Mekke döneminde inmiştir. Yedi
âyettir. Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresi olduğu için “başlangıç” anlamına “Fâtiha”
adını almıştır. Sûrenin ayrıca, “Ümmü’l-Kitab” (Kitab’ın özü)
“es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet)[1],
“el-Esâs”, “el-Vâfiye”, “el-Kâfiye”, “el-Kenz”, “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve
“es-Salât"[2] gibi başka adları da
vardır.
Kur’an’ın içerdiği esaslar öz olarak
Fâtiha’da vardır. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı,
onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım
isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir.
Fâtiha sûresi, aynı zamanda baştan başa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır.
1. Bismillâhirrahmânirrahîm.[3]
2,3,4. Hamd[4],
Âlemlerin Rabbi[5], Rahmân[6],
Rahîm[7],
hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) mâliki Allah’a mahsustur.
5. (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz
ve yalnız senden yardım dileriz.
6,7. Bizi
doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine
ve sapıklarınkine değil.
Medine döneminde inmiştir. Kur’an-ı
Kerim’in en uzun sûresi olup 286 âyettir. Adını, 67-73. âyetlerde yer alan
“bakara (sığır)” kelimesinden alır. Sûre, İslâm hukukunun ana konularıyla
ilgili pek çok hüküm içermektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
Bu,
kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol
göstericidir.
3.
Onlar
gaybe[9]
inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de
Allah yolunda harcarlar.
4.
Onlar
sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin
olarak inanırlar.
5.
İşte
onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de
işte onlardır.
6.
Küfre
saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir,
inanmazlar.[10]
7.
Allah,
onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde
vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.
8.
İnsanlardan,
inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır.
9.
Bunlar
Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar
da farkında değillerdir.
10.
Kalplerinde
münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını
artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.
11.
Bunlara,
“Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!”
derler.
12.
İyi
bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.
13.
Onlara,
“İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de
akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler.[11] İyi
bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.
14.
İman
edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık
dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz
ancak onlarla alay ediyoruz” derler.
15.
Gerçekte
Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları
içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.
16.
İşte
onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden
alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır.
17.
Onların
durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini
aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde
karanlıklar içinde bırakıverir.
18.
Onlar,
sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.
19.
Yahut
onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle
sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm
korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah,
kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
20.
Şimşek
neredeyse gözlerini alıverecek. Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler.
Karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah dileseydi, elbette onların işitme ve
görme duyularını giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
21.
Ey
insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a
karşı gelmekten sakınasınız.
22.
O,
yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık
olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar
koşmayın.
23.
Eğer
kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin
onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka
şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).
24.
Eğer,
yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla
taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.
25.
İman
edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler
olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde,
“Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler. Hâlbuki
bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada
tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
26.
Allah,
bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten
çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler.
Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler.
(Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla
ancak fasıkları saptırır.[12]
27.
Onlar,
Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını
emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan
ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta
kendileridir.
28.
Siz
cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr
ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda O’na
döndürüleceksiniz.
29.
O,
yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi
gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
30.
Hani,
Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar,
“Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana
hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da, “Ben
sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.
31.
Allah,
Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek,
“Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.
32.
Melekler,
“Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka
bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle
yapan sensin” dediler.
33.
Allah,
şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere
onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz
ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben
bilirim demedim mi?” dedi.
34.
Hani
meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler
hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve
kâfirlerden olmuştu.
35.
Dedik
ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol
yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
36.
Derken,
şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı.
Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde
belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.
37.
Derken,
Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla
amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz
O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.
38.
“İnin
oradan (cennetten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir
de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar
üzülmeyeceklerdir” dedik.
39.
İnkâr
edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar
orada ebedî kalacaklardır.
40.
Ey
İsrailoğulları![13] Size verdiğim nimeti
hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü
yerine getireyim. Yalnız benden korkun.
41.
Elinizdeki
Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr
edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı
gelmekten sakının.
42.
Hakkı
batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.
43.
Namazı
kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.
44.
Siz
Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına
iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?
45.
Sabrederek
ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin.[14]
Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.
46.
Onlar,
Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilirler.
47.
Ey
İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün
kıldığımı hatırlayın.
48.
Öyle
bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez.
Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz.[15] Onlara
yardım da edilmez.
49.
Hani,
sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı
boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen)
büyük bir imtihan vardı.
50.
Hani,
sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun ailesini
suda boğmuştuk.
51.
Hani,
biz Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik. Sizler ise onun ardından (kendinize)
zulmederek bir buzağıyı tanrı edinmiştiniz.
52.
Sonra
bunun ardından şükredesiniz diye sizi affetmiştik.
53.
Hani,
doğru yolu tutasınız diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) ve Furkan’ı[16]
vermiştik.
54.
Mûsâ,
kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık
ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün[17]
(kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece
Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir,
çok merhametlidir.”
55.
Hani
siz, “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız”
demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.
56.
Sonra,
şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik.
57.
Bulutu
üstünüze gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. “Verdiğimiz
rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” (dedik). Onlar (verdiğimiz
nimetlere nankörlük etmekle) bize zulmetmediler, fakat kendilerine
zulmediyorlardı.
58.
Hani,
“Şu memlekete[18] girin. Orada dilediğiniz
gibi, bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile girin ve “hıtta!” (Ya
Rabbi, bizi affet) deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik
edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz” demiştik.
59.
Derken,
onların içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular.
Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.[19]
60.
Hani,
Mûsâ kavmi için su dilemişti. Biz de, “Asanı kayaya vur” demiştik, böylece
kayadan on iki pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti.
“Allah’ın rızkından yiyin, için. Yalnız, yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat
çıkarmayın” demiştik.
61.
Hani,
“Ey Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine
yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin”
demiştiniz. O da size, “İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?
Öyle ise inin şehre! İstedikleriniz orada var” demişti. Böylece zillet ve
yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi,
onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere
öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı
gitmekte oluşlarıydı.
62.
Şüphesiz,
inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden[20] (her
bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller
işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar,
mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir).[21]
63.
Hani,
(Tevrat ile amel edeceğinize dair) sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağını da
tepenize dikmiş ve “Sakınasınız diye, size verdiğimiz Kitab’ı sıkı tutun, onun
içindekileri düşünün (gafil olmayın)” demiştik.
64.
Bundan
sonra yine yüz çevirdiniz. Allah’ın bol nimeti ve merhameti olmasaydı, herhâlde
ziyana uğrayanlardan olurdunuz.
65.
Şüphesiz
siz, içinizden Cumartesi yasağını[22]
çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik.
66.
Biz
bunu, hem onu görenlere, hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah’a karşı
gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık.[23]
67.
Hani
Mûsâ kavmine, “Allah, size bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. Onlar da,
“Sen bizimle eğleniyor musun?” demişlerdi. Mûsâ, “Kendini bilmez cahillerden
olmaktan Allah’a sığınırım” demişti.[24]
68.
“Bizim
için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın.” dediler.
Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki: O, ne yaşlı, ne körpe, ikisi arası bir
sığırdır. Haydi, emrolunduğunuz işi yapın.”
69.
Onlar,
“Bizim için Rabbine dua et de, rengi neymiş? açıklasın”
dediler. Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini
açan bir sığırdır” dedi.
70.
“Bizim
için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Çünkü
sığırlar, bizce, birbirlerine benzemektedir. Ama Allah dilerse elbet buluruz”
dediler.
71.
Mûsâ
şöyle dedi: “Rabbim diyor ki; o, çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa
vurulmamış, kusursuz, hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte, şimdi
tam doğrusunu bildirdin” dediler. Nihayet o sığırı kestiler. Neredeyse bunu
yapmayacaklardı.
72.
Hani,
bir kimseyi öldürmüştünüz de suçu birbirinizin üstüne atmıştınız. Hâlbuki Allah,
gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı.
73.
“Sığırın
bir parçası ile öldürülene vurun” dedik. (Denileni yaptılar ve ölü dirildi.)
İşte, Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle
gösterir.
74.
Sonra
bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu.
Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da
içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer.
Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.
75.
Şimdi,
bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı,
Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif
ederlerdi.[25]
76.
Onlar
iman edenlerle karşılaşınca, “İman ettik” derler. Birbirleriyle baş başa
kaldıklarında da şöyle derler: “Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi
sustursunlar diye mi, Allah’ın (Tevrat’ta) size bildirdiklerini onlara
söylüyorsunuz? (Bu kadarcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz?”
77.
Onlar
bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa
vurduklarını da.
78.
Bunların
bir de ümmî[26] takımı vardır; Kitab’ı
(Tevrat’ı) bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar
sadece zanda bulunurlar.
79.
Vay
o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa
değişmek için, “Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından
ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!
80.
Bir
de dediler ki: “Bize ateş, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacaktır.”
Sen onlara de ki: “Siz bunun için Allah’tan söz mü aldınız? -Eğer böyle ise,
Allah verdiği sözden dönmez-. Yoksa siz Allah’a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri
mi söylüyorsunuz?”
81.
Evet,
kötülük işleyip suçu benliğini kaplamış (ve böylece şirke düşmüş) olan kimseler
var ya, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
82.
İman
edip salih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî
kalacaklardır.
83.
Hani,
biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya,
yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler
söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık.
Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.
84.
Hani,
“Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan
çıkarmayacaksınız” diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul
etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.
85.
Ama
siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde
yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir
olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa
siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?
Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey
değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
86.
Onlar,
ahireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez.
Onlara yardım da edilmez.
87.
Andolsun,
Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik.
Meryem oğlu İsa’ya mucizeler verdik. Onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile
destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe,
kibirlenip (onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi?
88.
“Kalplerimiz
muhafazalıdır” dediler. Öyle değil. İnkârları sebebiyle Allah onları
lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.[27]
89.
Kendilerine
ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr
ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek
peygamber ile) inkârcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı.
(Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkâr
ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun.
90.
Karşılığında
nefislerini sattıkları şeyi kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından
dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap
üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.
91.
Onlara,
“Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize
indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr
ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır.
De ki: “Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini
öldürüyordunuz?”
92.
Andolsun,
Mûsâ size açık mucizeler getirmişti de, arkasından sizler nefislerinize zulüm
ederek buzağıyı ilâh edinmiştiniz.
93.
Hani,
Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık, “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı
sarılın; ona kulak verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik”[28]
demişlerdi. İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine sindirilmişti.
Onlara de ki: (Tevrat’a beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size
emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!
94.
De
ki: “Eğer (iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki ahiret yurdu (cennet) diğer
insanlar için değil de, yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü
temenni edin!”
95.
Fakat
kendi elleriyle önceden yaptıkları işler yüzünden ölümü hiçbir zaman temenni
edemezler. Allah, o zalimleri hakkıyla bilendir.
96.
Andolsun,
sen onların, yaşamaya, bütün insanlardan; hatta Allah’a ortak koşanlardan bile
daha düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri bin yıl yaşamak ister. Hâlbuki
uzun yaşamak, onları azaptan kurtaracak değildir. Allah, onların bütün
işlediklerini görür.
97.
De
ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı;
önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde
verici olarak senin kalbine indirmiştir.”
98.
Her
kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mîkâil’e düşman olursa
bilsin ki, Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır.
99.
Andolsun,
biz sana apaçık âyetler indirdik. Bunları ancak fasıklar inkâr eder.
100. Onlar ne zaman bir antlaşma
yaptılarsa, içlerinden birtakımı o antlaşmayı bozmadı mı? Zaten onların çoğu
iman etmez.
101. Onlara, Allah katından ellerinde
bulunan Kitab’ı (Tevrat’ı) doğrulayıcı bir peygamber gelince, kendilerine kitap
verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitab’ını
(Tevrat’ı) arkalarına attılar.
102. "Süleyman’ın hükümranlığı
hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların
ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar,
insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe
ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek,
“Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın
küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar)
onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki
onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar
böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri
öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını
biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke
bilselerdi!
103. Eğer onlar iman edip Allah’ın
emirlerine karşı gelmekten sakınmış olsalardı, Allah katında kazanacakları
sevap kendileri için daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi!
104. Ey iman edenler! “Râ’inâ (bizi gözet)”
demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azap
vardır.[29]
105. Ne Kitab ehlinden inkâr edenler ve ne
de Allah’a ortak koşanlar, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini isterler. Oysa
Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.
106. Biz herhangi bir âyetin hükmünü
yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha
hayırlısını veya mislini getiririz. Allah’ın gücünün her şeye hakkıyla
yettiğini bilmez misin?
107. Bilmez misin ki, göklerin ve yerin
hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir
yardımcı vardır.
108. Yoksa daha önce Mûsâ’nın sorguya
çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim
imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur.
109. Kitap ehlinden birçoğu, hak
kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi,
imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar
hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah, gücü her
şeye hakkıyla yetendir.
110. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin.
Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında onu bulursunuz.
Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür.
111. Bir de; “Yahudi ve Hıristiyanlardan
başkası Cennet’e girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntuları! De ki: “Eğer
doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.”
112. Hayır, öyle değil! Kim “ihsan”[30]
derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin
katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
113. Yahudiler, “Hıristiyanlar bir temel
üzerinde değiller” dediler. Hıristiyanlar da, “Yahudiler bir temel üzerinde
değiller” dediler. Oysa hepsi Kitab’ı[31]
okuyorlar. (Kitab'ı) bilmeyenler de tıpkı bunların söyledikleri gibi demişti.
Artık onların aralarında uyuşamadıkları davada, kıyamet gününde hükmü Allah
verecektir.
114. Allah’ın mescitlerinde onun adının
anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir.
Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar
için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.
115. Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü)
Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü[32] işte
oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
116. “Allah, çocuk edindi” dediler.[33] O,
bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır. Hepsi O’na
boyun eğmiştir.
117. O, gökleri ve yeri örneksiz
yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.
118. Bilmeyenler, “Allah bizimle konuşsa,
ya da bize bir mucize gelse ya!” derler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle,
bunların dedikleri gibi demişti. Onların kalpleri (anlayışları) birbirine
benziyor. Biz âyetleri, kesin olarak inanacak bir toplum için açıkladık.
119. Şüphesiz biz seni hak ile; müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen
cehennemlik olanlardan sorumlu tutulacak değilsin.
120. Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler
ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl
doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine
uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı
vardır.
121. Kendilerine kitab verdiğimiz
kimseler, onu gereği gibi okurlar. İşte bunlar ona inanırlar. Onu inkâr
edenlere gelince, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
122. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim
nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün tuttuğumu hatırlayın.
123. Kimsenin kimse namına bir şey
ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın)
yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden
sakının.
124. Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım
emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle
buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan da
(önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim
söz) zalimleri kapsamaz” demişti.
125. Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı
ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den[34]
kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf
edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi)
tertemiz tutun.”
126. Hani İbrahim, “Rabbim! Bu şehri
güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her
türlü ürünle rızıklandır” demişti. Allah da, “İnkâr edeni bile az bir süre, (bu
geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda
bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.
127. Hani İbrahim, İsmail ile birlikte
evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur!
Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.
128. “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş
kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet
yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok
kabul edensin, çok merhametli olansın.”
129. “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir
peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve
onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve
hikmet sahibisin.”
130. Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in
dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahim’i bu dünyada seçkin kıldık.
Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
131. Rabbi ona “Teslim ol” dediğinde,
“Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.
132. İbrahim, bunu kendi oğullarına da
vasiyet etti, Yakub da öyle: “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm’ı)
seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün” dedi.
133. Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde
iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da,
“Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek bir ilâha
ibadet edeceğiz; bizler O’na boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada
hazır mı bulunuyordunuz?
134. Onlar gelip geçmiş bir ümmettir.
Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların
yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.
135. (Yahudiler) “Yahudi olun" ve
(Hıristiyanlar da) "Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. De
ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O, Allah’a ortak
koşanlardan değildi.”
136. Deyin ki: “Biz Allah’a, bize
indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına
indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer
peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden
ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”
137. Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz
gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse
onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni
koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
138. “Biz, Allah’ın boyasıyla
boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona ibadet
edenleriz” (deyin).[35]
139. Onlara de ki: “Allah hakkında mı
bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimiz, sizin de
Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir. Biz O’na
gönülden bağlanmış kimseleriz.”
140. Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de,
İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler” mi
diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah
tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir?
Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
141. Onlar gelip geçmiş bir ümmettir.
Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların
yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.
142. Birtakım kendini bilmez insanlar, “Onları
(müslümanları) yönelmekte oldukları kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. De ki:
“Doğu da, Batı da Allah’ındır. Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.”
143. Böylece, sizler insanlara birer şahit
(ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi
orta bir ümmet[36] yaptık. Her ne kadar
Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz,
yönelmekte olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisingeriye
dönecekleri ayırd edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak
değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.[37]
144. (Ey Muhammed!) Biz senin çok defa
yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme)
elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü
Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun,
(namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap
verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler.
Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.[38]
145. Andolsun, sen kendilerine kitap
verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar.
Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de
uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve
keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun.
146. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu
(Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı
bile bile gerçeği gizlerler.[39]
147. Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın
şüpheye düşenlerden olma!
148. Herkesin yöneldiği bir yön vardır.
Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya
getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
149. (Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan
çık, (namazda) Mescid-i Haram’a doğru dön. Bu, elbette Rabbinden gelen gerçek
bir emirdir. Allah, sizin işlediklerinizden asla habersiz değildir.
150. (Ey Muhammed!) Nereden yola çıkarsan
çık, yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. (Ey mü’minler!) Siz de nerede
olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Haram’a doğru çevirin ki, zalimlerin
dışındaki insanların elinde (size karşı) bir koz olmasın. Zalimlerden
korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu
bulasınız.
151. Nitekim kendi aranızdan, size
âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti
öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.
152. Öyleyse yalnız beni anın ki ben de
sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük kafirlik etmeyin.
153. Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz
kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.[40]
154. Allah yolunda öldürülenlere “ölüler”
demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.[41]
155. Andolsun ki sizi biraz korku ve
açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri
müjdele.
156. Onlar; başlarına bir musibet gelince,
“Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.
157. İşte Rableri katından rahmet ve
merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.
158. Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın
(dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi
ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur.[42] Her
kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir,
karşılığını verir.
159. İndirdiğimiz apaçık delilleri ve
hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara
hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.[43]
160. Ancak tövbe edip durumlarını
düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır.
Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul
edenim, çok merhamet edenim.
161. Fakat âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir
olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti
onların üstünedir.
162. Onlar ebedî olarak lânet içinde
kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.
163. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan
başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.[44]
164. Şüphesiz, göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar
sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip
kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı
yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip
çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.
165. İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na
ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin
Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları
zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli
olduğunu bir bilselerdi!
166. Kendilerine uyulanlar o gün azabı
görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar
kopacaktır.
167. Uyanlar şöyle derler: “Keşke dünyaya
bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi, biz de
onlardan uzaklaşsaydık.” Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık
kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir.
168. Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin
helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin
için apaçık bir düşmandır.
169. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı
ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
170. Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!”
denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!”
derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru
yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?[45]
171. İnkâr edenleri imana çağıran
(peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey
duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar
sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.
172. Ey iman edenler! Eğer siz ancak
Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden
yiyin ve Allah’a şükredin.
173. Allah, size ancak leş, kan, domuz eti
ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da,
istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona
günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.[46]
174. Allah’ın indirdiği kitaptan bir
kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına
ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak,
ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.[47]
175. İşte bunlar hidayeti verip sapıklığı,
bağışlanmayı verip azabı satın alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da
dayanıklıdırlar(!)
176. Bu (azab) da, Allah’ın, Kitab’ı hak
olarak indirmiş olması (ve onların bunu inkâr etmesi) sebebiyledir. Kitap
konusunda anlaşmazlığa düşenler ise derin bir ayrılık içindedirler.
177. İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı
taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik,
Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala
olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa,
(ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin;
namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine
getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip)
sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır.
İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.
178. Ey iman edenler! Öldürülenler
hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına
karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi,
velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve
güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir.
Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.[48]
179. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için
hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.
180. Sizden birinize ölüm gelip çattığı
zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya
meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar
üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.[49]
181. Her kim işittikten sonra vasiyeti
değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
182. Vasiyet edenin hataya meyletmesinden
ve günaha girmesinden korkan bir kimse, (tarafların) aralarını düzeltirse ona
hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
183. Ey iman edenler! Allah’a karşı
gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de
farz kılındı.
184. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim
hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir.[50]
Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla
verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin
için daha hayırlıdır.
185. (O sayılı günler), insanlar için bir
hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık
delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise
içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu
olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık
diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına
karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.
186. Kullarım, beni senden sorarlarsa,
(bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin
duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime
uysunlar, bana iman etsinler.
187. Oruç gecesinde kadınlarınıza
yaklaşmak size helâl kılındı.[51]
Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz.[52]
Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte
olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize
yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın
aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar
yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz
mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu
sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten
sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.
188. Aranızda birbirinizin mallarını
haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha
girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.
189. Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki:
“Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.[53]
İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi
(Allah’a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır. Evlere kapılarından
girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.[54]
190. Sizinle savaşanlara karşı Allah
yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin.[55] Çünkü
Allah aşırı gidenleri sevmez.
191. Onları nerede yakalarsanız öldürün.
Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı,
adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle
savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla
savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.
192. Eğer onlar (savaştan ve küfürden)
vazgeçerlerse, (şunu iyi bilin ki) Allah çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.
193. Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve
din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek
olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır.
194. Haram ay, haram aya karşılıktır.[56]
Hürmetler (saygı gösterilmesi gereken şeyler) kısas kuralına tabidir. O hâlde
kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın, (fakat ileri
gitmeyin). Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah kendine karşı
gelmekten sakınanlarla beraberdir.[57]
195. (Mallarınızı) Allah yolunda harcayın.
Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri
sever.
196. Haccı da, umreyi de Allah için
tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız
artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar
başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız
olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka
vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar
umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban
bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün
oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.
197. Hac (ayları), bilinen aylardır.[58] Kim
o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga
etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık
toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.
198. (Hac mevsiminde ticaret yaparak)
Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur. Arafat’tan
ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı
zikredin.[59] Onu, size gösterdiği gibi
zikredin. Doğrusu siz onun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan
idiniz.
199. Sonra insanların akın ettiği yerden
siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
200. Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık
(cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir
anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada
ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.[60]
201. Onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada da
iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de
vardır.
202. İşte onlara kazandıklarından bir
nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.
203. Sayılı günlerde[61]
Allah’ı anın (telbiye ve tekbir getirin). Kim iki gün içinde acele edip
(Mina’dan Mekke’ye) dönerse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa, ona da günah
yoktur. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten
sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin.
204. İnsanlardan öylesi de vardır ki,
dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (Sözünün
özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır.
205. O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde
bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu
sevmez.
206. Ona “Allah’tan kork” denildiği zaman,
gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir.
O ne kötü yataktır!
207. İnsanlardan öylesi de vardır ki,
Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok
şefkatlidir.
208. Ey iman edenler! Hepiniz topluca
barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o,
size apaçık bir düşmandır.
209. Size apaçık deliller geldikten sonra,
eğer yine de yan çizerseniz, bilin ki Allah, gerçekten mutlak güç sahibidir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
210. Onlar (böyle davranmakla), bulut
gölgeleri içinde Allah’ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve
işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Hâlbuki bütün işler Allah’a döndürülür.
211. İsrailoğullarına sor; biz onlara nice
açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini
değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır.
212. İnkâr edenlere dünya hayatı süslü
gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız
rızık verir.
213. İnsanlar tek bir ümmetti. Allah,
müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde,
insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek
üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra
o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa
düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında
ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
214. Yoksa siz, sizden öncekilerin başına
gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek
kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın
yardımı pek yakındır.
215. Sana Allah yolunda ne
harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba,
akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır
olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.”
216. Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size
farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş
görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz.
Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217. Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar.
De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr
etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak,
Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha
büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle
savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse,
öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar
cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.[62]
218. İman edenler, hicret edenler, Allah
yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
219. Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De
ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar
vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” Yine sana Allah yolunda ne
harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah, size
âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.[63]
220. Dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz,
diye böyle yapıyor. Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki: “Onların
durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışıp (birlikte yaşar)sanız
(sakıncası yok). (Onlar da) sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyu yapıcı
olandan ayırır. Allah, dileseydi sizi zora sokardı. Şüphesiz Allah mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
221. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak
koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de,
mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri
sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a
ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak
koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle,
cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp
düşünsünler.
222. Sana kadınların ay hâlini sorarlar.
De ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır). Ay hâlinde kadınlardan uzak durun.
Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size
emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok
temizlenenleri sever.”[64]
223. Kadınlarınız sizin ekinliğinizdir.
Ekinliğinize dilediğiniz biçimde varın. Kendiniz için (geleceğe hazırlık
olarak) güzel davranışlar takdim edin. Allah’a karşı gelmekten sakının ve her
hâlde onun huzuruna varacağınızı bilin. (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele.
224. İyilik etmemek, takvaya sarılmamak,
insanlar arasını ıslah etmemek yolundaki yeminlerinize Allah’ı siper yapmayın.
Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
225. Allah, sizi kasıtsız yeminlerinizden
dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalplerinizin kazandığı (bile bile
yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir.
(Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
226. Eşlerine yaklaşmamağa yemin edenler
için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz
Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
227. Eğer (yemin edenler yeminlerinden
dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
228. Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç
ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe
inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl
olmaz. Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok
hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız
erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç sahibidir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
229. (Dönüş yapılabilecek) boşama iki
defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır.
(Evlilikte) tarafların Allah’ın belirlediği ölçüleri koruyamama endişeleri
dışında kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şeyi geri almanız, sizin
için helâl olmaz. Eğer onlar Allah’ın belirlediği ölçüleri gözetmeyecekler diye
endişe ederseniz, o zaman kadının (boşanmak için) bedel vermesinde ikisine de
günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın.
Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.
230. Eğer erkek karısını (üçüncü defa)
boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz.
(Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın
koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp
evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için
açıkladığı ölçüleridir.
231. Kadınları boşadığınız ve onlar da
bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle
bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu kim
yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın.
Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti
hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla
bilendir.
232. Kadınları boşadığınız ve onlar da
bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında aklın ve dinin
gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden)
evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman
edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir.
Allah bilir, siz bilmezsiniz.
233. -Emzirmeyi tamamlamak isteyenler
için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği,
giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir
yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir baba çocuğu sebebiyle
zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur. Eğer
(anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu
sütten kesmek isterlerse, onlara günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir sütanneye)
emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz
takdirde size bir günah yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki,
Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.
234. İçinizden ölenlerin geride
bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler.
Sürelerini bitirince artık kendileri için meşru olanı yapmalarında size bir
günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
235. (Vefat iddeti beklemekte olan)
kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda
veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir günah yoktur. Allah
biliyor ki, siz onlara (bunu er geç mutlaka) söyleyeceksiniz. Meşru sözler
söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin.
Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikâh yapmaya kalkışmayın.[65] Şunu
da bilin ki, Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir. Onun için Allah’a karşı
gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah gerçekten çok bağışlayandır,
halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
236. Kendilerine el sürmeden ya da mehir
belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur. (Bu durumda) -eli
geniş olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre olmak üzere- onlara, aklın
ve dinin gereklerine uygun olarak müt’a[66]
verin. Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur.
237. Eğer onlara mehir tespit eder de
kendilerine el sürmeden boşarsanız, tespit ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır. Ancak kadının, ya da nikâh bağı elinde bulunanın (kocanın,
paylarından) vazgeçmesi başka. Bununla birlikte (ey erkekler), sizin
vazgeçmeniz takvaya (Allah’a karşı gelmekten sakınmaya) daha yakındır. Aranızda
iyilik yapmayı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
238. Namazlara ve orta namaza[67]
devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.
239. Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız,
namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah’ı,
daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın (namazı normal
vakitlerdeki gibi kılın).
240. İçinizden ölüp geriye dul eşler
bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar
geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden)
çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak
işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
241. Boşanmış kadınların örfe göre
geçimlerinin sağlanması onların hakkıdır. Bu, Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar üzerinde bir borçtur.
242. Düşünesiniz diye Allah size âyetlerini
böyle açıklamaktadır.
243. Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm
korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah, onlara “ölün” dedi,
sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram
sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.
244. Allah yolunda savaşın ve bilin ki,
şüphesiz Allah hakkıyla işitendir ve hakkıyla bilendir.
245. Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek
o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır
ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.
246. Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının
ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine,
“Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O, “Ya
üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar,
“Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah
yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz
kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla
bilendir.
247. Peygamberleri onlara, “Allah, size
Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar, “O bizim üzerimize nasıl
hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona zenginlik de
verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi: “Şüphesiz Allah, onu sizin
üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.” Allah, mülkünü
dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
248. Peygamberleri onlara şöyle dedi:
“Onun hükümdarlığının alameti, size o sandığın gelmesidir.[68] Onda
Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ ailesinin, Hârûn ailesinin
geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler taşımaktadır. Eğer inanmış
kimselerseniz, bunda şüphesiz sizin için kesin bir delil vardır.”
249. Tâlût, ordu ile hareket edince,
“Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden
değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.”
dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber
iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve
askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin
olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle
büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle
beraberdir.”
250. (Tâlût’un askerleri) Câlût ve
askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır
yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”
251. Derken, Allah’ın izniyle onları
bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u öldürdü. Allah, ona (Davud’a) hükümdarlık ve
hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah’ın; insanların bir kısmıyla
diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere
karşı lütuf sahibidir.
252. İşte bunlar Allah’ın âyetleridir. Biz
onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş
peygamberlerdensin.
253. İşte peygamberler! Biz, onların bir
kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir
kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa’ya ise açık deliller
verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Eğer Allah dileseydi,
bunların arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık deliller geldikten
sonra, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler. Onlardan inananlar
da vardı, inkâr edenler de. Yine Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi.
Lâkin Allah dilediğini yapar.[69]
254. Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin,
hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size
rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin
ta kendileridir.
255. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh
olmayandır. Diridir, kayyumdur.[70] O’nu
ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey
O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir?[71] O,
kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını)
bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey
kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O,
göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na
güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.[72]
256. Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk
sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa,
kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir.[73]
257. Allah, iman edenlerin dostudur.
Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O
da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir.
Orada ebedî kalırlar.
258. Allah, kendisine hükümdarlık verdi
diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi?
Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir,
öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir,
sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler
topluluğunu hidayete erdirmez.
259. Yahut altı üstüne gelmiş (ıpıssız
duran) bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O, “Allah, burayı ölümünden sonra
nasıl diriltecek (acaba)?” demişti. Bunun üzerine, Allah onu öldürüp yüzyıl ölü
bıraktı, sonra diriltti ve ona sordu: “Ne kadar (ölü) kaldın?” O, “Bir gün veya
bir günden daha az kaldım” diye cevap verdi. Allah, şöyle dedi: “Hayır, yüz
sene kaldın. Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış. Bir de
eşeğine bak! (Böyle yapmamız) seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir.
(Eşeğin) kemikler(in)e de bak, nasıl onları bir araya getiriyor, sonra onlara
nasıl et giydiriyoruz?” Kendisine bütün bunlar apaçık belli olunca, şöyle dedi:
“Şimdi, biliyorum ki; şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.”[74]
260. Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri
nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince,
“Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti. “Öyleyse, dört kuş
tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir
dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki,
şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
261. Mallarını Allah yolunda harcayanların
durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir.
Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
262. Mallarını Allah yolunda harcayan,
sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin,
Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar
üzülmeyeceklerdir de.
263. Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden
gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan sınırsız
zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).
264. Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret
gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse
gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın.
Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli
yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar
kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu
hidayete erdirmez.
265. Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla
ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe
bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat
ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı
hakkıyla görendir.
266. Herhangi biriniz ister mi ki,
içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan, hurma ve
üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye muhtaç çocukları var iken
ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga
vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye size âyetlerini böyle
açıklıyor.[75]
267. Ey iman edenler! Kazandıklarınızın
iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın.
Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye
kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.
268. Şeytan sizi fakirlikle korkutur[76] ve
size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret
ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla
bilendir.
269. Allah, hikmeti[77]
dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş
demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.
270. Allah yolunda her ne harcar veya her
ne adarsanız, şüphesiz Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.
