, içinden ırmaklar akan
cennetleri mükâfat olarak verdi. İşte bu, iyilik yapanların mükâfatıdır.
86.
İnkâr
edenlere ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir.
87.
Ey
iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize)
haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi
aşanları sevmez.
88.
Allah’ın
size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine
inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.
89.
Allah,
boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile
yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin keffareti,
ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak,
yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa,
onun keffareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin
keffareti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah, size âyetlerini işte böyle
açıklıyor ki şükredesiniz.[157]
90.
Ey
iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve
fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa
eresiniz.[158]
91.
Şeytan,
içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan
ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?
92.
Öyleyse
Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının.
Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki, elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.
93.
İman
edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman
ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları
ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik
ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur.
Allah, iyilik edenleri sever.
94.
Ey
iman edenler! Andolsun, Allah sizleri, ellerinizin ve mızraklarınızın
erişebileceği av(lar) ile elbette deneyecek ki, görmediği hâlde kendisinden
korkanı ayırıp meydana çıkarsın. Kim bundan (bu açıklamadan) sonra haddini
tecavüz ederse, ona elem dolu bir azap vardır.
95.
Ey
iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı iken)
onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ’be’ye ulaştırılmak
üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir
kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek suretiyle
keffaret; yahut onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu
tatması içindir. Allah, geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle
yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam
sahibidir.
96.
Sizin
için de yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz
ürünlerini yemek sizlere helâl kılındı. Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece
size haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
97.
Allah;
Ka’be’yi, o saygıdeğer evi, haram ayı[159],
hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları insanlar(ın din ve
dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma) sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve
yerde ne varsa hepsini Allah’ın bildiğini ve Allah’ın (zaten) her şeyi hakkıyla
bilmekte olduğunu bilmeniz içindir.[160]
98.
Bilin
ki, Allah’ın cezası çetindir ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
99.
Peygamberin
üzerine düşen ancak tebliğdir. Allah, sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi de
bilir.
100. (Ey Muhammed!) De ki: “Pis ile temiz
bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile.” Ey akıl sahipleri! Allah’a karşı
gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.
101. Ey iman edenler! Size açıklandığı
takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın.[161]
Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Hâlbuki)
Allah onları bağışlamıştır. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir (hemen cezalandırmaz,
mühlet verir.)
102. Sizden önceki bir millet o tür
şeyleri sordu da sonra o yüzden kâfir oldu.
103. Allah, ne “Bahîre”, ne “Sâibe”, ne
“Vasîle”, ne de “Hâm” diye bir şey meşru kılmamıştır. Fakat,
inkâr edenler Allah’a karşı yalan uyduruyorlar. Zaten çoklarının aklı da ermez.[162]
104. Onlara, “Allah’ın indirdiğine
(Kur’an’a) ve Peygamber’e gelin” denildiğinde onlar, “Babalarımızı üzerinde
bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru
yolu bulamamış olsalar da mı?
105. Ey iman edenler! Siz kendinizi
düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez.
Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber
verecektir.
106. Ey iman edenler! Birinizin ölümü
yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden
adaletli iki kişidir. Yahut; seferde olup da başınıza
ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer
şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına, “Akraba da
olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız
şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz”
diye yemin ederler.
107. (Eğer sonradan) o iki kişinin günaha
girdikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa, o zaman, bu öncelikli şahitlerin
zarar verdiği kimselerden olan başka iki adam, onların yerine geçer ve “Allah’a
yemin ederiz ki, bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden elbette daha
gerçektir. Biz hakkı da çiğneyip geçmedik. Çünkü o takdirde, biz elbette
zalimlerden oluruz” diye yemin ederler.
108. Bu (usul), şahitliği lâyıkıyla yerine
getirmeleri ve yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe
etmelerini sağlamak için en uygun çaredir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve
dinleyin. Allah, fasık toplumu doğruya iletmez.
109. Allah’ın, peygamberleri toplayıp[163]
“siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?” diyeceği, onların da, “Bizim
hiçbir bilgimiz yok. Gaybleri hakkıyla bilen ancak sensin” diyecekleri günü
hatırlayın.
110. O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey
Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani,
seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken
de insanlara konuşuyordun.[164]
Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim.[165]
Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine
üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu.[166]
Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim
iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık
mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr
edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür”
demişlerdi.
111. Hani bir de, “Bana ve Peygamberime
iman edin” diye havarilere[167]
ilham etmiştim. Onlar da “İman ettik. Bizim müslüman olduğumuza sen de şahit
ol” demişlerdi.
112. Hani havariler de, “Ey Meryem oğlu
İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. İsa da, “Eğer
mü’minler iseniz, Allah’a karşı gelmekten sakının” demişti.
113. Onlar, “İstiyoruz ki ondan yiyelim,
kalplerimiz yatışsın. Senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona, (gözü ile)
görmüş şahitlerden olalım” demişlerdi.
114. Meryem oğlu İsa, “Ey Allahım! Ey
Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki
dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir
mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın” dedi.
115. Allah da, “Ben onu size indireceğim.
Ama ondan sonra sizden her kim inkâr ederse, artık ben ona kâinatta hiçbir
kimseye etmeyeceğim azabı ederim” demişti.
116. Allah, kıyamet günü şöyle diyecek:
“Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh
edinin, dedin?” İsa da şöyle diyecek: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım.
Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu
söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin,
ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla
bilensin.”
117. “Ben onlara, sadece bana emrettiğin
şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin
(dedim.) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit (ve örnek) idim. Ama beni
içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen, her
şeye hakkıyla şahitsin.”
118. “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok
ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen
mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.
119. Allah, şöyle diyecek: “Bugün,
doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar
akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş,
onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.
120. Göklerin, yerin ve bunlardaki her
şeyin hükümranlığı yalnızca Allah’ındır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
Mekke döneminde inmiştir. Kuvvetli
görüşe göre, 91, 92, 93, 151, 152 ve 153. âyetler Medine’de inmiştir. 165
âyettir. Adını, 136, 138 ve 139. âyetlerde yer alan “el-En’âm” kelimesinden
almıştır. En’âm, koyun, keçi, deve ve sığır cinsi ehli hayvanları ifade eden
bir kelimedir. Sûrede başlıca tevhide, adalete, peygamberliğe, ahirete dair
meseleler ile küfrün ve batıl inançların reddi ve bazı temel ahlâk kuralları
konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hamd,
gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur.
Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.
2.
O
öyle bir Rab’dır ki, sizi çamurdan yaratmış, sonra (her birinize) bir ecel
tayin etmiştir. (Kıyametin kopması için) belirlenmiş bir ecel de O’nun
katındadır. Siz ise hâlâ şüphe ediyorsunuz.
3.
Hâlbuki
O, göklerde de Allah’tır, yerde de. Sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu
da. Sizin daha ne kazanacağınızı da bilir.
4.
Onlara
Rablerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki ondan yüz çevirmesinler.
5.
Nitekim
hak (Kur’an) kendilerine gelince onu yalanladılar. Fakat alay ettikleri şeyin
haberleri kendilerine ilerde gelecektir.[168]
6.
Onlardan
önce nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size
vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık.
Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helâk
ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.
7.