271. Sadakaları açıktan verirseniz ne
güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha
hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da keffaret olur. Allah, yaptıklarınızdan
hakkıyla haberdardır.
272. Onları hidayete erdirmek sana ait değildir.
Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak
ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak
için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç
hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.
273. (Sadakalar) kendilerini Allah yoluna
adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden
dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları
yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak
ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
274. Mallarını gece gündüz; gizli ve açık
Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır.
Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.
275. Faiz yiyenler, ancak şeytanın
çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz
gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram
kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak)
faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a
kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar
cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.
276. Allah, faiz malını mahveder,
sadakaları[78] ise artırır
(bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü kafiri sevmez.
277. Şüphesiz iman edip salih ameller
işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri
katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.
278. Ey iman edenler! Allah’a karşı
gelmekten sakının ve eğer gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye
kalanı bırakın.
279. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle
savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir.
Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size
haksızlık etmiş olur.
280. Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli
genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak
bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.
281. Öyle bir günden sakının ki, o gün
hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin
karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.
282. Ey iman edenler! Belli bir süre için
birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle
yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her
şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve
Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin
(hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen,
veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu
işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir
erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin
ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten)
kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın.
Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye
düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin
ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş
yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin.[79] Eğer
aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı
gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.[80]
283. Eğer yolculukta olur da bir yazıcı
bulamazsanız, o zaman alınmış rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize
güvenirseniz kendisine güvenilen kimse emanetini (borcunu) ödesin ve Rabbi
Allah’tan sakınsın. Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse,
şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.
284. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey
Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla
sorguya çeker de dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her
şeye hakkıyla yeter.
285. Peygamber, Rabbinden kendisine
indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a,
meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler:
“Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de
dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda
dönüş yalnız sanadır.”
286. Allah, bir kimseyi ancak gücünün
yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de
kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da
yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin
gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi
affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna
karşı bize yardım et.”
Medine döneminde inmiştir. 200
âyettir. Sûre, adını 33. âyette geçen “Âl-i İmrân” tamlamasından almıştır. Âl-i
İmrân, İmrân ailesi demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
Allah,
kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Diridir, kayyumdur.[82]
3,4. O,
sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha
önce Tevrat’ı ve İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti. Furkan’ı[83] da
indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap
vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
5. Şüphesiz
yerde ve gökte Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz.
6. O,
sizi rahimlerde, dilediği gibi şekillendirendir. O’ndan başka ilâh yoktur. O,
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
7. O,
sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar
kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir.[84]
Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını
yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını
ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz
katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
8. (Onlar
şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi
eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”
9. “Rabbimiz!
Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın.
Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.”
10. Şüphesiz,
inkâr edenlere, ne malları, ne de evlatları Allah’a karşı hiçbir fayda sağlar.
Onlar ateşin yakıtıdırlar.
11. (Bunların
durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir: Âyetlerimizi
yalanladılar. Allah da onları günahlarıyla yakaladı. Allah, azabı çok şiddetli
olandır.
12. İnkâr
edenlere de ki: “Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme
doldurulacaksınız. Orası ne fena yataktır!”
13. Şüphesiz,
karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk
Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla
kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla
destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.[85]
14. Kadınlar,
oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin
şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının
geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.
15. De
ki: “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî
kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah,
kullarını hakkıyla görendir.
16,17. (Bunlar),
“Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından
koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp
divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma
dileyenlerdir.
18. Allah,
melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik
ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
19. Şüphesiz
Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten
sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim
Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.
20. Seninle
tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü
Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere[86] de
ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş
olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah,
kullarını hakkıyla görendir.
21. Allah’ın
âyetlerini inkâr edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan
adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele.
22. Onlar,
amelleri, dünyada da, ahirette de boşa gitmiş kimselerdir. Onların hiç yardımcıları
da yoktur.
23. Kendilerine
Kitap’tan bir pay verilenleri görmüyor musun ki, aralarında hüküm vermesi için
Allah’ın Kitabına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek
dönüp gidiyor.
24. Bunun
sebebi, onların, “Bize, ateş sadece sayılı günlerde dokunacaktır.” demeleridir.
Uydurageldikleri şeyler dinleri konusunda kendilerini aldatmıştır.
25. Bakalım,
kendilerini o geleceğinde hiç şüphe olmayan gün için bir araya topladığımız ve
hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandığı tamamen ödendiği vakit, hâlleri
nice olacaktır.
26. De
ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin.
Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil
edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye
hakkıyla gücü yetensin.”
27. “Geceyi
gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden
ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”
28. Mü’minler,
mü’minleri bırakıp inkârcıları dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir
ilişiği kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başkadır.
Allah, asıl sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Çünkü
dönüş Allah’adır.
29. De
ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki
her şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”
30. Herkesin
yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kişi, kötülükleri ile
kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Yine Allah, sizi kendisine
karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Allah, kullarını çok
esirgeyicidir.
31. De
ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
32. De
ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri
sevmez.
33,34. Şüphesiz
Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu)
birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah, her
şeyi hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
35. Hani,
İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere
adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin”
demişti.
36. Onu
doğurunca, “Rabbim!” dedi, “Onu kız doğurdum.” -Oysa Allah, onun ne doğurduğunu
daha iyi bilir-[87] “Erkek, kız gibi
değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin
korumana bırakıyorum.”
37. Bunun
üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir şekilde
yetiştirdi. Zekeriya’yı[88] da
onun bakımıyla görevlendirdi. Zekeriya, onun bulunduğu bölmeye her girişinde
yanında bir yiyecek bulurdu. “Meryem! Bu sana nereden geldi?” derdi. O da “Bu,
Allah katından” diye cevap verirdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık
verir.
38. Orada
Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet.
Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi.
39. Zekeriya
mabedde namaz kılarken melekler ona, “Allah sana, kendisinden gelen bir
kelimeyi (İsa’yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir
peygamber olarak Yahya’yı müjdeler” diye seslendiler.
40. Zekeriya,
“Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim
nasıl çocuğum olabilir?” dedi. Allah, “Öyledir, ama Allah dilediğini yapar”
dedi.
41. Zekeriya,
“Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver” dedi. Allah da şöyle
dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak
işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”
42. Hani
melekler, “Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya
kadınlarına üstün kıldı.”
43. “Ey
Meryem! Rabbine divan dur. Secde et ve (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber
rükû et” demişlerdi.
44. (Ey
Muhammed!) Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’i kim himayesine
alıp koruyacak diye kalemlerini (kur’a için) atarlarken sen yanlarında
değildin. (Bu konuda) tartışırlarken de yanlarında değildin.
45. Hani
melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile
müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı
ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”
46. “O,
beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır.”[89]
47. (Meryem),
“Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?” dedi.
Allah, “Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir
şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” dedi.
48. Ve
Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.
49. Allah,
onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle
diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş
şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir.
Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.
Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler
iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır.”
50. “Benden
önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl
kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim.
Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
51. “Şüphesiz
Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibadet edin. İşte
bu, doğru yoldur.”
52. İsa,
onların inkârlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi.
Havariler, “Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz
müslümanlarız” dediler.
53. “Rabbimiz!
Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik
edenlerle beraber yaz.”
54. Onlar
tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.[90]
55. Hani
Allah şöyle buyurmuştu: “Ey İsa! Şüphesiz, senin hayatına ben son vereceğim.
Seni kendime yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden kurtararak temizleyeceğim ve
sana uyanları kıyamete kadar küfre sapanların üstünde tutacağım. Sonra
dönüşünüz yalnızca banadır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben
hükmedeceğim.”
56. “İnkâr
edenlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim.
Onların hiç yardımcıları da olmayacaktır.”
57. “İman
edip salih ameller işleyenlere gelince, Allah onların mükâfatlarını tastamam
verecektir. Allah, zalimleri sevmez.”
58. (Ey
Muhammed!) Bunu (bildirdiklerimizi) biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur’an’dan
okuyoruz.
59. Şüphesiz
Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu
gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi. [91]
60. Hak
Rabbindendir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma.
61. Sana
(gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa,
de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı
çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lânetini
(aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.”[92]
62. Şüphesiz
bu (İsa hakkındaki) gerçek kıssadır. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.
Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
63. Eğer
yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları çok iyi bilir.
64. De
ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a
ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz
kimimizi ilâh edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit
olun, biz müslümanlarız.”[93]
65. Ey
kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de
ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?
66. İşte
siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında
tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah
bilir, siz bilmezsiniz.
67. İbrahim,
ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka
yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.[94]
68. Şüphesiz,
insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber
(Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.
69. Kitap
ehlinden bir grup sizi saptırabilmeyi çok arzu etti. Oysa sadece kendilerini
saptırıyorlar, fakat farkına varmıyorlar.
70. Ey
Kitap ehli! (Gerçeğe) şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr
ediyorsunuz?
71. Ey
Kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği
gizliyorsunuz?
72. Kitap
ehlinden bir grup, “Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda
da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler” dedi.[95]
73. “Sizin
dininize uyandan başkasına inanmayın” (dediler). De ki: “Şüphesiz hidayet,
Allah’ın hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya
Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle
söylüyorsunuz)?” De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah,
lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”
74. O,
rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf sahibidir.
75. "Kitap
ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz)
iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen,
tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, “Ümmîlere karşı
(yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur” demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile
Allah’a karşı yalan söylerler.[96]
76. Hayır!
(Gerçek, onların dediği değil.) Kim sözünü yerine getirir ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsa, şüphesiz Allah da sakınanları sever.
77. Şüphesiz,
Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte
onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak,
onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap
vardır.
78. Onlardan
(Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı hâlde Kitab’dan sanasınız
diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve,
“Bu, Allah katındandır” derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a
karşı yalan söylerler.
79. Allah’ın,
kendisine Kitab’ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın,
“Allah’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt
verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca
rabbânîler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun.”
80. Onun
size, “Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin.” diye emretmesi de
düşünülemez. Siz müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?
81. Hani,
Allah peygamberlerden, “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra,
elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz
ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz almış ve,
“Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti.
Onlar, “Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle
beraber şahit olanlardanım” demişti.
82. Artık
bundan sonra kim yüz çevirirse, işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.
83. Göklerdeki
ve yerdeki herkes ister istemez O’na boyun eğmişken ve O’na döndürülüp götürülecekken
onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?
84. De
ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a
ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden
verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz O’na teslim
olanlarız.”
85. Kim
İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o
ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
86. İman
ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık
deliller geldikten sonra inkâr eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola
eriştirir? Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.
87. İşte
onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin üzerlerine
olmasıdır.
88. Onun
(lânetin) içinde ebedî kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz
açtırılmaz.
89. Ancak
bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler müstesnadır. Şüphesiz Allah çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
90. Şüphesiz
iman ettikten sonra inkâr eden, sonra da inkârda ileri gidenlerin tövbeleri
asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.
91. Şüphesiz
inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile
bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap
vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.
92. Sevdiğiniz
şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne
harcarsanız Allah onu bilir.
93. Tevrat
indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında,
yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler
iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”
94. Artık
bundan sonra Allah’a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta
kendileridir.
95. De
ki: “Allah, doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun.
O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
96. Şüphesiz,
insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve
hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir.
97. Onda
apaçık deliller, Makam-ı İbrahim[97]
vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin
haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı
tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç
değildir, her şey O’na muhtaçtır.)
98. De
ki: “Ey kitab ehli! Allah, yaptıklarınızı görüp dururken Allah’ın âyetlerini
niçin inkâr ediyorsunuz?”
99. De
ki: “Ey kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah’ın yolunu
eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye
kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
100. Ey
iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız,
imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.
101. Size
Allah’ın âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Resûlü de aranızda iken dönüp
nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola
iletilmiştir.
102. Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece
sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.
103. Hep
birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar
idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde
kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O
sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki
doğru yola eresiniz.
104. Sizden,
hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte
kurtuluşa erenler onlardır.
105. Kendilerine
apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte
onlar için büyük bir azap vardır.
106. O
gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan
sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın”
denilir.
107. Yüzleri
ağaranlar ise Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
108. İşte
bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah, âlemlere hiç zulüm
etmek istemez.
109. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.
110. Siz,
insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men
eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri
için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık
kimselerdir.
111. Onlar
size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar,
size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.
112. Onlar
nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ve (mü’min) insanların güvencesine
sığınmadıkça kendilerini zillet kaplamıştır. Onlar Allah’ın gazabına uğradılar
ve yoksulluk onları kapladı. Bunun sebebi onların; Allah’ın âyetlerini inkâr
ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların
sebebi ise, isyan etmekte ve (Allah’ın koyduğu) sınırları çiğnemekte oluşları
idi.
113. Onların
(Kitap ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta
duran, secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır.[98]
114. Onlar,
Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler,
hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.
115. Onlar
ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten
sakınanları bilir.
116. İnkâr
edenlerin ne malları ne evlatları, onlara Allah’a karşı bir yarar sağlar. İşte
onlar cehennemliktirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
117. Onların
bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir
topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgârın durumu
gibidir. Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.
118. Ey
iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık
etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri
konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha
büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık.
119. İşte
siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz; onlar ise, bütün kitaplara iman
ettiğiniz hâlde, sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık”
derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı
parmaklarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden ölün!” Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü
(kalplerde olanı) bilir.
120. Size
bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona
sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız,
onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini
kuşatmıştır.
121. Hani
sen mü’minleri (Uhud’da) savaş mevzilerine yerleştirmek için, sabah erken
ailenden (evinden) ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
122. Hani
sizden iki takım (paniğe kapılarak) çözülmeye yüz tutmuştu. Hâlbuki Allah
onların yardımcısı idi. Mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.[99]
123. Andolsun,
siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O hâlde Allah’a
karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.
124. Hani
sen mü’minlere, “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size
yetmez mi?” diyordun.
125. Evet,
sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın
üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.
126. Allah,
bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı.
Yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah
katındadır.
127. Bir
de Allah bunu, inkâr edenlerden bir kısmını helâk etsin veya perişan etsin de
umutsuz olarak dönüp gitsinler diye yaptı.
128. Bu
işte senin yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tövbelerini kabul edip onları
affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azap eder.
129. Göklerdeki
her şey ve yerdeki her şey Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azab
eder. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
130. Ey
iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten
sakının ki kurtuluşa eresiniz.[100]
131. Kâfirler
için hazırlanmış ateşten sakının.
132. Allah’a
ve Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.
133. Rabbinizin
bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
134. Onlar
bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları
affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.
135. Yine
onlar, çirkin bir iş yaptıkları, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı
hatırlayıp hemen
günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim
bağışlar- ve bile bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.
136. İşte
onların mükâfatı Rab’leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan
cennetlerdir ki orada ebedî kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükâfatı
ne güzeldir!
137. Sizden
önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin
dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.
138. Bu
(Kur’an), insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için
bir hidayet ve bir öğüttür.
139. Gevşemeyin,
hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan
sizlersiniz.
140. Eğer
siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de
Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar
arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler
gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden
şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.
141. Bir
de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle
yapar.
142. Yoksa
siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine
sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
143. Andolsun,
siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama
bakıp duruyorsunuz.
144. Muhammed,
ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o
ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim
gerisingeriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.
145. Hiçbir
kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır.
Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını
isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.
146. Nice
peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar
Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler.
Allah, sabredenleri sever.
147. Onların
sözleri ancak, “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı
bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım
et” demekten ibaretti.
148. Allah
da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi. Allah,
güzel davrananları sever.
149. Ey
iman edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisingeriye (küfre)
çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız.
150. Hayır!
Yalnız Allah yardımcınızdır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.
151. Hakkında
hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koştuklarından dolayı; inkâr
edenlerin kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin
kalacakları yer ne kötüdür.
152. Andolsun,
Allah, izniyle, onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğiniz sırada size olan va’dini
gerçekleştirdi. Nihayet sevdiğiniz şeyi (zaferi) size gösterdikten sonra, za’f
gösterdiniz. (Peygamber’in verdiği) emir konusunda tartıştınız ve emre karşı
geldiniz. İçinizden dünyayı isteyenler de vardı, ahireti isteyenler de. Sonra
sizi denemek için onlardan yüzünüzü çevirdi. (Kaçıp
hezimete uğradınız. Buna rağmen) sizi bağışladı. Allah,
mü’minlere karşı çok lütufkârdır.
153. Peygamber,
arkanızdan sizi çağırırken siz durmadan dağa yukarı kaçıyor, hiç kimseye dönüp
bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size keder üstüne keder verdi ki, (bu
durumlara alışasınız ve daha sonra) elinizden gidene,
ve başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.[101]
154. Sonra
o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen
bir güven, bir uyku indirdi. Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına
düşmüştü. Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; “Bu
işte bizim hiçbir dahlimiz yok” diyorlardı. De ki: “Bütün iş, Allah’ındır.”
Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: “Bu konuda
bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.” De ki: “Evlerinizde dahi
olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları
(öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allah, bunu göğüslerinizdekini
denemek, kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah, göğüslerin özünü
(kalplerde olanı) bilir.”
155. İki
topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak
yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah
onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halîmdir (hemen
cezalandırmaz, mühlet verir).
156. Ey
iman edenler! Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında, “Onlar
bizim yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi” diyen inkârcılar gibi
olmayın. Allah, bunu (bu düşünceyi) onların kalplerine bir hasret (yarası)
olarak koydu. Allah, yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.
157. Andolsun,
eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın bağışlaması ve rahmeti
onların topladıkları (dünyalıkları)ndan daha hayırlıdır.
158. Andolsun,
ölseniz de öldürülseniz de, Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159. Allah’ın
rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli
olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet.
Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere
de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven).
Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
160. Allah
size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan
sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.
161. Hiçbir
peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez. Kim hıyanet ederse, kıyamet
günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa
uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir.
162. Allah’ın
rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan
kimse gibi midir? O, ne kötü varılacak yerdir!
163. Onlar
(insanlar) Allah’ın katında derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını
görmektedir.
164. Andolsun,
Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp
tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük
bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde
idiler.
165. Onların
(müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da)
sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” dediniz, öyle mi? De
ki: “O (musibet), kendinizdendir.” Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.
166,167.
İki topluluğun
(ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. Bu da
mü’minleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi. Onlara
(münafıklara), “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin” denildi de
onlar, “Eğer savaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar o gün,
imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı.
Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.
168. (Onlar),
kendileri oturup kaldıkları hâlde kardeşleri için, “Eğer bize uysalardı,
öldürülmezlerdi” diyen kimselerdir. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz
kendinizden ölümü savın.”
169,170.
Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında
Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar.
Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir
korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.
171. (Şehitler)
Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğine
sevinirler.
172. Onlar
yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir.
Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara
büyük bir mükâfat vardır.
173. Onlar
öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar,
onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize
yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.
174. Bundan
dolayı Allah’tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan
geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir.
175. O
şeytan[102] sizi ancak kendi
dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz, benden korkun.
176. Küfürde
yarışanlar seni üzmesin. Onlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah,
onlara ahirette bir pay vermemek istiyor. Onlar için büyük azap vardır.
177. İman
karşılığında küfrü satın alanlar Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için
elem verici bir azap vardır.
178. İnkâr
edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı
olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz.
Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
179. Allah,
pisi temizden ayırıncaya kadar mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda
bırakacak değildir. Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah,
peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir). O hâlde, Allah’a ve
peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.
180. Allah’ın
kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri
için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik
ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin
mirası Allah’ındır. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
181. Allah;
“Şüphesiz, Allah fakirdir, biz zenginiz” diyenlerin sözünü elbette duydu.
Onların dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve, “Tadın yangın azabını!” diyeceğiz.
182. “Bu,
kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır.” Allah, kullara
asla zulmedici değildir.
183. Onlar,
“Allah, bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere
inanmamamızı emretti” dediler. De ki: “Benden önce size nice peygamberler, açık
belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin
onları öldürdünüz?”
184. Eğer
seni yalanladılarsa, senden önce açık delilleri, hikmetli sayfaları ve
aydınlatıcı kitabı getiren peygamberler de yalanlanmıştı.[103]
185. Her
canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size
tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa,
gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey
değildir.
186. Andolsun,
mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce
kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz
işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki,
bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.
187. Hani
Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu (Kitabı) mutlaka insanlara
açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar
verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu
alışveriş ne kadar kötüdür!
188. Ettiklerine
sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan
kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
189. Göklerin
ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
190. Göklerin
ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim
akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.
191. Onlar
ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve
yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni
eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.
192. “Rabbimiz!
Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç
yardımcıları yoktur.”
193. “Rabbimiz!
Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman
ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle
beraber al.”
194. “Rabbimiz!
Peygamberlerin aracılığı ile bize va’dettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi
rezil etme. Şüphesiz sen, va’dinden dönmezsin.”
195. Rableri,
onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir
çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler,
yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve
öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat
olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en
güzeli Allah katındadır.”
196. Kâfirlerin
refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
197. (Onların
bu refahı) az bir yararlanmadır. Sonra onların barınağı cehennemdir. Ne kötü
bir yataktır orası!
198. Fakat
Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah katından bir konaklama yeri
olarak, içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah
katında olan şeyler iyiler için daha hayırlıdır.
199. Kitap
ehlinden öyleleri var ki, Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene,
Allah’a derinden saygı duyarak inanırlar. Allah’ın âyetlerini az bir değere
satmazlar. Onlar var ya, işte onların, Rableri katında mükâfatları vardır.
Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
200. Ey
iman edenler! Sabredin. Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin. (Cihat için)
hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa
eresiniz.
Medine döneminde inmiştir. 176
âyettir. Sûre, özellikle kadın haklarından, onların hukûkî ve sosyal
konumlarından bahsettiği için bu adı almıştır. “Nisâ” kadınlar demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Ey
insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da[104]
eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan
Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte
bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan
sakının. Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.
2.
Yetimlere
mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların
mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.
3.
Eğer,
(velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik
etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan
ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın.[105]
Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile
yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.
4.
Kadınlara
mehirlerini (bir görev olarak) gönül hoşluğuyla verin. Eğer kendi istekleriyle
o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin.
5.
Allah’ın,
sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin. O
mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.[106]
6.
Yetimleri
deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşid olduklarını
görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri
alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin.
(Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de
fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı
kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit
bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.
7.
Ana,
baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır.
Ana, baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Allah, bırakılanın azından da çoğundan da
bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir.
8.
Miras
taksiminde (kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır
bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara (gönüllerini alacak)
güzel sözler söyleyin.
9.
Kendileri,
geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye
kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten
sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
10.
Yetimlerin
mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş
yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.
11.
Allah,
size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını
emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye)
bıraktığının üçte ikisi onlarındır.[107]
Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye
bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer
çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer.
Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin)
yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan,
hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından
farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
12.
Eğer
çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının
yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir.
(Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer
sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri
onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine
bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden,
yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir
erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi
bulunursa, ona altıda bir düşer.[108]
Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma
varislere) zarar vermeksizin[109]
yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun
ödenmesinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah’ın emridir. Allah, hakkıyla bilendir,
halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
13.
İşte
bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat
ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere
sokar. İşte bu büyük başarıdır.
14.
Kim
de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah
onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.
15.
Kadınlarınızdan
fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik
ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol
açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışarı çıkarmayın).[110]
16.
Sizlerden
fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip
ıslah olurlarsa, onları incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok
kabul edendir, çok merhamet edendir.
17.
Allah
katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe
edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah,
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
18.
Yoksa
(makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip
çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak
ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.
19.
Ey
iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir. Açık bir hayâsızlık
yapmış olmaları dışında, kendilerine
verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın.
Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir
şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.[111]
20.
Eğer
bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne (mehir olarak) yüklerle
mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık
günaha girerek mi verdiğinizi geri alacaksınız?[112]
21.
Hem,
siz eşlerinizle birleşmiş ve onlar da sizden sağlam bir söz almış iken, onu
nasıl (geri) alırsınız?
22.
Geçmişte
olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu
bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu, ne kötü bir
yoldur.
23.
Size
şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz,
halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi
emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz,
karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup
evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz
onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız
kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan
bu tür evlilikler) başka.[113]
Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
24.
(Savaş
esiri olarak) sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı.
(Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında kalanlar
ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip)
istemeniz size helâl kılındı. Onlardan (nikâhlanıp) faydalanmanıza karşılık
sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra,
onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur. Şüphesiz
ki Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
25.
Sizden
kimin, hür mü’min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip olduğunuz mü’min
genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. Allah, sizin imanınızı daha iyi
bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri
ve gizli dost tutmamaları hâlinde, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin,
mehirlerini de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, onlara
hür kadınların cezasının yarısı uygulanır. Bu (cariye ile evlenme izni),
içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha
hayırlıdır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
26.
Allah,
size (hükümlerini) açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve
tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
27.
Allah,
sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa
düşmenizi istiyorlar.
28.
Allah,
sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
29.
Ey
iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı
rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz
Allah, size karşı çok merhametlidir.
30.
Kim
haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu,
Allah’a pek kolaydır.
31.
Eğer
size yasaklanan (günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı
örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.
32.
Allah’ın,
kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri (haset ederek) arzu edip
durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da
kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan, O’nun lütfunu isteyin. Şüphesiz
Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
33.
(Erkek
ve kadından) her biri için ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından (pay alan)
varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı (ahitleştiğiniz) kimselere de kendi
hisselerini verin.[114]
Şüphesiz Allah her şeye şahittir.
34.
Erkekler,
kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar.[115]
Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi
mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar.
İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar
da “gayb”ı[116] korurlar. (Evlilik
yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt
verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur
kalırsanız) onları (hafifçe) dövün.[117] Eğer
itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah,
çok yücedir, çok büyüktür.
35.
Eğer
karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir
hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek
isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir,
hakkıyla haberdardır.
36.
Allah’a
ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere,
yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya,
elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen
kimseleri sevmez.
37.
Bunlar
cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın, lütfundan
kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere kafirlere alçaltıcı bir azap
hazırlamışızdır.
38.
Bunlar,
mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de
inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır.
39.
Bunlar,
Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın verdiği rızıktan
(gösterişsiz olarak) harcasalardı, kendilerine ne zarar gelirdi? Allah, onları
en iyi bilendir.
40.
Şüphesiz
Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de
olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.
41.
Her
ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız
zaman, bakalım onların hâli nice olacak!.
42.
O
kıyamet günü, Allah’ı inkâr edip Peygamber’e isyan edenler, yer yarılıp içine
girmiş olmayı isterler ve Allah’tan hiçbir söz gizleyemezler.
43.
Ey
iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu
olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer
hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut
biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su
da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla)
yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok
bağışlayıcıdır.
44.
Kendilerine
Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar sapıklığı satın
alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.
45.
Allah,
sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah,
yardımcı olarak da yeter.
46.
Yahudilerden
öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları
anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak
“İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ”[118] derler.
Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri
için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini
lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.[119]
47.
Ey
kendilerine kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden, yahut cumartesi halkını[120] lânetlediğimiz
gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak
indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.
48.
Şüphesiz
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları
ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük
bir günah işleyerek iftira etmiş olur.
49.
Kendilerini
temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve
kendilerine kıl kadar zulmedilmez.
50.
Bak,
Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.
51.
Kendilerine
Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar “cibt”e ve “tâğût”a[121]
inanıyorlar. İnkâr edenler için de, “Bunlar, iman edenlerden daha doğru
yoldadır” diyorlar.
52.
Onlar,
Allah’ın lânet ettiği kimselerdir. Allah, kime lânet ederse, artık ona asla bir
yardımcı bulamazsın.
53.
Yoksa
onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile
vermezler.
54.
Yoksa,
insanları; Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar
mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük
bir hükümranlık da vermiştik.[122]
55.
Böylece
onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi. (O iman etmeyenlere) çılgın
ateş olarak cehennem yeter.
56.
Şüphesiz
âyetlerimizi inkâr edenleri biz ateşe atacağız. Derileri yanıp döküldükçe,
azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak
güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
57.
İman
edip salih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî
kalacakları cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları,
koyu gölgeler altında bulunduracağız.
58.
Allah,
size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel
öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
59.
Ey
iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan
ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz
takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve
Resûlüne arz edin.[123] Bu,
daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.
60.
(Ey
Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını
iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde,
onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa
düşürmek istiyor.[124]
61.
Münafıklara,
“Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygambere gelin” dendiği zaman, onların
senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.
62.
Kendi
işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da “Biz iyilik etmek
ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik” diye Allah’a yemin ederek sana
geldikleri zaman hâlleri nasıl olur?
63.
Onlar,
Allah’ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Öyleyse onlara aldırma. Onlara
öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle.
64.
Biz
her peygamberi sırf, Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer
onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının
bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette
Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.
65.
Hayır!
Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp,
sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir
teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.
66.
Eğer
biz onlara, “Hayatlarınızı feda edin veya yurtlarınızdan çıkın” diye yazmış
olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen
öğütleri tutsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha
çok pekiştirici olurdu.
67.
O
zaman kendilerine elbette katımızdan büyük bir mükâfat verirdik.
68.
Onları
elbette doğru yola iletirdik.
69.
Kim
Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet
verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle
birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.
70.
Bu
lütuf Allah’tandır. Hakkıyla bilen olarak Allah yeter.
71.
Ey
iman edenler! (Düşmana karşı) tedbirinizi alıp, küçük birlikler hâlinde, yahut topluca savaşa gidin.
72.
Şüphesiz,
aranızda öyle kimseler var ki, (onların her biri savaşa gitme konusunda)
hakikaten pek ağır davranır. Eğer başınıza bir musibet gelirse, “Allah, bana
lütfetti de onlarla beraber bulunmadım” der.
73.
Eğer
Allah’tan size bir lütuf (zafer) erişse, bu sefer de; sizinle kendisi arasında
hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der: “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da
büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım.”
74.
O
hâlde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda
savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona
büyük bir mükâfat vereceğiz.
75.
Size
ne oluyor da, Allah yolunda ve, “Ey Rabbimiz! Bizleri
halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize
katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler,
kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?
76.
İman
edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût[125]
yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın
hilesi zayıftır.
77.
Daha
önce kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin”
denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, hemen içlerinden bir
kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve
“Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin
ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten
sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.”
78.
Nerede
olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş
kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik
gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin
yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne
oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!
79.
Sana
ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey
Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah
yeter.
80.
Kim
peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin
ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.
81.
Sana
“baş üstüne” derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden birtakımı,
geceleyin; (senin gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar. Allah, onların
geceleyin kurduklarını yazmaktadır. Sen onlara aldırma. Allah’a tevekkül et.
Vekil olarak Allah yeter.[126]
82.
Hâlâ
Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası
tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.
83.
Kendilerine
güvenlik (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu
yayarlar. Hâlbuki onu peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere
götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek
nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti
olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.
84.
(Ey
Muhammed!) Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun!
Mü’minleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar.
Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir.
85.
Kim
güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de
kötü bir (işte) aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın
her şeye gücü yeter.
86.
Size
bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık
verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.
87.
Allah,
kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Andolsun, sizi kıyamet gününde
mutlaka bir araya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü Allah’ınkinden
daha doğru olan?
88.
Size
ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allah, onları yaptıkları
işlerden dolayı baş aşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür.
Allah’ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen
onun için asla bir çıkış yolu bulamazsın.
89.
Arzu
ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber
olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost
edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde
öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.
90.
Ancak
sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar,
yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp
(tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları size
musallat kılardı da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle
savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir
yol (yetki) vermemiştir.
91.
Diğer
birtakım kimselerin de hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak
istediklerini göreceksin. Bunlar küfre her döndürüldüklerinde ona atılırlar.
Eğer bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler,
ellerini savaştan çekmezlerse, onları yakalayın ve onları nerede bulursanız
öldürün. İşte bunlara karşı size apaçık bir yetki verdik.
92.
Bir
mü’minin bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak
yanlışlıkla olması başka. Kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse, bir
mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi
gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan
bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında
antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir
köle azad etmek gerekir. Bunlara imkân bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin
kabulü için iki ay ard arda oruç tutması gerekir. Allah, hakkıyla bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
93.
Kim
bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah,
ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.
94.
Ey
iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın.
Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz
dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler
vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman
oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.
95,96. Mü’minlerden
özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla,
canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün
kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir.
Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve
rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
97. Kendilerine
zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler
onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da,
“Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı
geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların
gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.[127]
98. Ancak
gerçekten zayıf ve güçsüz olan[128],
çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar
başkadır.
99. Umulur
ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok
bağışlayıcıdır.
100. Kim
Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de.
Kim Allah’a ve Peygamberine hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra
kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
101. Yeryüzünde
sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız, namazı
kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık
düşmanınızdır.[129]
102. (Ey
Muhammed!) Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara
namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını
da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında)
arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım
gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silâhlarını
yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve
eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet
çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir beis
yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah, inkârcılara
alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.[130]
103. Namazı
kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı
anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere
belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.
104. Düşman
topluluğunu izlemekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız,
kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar. Üstelik siz
Allah’tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
105. (Ey
Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar
arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin
savunucusu olma.
106. Allah’tan
bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
107. Kendilerine
hainlik edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.
108. Bunlar,
insanlardan gizlenmeye çalışırlar da Allah’tan gizlenmezler. Hâlbuki Allah,
geceleyin, razı olmayacağı sözleri kurarlarken onlarla beraberdir. Allah,
onların yaptıklarını (ilmiyle) kuşatmıştır.
109. İşte
siz öyle kimselersiniz (ki, diyelim) dünya hayatında onları savundunuz. Ya
kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak, yahut
kim onlara vekil olacak?
110. Kim
bir kötülük yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da
Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici
bulur.
111. Kim
bir günah kazanırsa, onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah, her şeyi
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
112. Kim
bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa,
şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.
113. (Ey
Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup
seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir
zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana
bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.
114. Bir
sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da
insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli
konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızasını
kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.
115. Kim,
kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar,
mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve
cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir.
116. Şüphesiz
Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları,
dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir
sapıklığa düşmüştür.
117. Onlar,
Allah’ı bırakıp ancak dişilere tapıyorlar.[131] Hâlbuki
(aslında) azgın bir şeytana tapmaktadırlar.
118. Allah,
o şeytana lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli
bir pay alacağım” dedi.
119. “Onları
mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara
emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine
onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.”[132] Kim
Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana
düşmüştür.
120. Şeytan
onlara (birçok) vaadde bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan,
ancak aldatmak için onlara vaadde bulunuyor.
121. İşte
onların barınağı cehennemdir. Ondan bir kaçış yolu bulamazlar.
122. İman
edip salih ameller işleyenleri de ebedî olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar
akan cennetlere koyacağız. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Kimdir sözü
Allah’ınkinden daha doğru olan?
123. İş,
ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş
yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost, ne de
bir yardımcı bulabilir.
124. Mü’min
olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete
girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
125. Kimin
dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in
dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, İbrahim’i dost edindi.
126. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatıcıdır.
127. Kadınlar
hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size fetvayı Allah
veriyor.” Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz
ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil
davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor. Ne hayır
yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.
128. Eğer
bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından,
yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde
ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa
ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a
karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
129. Ne
kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz.
Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda
kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten
sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
130. Eğer
ayrılırlarsa, Allah bol lütuf ve nimetiyle onların her birini zengin kılar
(başkalarına muhtaç bırakmaz). Allah, lütfu geniş olandır. O, hüküm ve hikmet
sahibidir.
131. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere
de, size de “Allah’a karşı gelmekten sakının” diye tavsiye ettik. Eğer inkâr
ederseniz, (bilin ki) göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah,
zengindir, övülmeye lâyıktır.
132. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.
133. Ey
insanlar! Allah dilerse sizi yok eder ve başkalarını getirir. Allah, buna
hakkıyla gücü yetendir.
134. Kim
dünya sevabı (nimeti) istiyorsa (bilsin ki), dünya sevabı da, ahiret sevabı da
Allah katındadır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
135. Ey
iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa,
Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.
(Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın).
Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise
adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği)
çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah,
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
136. Ey
iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce
indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını,
peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.
137. İman
edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında
ileri gidenler var ya; Allah, onları bağışlayacak da değildir, doğru yola
iletecek de değildir.
138. Münafıklara,
kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.
139. Onlar,
mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve
şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.
140. Oysa
Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve
onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri
müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm
indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde
toplayacaktır.
141. Onlar
sizi gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size bir fetih (zafer)
nasip olursa, “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Şayet kâfirlerin
(zaferden) bir payı olursa, “Size üstünlük sağlayıp sizi mü’minlerden korumadık
mı?” derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah,
mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.
142. Münafıklar,
Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir.
Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş
yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.
143. Onlar
küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (mü’minlere) ne de
şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah, kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol
bulamazsın.
144. Ey
iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize
Allah’a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
145. Şüphesiz
ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir
yardımcı da bulamazsın.
146. Ancak
tövbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’ın kitabına sarılanlar ve
dinlerini Allah’a has kılanlar müstesnadır. Bunlar mü’minlerle beraberdirler.
Allah, mü’minlere büyük bir mükâfat verecektir.
147. Eğer
şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün
karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.
148. Allah,
zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez.
Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
149. Bir
hayrı açıklar veya gizlerseniz, yahut bir kötülüğü
affederseniz (bilin ki), Allah da çok affedicidir, her şeye hakkıyla gücü
yetendir.
150,151. Şüphesiz, Allah’ı ve peygamberlerini
inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak
isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz” diyenler ve
böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte
onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
152. Allah’a
ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerlerinden
ayırmayanlara gelince, işte onlara Allah mükâfatlarını verecektir. Allah, çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
153. Kitap
ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Buna şaşma!)
Mûsâ’dan, bundan daha büyüğünü istemişler ve “Allah’ı bize açıkça göster”
demişlerdi. Böylece zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra
kendilerine apaçık deliller gelmesinin ardından (tuttular) buzağıyı tanrı
edindiler. Biz bunu da affettik ve Mûsâ’ya apaçık bir güç ve yetki verdik.
154. Verdikleri
sağlam söz(ü yerine getirmemeleri) sebebiyle “Tûr”u üzerlerine kaldırdık ve
onlara, “Tevazu ile kapıdan girin” dedik. Yine onlara, “Cumartesi (yasakları)
konusunda haddi aşmayın” dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık.
155. Verdikleri
sağlam sözü bozmalarından, Allah’ın âyetlerini inkâr etmelerinden,
peygamberleri haksız yere öldürmelerinden ve “kalplerimiz muhafazalıdır”
demelerinden dolayı (başlarına türlü belâlar verdik.
Onların kalpleri muhafazalı değildir), tam aksine inkârları
sebebiyle Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık onlar inanmazlar.[133]
156,157. Bir de inkârlarından ve Meryem’e
büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa
Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu
öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında
anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir
bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler.
158. Fakat
Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet
sahibidir.
159. Kitab
ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, ona (İsa’ya) iman edecek olmasın.
Kıyamet günü, o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.[134]
160,161. Yahudilerin yaptıkları zulüm ve
birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde
faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden
kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden
inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.
162. Fakat
onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden
önce indirilene iman ederler. O namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve
ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.
163. Biz,
Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a,
Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.[135]
164. Daha
önce kıssalarını sana anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız
(nice) peygamberler de gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.
165. Müjdeleyiciler
ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra
insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
166. Fakat
Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler
de buna şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter.
167. Şüphesiz
inkâr edenler, insanları Allah yolundan alıkoyanlar derin bir sapıklığa
düşmüşlerdir.
168. Şüphesiz
inkâr edenler ve zulmedenler (var ya), Allah onları asla bağışlayacak ve doğru
yola iletecek değildir.
169. (Allah
onları) ancak içinde ebedî kalacakları cehennemin yoluna iletir. Bu ise Allah’a
çok kolaydır.
170. Ey
insanlar! Peygamber size Rabbinizden hakkı (gerçeği) getirdi. O hâlde, kendi
iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey,
yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
171. Ey
Kitab ehli! Dininizde sınırları aşmayın ve Allah hakkında ancak hakkı söyleyin.
Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle
onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve
peygamberlerine iman edin, “(Allah) üçtür” demeyin.[136]
Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk
sahibi olmaktan uzaktır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Vekil
olarak Allah yeter.
172. Mesih
de, Allah’a yakın melekler de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim
Allah’a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, onların
hepsini huzuruna toplayacaktır.
173. İman
edip salih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onların mükâfatlarını eksiksiz
ödeyecek ve lütfundan onlara daha da fazlasını verecektir. Allah’a kulluk
etmekten çekinenlere ve büyüklük taslayanlara gelince; (Allah) onları elem dolu
bir azaba uğratacaktır ve onlar kendilerine Allah’tan başka bir dost ve yardımcı
da bulamayacaklardır.
174. Ey
insanlar! Size Rabbinizden kesin bir delil (Hz. Muhammed) geldi ve size apaçık
bir nur (Kur’an) indirdik.
175. Allah’a
iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa
kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.
176. Senden
fetva istiyorlar. De ki: “Allah, size “kelâle” (babasız ve çocuksuz kimse)nin
mirası hakkında hükmünü açıklıyor: Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi
bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da
bulunmazsa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek
kardeşin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızlı
iseler, o zaman (bir) erkeğe, iki kızın hissesi kadar (pay) vardır.
Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla
bilendir.
Medine döneminde inmiştir. 120
âyettir. Sûre, adını 112. ve 114. âyetlerde yer alan “mâide” (sofra)
kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca; verilen sözlerin yerine getirilmesi,
İsrailoğullarının sözlerinde durmamaları, Hıristiyanların yanlış inançları,
dünyaya düşkünlükleri ve yolsuzlukları, müslümanlar için bazı talimat, uyarı ve
dinî hükümler konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Ey
iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin.[137] İhramlı
iken avlanmayı helâl saymamanız kaydıyla[138],
okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar[139],
size helâl kılındı. Şüphesiz Allah istediği hükmü verir.
2.
Ey
iman edenler! Allah’ın (koyduğu din) nişanelerine[140],
haram aya[141], hac kurbanına, (bu
kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara ve de Rab’lerinden bol nimet ve hoşnutluk
isteyerek Kâ’be’ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda
(isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına
beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva
(Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık
üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası
çok şiddetlidir.
3.
Ölmüş
hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı
çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten
düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış
hayvanlar ile dikili taşlar[142]
üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız[143]
size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler
dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın,
benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.[144] Kim
şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden)
yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
4.
(Ey
Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size
temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah’ın size verdiği yeteneklerle eğitip
alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helâl kılındı. Onların sizin
için tuttuklarından yiyin. Onu (av için) salarken üzerine Allah’ın adını anın
(besmele çekin). Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk
görendir.
5.
Bu
gün size temiz ve hoş şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin
yiyecekleri size helâl, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir.[145]
Mü’min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden
olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek
ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Her kim de inanılması gerekenleri inkâr
ederse, bütün işlediği boşa gider. Ahirette de o, ziyana uğrayanlardandır.
6.
Ey
iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar
ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı
yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya
seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya
kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz
bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin).
Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak
ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.
7.
Allah’ın
üzerinizdeki nimetini ve “işittik, itaat ettik” dediğinizde ona verdiğiniz ve
sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten
sakının. Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
8.
Ey
iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik
eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe
itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır.
Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.
9.
Allah,
iman edip salih ameller işleyenler hakkında, "Onlar için bir bağışlama ve
büyük bir mükâfat vardır" diye vaatte bulunmuştur.
10.
İnkâr
edip âyetlerimizi yalanlayanlar var ya; işte onlar cehennemliklerdir.
11.
Ey
iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el
uzatmaya (tecavüze) kalkışmıştı da, Allah (buna engel olmuş) onların ellerini
sizden çekmişti. Allah’a karşı gelmekten sakının. Mü’minler yalnız Allah’a
tevekkül etsinler.
12.
Andolsun,
Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan-
seçmiştik. Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı
kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere
gönülden yardımda bulunarak) Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin
kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere
koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan
sapmıştır.”
13.
İşte,
verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lânetledik, kalplerini de
kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip)
değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir
kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima
bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü
Allah, iyilik yapanları sever.
14.
“Biz
hıristiyanız” diyenlerden de sağlam söz almıştık. Ama onlar da akıllarından
çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını unuttular. Bu sebeple, biz
de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kini salıverdik. Allah,
ne yapmakta olduklarını onlara bildirecek!
15.
Ey
kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip
durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor.
İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir.
16.
Allah,
onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle,
karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.
17.
Andolsun,
“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular.[146] De
ki: “Şâyet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların
hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve
bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini
yaratır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”
18.
(Bir
de) yahudiler ve hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgili kullarıyız”
dediler. De ki: “Öyleyse (Allah) size neden günahlarınız sebebiyle azap ediyor?
Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz.” (Allah) dilediğini
bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında
bulunanların da hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.
19.
Ey
kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada, “Bize ne müjdeleyici bir
peygamber geldi, ne de bir uyarıcı” demeyesiniz diye, işte size (hakikatı)
açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı
gelmiştir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
20.
Hani
Mûsâ, kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın, üzerinizdeki nimetini
hatırlayın. Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştı[147] ve
(diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti.”
21.
“Ey
kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın ardınıza dönmeyin.
Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz.”[148]
22.
Dediler
ki: “Ey Mûsâ! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar
oradan çıkmadıkça, biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de
gireriz.”
23.
Korkanların
içinden Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: “Onların
üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer
mü’minler iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.”
24.
Dediler
ki: “Ey Mûsa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve
Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.”
25.
Mûsa,
“Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, o
yoldan çıkmışların arasını ayır” dedi.
26.
Allah,
şöyle dedi: “O hâlde, orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde
yeryüzünde şaşkın şaşkın dönüp dolaşacaklar. Artık böyle yoldan çıkmış kavme
üzülme.”
27.
(Ey
Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi
de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul
edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti.
Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder”
demişti.
28.
“Andolsun!
Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi
uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
29.
“Ben
istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip
cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.”
30.
Derken
nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece
ziyan edenlerden oldu.
31.
Nihayet
Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için
yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da
kardeşimin cesedini örtmekten âciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık
duyanlardan olmuştu.
32.
Bundan
dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can
karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın
öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını
kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara
resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan
birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.
33.
Allah’a
ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların
cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya
ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir.
Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir
azap vardır.[149]
34.
Ancak
onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar. Artık Allah’ın
çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu bilin.
35.
Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve
O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.
36.
Şüphesiz
yeryüzünde olanların hepsi ve yanında bir o kadarı daha kendilerinin (kâfirlerin)
olsa da onu kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar,
onlardan yine kabul edilmez. Onlara elem dolu bir azap vardır.
37.
Ateşten
çıkmak isterler ama ondan çıkabilecek değillerdir. Onlara sürekli bir azap
vardır.
38.
Yaptıklarına
bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile
hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
39.
Her
kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz,
Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.
40.
Bilmez
misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. O, dilediğine azap
eder, dilediğini de bağışlar. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
41.
Ey
Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla “İnandık” diyenler
(münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar
(Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler[150],
sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki)
yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: “Eğer size şu
hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının.” Allah, kimin azaba
uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.
Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir.[151]
Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır.
42.
Onlar,
yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse, ister
aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan,
sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek olursan, aralarında adaletle
hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.
43.
Yanlarında,
içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem
yapıyorlar, sonra bunun ardından verdiğin hükümden yüz çeviriyorlar? İşte onlar
(kendi kitaplarına da, sana da) inanmış değillerdir.
44.
Şüphesiz
Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim
olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış
kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını
korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler.
Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir
karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta
kendileridir.
45.
Onda
(Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa
kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını
bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah’ın indirdiği
ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.
46.
O
peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı
olarak gönderdik. Ona, içerisinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı
doğrulayan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir
öğüt olarak İncil’i verdik.
47.
İncil
ehli Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,
fasıkların ta kendileridir.
48.
(Ey
Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı,
onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet
ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz
için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir
ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı.
Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa
düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.
49.
Aralarında,
Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana
indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından
sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle
onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan
çıkmışlardır.
50.
Onlar
hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum
için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?
51.
Ey
inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin
dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır.
Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.[152]
52.
İşte
kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, “Başımıza bir felaketin gelmesinden
korkuyoruz” diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir
getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar.
53.
(O
zaman) iman edenler derler ki: “Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle
Allah’a yemin edenler şunlar mı?” Bunların çabaları boşa çıkmıştır. Böylece ziyan
edenler olmuşlardır.