(Ey
Muhammed!) Eğer sana kâğıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle
ona dokunsalardı, yine o inkâr edenler, “Bu, apaçık büyüden başka bir şey
değildir” diyeceklerdi.
8.
Bir
de dediler ki: “Ona (açıktan göreceğimiz) bir melek indirilse ya!” Eğer (öyle)
bir melek indirseydik artık iş bitirilmiş olurdu, sonra da kendilerine göz
açtırılmazdı. (Hemen helâk edilirlerdi.)
9.
Eğer
onu (Peygamberi) bir melek kılsaydık yine onu bir adam (suretinde) yapardık[169] ve
onları yine içinde bulundukları karmaşaya düşürmüş olurduk.[170]
10.
(Ey
Muhammed!) Andolsun, senden önce de birçok peygamber alaya alınmıştı da onlarla
alay edenleri, alay ettikleri şey kuşatıp mahvetmişti.
11.
De
ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl
olmuş bir görün.”
12.
De
ki: “Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?” “Allah’ındır” de. O, merhamet
etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak.
Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar
inanmazlar.
13.
Gece
ve gündüzde barınan her şey O’nundur. O, hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir.
14.
De
ki: “Göklerin ve yerin yaratıcısı olan,
beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı dost
edineceğim.” De ki: “Bana, (Allah’a) teslim olanların ilki olmam emredildi ve
sakın Allah’a ortak koşanlardan olma (denildi).”
15.
De
ki: “Ben Rabbime isyan edersem gerçekten, büyük bir günün (kıyamet gününün)
azabından korkarım.”
16.
(O
günün azabı) kimden savuşturulursa, gerçekten (Allah) ona acımıştır. İşte bu
apaçık kurtuluştur.
17.
Şayet
Allah sana bir zarar dokundursa, bunu O’ndan başka giderecek yoktur. Fakat sana
bir hayır dokunduracak olsa onu da kimse gideremez. Bil ki O, her şeye hakkıyla
gücü yetendir.
18.
O,
kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir,
(her şeyden) hakkıyla haberdardır.
19.
De
ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin
aranızda şahittir.[171]
İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.
Gerçekten siz mi Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitlik
ediyorsunuz?” De ki: “Ben şahitlik etmem.” De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve
şüphesiz ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”
20.
Kendilerine
kitap verdiklerimiz, onu (Peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi
tanırlar.[172] Kendilerini ziyana
sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
21.
Kim
Allah’a karşı yalan uydurandan, ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha
zalimdir? Şüphesiz ki, zalimler kurtuluşa eremez.
22.
Onları
tümüyle (mahşere) toplayıp da Allah’a ortak koşanlara, “Nerede, ilâh
olduklarını iddia ettiğiniz ortaklarınız?” diyeceğimiz günü hatırla.
23.
Sonunda
onların manevraları, “Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz (O’na) ortak koşanlar
değildik” demelerinden başka bir şey olmayacaktır.
24.
Bak,
kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve iftira edip durdukları şeyler
(uydurma ilâhları) onları nasıl yüzüstü bırakıp kayboluverdi?
25.
İçlerinden,
(Kur’an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri
üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız.[173] Her
türlü mucizeyi görseler de onlara inanmazlar. Hatta tartışmak üzere sana
geldiklerinde inkâr edenler, “Bu (Kur’an) evvelkilerin masallarından başka bir
şey değil” derler.
26.
Onlar
başkalarını ondan (Kur’an’dan) alıkoyarlar, hem de kendileri ondan uzak
kalırlar. Onlar farkına varmaksızın, ancak kendilerini helâk ediyorlar.
27.
Ateşin
karşısında durdurulup da, “Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin
âyetlerini yalanlamasak ve mü’minlerden olsak” dedikleri vakit (hâllerini) bir
görsen!
28.
Hayır,
(bu yakınmaları) daha önce gizlemekte oldukları şeyler onlara göründü (de
ondan). Eğer çevrilselerdi, elbette kendilerine yasaklanan şeylere yine
döneceklerdi. Şüphesiz onlar yalancıdırlar.
29.
Derler
ki: “Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de
değiliz.”
30.
Rab’lerinin
huzurunda durduruldukları vakit (hâllerini) bir görsen! (Allah) diyecek ki:
“Nasıl, şu (dirilmek) gerçek değil miymiş?” Onlar, “Evet, Rabbimize andolsun
ki, gerçekmiş” diyecekler. (Allah), “Öyleyse inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı
tadın azabı!” diyecek.
31.
Allah’ın
huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara
ansızın o saat (kıyamet) gelip çatınca, bütün günahlarını sırtlarına
yüklenerek, “Hayatta yaptığımız kusurlardan ötürü vay hâlimize!” diyecekler.
Dikkat edin, yüklendikleri günah yükü ne kötüdür!
32.
Dünya
hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı
gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
33.
Ey
Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar
gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler Allah’ın âyetlerini inadına
inkâr ediyorlar.
34.
Andolsun
ki, senden önce de birçok Peygamberler yalanlanmıştı da onlar yalanlanmalarına
ve eziyet edilmelerine karşı sabretmişler ve nihayet kendilerine yardımımız
yetişmişti. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek bir güç de yoktur.[174]
Andolsun peygamberler ile ilgili haberlerin bir kısmı sana gelmiş bulunuyor.
35.
Eğer
onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir
mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi, elbette
onları hidayet üzere toplardı. O hâlde, sakın cahillerden olma.
36.
(Davete),
ancak (bütün kalpleriyle) kulak verenler uyar. (Kalben) ölüleri ise (yalnızca)
Allah diriltir. Sonra da hepsi O’na döndürülürler.
37.
Dediler
ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilse ya!” (Ey Muhammed!) De ki: “Şüphesiz
Allah’ın, bir mucize indirmeğe gücü yeter. Fakat onların çoğu bilmiyor.”
38.
Yeryüzünde
gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi
birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik
bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.
39.
Âyetlerimizi
yalanlayanlar, karanlıklar içerisindeki birtakım sağırlar ve dilsizlerdir.
Allah, kimi dilerse onu şaşırtır.[175]
Kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzere kılar.
40.
(Ey
Muhammed!) De ki: “Söyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse veya size
kıyamet saati gelip çatsa (böyle bir durumda) siz Allah’tan başkasını mı
çağırırsınız? Eğer (putların size yararı dokunduğu iddianızda) doğru
söyleyenlerseniz (haydi onları yardıma çağırın).
41.
Hayır!
(Bu durumda) yalnız O’na dua edersiniz, O da dilerse (kurtulmak için) dua
ettiğiniz sıkıntıyı giderir ve siz o an Allah’a ortak koştuklarınızı
unutursunuz.”
42.
Andolsun,
senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini
dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli
yoksulluk ve darlıklarla yakaladık.
43.
Hiç
olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya.. Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da
yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti.
44.
Derken
onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin
kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada,
onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar.
45.
Böylece
zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
46.
De
ki: “Ne dersiniz, eğer Allah sizin kulağınızı ve gözlerinizi alır, kalplerinizi de mühürlerse, Allah’tan başka
onu size (geri) getirecek ilâh kimmiş?” Bak, biz âyetleri değişik biçimlerde
nasıl açıklıyoruz, sonra onlar nasıl yüz çeviriyorlar?
47.
De
ki: “Ne dersiniz, Allah’ın azabı size beklenmedik bir anda veya açıktan açığa
gelse, zalimler toplumundan başkası mı helâk edilecek?”