54.
Ey
iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle
bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar
mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah
yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da
korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu
geniş olandır, hakkıyla bilendir.
55.
Sizin
dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı
kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.
56.
Kim
Allah’ı, O‘nun peygamberini ve inananları dost edinirse, bilsin ki şüphesiz
Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir.
57.
Ey
iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp
oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz
Allah’a karşı gelmekten sakının.
58.
Siz
namaza çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu,
şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.
59.
De
ki: “Ey kitap ehli! Sadece Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilmiş
olan (ilâhî kitap)lara inandığımızdan ve çoğunuzun da fasıklar olmasından ötürü
bizden hoşlanmıyorsunuz.”
60.
De
ki: “Allah katında cezası bundan daha kötü olanları size haber vereyim mi?
Onlar, Allah’ın lânetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden maymunlar ve
domuzlar çıkardığı kimseler ile şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri
daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır.”
61.
(Yanınıza)
küfürle girip yine (yanınızdan) küfürle çıktıkları hâlde, size geldiklerinde
“İnandık” dediler. Allah, onların saklamakta oldukları şeyi daha iyi bilir.
62.
Onlardan
çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını
görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!
63.
Bunları,
din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten
sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!
64.
Bir
de Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Söylediklerinden ötürü kendi
elleri bağlansın ve lânete uğrasınlar! Hayır, O’nun iki eli de açıktır,
dilediği gibi verir. Andolsun, sana Rabbinden indirilen (Kur’an) onlardan
birçoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete kadar
düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah
onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah,
bozguncuları sevmez.
65.
Eğer
kitap ehli iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, muhakkak
onların kötülüklerini örterdik ve onları Naim cennetlerine koyardık.
66.
Eğer
onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı)
gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol
rızık) yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun
yaptığı ne kötüdür!
67.
Ey
Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun
verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan
korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.
68.
De
ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı)
uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki sana Rabbinden
indirilen bu Kur’an, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle
ise o kâfirler toplumu için üzülme.
69.
Şüphesiz
inananlar (müslümanlar) ile Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan (her bir
grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller
işleyenler için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır” (diye
hükmedilmiştir.)[153]
70.
Andolsun,
İsrailoğullarından sağlam söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Fakat
her ne zaman bir Peygamber, onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir hükmü
getirdiyse; onlardan bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.
71.
(Bu
yaptıklarında) bir belâ olmayacağını sandılar da kör ve sağır kesildiler. Sonra
(tövbe ettiler), Allah da onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onlardan
çoğu kör ve sağır kesildiler. Allah, onların yaptıklarını hakkıyla görendir.
72.
Andolsun,
“Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir oldu.[154] Oysa
Mesih şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona
cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için
hiçbir yardımcı yoktur.”
73.
Andolsun,
“Allah, üçün üçüncüsüdür” diyenler kâfir oldu.[155] Hâlbuki
bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse,
andolsun onlardan inkâr edenlere elbette, elem dolu bir azap dokunacaktır.
74.
Hâlâ
mı Allah’a tövbe etmezler ve O’ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
75.
Meryem
oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler geldi
geçti. Onun annesi de dosdoğru bir kadındır. (Nasıl ilâh olabilirler?) İkisi de
yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz. Sonra bak ki, nasıl
da (haktan) çevriliyorlar.
76.
(Ey
Muhammed!) De ki: “Allah’ı bırakıp da, sizin için ne bir zarara ne de bir
yarara gücü yeten şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah, hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir.”
77.
De
ki: “Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce
sapmış, birçoklarını da saptırmış ve dümdüz yoldan da şaşmış bir milletin arzu
ve keyiflerine uymayın.”
78.
İsrailoğullarından
inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan
etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.
79.
İşledikleri
herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta
oldukları ne kötüydü!
80.
Onlardan
birçoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Andolsun ki kendileri
için önceden (ahirete) gönderdikleri şey; Allah’ın onlara gazap etmesi ne
kötüdür! Onlar azap içinde ebedî kalıcıdırlar.
81.
Eğer
Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene (Kur’an’a) inanıyor olsalardı, onları
(müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fasık kimselerdir.
82.
(Ey
Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin
kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların
iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da “Biz hıristiyanlarız” diyenler
olduğunu mutlaka görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır.
Onlar büyüklük de taslamazlar.
83.
Peygamber’e
indirileni (Kur’an’ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin
yaşla dolup taştığını görürsün. “Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik
edenler (Muhammed’in ümmeti) ile[156]
beraber yaz” derler.
84.
“Rabbimizin,
bizi salihler topluluğuyla beraber (cennete) koymasını umarken, Allah’a ve bize
gelen gerçeğe ne diye inanmayalım?”
85.
Dedikleri
bu söze karşılık Allah onlara, devamlı kalacakları, içinden ırmaklar akan
cennetleri mükâfat olarak verdi. İşte bu, iyilik yapanların mükâfatıdır.
86.
İnkâr
edenlere ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir.
87.
Ey
iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize)
haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi
aşanları sevmez.
88.
Allah’ın
size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine
inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.
89.
Allah,
boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile
yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin keffareti,
ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak,
yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa,
onun keffareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin
keffareti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah, size âyetlerini işte böyle
açıklıyor ki şükredesiniz.[157]
90.
Ey
iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve
fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa
eresiniz.[158]
91.
Şeytan,
içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan
ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?
92.
Öyleyse
Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının.
Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki, elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.
93.
İman
edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman
ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları
ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik
ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur.
Allah, iyilik edenleri sever.
94.
Ey
iman edenler! Andolsun, Allah sizleri, ellerinizin ve mızraklarınızın
erişebileceği av(lar) ile elbette deneyecek ki, görmediği hâlde kendisinden
korkanı ayırıp meydana çıkarsın. Kim bundan (bu açıklamadan) sonra haddini
tecavüz ederse, ona elem dolu bir azap vardır.
95.
Ey
iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı iken)
onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ’be’ye ulaştırılmak
üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir
kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek suretiyle
keffaret; yahut onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu
tatması içindir. Allah, geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle
yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam
sahibidir.
96.
Sizin
için de yolcular için de bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz
ürünlerini yemek sizlere helâl kılındı. Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece
size haram kılındı. Huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
97.
Allah;
Ka’be’yi, o saygıdeğer evi, haram ayı[159],
hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları insanlar(ın din ve
dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma) sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve
yerde ne varsa hepsini Allah’ın bildiğini ve Allah’ın (zaten) her şeyi hakkıyla
bilmekte olduğunu bilmeniz içindir.[160]
98.
Bilin
ki, Allah’ın cezası çetindir ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
99.
Peygamberin
üzerine düşen ancak tebliğdir. Allah, sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi de
bilir.
100. (Ey Muhammed!) De ki: “Pis ile temiz
bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile.” Ey akıl sahipleri! Allah’a karşı
gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.
101. Ey iman edenler! Size açıklandığı
takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın.[161]
Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Hâlbuki)
Allah onları bağışlamıştır. Allah, çok bağışlayandır, halîmdir (hemen cezalandırmaz,
mühlet verir.)
102. Sizden önceki bir millet o tür
şeyleri sordu da sonra o yüzden kâfir oldu.
103. Allah, ne “Bahîre”, ne “Sâibe”, ne
“Vasîle”, ne de “Hâm” diye bir şey meşru kılmamıştır. Fakat,
inkâr edenler Allah’a karşı yalan uyduruyorlar. Zaten çoklarının aklı da ermez.[162]
104. Onlara, “Allah’ın indirdiğine
(Kur’an’a) ve Peygamber’e gelin” denildiğinde onlar, “Babalarımızı üzerinde
bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru
yolu bulamamış olsalar da mı?
105. Ey iman edenler! Siz kendinizi
düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez.
Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber
verecektir.
106. Ey iman edenler! Birinizin ölümü
yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden
adaletli iki kişidir. Yahut; seferde olup da başınıza
ölüm musibeti gelirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer
şüphe ederseniz, onları namazdan sonra alıkorsunuz da Allah adına, “Akraba da
olsa, şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız
şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde, şüphesiz günahkârlardan oluruz”
diye yemin ederler.
107. (Eğer sonradan) o iki kişinin günaha
girdikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa, o zaman, bu öncelikli şahitlerin
zarar verdiği kimselerden olan başka iki adam, onların yerine geçer ve “Allah’a
yemin ederiz ki, bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden elbette daha
gerçektir. Biz hakkı da çiğneyip geçmedik. Çünkü o takdirde, biz elbette
zalimlerden oluruz” diye yemin ederler.
108. Bu (usul), şahitliği lâyıkıyla yerine
getirmeleri ve yeminlerinden sonra başka yeminlere başvurulacağından endişe
etmelerini sağlamak için en uygun çaredir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve
dinleyin. Allah, fasık toplumu doğruya iletmez.
109. Allah’ın, peygamberleri toplayıp[163]
“siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?” diyeceği, onların da, “Bizim
hiçbir bilgimiz yok. Gaybleri hakkıyla bilen ancak sensin” diyecekleri günü
hatırlayın.
110. O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey
Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani,
seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken
de insanlara konuşuyordun.[164]
Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim.[165]
Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine
üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu.[166]
Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim
iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık
mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr
edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür”
demişlerdi.
111. Hani bir de, “Bana ve Peygamberime
iman edin” diye havarilere[167]
ilham etmiştim. Onlar da “İman ettik. Bizim müslüman olduğumuza sen de şahit
ol” demişlerdi.
112. Hani havariler de, “Ey Meryem oğlu
İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. İsa da, “Eğer
mü’minler iseniz, Allah’a karşı gelmekten sakının” demişti.
113. Onlar, “İstiyoruz ki ondan yiyelim,
kalplerimiz yatışsın. Senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona, (gözü ile)
görmüş şahitlerden olalım” demişlerdi.
114. Meryem oğlu İsa, “Ey Allahım! Ey
Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki
dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir
mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın” dedi.
115. Allah da, “Ben onu size indireceğim.
Ama ondan sonra sizden her kim inkâr ederse, artık ben ona kâinatta hiçbir
kimseye etmeyeceğim azabı ederim” demişti.
116. Allah, kıyamet günü şöyle diyecek:
“Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh
edinin, dedin?” İsa da şöyle diyecek: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım.
Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu
söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin,
ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla
bilensin.”
117. “Ben onlara, sadece bana emrettiğin
şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin
(dedim.) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit (ve örnek) idim. Ama beni
içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen, her
şeye hakkıyla şahitsin.”
118. “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok
ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen
mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.
119. Allah, şöyle diyecek: “Bugün,
doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar
akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş,
onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.
120. Göklerin, yerin ve bunlardaki her
şeyin hükümranlığı yalnızca Allah’ındır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
Mekke döneminde inmiştir. Kuvvetli
görüşe göre, 91, 92, 93, 151, 152 ve 153. âyetler Medine’de inmiştir. 165
âyettir. Adını, 136, 138 ve 139. âyetlerde yer alan “el-En’âm” kelimesinden
almıştır. En’âm, koyun, keçi, deve ve sığır cinsi ehli hayvanları ifade eden
bir kelimedir. Sûrede başlıca tevhide, adalete, peygamberliğe, ahirete dair
meseleler ile küfrün ve batıl inançların reddi ve bazı temel ahlâk kuralları
konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hamd,
gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur.
Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.
2.
O
öyle bir Rab’dır ki, sizi çamurdan yaratmış, sonra (her birinize) bir ecel
tayin etmiştir. (Kıyametin kopması için) belirlenmiş bir ecel de O’nun
katındadır. Siz ise hâlâ şüphe ediyorsunuz.
3.
Hâlbuki
O, göklerde de Allah’tır, yerde de. Sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu
da. Sizin daha ne kazanacağınızı da bilir.
4.
Onlara
Rablerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki ondan yüz çevirmesinler.
5.
Nitekim
hak (Kur’an) kendilerine gelince onu yalanladılar. Fakat alay ettikleri şeyin
haberleri kendilerine ilerde gelecektir.[168]
6.
Onlardan
önce nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size
vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık.
Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helâk
ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.
7.
(Ey
Muhammed!) Eğer sana kâğıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle
ona dokunsalardı, yine o inkâr edenler, “Bu, apaçık büyüden başka bir şey
değildir” diyeceklerdi.
8.
Bir
de dediler ki: “Ona (açıktan göreceğimiz) bir melek indirilse ya!” Eğer (öyle)
bir melek indirseydik artık iş bitirilmiş olurdu, sonra da kendilerine göz
açtırılmazdı. (Hemen helâk edilirlerdi.)
9.
Eğer
onu (Peygamberi) bir melek kılsaydık yine onu bir adam (suretinde) yapardık[169] ve
onları yine içinde bulundukları karmaşaya düşürmüş olurduk.[170]
10.
(Ey
Muhammed!) Andolsun, senden önce de birçok peygamber alaya alınmıştı da onlarla
alay edenleri, alay ettikleri şey kuşatıp mahvetmişti.
11.
De
ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl
olmuş bir görün.”
12.
De
ki: “Şu göklerdekiler ve yerdekiler kimindir?” “Allah’ındır” de. O, merhamet
etmeyi kendine gerekli kıldı. Andolsun sizi mutlaka kıyamet gününe toplayacak.
Bunda hiç şüphe yok. Kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar
inanmazlar.
13.
Gece
ve gündüzde barınan her şey O’nundur. O, hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir.
14.
De
ki: “Göklerin ve yerin yaratıcısı olan,
beslediği hâlde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı dost
edineceğim.” De ki: “Bana, (Allah’a) teslim olanların ilki olmam emredildi ve
sakın Allah’a ortak koşanlardan olma (denildi).”
15.
De
ki: “Ben Rabbime isyan edersem gerçekten, büyük bir günün (kıyamet gününün)
azabından korkarım.”
16.
(O
günün azabı) kimden savuşturulursa, gerçekten (Allah) ona acımıştır. İşte bu
apaçık kurtuluştur.
17.
Şayet
Allah sana bir zarar dokundursa, bunu O’ndan başka giderecek yoktur. Fakat sana
bir hayır dokunduracak olsa onu da kimse gideremez. Bil ki O, her şeye hakkıyla
gücü yetendir.
18.
O,
kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. O, hüküm ve hikmet sahibidir,
(her şeyden) hakkıyla haberdardır.
19.
De
ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin
aranızda şahittir.[171]
İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.
Gerçekten siz mi Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitlik
ediyorsunuz?” De ki: “Ben şahitlik etmem.” De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve
şüphesiz ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”
20.
Kendilerine
kitap verdiklerimiz, onu (Peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi
tanırlar.[172] Kendilerini ziyana
sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
21.
Kim
Allah’a karşı yalan uydurandan, ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha
zalimdir? Şüphesiz ki, zalimler kurtuluşa eremez.
22.
Onları
tümüyle (mahşere) toplayıp da Allah’a ortak koşanlara, “Nerede, ilâh
olduklarını iddia ettiğiniz ortaklarınız?” diyeceğimiz günü hatırla.
23.
Sonunda
onların manevraları, “Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz (O’na) ortak koşanlar
değildik” demelerinden başka bir şey olmayacaktır.
24.
Bak,
kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve iftira edip durdukları şeyler
(uydurma ilâhları) onları nasıl yüzüstü bırakıp kayboluverdi?
25.
İçlerinden,
(Kur’an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri
üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız.[173] Her
türlü mucizeyi görseler de onlara inanmazlar. Hatta tartışmak üzere sana
geldiklerinde inkâr edenler, “Bu (Kur’an) evvelkilerin masallarından başka bir
şey değil” derler.
26.
Onlar
başkalarını ondan (Kur’an’dan) alıkoyarlar, hem de kendileri ondan uzak
kalırlar. Onlar farkına varmaksızın, ancak kendilerini helâk ediyorlar.
27.
Ateşin
karşısında durdurulup da, “Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin
âyetlerini yalanlamasak ve mü’minlerden olsak” dedikleri vakit (hâllerini) bir
görsen!
28.
Hayır,
(bu yakınmaları) daha önce gizlemekte oldukları şeyler onlara göründü (de
ondan). Eğer çevrilselerdi, elbette kendilerine yasaklanan şeylere yine
döneceklerdi. Şüphesiz onlar yalancıdırlar.
29.
Derler
ki: “Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de
değiliz.”
30.
Rab’lerinin
huzurunda durduruldukları vakit (hâllerini) bir görsen! (Allah) diyecek ki:
“Nasıl, şu (dirilmek) gerçek değil miymiş?” Onlar, “Evet, Rabbimize andolsun
ki, gerçekmiş” diyecekler. (Allah), “Öyleyse inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı
tadın azabı!” diyecek.
31.
Allah’ın
huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara
ansızın o saat (kıyamet) gelip çatınca, bütün günahlarını sırtlarına
yüklenerek, “Hayatta yaptığımız kusurlardan ötürü vay hâlimize!” diyecekler.
Dikkat edin, yüklendikleri günah yükü ne kötüdür!
32.
Dünya
hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı
gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
33.
Ey
Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar
gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler Allah’ın âyetlerini inadına
inkâr ediyorlar.
34.
Andolsun
ki, senden önce de birçok Peygamberler yalanlanmıştı da onlar yalanlanmalarına
ve eziyet edilmelerine karşı sabretmişler ve nihayet kendilerine yardımımız
yetişmişti. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek bir güç de yoktur.[174]
Andolsun peygamberler ile ilgili haberlerin bir kısmı sana gelmiş bulunuyor.
35.
Eğer
onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir
mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi, elbette
onları hidayet üzere toplardı. O hâlde, sakın cahillerden olma.
36.
(Davete),
ancak (bütün kalpleriyle) kulak verenler uyar. (Kalben) ölüleri ise (yalnızca)
Allah diriltir. Sonra da hepsi O’na döndürülürler.
37.
Dediler
ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilse ya!” (Ey Muhammed!) De ki: “Şüphesiz
Allah’ın, bir mucize indirmeğe gücü yeter. Fakat onların çoğu bilmiyor.”
38.
Yeryüzünde
gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi
birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik
bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.
39.
Âyetlerimizi
yalanlayanlar, karanlıklar içerisindeki birtakım sağırlar ve dilsizlerdir.
Allah, kimi dilerse onu şaşırtır.[175]
Kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzere kılar.
40.
(Ey
Muhammed!) De ki: “Söyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse veya size
kıyamet saati gelip çatsa (böyle bir durumda) siz Allah’tan başkasını mı
çağırırsınız? Eğer (putların size yararı dokunduğu iddianızda) doğru
söyleyenlerseniz (haydi onları yardıma çağırın).
41.
Hayır!
(Bu durumda) yalnız O’na dua edersiniz, O da dilerse (kurtulmak için) dua
ettiğiniz sıkıntıyı giderir ve siz o an Allah’a ortak koştuklarınızı
unutursunuz.”
42.
Andolsun,
senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini
dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli
yoksulluk ve darlıklarla yakaladık.
43.
Hiç
olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya.. Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da
yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti.
44.
Derken
onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin
kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada,
onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar.
45.
Böylece
zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
46.
De
ki: “Ne dersiniz, eğer Allah sizin kulağınızı ve gözlerinizi alır, kalplerinizi de mühürlerse, Allah’tan başka
onu size (geri) getirecek ilâh kimmiş?” Bak, biz âyetleri değişik biçimlerde
nasıl açıklıyoruz, sonra onlar nasıl yüz çeviriyorlar?
47.
De
ki: “Ne dersiniz, Allah’ın azabı size beklenmedik bir anda veya açıktan açığa
gelse, zalimler toplumundan başkası mı helâk edilecek?”
48.
Biz
peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman
eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak
değillerdir.
49.
Âyetlerimizi
yalanlayanlara ise, yapmakta oldukları fasıklık sebebiyle azap dokunacaktır.
50.
De
ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da
bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye
uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”
51.
Kendileri
için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi bulunmaksızın, Rab’lerinin
huzurunda toplanmaktan korkanları, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye,
onunla (Kur’an ile) uyar.
52.
Rab’lerinin
rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri yanından kovma. Onların
hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları
kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.[176]
53.
Böylece
insanların bazısını bazısı ile denedik ki, “Allah, aramızdan şu adamları mı
iman nimetine lâyık gördü?” desinler. Allah, şükreden kullarını daha iyi bilen
değil mi?
54.
Âyetlerimize
iman edenler sana geldikleri zaman, de ki: “Selâm olsun size! Rabbiniz kendi
üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat
işler de sonra peşinden tövbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) O, çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
55.
Suçluların
yolu da açığa çıksın diye âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.
56.
De
ki: “Sizin, Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana
kesinlikle yasaklandı. Ben sizin arzularınıza uymam. (Uyarsam) o takdirde
sapmış olurum, hidayete erenlerden olmam.”
57.
De
ki: “Şüphesiz ben, Rabbimden (gelen) kesin bir belge üzereyim. Siz ise onu
yalanladınız. Sizin acele istediğiniz azap benim elimde değil. Hüküm yalnızca
Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayırt edenlerin en
hayırlısıdır.”
58.
De
ki: “Sizin acele istediğiniz azap şayet benim elimde olsaydı, benimle sizin
aranızda iş elbette bitirilmiş olurdu.” Allah, zalimleri daha iyi bilir.[177]
59.
Gaybın
anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde
olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da
hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın
bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.
60.
O,
geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün
kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri
sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.
61.
O,
kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler
gönderir.[178] Nihayet birinize ölüm
geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla
kusur etmezler.
62.
Sonra
hepsi, gerçek sahipleri Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur. O, hesap görenlerin en çabuğudur.
63.
De
ki: “Sizler, açıktan ve gizlice O’na ‘Eğer bizi bundan kurtarırsa, elbette
şükredenlerden olacağız’ diye dua ederken, sizi karanın ve denizin
karanlıklarından (tehlikelerinden) kim kurtarır?”
64.
De
ki: “Onlardan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Ama siz yine de O’na
ortak koşuyorsunuz.”
65.
De
ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap
göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini
kiminize tattırmaya gücü yetendir.” Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik
biçimlerde nasıl açıklıyoruz.
66.
O
(Kur’an) hak olduğu hâlde, kavmin onu yalanladı. De ki: “Ben size vekil (sizden
sorumlu) değilim.”[179]
67.
Her
haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır. İleride bileceksiniz.
68.
Âyetlerimiz
hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar
onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra
(kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.[180]
69.
Allah’a
karşı gelmekten sakınanlara, onların hesabından bir şey (sorumluluk) yoktur.
Fakat üzerlerine düşen bir hatırlatmadır. Belki sakınırlar.
70.
Dinlerini
oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak.
Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt
ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi.
(Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar
kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp
kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap
vardır.
71.
De
ki: “Allah’ı bırakıp da bize faydası olmayan, zararı da dokunmayan şeylere mi
tapalım? Allah, bizi hidayete kavuşturduktan sonra gerisingeri (şirke) mi
döndürülelim? Arkadaşları ‘bize gel!’ diye doğru yola çağırdıkları hâlde,
yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi (olalım)?”
De ki: “Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah’ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbine
boyun eğmek emrolundu.”
72.
Bir
de, bize, “Namazı dosdoğru kılın ve Allah’a karşı gelmekten sakının” diye
emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah’tır.
73.
O,
gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yaratandır. Allah’ın “ol” deyip de
her şeyin oluvereceği günü hatırla. O’nun sözü gerçektir. Sûr’a üflendiği gün
de mülk (hükümranlık) O’nundur. Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm
ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
74.
Hani
İbrahim, babası Âzer’e, “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni
de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.
75.
İşte
böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı[181]
gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.
76.
Üzerine
gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca
da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi.
77.
Ay’ı
doğarken görünce de, “İşte Rabbim!” dedi. Ay da batınca, “Andolsun ki, Rabbim
bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi.
78.
Güneşi
doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca
(kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden
uzağım” dedi.
79.
“Ben,
hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben,
Allah’a ortak koşanlardan değilim.”
80.
Kavmi
onunla tartışmaya girişti. Dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında
benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Hem sizin O’na ortak koştuklarınızdan
ben korkmam; ancak Rabbimin bir şey dilemiş olması başka. Rabbimin ilmi her
şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?”
81.
“Allah’ın,
size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan
korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden ne diye korkayım? Öyle
ise iki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır? Eğer biliyorsanız söyleyin.”
82.
İman
edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların
hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.
83.
İşte
kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz
dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve
hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
84.
Biz
ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce
Nûh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u,
Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.
85.
Zekeriya’yı,
Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih
kimselerden idi.
86.
İsmail’i,
Elyasa’ı, Yûnus’u ve Lût’u da doğru yola erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün
kılmıştık.
87.
Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bir
kısmını da. Bütün
bunları seçtik ve bunları dosdoğru bir yola ilettik.
88.
İşte
bu, Allah’ın hidayetidir ki, kullarından dilediğini buna iletip yöneltir. Eğer
onlar da Allah’a ortak koşsalardı, bütün yaptıkları boşa gitmişti.
89.
Onlar
kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şunlar
(inanmayanlar) bunları tanımayıp inkâr ederlerse, biz onları inkâr etmeyecek
olan bir kavmi, onlara vekil kılmışızdır.[182]
90.
İşte,
o peygamberler, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen de
onların tuttuğu yola uy. De ki: “Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum.
O (Kur’an), bütün âlemler için ancak bir uyarıdır.”
91.
Allah’ın
kadrini gereği gibi bilemediler.[183] Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler.[184] De
ki: “Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kâğıtlar
hâline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) sizin
de, babalarınızın da bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab’ı kim indirdi?”
(Ey Muhammed!) “Allah” (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları
batakta oynayadursunlar.
92.
İşte
bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik
eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın
diye indirdiğimiz bir kitaptır.[185]
Ahirete iman edenler, ona da inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.
93.
Allah’a
karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu”
diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden
kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde
çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a
karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun
âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile
cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!
94.
Andolsun,
sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz
dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları
olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık
aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia
ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.
95.
Şüphesiz
Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır.
Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! Peki (O’ndan)
nasıl çevriliyorsunuz?
96.
O,
karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da
ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla
bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).
97.
O,
sayelerinde, kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için
yıldızları yaratandır. Bilen bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.
98.
O,
sizi bir tek candan yaratandır. Sizin bir karar kılma yeriniz, bir de emanet
bırakılma yeriniz var. Biz anlayan bir toplum için âyetleri ayrı ayrı
açıklamışızdır.
99.
O,
gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan
yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler,
-hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri,
zeytin ve nar çıkarırız: (Her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden
farklı.[186] Bunların meyvesine, bir
meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir
topluluk için (Allah’ın varlığını gösteren) ibretler vardır.
100. Bir de cinleri Allah’a birtakım
ortaklar yaptılar. Oysa onları O yarattı. Bilgisizce Allah’a oğullar ve kızlar
da uydurdular. O, onların niteledikleri şeylerden uzaktır, yücedir.
101. O, gökleri ve yeri örnekleri yokken
yaratandır. O’nun bir eşi olmadığı hâlde, nasıl bir çocuğu olabilir? Hâlbuki
her şeyi O yarattı. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
102. İşte sizin Rabbiniz Allah. O’ndan
başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk
edin. O, her şeye vekil (her şeyi yöneten, görüp gözeten)dir.
103. Gözler O’nu idrak edemez ama O,
gözleri idrak eder.”[187] O,
en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.
104. Rabbinizden size gerçekleri gösteren
deliller[188] geldi. Artık kim gözünü
açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük
ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim.
105. Onlar, “Sen iyi ders almışsın”
desinler diye ve bir de bilen bir toplum için onu (Kur’an’ı) açıklayalım diye
âyetleri değişik biçimlerde işte böylece açıklıyoruz.[189]
106. Ey Muhammed! Sen, Rabbinden sana
vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz
çevir.
107. Allah dileseydi ortak koşmazlardı.
Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu)
da değilsin.
108. Onların, Allah’ı bırakıp
tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a
söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri
ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını
kendilerine bildirecektir.
109. Eğer kendilerine (başka) bir mucize
gelirse, mutlaka ona inanacaklarına dair en güçlü yeminleriyle Allah’a yemin
ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır. O mucizeler geldiği vakit de
inanmayacaklarını siz ne bileceksiniz?”
110. Biz onların kalplerini ve gözlerini
ters döndürürüz de ilkin ona iman etmedikleri gibi (mucize geldikten sonra da
inanmazlar) ve yine onları azgınlıkları içinde bırakırız da bocalar dururlar.
111. Biz onlara melekleri de indirseydik,
kendileriyle ölüler de konuşsaydı ve her şeyi karşılarında (hakikatın şahidleri
olarak) toplasaydık, Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi. Fakat
onların çoğu bilmiyorlar.
112. İşte böylece biz her peygambere insan
ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı
laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O hâlde, onları
iftiralarıyla baş başa bırak.
113. Bir de (şeytanlar), ahirete
inanmayanların gönülleri bu yaldızlı sözlere meyletsin, onlardan hoşlansınlar
ve işleyecekleri günahları işlesinler diye (bu fısıldamayı yaparlar).
114. “Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak
indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (de). Kendilerine
kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu
bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma.[190]
115. Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk
ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O,
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
116. Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan
seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece
yalan uyduruyorlar.
117. Şüphesiz senin Rabbin, yolundan
sapanı çok iyi bilir ve yine O, doğru yolu bulanları en iyi bilendir.
118. Artık, âyetlerine inanan kimseler
iseniz üzerine Allah’ın ismi anılarak kesilmiş hayvanlardan yiyin.
119. Allah, yemek zorunda kaldıklarınız
dışında size neleri haram kıldığını tek tek açıklamışken, üzerine adının
anıldığı hayvanları yememenizin sebebi nedir.[191]
Gerçekten birçokları nefislerinin arzularına uyarak bilmeden (halkı)
saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.
120. Günahın açığını da bırakın, gizlisini
de. Çünkü günah kazananlar yaptıkları karşılığında cezalandırılacaklardır.
121. Üzerine Allah adı anılmayan
(hayvan)lardan yemeyin. Çünkü bu şekilde davranış fasıklıktır. Bir de şeytanlar
kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için mutlaka fısıldarlar. Onlara
boyun eğerseniz şüphesiz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz.[192]
122. Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine,
insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç,
karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur
mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.
123. İşte böyle, her memlekette
günahkârları oranın ileri gelenleri kıldık ki oralarda hilekârlık etsinler. Hâlbuki
onlar hilekârlığı ancak kendilerine yaparlar. Ama farkında olmuyorlar.
124. Onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah
elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız”
derler. Allah, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere
Allah katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin
bir azap erişecektir.
125. Allah, her kimi doğruya erdirmek
isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü
göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı)
işte böyle verir.
126. Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur.
Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.
127. Rableri katında selâm yurdu (cennet)
onlarındır. Allah, yapmakta oldukları şeylerden dolayı onların dostudur.
128. Onların hepsini bir araya toplayacağı
gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp
aranıza kattınız.” Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler
birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık”
diyecekler. Allah da diyecek ki: “Allah’ın diledikleri (affettikleri) hariç,
içinde ebedî kalmak üzere duracağınız yer ateştir.” Ey Muhammed! Şüphesiz senin
Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
129. İşte biz, kazanmakta oldukları
günahlar sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına böyle musallat
ederiz.
130. (O gün Allah, şöyle diyecektir:) “Ey
cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip
çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar şöyle diyecekler:
“Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir
olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
131. Bu (peygamberlerin gönderilmesi),
Allah’ın, halkları habersizken ülkeleri haksız yere helâk etmeyeceği içindir.
132. Herkesin amellerine göre dereceleri
vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.
133. Rabbin her bakımdan sınırsız
zengindir, rahmet sahibidir. Sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi,
dilerse sizi giderir (yok eder) ve sizden sonra da yerinize dilediğini getirir.
134. Şüphesiz size va’dedilen şeyler
mutlaka gelecektir.[193] Siz
bunun önüne geçemezsiniz.
135. De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni
yapın. Ben de (görevimi) yapacağım. Ama dünya yurdunun sonucunun kimin olacağını
yakında öğreneceksiniz. Şüphesiz, zalimler kurtuluşa eremezler.
136. Allah’ın yarattığı ekinlerden ve
hayvanlardan O’na bir pay ayırdılar ve akıllarınca, “Şu, Allah için, şu da
bizim ortaklarımız (putlarımız) için” dediler. Ortakları için olan Allah’ınkine
eklenmiyor. Allah için olan ise ortaklarınkine ekleniyor..