48.
Biz
peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman
eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak
değillerdir.
49.
Âyetlerimizi
yalanlayanlara ise, yapmakta oldukları fasıklık sebebiyle azap dokunacaktır.
50.
De
ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da
bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye
uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”
51.
Kendileri
için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi bulunmaksızın, Rab’lerinin
huzurunda toplanmaktan korkanları, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye,
onunla (Kur’an ile) uyar.
52.
Rab’lerinin
rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri yanından kovma. Onların
hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları
kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.[176]
53.
Böylece
insanların bazısını bazısı ile denedik ki, “Allah, aramızdan şu adamları mı
iman nimetine lâyık gördü?” desinler. Allah, şükreden kullarını daha iyi bilen
değil mi?
54.
Âyetlerimize
iman edenler sana geldikleri zaman, de ki: “Selâm olsun size! Rabbiniz kendi
üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat
işler de sonra peşinden tövbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) O, çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
55.
Suçluların
yolu da açığa çıksın diye âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.
56.
De
ki: “Sizin, Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana
kesinlikle yasaklandı. Ben sizin arzularınıza uymam. (Uyarsam) o takdirde
sapmış olurum, hidayete erenlerden olmam.”
57.
De
ki: “Şüphesiz ben, Rabbimden (gelen) kesin bir belge üzereyim. Siz ise onu
yalanladınız. Sizin acele istediğiniz azap benim elimde değil. Hüküm yalnızca
Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayırt edenlerin en
hayırlısıdır.”
58.
De
ki: “Sizin acele istediğiniz azap şayet benim elimde olsaydı, benimle sizin
aranızda iş elbette bitirilmiş olurdu.” Allah, zalimleri daha iyi bilir.[177]
59.
Gaybın
anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde
olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da
hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın
bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.
60.
O,
geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün
kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri
sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.
61.
O,
kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler
gönderir.[178] Nihayet birinize ölüm
geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla
kusur etmezler.
62.
Sonra
hepsi, gerçek sahipleri Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur. O, hesap görenlerin en çabuğudur.
63.
De
ki: “Sizler, açıktan ve gizlice O’na ‘Eğer bizi bundan kurtarırsa, elbette
şükredenlerden olacağız’ diye dua ederken, sizi karanın ve denizin
karanlıklarından (tehlikelerinden) kim kurtarır?”
64.
De
ki: “Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de O’na
ortak koşuyorsunuz.”
65.
De
ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap
göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini
kiminize tattırmaya gücü yetendir.” Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik
biçimlerde nasıl açıklıyoruz.
66.
O
(Kur’an) hak olduğu hâlde, kavmin onu yalanladı. De ki: “Ben size vekil (sizden
sorumlu) değilim.”[179]
67.
Her
haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. İleride bileceksiniz.
68.
Âyetlerimiz
hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar
onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra
(kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.[180]
69.
Allah’a
karşı gelmekten sakınanlara, onların hesabından bir şey (sorumluluk) yoktur.
Fakat üzerlerine düşen bir hatırlatmadır. Belki sakınırlar.
70.
Dinlerini
oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak.
Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt
ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi.
(Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar
kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp
kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap
vardır.
71.
De
ki: “Allah’ı bırakıp da bize faydası olmayan, zararı da dokunmayan şeylere mi
tapalım? Allah, bizi hidayete kavuşturduktan sonra gerisingeri (şirke) mi
döndürülelim? Arkadaşları ‘bize gel!’ diye doğru yola çağırdıkları hâlde,
yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi (olalım)?”
De ki: “Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah’ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbine
boyun eğmek emrolundu.”
72.
Bir
de, bize, “Namazı dosdoğru kılın ve Allah’a karşı gelmekten sakının” diye
emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah’tır.
73.
O,
gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allah’ın “ol” deyip de
her şeyin oluvereceği günü hatırla. O’nun sözü gerçektir. Sûr’a üflendiği gün
de mülk (hükümranlık) O’nundur. Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm
ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
74.
Hani
İbrahim, babası Âzer’e, “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni
de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.
75.
İşte
böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı[181]
gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.
76.
Üzerine
gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca
da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi.
77.
Ay’ı
doğarken görünce de, “İşte Rabbim!” dedi. Ay da batınca, “Andolsun ki, Rabbim
bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi.
78.
Güneşi
doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca
(kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden
uzağım” dedi.
79.
“Ben,
hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben,
Allah’a ortak koşanlardan değilim.”
80.
Kavmi
onunla tartışmaya girişti. Dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında
benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Hem sizin O’na ortak koştuklarınızdan
ben korkmam; ancak Rabbimin bir şey dilemiş olması başka. Rabbimin ilmi her
şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?”
81.
“Allah’ın,
size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan
korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden ne diye korkayım? Öyle
ise iki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır? Eğer biliyorsanız söyleyin.”
82.
İman
edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların
hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.
83.
İşte
kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz
dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve
hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
84.
Biz
ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce
Nûh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u,
Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.
85.
Zekeriya’yı,
Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih
kimselerden idi.
86.
İsmail’i,
Elyasa’ı, Yûnus’u ve Lût’u da doğru yola erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün
kılmıştık.
87.
Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bir
kısmını da. Bütün
bunları seçtik ve bunları dosdoğru bir yola ilettik.
88.
İşte
bu, Allah’ın hidayetidir ki, kullarından dilediğini buna iletip yöneltir. Eğer
onlar da Allah’a ortak koşsalardı, bütün yaptıkları boşa gitmişti.
89.
Onlar
kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şunlar
(inanmayanlar) bunları tanımayıp inkâr ederlerse, biz onları inkâr etmeyecek
olan bir kavmi, onlara vekil kılmışızdır.[182]
90.
İşte,
o peygamberler, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen de
onların tuttuğu yola uy. De ki: “Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum.
O (Kur’an), bütün âlemler için ancak bir uyarıdır.”
91.
Allah’ın
kadrini gereği gibi bilemediler.[183] Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler.[184] De
ki: “Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kâğıtlar
hâline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) sizin
de, babalarınızın da bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab’ı kim indirdi?”
(Ey Muhammed!) “Allah” (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları
batakta oynayadursunlar.
92.
İşte
bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik
eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın
diye indirdiğimiz bir kitaptır.[185]
Ahirete iman edenler, ona da inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.
93.
Allah’a
karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu”
diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden
kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde
çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a
karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun
âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile
cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!
94.
Andolsun,
sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz
dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları
olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık
aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia
ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.
95.
Şüphesiz
Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır.
Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! Peki (O’ndan)
nasıl çevriliyorsunuz?
96.
O,
karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da
ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla
bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).
97.
O,
sayelerinde, kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için
yıldızları yaratandır. Bilen bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.
98.
O,
sizi bir tek candan yaratandır. Sizin bir karar kılma yeriniz, bir de emanet
bırakılma yeriniz var. Biz anlayan bir toplum için âyetleri ayrı ayrı
açıklamışızdır.
99.
O,
gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan
yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler,
-hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri,
zeytin ve nar çıkarırız: (Her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden
farklı.[186] Bunların meyvesine, bir
meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir
topluluk için (Allah’ın varlığını gösteren) ibretler vardır.
100. Bir de cinleri Allah’a birtakım
ortaklar yaptılar. Oysa onları O yarattı. Bilgisizce Allah’a oğullar ve kızlar
da uydurdular. O, onların niteledikleri şeylerden uzaktır, yücedir.
101. O, gökleri ve yeri örnekleri yokken
yaratandır. O’nun bir eşi olmadığı hâlde, nasıl bir çocuğu olabilir? Hâlbuki
her şeyi O yarattı. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
102. İşte sizin Rabbiniz Allah. O’ndan
başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk
edin. O, her şeye vekil (her şeyi yöneten, görüp gözeten)dir.
103. Gözler O’nu idrak edemez ama O,
gözleri idrak eder.”[187] O,
en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.
104. Rabbinizden size gerçekleri gösteren
deliller[188] geldi. Artık kim gözünü
açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük
ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim.
105. Onlar, “Sen iyi ders almışsın”
desinler diye ve bir de bilen bir toplum için onu (Kur’an’ı) açıklayalım diye
âyetleri değişik biçimlerde işte böylece açıklıyoruz.[189]
106. Ey Muhammed! Sen, Rabbinden sana
vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz
çevir.
107. Allah dileseydi ortak koşmazlardı.
Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu)
da değilsin.
108. Onların, Allah’ı bırakıp
tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a
söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri
ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını
kendilerine bildirecektir.
109. Eğer kendilerine (başka) bir mucize
gelirse, mutlaka ona inanacaklarına dair en güçlü yeminleriyle Allah’a yemin
ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır. O mucizeler geldiği vakit de
inanmayacaklarını siz ne bileceksiniz?”
110. Biz onların kalplerini ve gözlerini
ters döndürürüz de ilkin ona iman etmedikleri gibi (mucize geldikten sonra da
inanmazlar) ve yine onları azgınlıkları içinde bırakırız da bocalar dururlar.
111. Biz onlara melekleri de indirseydik,
kendileriyle ölüler de konuşsaydı ve her şeyi karşılarında (hakikatın şahidleri
olarak) toplasaydık, Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi. Fakat
onların çoğu bilmiyorlar.
112. İşte böylece biz her peygambere insan
ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı
laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O hâlde, onları
iftiralarıyla baş başa bırak.
113. Bir de (şeytanlar), ahirete
inanmayanların gönülleri bu yaldızlı sözlere meyletsin, onlardan hoşlansınlar
ve işleyecekleri günahları işlesinler diye (bu fısıldamayı yaparlar).
114. “Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak
indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (de). Kendilerine
kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu
bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma.[190]
115. Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk
ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O,
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
116. Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan
seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece
yalan uyduruyorlar.
117. Şüphesiz senin Rabbin, yolundan
sapanı çok iyi bilir ve yine O, doğru yolu bulanları en iyi bilendir.
118. Artık, âyetlerine inanan kimseler
iseniz üzerine Allah’ın ismi anılarak kesilmiş hayvanlardan yiyin.
119. Allah, yemek zorunda kaldıklarınız
dışında size neleri haram kıldığını tek tek açıklamışken, üzerine adının
anıldığı hayvanları yememenizin sebebi nedir.[191]
Gerçekten birçokları nefislerinin arzularına uyarak bilmeden (halkı)
saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.
120. Günahın açığını da bırakın, gizlisini
de. Çünkü günah kazananlar yaptıkları karşılığında cezalandırılacaklardır.
121. Üzerine Allah adı anılmayan
(hayvan)lardan yemeyin. Çünkü bu şekilde davranış fasıklıktır. Bir de şeytanlar
kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar. Onlara
boyun eğerseniz şüphesiz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz.[192]
122. Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine,
insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç,
karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur
mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.
123. İşte böyle, her memlekette
günahkârları oranın ileri gelenleri kıldık ki oralarda hilekârlık etsinler. Hâlbuki
onlar hilekârlığı ancak kendilerine yaparlar. Ama farkında olmuyorlar.
124. Onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah
elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız”
derler. Allah, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere
Allah katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin
bir azap erişecektir.
125. Allah, her kimi doğruya erdirmek
isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü
göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı)
işte böyle verir.
126. Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur.
Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.
127. Rableri katında selâm yurdu (cennet)
onlarındır. Allah, yapmakta oldukları şeylerden dolayı onların dostudur.
128. Onların hepsini bir araya toplayacağı
gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp
aranıza kattınız.” Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler
birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık”
diyecekler. Allah da diyecek ki: “Allah’ın diledikleri (affettikleri) hariç,
içinde ebedî kalmak üzere duracağınız yer ateştir.” Ey Muhammed! Şüphesiz senin
Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
129. İşte biz, kazanmakta oldukları
günahlar sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına böyle musallat
ederiz.
130. (O gün Allah, şöyle diyecektir:) “Ey
cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip
çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar şöyle diyecekler:
“Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir
olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
131. Bu (peygamberlerin gönderilmesi),
Allah’ın, halkları habersizken ülkeleri haksız yere helâk etmeyeceği içindir.
132. Herkesin amellerine göre dereceleri
vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.
133. Rabbin her bakımdan sınırsız
zengindir, rahmet sahibidir. Sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi,
dilerse sizi giderir (yok eder) ve sizden sonra da yerinize dilediğini getirir.
134. Şüphesiz size va’dedilen şeyler
mutlaka gelecektir.[193] Siz
bunun önüne geçemezsiniz.
135. De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni
yapın. Ben de (görevimi) yapacağım. Ama dünya yurdunun sonucunun kimin olacağını
yakında öğreneceksiniz. Şüphesiz, zalimler kurtuluşa eremezler.
136. Allah’ın yarattığı ekinlerden ve
hayvanlardan O’na bir pay ayırdılar ve akıllarınca, “Şu, Allah için, şu da
bizim ortaklarımız (putlarımız) için” dediler. Ortakları için olan Allah’ınkine
eklenmiyor. Allah için olan ise ortaklarınkine ekleniyor..
Ne kötü hükmediyorlar![194]
137. Yine bunun gibi, Allah’a ortak
koşanların çoğuna, koştukları ortaklar, çocuklarını öldürmelerini güzel
gösterdi ki; onları helâke sürüklesinler ve dinlerini karıştırıp onları
yanıltsınlar. Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. Artık sen onları uydurdukları
ile baş başa bırak.
138. Bir de (asılsız iddialarda bulunarak)
dediler ki: “Bunlar yasaklanmış hayvanlar ve ekinlerdir. Onları bizim
dilediklerimizden başkası yiyemez. (Şunlar da) sırtları (binilmesi ve yük
yüklemesi) haram edilmiş hayvanlardır.” Bir kısım hayvanları da keserken
üzerlerine Allah’ın adını anmazlar. (Bütün bunları) Allah’a iftira ederek
yaparlar. Bu iftiraları sebebiyle Allah onları cezalandıracaktır.
139. Bir de dediler ki: “Şu hayvanların
karınlarındaki yavrular (canlı olursa) sırf erkeklerimize aittir. Karılarımıza
ise haramdır.” Eğer ölü olursa, o vakit onda hepsi ortaktırlar. Allah, onların
bu tür nitelemelerinin cezasını verecektir.[195]
Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
140. Beyinsizlikleri yüzünden bilgisizce
çocuklarını öldürenler, Allah’ın kendilerine verdiği rızkı -Allah’a iftira
ederek- haram sayanlar, mutlaka ziyan etmişlerdir. Gerçekten onlar
sapmışlardır. Doğru yolu bulmuş da değillerdir.
141. O, çardaklı-çardaksız olarak
bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmalıkları ve ekinleri, zeytini ve narı (her
biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı biçimde yaratandır.[196]
Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (öşürünü)[197]
verin, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
142. Yine O, hayvanlardan da irili ufaklı
var edendir.[198] Allah’ın size rızık
olarak verdiğinden yiyin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için
apaçık bir düşmandır.
143. O, (hayvanlardan) sekiz eşi de
yaratandır: (Erkek ve dişi olarak) koyundan iki, keçiden de iki. Ey Muhammed!
De ki: “Allah iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin
rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Eğer doğru söyleyenler iseniz bana bilerek
haber verin.”
144. Yine (erkek ve dişi
olarak) deveden iki, sığırdan da iki. De ki: “İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi? Yoksa
iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Yoksa Allah size bunları haram
ettiğinde, orada hazır mı idiniz!?” İnsanları bilgisizce
saptırmak için Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz
Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.[199]
145. De ki: “Bana vahyolunan Kur’an’da bir
kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz
necistir- ya da Allah’tan başkası adına kesilmiş bir (murdar) hayvandan başka,
haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Fakat istismar etmeksizin ve zaruret
ölçüsünü aşmaksızın kim bunlardan yeme zorunda kalırsa yiyebilir.” Şüphesiz
Rabbin çok bağışlayandır, çok merhametlidir.[200]
146. Yahudilere tırnaklı hayvanların
hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında
bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki içyağlarını (yine) onlara
haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık.[201] Biz
elbette doğru söyleyenleriz.
147. Eğer seni yalanlarlarsa, de ki:
“Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. (Bununla beraber) suçlu bir toplumdan O’nun
azabı geri çevrilmez.”
148. Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki:
“Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de
haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı
da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin (iddialarınızı ispat edecek)
bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz
ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
149. De ki: “En üstün delil yalnızca
Allah’ındır. O, dileseydi elbette sizin hepinizi doğru yola iletirdi.”[202]
150. De ki: “Haydi, Allah şunu haram
kıldı” diye tanıklık yapacak şahitlerinizi getirin. Onlar şahitlik etseler de
sen onlarla beraber şahitlik etme. Âyetlerimizi yalanlayanların ve ahirete
inanmayanların arzularına uyma. Onlar Rablerine, başka şeyleri denk tutuyorlar.
151. (Ey Muhammed!) De ki: “Gelin,
Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı
öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri)
çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın.[203]
Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça, Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı
öldürmeyin.[204] İşte size Allah bunu
emretti ki aklınızı kullanasınız.”
152. Rüşdüne erişinceye kadar yetimin
malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.[205]
Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla
sorumlu tutarız.[206]
(Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a
verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.
153. İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık
ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun
yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.
154. Sonra iyilik yapanlara nimeti
tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayet ve rahmete erdirmek için Mûsâ’ya
Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman etsinler.
155. Bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz
bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının
ki size merhamet edilsin.
156,157. “Kitap, yalnız bizden önceki iki
topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından
habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap
indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu
Kur’an’ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir
rahmet geldi. Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan
çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları
âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı
azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.
158. (Ey
Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya
Rabbinin gelmesini[207] ya
da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden
bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış
olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez.[208] De
ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”
159. Şu
dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var
ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a
kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
160. Kim
bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece
o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.
161. De
ki: “Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen
İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
162. Ey
Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da,
ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”
163. “O’nun
hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.”
164. De
ki: “Her şeyin Rabbi O iken ben başka bir Rab mı
arayayım? Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka
bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.[209]
Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, ihtilaf
etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.
165. O,
sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler
konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır.
Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.
Mekke döneminde inmiştir. 163-170.
âyetlerin Medine döneminde indiğini söyleyen âlimler de vardır. 206 âyettir.
Sûre, adını 46. ve 48. âyetlerde geçen “el-A’râf” kelimesinden almıştır.
“el-A’râf”, yüksek yerler, yüksek mevkiler demektir. Sûrede temel konu olarak,
ilâhî vahyin doğruluğu ve vahye duyulan ihtiyaç işlenmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
Bu,
sana, kendisiyle (insanları) uyarman için ve mü’minlere öğüt olarak indirilmiş
bir kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.[211]
3.
Rabbinizden
size indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt
alıyorsunuz!
4.
Nice
memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken,
yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti.
5.
Azabımız
kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk”
demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı.
6.
Kendilerine
peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız.[212] Peygamberlere
de elbette soracağız.[213]
7.
Andolsun,
onlara (yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak
değiliz.
8.
O
gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.
9.
Ama
kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş
olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.
10.
Andolsun,
size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik.[214] Sizin
için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az
şükrediyorsunuz!
11.
Andolsun,
sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı
ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile
eğilenlerden olmadı.
12.
Allah,
“Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da)
“Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın”
dedi.
13.
Allah,
“Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil!
Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.
14.
Şeytan
dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre
ver.”
15.
Allah
da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.
16.
Şeytan
dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları
saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”
17.
“Sonra
(pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından
sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”
18.
Allah,
dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim
uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.”
19.
“Ey
Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca
yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.”
20.
Derken
şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için
kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız,
ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”
21.
“Şüphesiz
ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti.
22.
Bu
sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine
avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye
başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size
apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.
23.
Dediler
ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize
acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
24.
Allah,
dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana
kadar yerleşme ve yararlanma vardır.”
25.
Allah,
dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere)
çıkarılacaksınız.”
26.
Ey
Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik.
Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha
hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar
(diye onları insanlara verdik).
27.
Ey
Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana
babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve
kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz,
şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.
28.
Çirkin
bir iş işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize
bunu emretti” derler. De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz
bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”
29.
De
ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun.
Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi
(yine O’na) döneceksiniz.”
30.
Allah,
bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar
Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda
olduklarını sanıyorlardı.
31.
Ey
Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin
için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
32.
De
ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?”
De ki: “Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız
onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.”
33.
De
ki: “Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı,
hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve
Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
34.
Her
milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri
kalabilirler, ne de öne geçebilirler.
35.
Ey
Âdemoğulları! İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her
kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve hâlini düzeltirse, artık onlara korku
yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.
36.
Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince, işte onlar
cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
37.
Kim,
Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha
zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan)
payları erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için
geldiğinde, “Hani Allah’ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?” derler.
Onlar da, “Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular” derler ve kâfir olduklarına dair
kendi aleyhlerine şahitlik ederler.
38.
Allah,
şöyle der: “Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte
ateşe girin.” Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet
eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine
öncülük edenler için, “Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat
daha ateş azabı ver” derler. Allah, der ki: “Her biriniz için bir kat daha
fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz.”
39.
Öncekiler
sonrakilere, “Sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kazanmış
olduğunuz şeylere karşılık, azabı tadın” derler.
40.
Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara
göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete
de giremezler![215] Biz
suçluları işte böyle cezalandırırız.
41.
Onlar
için cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var.
İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.
42.
İman
edip salih ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini
yükleriz- işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
43.
Biz
onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar
akar. “Hamd, bizi buna eriştiren Allah’a mahsustur. Eğer Allah’ın bizi
eriştirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun, Rabbimizin
peygamberleri bize hakkı getirmişler” derler. Onlara, “İşte yaptığınız (iyi
işler) sayesinde kendisine varis kılındığınız cennet!” diye seslenilir.
44.
Cennetlikler
cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de
Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet”
derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye
seslenir.
45.
Onlar
Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir.
Onlar ahireti de inkâr edenlerdir.
46.
İkisi
(cennet ve cehennem) arasında bir sur[216],
A’râf[217] üzerinde de birtakım
adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından
tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size!” diye seslenirler. Onlar
henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar.
47.
Gözleri
cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla
beraber kılma” derler.
48.
A’râftakiler,
simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve şöyle derler: “Ne
çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!”
49.
“Sizin,
‘Allah bunları rahmete erdirmez’ diye yemin ettikleriniz şunlar mı?” (Sonra
cennetliklere dönerek) “Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de
değilsiniz” derler.
50.
Cehennemlikler
de cennetliklere, “Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da
bizim üzerimize akıtın” diye çağrışırlar. Onlar, “Şüphesiz, Allah bunları kâfirlere
haram kılmıştır” derler.
51.
Onlar
dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı.
İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr
edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz.[218]
52.
Andolsun
biz onlara, bilerek açıkladığımız bir kitabı, inanan bir toplum için bir yol
gösterici ve rahmet olarak getirdik.
53.
Onlar
ise ancak, (“Görelim bakalım!” diyerek) Kur’an’ın bildirdiği sonucu (te’vilini)
bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş
olanlar derler ki: “Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi
bizim için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya) döndürülsek
de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?” Gerçekten onlar kendilerine yazık
etmişlerdir. (İlâh diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak
uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
54.
Şüphesiz
sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş’a[219]
kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve
bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah’tır. Dikkat edin,
yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın
şanı yücedir.
55.
Rabbinize
alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.
56.
Düzene
sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak
ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok
yakındır.
57.
O,
rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgârlar ağır
bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz
de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte
ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz.
58.
(Toprağı)
iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı)
kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek
bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde açıklıyoruz.[220]
59.
Andolsun,
Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk
edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza
büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi.
60.
Kavminin
ileri gelenleri, “Biz seni açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
61.
(Nûh
onlara) şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, âlemlerin
Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
62.
“Ben
size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin
bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”
63.
Sizi
uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için,
içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt)
gelmesine şaştınız mı?
64.
Derken
kavmi onu yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık.
Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları hakka
kapalı) kör bir kavim idiler.
65.
Âd
kavmine de kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Onlara, “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a karşı
gelmekten sakınmaz mısınız?” dedi.
66.
Kavminin
ileri gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: “Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı
içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz.”
67.
Hûd,
şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi
tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
68.
“Rabbimin
vahyettiklerini size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir
nasihatçıyım.”
69.
“Sizi
uyarması için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir (vahy
ve öğüt) gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, Allah sizi Nûh kavminden sonra
onların yerine getirdi ve sizi yaratılış itibariyle daha güçlü kıldı. Allah’ın
nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.”
70.
Onlar,
“Sen bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini
bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit
ettiğin azabı bize getir” dediler.
71.
Hûd,
“Artık size Rabbinizden bir azap ve öfke inmiştir. Allah’ın, haklarında hiçbir
delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım isimler
(düzmece tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Öyleyse (başınıza
geleceği) bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!” dedi.
72.
Bunun
üzerine biz onu ve beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık.
Âyetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş olanların ise kökünü kestik.
73.
Semûd
kavmine de kardeşleri Salih’i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Gerçekten size
Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi. İşte
size bir mucize olarak Allah’ın şu devesi.. Bırakın
onu da Allah’ın mülkünde yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa
sizi elem dolu bir azap yakalar.”
74.
“Hatırlayın
ki Allah Âd kavminden sonra, sizi onların yerine getirdi ve sizi yeryüzünde
yerleştirdi. Yerin ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler yapıyorsunuz.
Artık Allah’ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın.”
75.
Kavminin
büyüklük taslayan ileri gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara, “Siz, Salih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş
bir peygamber olduğunu (sahiden) biliyor musunuz?” dediler. Onlar da, “Biz
şüphesiz onunla gönderilene inananlarız” dediler.
76.
Büyüklük
taslayanlar, “Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkâr edenleriz” dediler.
77.
Nihayet
deveyi kestiler, Rablerinin emrine karşı geldiler ve “Ey Salih! Sen eğer
(dediğin gibi) peygamberlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir”
dediler.
78.
Derken,
onları o kuvvetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke
kaldılar.
79.
Artık,
Salih onlardan yüz çevirdi ve “Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini
tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri
sevmiyorsunuz” dedi.
80.
Lût’u
da Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Sizden önce
âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz?”
81.
“Hakikaten
siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi
aşan bir toplumsunuz.”
82.
Kavminin
cevabı ise sadece, “Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini
fazla temiz tutan insanlar!..” demek oldu.
83.
Bunun
üzerine biz de onu ve karısı dışında aile fertlerini kurtardık. Karısı ise azab
içinde kalanlardan oldu.
84.
Onların
üstüne bir azap yağmuru yağdırdık.”[221] Bak,
suçluların akıbeti nasıl oldu.
85.
Medyen
halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbinizden
size açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların
mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin.
İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır.”
86.
“Bir
de, tehdit ederek Allah’ın yolundan O’na iman edenleri çevirmek, Allah’ın
yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın
ki, siz az (ve güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl
oldu!?”
87.
“Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilen
gerçeğe inanmış, bir kısmı da inanmamışsa, artık Allah aramızda hükmünü
verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
88.
Şu’ayb’ın
kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu’ayb! Andolsun, ya
kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte
inananları memleketimizden çıkarırız.” Şu’ayb, “İstemesek de mi?” dedi.
89.
“Allah,
bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a
karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin
dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır.
Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında
gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”
90.
Şu’ayb’ın
kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer
Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”
91.
Derken,
onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke
kaldılar.
92.
Şu’ayb’ı
yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şu’ayb’ı yalanlayanlar var ya,
asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.
93.
(Şu’ayb)
onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: “Ey kavmim! Andolsun, ben size Rabbimin
vahyettiklerini ulaştırdım. Size nasihat de ettim. Şimdi ben, inkârcı bir
topluluğa nasıl üzülürüm?”
94.
Biz
hiçbir memlekete bir peygamber göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip)
yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış
olmayalım.
95.
Sonra
kötülüğün (sıkıntı ve darlığın) yerine iyiliği (bolluk ve genişliği) getirdik.
Nihayet çoğaldılar ve (nankörlük edip): “Atalarımız da darlığa uğramış ve
bolluğa kavuşmuşlardı” dediler. Biz de, farkında değillerken onları ansızın
yakaladık.
96.
Eğer,
o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı,
elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık.
Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı
yakalayıverdik.
97.
Memleketlerin
halkları geceleyin uyurken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular?
98.
Ya
da o memleketlerin halkları kuşluk vakti gülüp oynarken kendilerine azabımızın
gelmesinden emin mi oldular?
99.
Yoksa
Allah’ın tuzağından emin mi oldular? Ziyana uğrayan kavimden başkası Allah’ın
tuzağından emin olamaz.[222]
100. Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne
varis olanlara şu gerçek apaçık belli olmadı mı ki, biz dileseydik onları da
(öncekiler gibi) günahları yüzünden cezalandırırdık. Biz onların kalplerini
mühürleriz de onlar hakkı işitmezler.
101. İşte memleketler! Onların
haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara
apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak
değillerdi. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler.
102. Biz onların çoğunda, sözünde durma
diye bir şey bulmadık. Ama gerçekten onların çoklarını yoldan çıkmış kimseler
bulduk.
103. Sonra onların ardından Mûsâ’yı,
apaçık mucizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber
olarak gönderdik de onları (mucizeleri) inkâr ettiler. Bak, bozguncuların sonu
nasıl oldu.
104. Mûsâ dedi ki: “Ey Firavun! Şüphesiz
ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
105. Bana, Allah’a karşı sadece gerçeği
söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık
İsrailoğullarını benimle gönder.[223]
106. Firavun, “Eğer açık bir delil
getirdiysen haydi göster onu bakalım, şayet doğru söyleyenlerden isen” dedi.
107. Bunun üzerine Mûsâ, asasını yere
attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha.
108. Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne
görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş.[224]
109. Firavun’un kavminden ileri gelenler,
dediler ki: “Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır.”
110. “Sizi yerinizden çıkarmak istiyor.”
Firavun, ileri gelenlere, “Öyle ise siz ne düşünüyorsunuz?” dedi.[225]
111. Onlar şöyle dediler: “Mûsâ’yı ve
kardeşini (bir süre) beklet (haklarında bir işlem yapma) ve şehirlere
toplayıcılar yolla.”
112. “Bütün usta sihirbazları (toplayıp) sana
getirsinler.”
113. Sihirbazlar Firavun’a geldiler.
“Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi?”
dediler.
114. Firavun, “Evet. Üstelik siz (ücretle
de kalmayacaksınız) mutlaka benim en yakınlarımdan olacaksınız” dedi.
115. (Sihirbazlar), “Ey Mûsâ! Ya önce sen
at, ya da önce atanlar biz olalım” dediler.
116. (Mûsâ), “Siz atın” dedi. Bunun
üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara
korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar.
117. Biz de Mûsâ’ya, “Elindeki değneğini
at” diye vahyettik. Bir de ne görsünler o, onların uydurduklarını yakalayıp
yutuyor.
118. Böylece hak yerini buldu ve onların
yapmış oldukları şeylerin hepsi boşa çıktı.
119. Artık orada yenilmişler ve küçük
düşmüşlerdi.
120. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.
121. “Âlemlerin Rabbine iman ettik”
dediler.
122. “Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine.”
123. Firavun, “Ben size izin vermeden ona
iman ettiniz ha!” dedi. “Şüphesiz bu halkını oradan çıkarmak için şehirde
kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!”
124. “Mutlaka sizin ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun diye) sizin tümünüzü
elbette asacağım.”
125. Dediler ki: “Biz mutlaka Rabbimize
döneceğiz.”
126. “Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize
geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize
sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.”
127. Firavun’un kavminden ileri gelenler
dediler ki: “Sen (sihirbazları cezalandıracaksın da) Mûsâ’yı ve kavmini, bu
ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye bırakacak
mısın?” Firavun, “Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ
bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz?” dedi.
128. Mûsâ, kavmine, “Allah’tan yardım
isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini
mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır” dedi.
129. Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce
de bize işkence edildi, geldikten sonra da.” Mûsâ, “Umulur ki, Rabbiniz
düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır’da) egemen kılıp, nasıl davranacağınıza
bakacaktır” dedi.
130. Andolsun biz, Firavun ailesini, öğüt
alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği ile cezalandırdık.
131. Fakat onlara iyilik geldiği zaman,
“Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)” derler. Eğer başlarına bir kötülük
gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. İyi bilin ki,
onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır.
Fakat çokları bilmezler.
132. Dediler ki: “Bizi büyülemek için her
ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.”
133. Biz de, her biri ayrı ayrı birer
mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar
ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük tasladılar ve suçlu
bir kavim oldular.
134. Üzerlerine azap çökünce, “Ey Mûsâ!
Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden
kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte
elbette göndereceğiz” dediler.
135. Fakat erişecekleri bir süreye kadar
biz azabı üzerlerinden kaldırınca hemen yeminlerini bozarlar.
136. Bu yüzden onlardan intikam aldık.
Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle kendilerini
denizde boğduk.
137. Hor görülüp ezilmekte olan kavmi
(İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı
taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların
sabretmeleri karşılığında gerçekleşti.[226]
Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir
ettik.
138. İsrailoğullarını denizden geçirdik.
Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları,
“Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize
ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir
kavimsiniz.”
139. Şüphesiz bunların (din diye) içinde
bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta olduklarının hepsi batıldır.”
140. “Sizi âlemlere üstün kılmış iken,
Allah’tan başka ilâh mı araştırayım size?”
141. Hani sizi Firavun ailesinden
kurtarmıştık. Onlar size en kötü işkenceyi uyguluyorlardı. Oğullarınızı
öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbiniz tarafından
büyük bir imtihan vardı.
142. Mûsâ’ya otuz gece süre belirledik,
buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye
tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârûn’a, “Kavmim arasında benim yerime geç ve yapıcı
ol. Sakın bozguncuların yoluna uyma” dedi.[227]
143. Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a)
gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım”
dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o
yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince[228] onu
darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak
tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi.
144. (Allah) “Ey Mûsâ! Vahiylerim ve
konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve
şükredenlerden ol” dedi.
145. Mûsâ için, Tevrat levhalarında her
şeye dair bir öğüt ve her şeyin bir açıklamasını yazdık ve ona şöyle dedik:
“Şimdi onları kuvvetle tut, kavmine de emret. Onları en güzeliyle alsınlar
(uygulasınlar). Yakında size fasıkların yurdunu göstereceğim.”
146. Yeryüzünde haksız yere büyüklük
taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona
iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu
görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve
onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.
147. Âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı
yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar ancak yapmakta olduklarının
cezasını çekerler.
148. Mûsâ’nın kavmi onun (Tur’a gitmesinin)
ardından, ziynet eşyalarından, böğürmesi olan bir buzağı heykeli (yaparak ilâh)
edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onlara hiçbir yol göstermediğini
görmediler mi? (Böyle iken) onu (ilâh) edindiler de zalim kimseler oldular.
149. İsrailoğulları (yaptıklarına) pişman
olup, gerçekten sapmış olduklarını görünce, “Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi
bağışlamazsa, mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz” dediler.
150. Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün olarak
döndüğünde, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini
beklemeyip acele mi ettiniz?” dedi. (Öfkesinden) levhaları attı ve kardeşinin
saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi) “Ey anam oğlu”
dedi, “Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana
böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o zalimler topluluğu ile bir
tutma.”
151. (Mûsâ), “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi
bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin”
dedi.
152. Buzağıyı ilâh edinenlere mutlaka
(ahirette) Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir zillet erişecektir.
İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
153. Kötülükleri işleyip de sonra ardından
tövbe edenler ile iman(larında sebat) edenlere gelince şüphe yok ki, Rabbin
ondan (tövbeden) sonra elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
154. Mûsâ’nın öfkesi dinince (attığı)
levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku duyanlara bir hidayet ve
bir rahmet vardı.
155. Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere
gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca (bayıldılar). Mûsâ,
“Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi
içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla
dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen, bizim
velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın”
dedi.
156. “Bizim için bu dünyada da bir iyilik
yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi:
“Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi
kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve
âyetlerimize inananlara yazacağım.”
157. Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve
İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî[229]
peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten
alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar.
Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.[230] Ona
iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura
(Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
158. (Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar!
Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize
gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve
öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere
iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”
159. Mûsâ’nın kavminden (insanları) hak
ile doğru yola ileten ve onunla adaletli davranan bir topluluk da vardı.
160. Biz onları on iki kabile hâlinde
topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi Mûsâ’dan su
istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye vahyettik. (Vurunca) taştan on iki
pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi. Üzerlerine bulutu da
gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızık
olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize
zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.
161. O zaman onlara denilmişti ki: “Şu
memlekete[231] yerleşin. Orada
dilediğiniz gibi yiyin ve ‘Hıtta (Ya Rabbi, bizi affet)’ deyin. Kentin
kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım.
İyilik edenlere daha da fazlasını vereceğiz.”
162. Onlardan zulmedenler hemen sözü,
kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de zulmetmelerine karşılık
üzerlerine gökten bir azab gönderdik.[232]
163. (Ey Muhammed!) Onlara, deniz
kıyısında bulunan kent halkının[233]
durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira
tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor, tatil
yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları
sebebiyle böyle imtihan ediyorduk.[234]
164. Hani onlardan bir topluluk demişti
ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme
ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da, “Rabbinize bir mazeret beyan
etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)”
demişlerdi.
165. Onlar kendilerine hatırlatılanı
unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri
yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.
166. Yasaklandıkları şeylerden vazgeçmeye
yanaşmayınca da onlara “aşağılık maymunlar olun” dedik.
167. Hani Rabbin, elbette kıyamet gününe
kadar onlara azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri göndereceğini bildirmişti.
Şüphesiz Rabbin, elbette cezayı çabuk verendir. Şüphesiz O, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
168. Biz onları yeryüzünde parça parça
topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları
da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler ve kötülükler ile
sınadık.
169. Derken, onların ardından yerlerine
Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın
değersiz malını alır ve “(nasıl olsa) biz bağışlanacağız” derlerdi. Kendilerine
benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey
söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun
içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki, Allah’a karşı
gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz?
170. Kitab’a sımsıkı sarılanlara ve namazı
dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin
mükâfatını zayi etmeyiz.
171. Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi
onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:) “Size
verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki, Allah’a
karşı gelmekten sakınasınız” demiştik.
172. Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının
sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki
Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik”
dememeniz içindir.
173. Yahut, “Bizden önce babalarımız Allah’a
ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi batılcıların
işlediği yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” dememeniz
içindir.
174. Hakka dönsünler diye işte âyetleri böylece
ayrı ayrı açıklıyoruz.
175. Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde,
onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de
azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.
176. Dileseydik o âyetlerle onu elbette
yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu.
Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur;
kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi
yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.
177. Âyetlerimizi yalan sayan ve ancak
kendilerine zulmeden bir kavmin durumu ne kötüdür!
178. Allah, kimi doğru yola iletirse, odur
doğru yolu bulan. Kimleri de saptırırsa, işte onlar, ziyana uğrayanların ta
kendileridir.
179. Andolsun biz, cinler ve insanlardan,
kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen,
kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte
bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.[235]
180. En güzel isimler Allah’ındır. O’na o
güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları
bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.
181. Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak
doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır.
182. Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince,
biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş felakete götüreceğiz.
183. Ben onlara mühlet veririm. Şüphesiz
benim tuzağım çetindir.[236]
184. Onlar düşünmediler mi ki (çok iyi
tanıdıkları, kendileriyle iç içe yaşamış olan) arkadaşlarında (Peygamber’de)
delilikten eser yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.
185. Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız
hükümranlık ve nizama[237],
Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar
mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?
186. Allah, kimi saptırırsa artık onu
doğru yola iletecek kimse yoktur. Allah, onları azgınlıkları içinde bırakır,
bocalayıp dururlar.
187. Sana kıyametin ne zaman kopacağını
soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak
O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır basmıştır. O, size
ancak ansızın gelecektir.” Sanki senin ondan haberin varmış gibi sana
soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Fakat insanların çoğu
bilmiyorlar.”
188. De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime
bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı
biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük
dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.”
189. Allah, sizi bir tek nefisten yaratan
ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan[238] var
edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve
(bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a,
“Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız”
diye dua ederler.[239]
190. Fakat Allah onlara iyi ve sağlıklı
bir çocuk verince de, Allah’ın kendilerine verdiği çocuk konusunda O’na
ortaklar koşarlar. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
191. Hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri
yaratılan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar?
192. Hâlbuki onlar (edindikleri ilâhlar)
ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.
193. Onları doğru yola çağırsanız size
uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir (sonuç
alamazsınız).
194. Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın
hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi
hemen onları çağırın da size cevap versinler (duanıza icabet etsinler).
195. Onların yürüyecek ayakları mı var?
Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya da işitecek
kulakları mı var? De ki: “Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun
da bana göz açtırmayın bakalım!”
196. Çünkü benim velim, Kitab’ı (Kur’an’ı)
indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik eder.
197. Allah’tan başka taptıklarınızın ise
size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de yardım edemezler.
198. Eğer onları, doğru yola çağırırsanız
işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar görmezler.
199. Sen af yolunu tut, iyiliği emret,
cahillerden yüz çevir.
200. Eğer şeytandan bir kışkırtma seni
dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla
bilendir.
201. Şüphe yok ki Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler
(derhal Allah’ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar.
202. Şeytanlara kardeş olanlara gelince,
şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler, sonra da bundan hiç geri durmazlar.
203. (Ey Muhammed!) Onlara (istedikleri)
bir âyet getirmediğin zaman (alay ederek) derler ki: “Onu (da) bir yerlerden
derleyip toplasaydın ya.” De ki: “Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene
uymaktayım. Bu (Kur’an âyetleri), Rabbinizden gelen basiretlerdir (Gönül
gözlerini aydınlatan nurlardır). İman edecek bir topluluk için bir hidayet
kaynağı ve bir rahmettir.”
204. Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip
dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.
205. Rabbini, içinden yalvararak ve
korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma.
206. Şüphesiz Rabbin katındaki (melek)ler
O’na ibadet etmekten büyüklenmezler. O’nu tespih ederler ve yalnız O’na secde
ederler.[240]
Medine döneminde hicretin ikinci
yılında Bedir savaşından sonra inmiştir. 75 âyettir. Sûre, adını ilk ayetteki
“el-Enfâl” kelimesinden almıştır. “Enfâl”, savaş ganimetleri demektir.
Sûrede başlıca, savaş, özellikle
Bedir savaşı sonrası elde edilen ganimetlerle, bunların kimlere ve nasıl pay
edileceği konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
(Ey
Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve
Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten
sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”