Ne kötü hükmediyorlar![194]
137. Yine bunun gibi, Allah’a ortak
koşanların çoğuna, koştukları ortaklar, çocuklarını öldürmelerini güzel
gösterdi ki; onları helâke sürüklesinler ve dinlerini karıştırıp onları
yanıltsınlar. Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. Artık sen onları uydurdukları
ile baş başa bırak.
138. Bir de (asılsız iddialarda bulunarak)
dediler ki: “Bunlar yasaklanmış hayvanlar ve ekinlerdir. Onları bizim
dilediklerimizden başkası yiyemez. (Şunlar da) sırtları (binilmesi ve yük
yüklemesi) haram edilmiş hayvanlardır.” Bir kısım hayvanları da keserken
üzerlerine Allah’ın adını anmazlar. (Bütün bunları) Allah’a iftira ederek
yaparlar. Bu iftiraları sebebiyle Allah onları cezalandıracaktır.
139. Bir de dediler ki: “Şu hayvanların
karınlarındaki yavrular (canlı olursa) sırf erkeklerimize aittir. Karılarımıza
ise haramdır.” Eğer ölü olursa, o vakit onda hepsi ortaktırlar. Allah, onların
bu tür nitelemelerinin cezasını verecektir.[195]
Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
140. Beyinsizlikleri yüzünden bilgisizce
çocuklarını öldürenler, Allah’ın kendilerine verdiği rızkı -Allah’a iftira
ederek- haram sayanlar, mutlaka ziyan etmişlerdir. Gerçekten onlar
sapmışlardır. Doğru yolu bulmuş da değillerdir.
141. O, çardaklı-çardaksız olarak
bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmalıkları ve ekinleri, zeytini ve narı (her
biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı biçimde yaratandır.[196]
Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (öşürünü)[197]
verin, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
142. Yine O, hayvanlardan da irili ufaklı
var edendir.[198] Allah’ın size rızık
olarak verdiğinden yiyin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için
apaçık bir düşmandır.
143. O, (hayvanlardan) sekiz eşi de
yaratandır: (Erkek ve dişi olarak) koyundan iki, keçiden de iki. Ey Muhammed!
De ki: “Allah iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin
rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Eğer doğru söyleyenler iseniz bana bilerek
haber verin.”
144. Yine (erkek ve dişi
olarak) deveden iki, sığırdan da iki. De ki: “İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi? Yoksa
iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Yoksa Allah size bunları haram
ettiğinde, orada hazır mı idiniz!?” İnsanları bilgisizce
saptırmak için Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz
Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.[199]
145. De ki: “Bana vahyolunan Kur’an’da bir
kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz
necistir- ya da Allah’tan başkası adına kesilmiş bir (murdar) hayvandan başka,
haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Fakat istismar etmeksizin ve zaruret
ölçüsünü aşmaksızın kim bunlardan yeme zorunda kalırsa yiyebilir.” Şüphesiz
Rabbin çok bağışlayandır, çok merhametlidir.[200]
146. Yahudilere tırnaklı hayvanların
hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında
bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki içyağlarını (yine) onlara
haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık.[201] Biz
elbette doğru söyleyenleriz.
147. Eğer seni yalanlarlarsa, de ki:
“Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. (Bununla beraber) suçlu bir toplumdan O’nun
azabı geri çevrilmez.”
148. Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki:
“Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de
haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı
da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin (iddialarınızı ispat edecek)
bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz
ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
149. De ki: “En üstün delil yalnızca
Allah’ındır. O, dileseydi elbette sizin hepinizi doğru yola iletirdi.”[202]
150. De ki: “Haydi, Allah şunu haram
kıldı” diye tanıklık yapacak şahitlerinizi getirin. Onlar şahitlik etseler de
sen onlarla beraber şahitlik etme. Âyetlerimizi yalanlayanların ve ahirete
inanmayanların arzularına uyma. Onlar Rablerine, başka şeyleri denk tutuyorlar.
151. (Ey Muhammed!) De ki: “Gelin,
Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı
öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri)
çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın.[203]
Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça, Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı
öldürmeyin.[204] İşte size Allah bunu
emretti ki aklınızı kullanasınız.”
152. Rüşdüne erişinceye kadar yetimin
malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.[205]
Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. Biz herkesi ancak gücünün yettiği kadarıyla
sorumlu tutarız.[206]
(Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a
verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.
153. İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık
ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun
yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.
154. Sonra iyilik yapanlara nimeti
tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayet ve rahmete erdirmek için Mûsâ’ya
Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman etsinler.
155. Bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz
bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının
ki size merhamet edilsin.
156,157. “Kitap, yalnız bizden önceki iki
topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından
habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap
indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu
Kur’an’ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir
rahmet geldi. Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan
çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları
âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı
azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.
158. (Ey
Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya
Rabbinin gelmesini[207] ya
da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden
bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış
olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez.[208] De
ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”
159. Şu
dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var
ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a
kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
160. Kim
bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece
o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.
161. De
ki: “Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen
İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
162. Ey
Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da,
ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”
163. “O’nun
hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben müslümanların ilkiyim.”
164. De
ki: “Her şeyin Rabbi O iken ben başka bir Rab mı
arayayım? Herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka
bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.[209]
Sonra dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, ihtilaf
etmekte olduğunuz şeyleri haber verecektir.
165. O,
sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler
konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır.
Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.
Mekke döneminde inmiştir. 163-170.
âyetlerin Medine döneminde indiğini söyleyen âlimler de vardır. 206 âyettir.
Sûre, adını 46. ve 48. âyetlerde geçen “el-A’râf” kelimesinden almıştır.
“el-A’râf”, yüksek yerler, yüksek mevkiler demektir. Sûrede temel konu olarak,
ilâhî vahyin doğruluğu ve vahye duyulan ihtiyaç işlenmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
Bu,
sana, kendisiyle (insanları) uyarman için ve mü’minlere öğüt olarak indirilmiş
bir kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.[211]
3.
Rabbinizden
size indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt
alıyorsunuz!
4.
Nice
memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken,
yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti.
5.
Azabımız
kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk”
demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı.
6.
Kendilerine
peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız.[212] Peygamberlere
de elbette soracağız.[213]
7.
Andolsun,
onlara (yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak
değiliz.
8.
O
gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.
9.
Ama
kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş
olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.
10.
Andolsun,
size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik.[214] Sizin
için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az
şükrediyorsunuz!
11.
Andolsun,
sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı
ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile
eğilenlerden olmadı.
12.
Allah,
“Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da)
“Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın”
dedi.
13.
Allah,
“Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil!
Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.
14.
Şeytan
dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre
ver.”
15.
Allah
da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.
16.
Şeytan
dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları
saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”
17.
“Sonra
(pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından
sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”
18.
Allah,
dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim
uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.”
19.
“Ey
Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca
yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.”
20.
Derken
şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için
kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız,
ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”
21.
“Şüphesiz
ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti.
22.
Bu
sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine
avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye
başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size
apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.
23.
Dediler
ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize
acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
24.
Allah,
dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana
kadar yerleşme ve yararlanma vardır.”
25.
Allah,
dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere)
çıkarılacaksınız.”
26.
Ey
Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik.
Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha
hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar
(diye onları insanlara verdik).
27.
Ey
Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana
babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve
kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz,
şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.
28.
Çirkin
bir iş işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize
bunu emretti” derler. De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz
bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”
29.
De
ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun.
Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi
(yine O’na) döneceksiniz.”
30.
Allah,
bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar
Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda
olduklarını sanıyorlardı.
31.
Ey
Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin
için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
32.
De
ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?”
De ki: “Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız
onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.”
33.
De
ki: “Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı,
hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve
Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
34.
Her
milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri
kalabilirler, ne de öne geçebilirler.
35.
Ey
Âdemoğulları! İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her
kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve hâlini düzeltirse, artık onlara korku
yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.
36.
Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince, işte onlar
cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
37.
Kim,
Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha
zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan)
payları erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için
geldiğinde, “Hani Allah’ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?” derler.
Onlar da, “Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular” derler ve kâfir olduklarına dair
kendi aleyhlerine şahitlik ederler.
38.
Allah,
şöyle der: “Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte
ateşe girin.” Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet
eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine
öncülük edenler için, “Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat
daha ateş azabı ver” derler. Allah, der ki: “Her biriniz için bir kat daha
fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz.”
39.
Öncekiler
sonrakilere, “Sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kazanmış
olduğunuz şeylere karşılık, azabı tadın” derler.
40.
Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara
göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete
de giremezler![215] Biz
suçluları işte böyle cezalandırırız.
41.
Onlar
için cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var.
İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.
42.
İman
edip salih ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini
yükleriz- işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
43.
Biz
onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar
akar. “Hamd, bizi buna eriştiren Allah’a mahsustur. Eğer Allah’ın bizi
eriştirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun, Rabbimizin
peygamberleri bize hakkı getirmişler” derler. Onlara, “İşte yaptığınız (iyi
işler) sayesinde kendisine varis kılındığınız cennet!” diye seslenilir.
44.
Cennetlikler
cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de
Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet”
derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye
seslenir.
45.
Onlar
Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir.
Onlar ahireti de inkâr edenlerdir.
46.
İkisi
(cennet ve cehennem) arasında bir sur[216],
A’râf[217] üzerinde de birtakım
adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından
tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size!” diye seslenirler. Onlar
henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar.
47.
Gözleri
cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla
beraber kılma” derler.
48.
A’râftakiler,
simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve şöyle derler: “Ne
çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!”
49.
“Sizin,
‘Allah bunları rahmete erdirmez’ diye yemin ettikleriniz şunlar mı?” (Sonra
cennetliklere dönerek) “Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de
değilsiniz” derler.
50.
Cehennemlikler
de cennetliklere, “Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da
bizim üzerimize akıtın” diye çağrışırlar. Onlar, “Şüphesiz, Allah bunları kâfirlere
haram kılmıştır” derler.
51.
Onlar
dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı.
İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr
edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz.[218]
52.
Andolsun
biz onlara, bilerek açıkladığımız bir kitabı, inanan bir toplum için bir yol
gösterici ve rahmet olarak getirdik.
53.
Onlar
ise ancak, (“Görelim bakalım!” diyerek) Kur’an’ın bildirdiği sonucu (te’vilini)
bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş
olanlar derler ki: “Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi
bizim için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya) döndürülsek
de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?” Gerçekten onlar kendilerine yazık
etmişlerdir. (İlâh diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak
uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
54.
Şüphesiz
sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş’a[219]
kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve
bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah’tır. Dikkat edin,
yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın
şanı yücedir.
55.
Rabbinize
alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.
56.
Düzene
sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından) korkarak
ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok
yakındır.
57.
O,
rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgârlar ağır
bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz
de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte
ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz.
58.
(Toprağı)
iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı)
kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek
bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde açıklıyoruz.[220]
59.
Andolsun,
Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk
edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza
büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi.
60.
Kavminin
ileri gelenleri, “Biz seni açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
61.
(Nûh
onlara) şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, âlemlerin
Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
62.
“Ben
size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin
bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”
63.
Sizi
uyarması ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için,
içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt)
gelmesine şaştınız mı?
64.
Derken
kavmi onu yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık.
Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları hakka
kapalı) kör bir kavim idiler.
65.
Âd
kavmine de kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Onlara, “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a karşı
gelmekten sakınmaz mısınız?” dedi.
66.
Kavminin
ileri gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: “Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı
içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz.”
67.
Hûd,
şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi
tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
68.
“Rabbimin
vahyettiklerini size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir
nasihatçıyım.”
69.
“Sizi
uyarması için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir (vahy
ve öğüt) gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, Allah sizi Nûh kavminden sonra
onların yerine getirdi ve sizi yaratılış itibariyle daha güçlü kıldı. Allah’ın
nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.”
70.
Onlar,
“Sen bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini
bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit
ettiğin azabı bize getir” dediler.
71.
Hûd,
“Artık size Rabbinizden bir azap ve öfke inmiştir. Allah’ın, haklarında hiçbir
delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım isimler
(düzmece tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Öyleyse (başınıza
geleceği) bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!” dedi.
72.
Bunun
üzerine biz onu ve beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık.
Âyetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş olanların ise kökünü kestik.
73.
Semûd
kavmine de kardeşleri Salih’i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Gerçekten size
Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi. İşte
size bir mucize olarak Allah’ın şu devesi.. Bırakın
onu da Allah’ın mülkünde yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa
sizi elem dolu bir azap yakalar.”
74.
“Hatırlayın
ki Allah Âd kavminden sonra, sizi onların yerine getirdi ve sizi yeryüzünde
yerleştirdi. Yerin ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler yapıyorsunuz.
Artık Allah’ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın.”
75.
Kavminin
büyüklük taslayan ileri gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara, “Siz, Salih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş
bir peygamber olduğunu (sahiden) biliyor musunuz?” dediler. Onlar da, “Biz
şüphesiz onunla gönderilene inananlarız” dediler.
76.
Büyüklük
taslayanlar, “Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkâr edenleriz” dediler.
77.
Nihayet
deveyi kestiler, Rablerinin emrine karşı geldiler ve “Ey Salih! Sen eğer
(dediğin gibi) peygamberlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir”
dediler.
78.
Derken,
onları o kuvvetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke
kaldılar.
79.
Artık,
Salih onlardan yüz çevirdi ve “Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini
tebliğ ettim ve size nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri
sevmiyorsunuz” dedi.
80.
Lût’u
da Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Sizden önce
âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz?”
81.
“Hakikaten
siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi
aşan bir toplumsunuz.”
82.
Kavminin
cevabı ise sadece, “Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini
fazla temiz tutan insanlar!..” demek oldu.
83.
Bunun
üzerine biz de onu ve karısı dışında aile fertlerini kurtardık. Karısı ise azab
içinde kalanlardan oldu.
84.
Onların
üstüne bir azap yağmuru yağdırdık.”[221] Bak,
suçluların akıbeti nasıl oldu.
85.
Medyen
halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbinizden
size açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların
mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin.
İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır.”
86.
“Bir
de, tehdit ederek Allah’ın yolundan O’na iman edenleri çevirmek, Allah’ın
yolunu eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın
ki, siz az (ve güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu nasıl
oldu!?”
87.
“Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilen
gerçeğe inanmış, bir kısmı da inanmamışsa, artık Allah aramızda hükmünü
verinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
88.
Şu’ayb’ın
kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu’ayb! Andolsun, ya
kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte
inananları memleketimizden çıkarırız.” Şu’ayb, “İstemesek de mi?” dedi.
89.
“Allah,
bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a
karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin
dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır.
Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında
gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”
90.
Şu’ayb’ın
kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer
Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”
91.
Derken,
onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke
kaldılar.
92.
Şu’ayb’ı
yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şu’ayb’ı yalanlayanlar var ya,
asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.
93.
(Şu’ayb)
onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: “Ey kavmim! Andolsun, ben size Rabbimin
vahyettiklerini ulaştırdım. Size nasihat de ettim. Şimdi ben, inkârcı bir
topluluğa nasıl üzülürüm?”
94.
Biz
hiçbir memlekete bir peygamber göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip)
yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış
olmayalım.
95.
Sonra
kötülüğün (sıkıntı ve darlığın) yerine iyiliği (bolluk ve genişliği) getirdik.
Nihayet çoğaldılar ve (nankörlük edip): “Atalarımız da darlığa uğramış ve
bolluğa kavuşmuşlardı” dediler. Biz de, farkında değillerken onları ansızın
yakaladık.
96.
Eğer,
o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı,
elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık.
Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı
yakalayıverdik.
97.
Memleketlerin
halkları geceleyin uyurken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi oldular?
98.
Ya
da o memleketlerin halkları kuşluk vakti gülüp oynarken kendilerine azabımızın
gelmesinden emin mi oldular?
99.
Yoksa
Allah’ın tuzağından emin mi oldular? Ziyana uğrayan kavimden başkası Allah’ın
tuzağından emin olamaz.[222]
100. Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne
varis olanlara şu gerçek apaçık belli olmadı mı ki, biz dileseydik onları da
(öncekiler gibi) günahları yüzünden cezalandırırdık. Biz onların kalplerini
mühürleriz de onlar hakkı işitmezler.
101. İşte memleketler! Onların
haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara
apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak
değillerdi. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler.
102. Biz onların çoğunda, sözünde durma
diye bir şey bulmadık. Ama gerçekten onların çoklarını yoldan çıkmış kimseler
bulduk.
103. Sonra onların ardından Mûsâ’yı,
apaçık mucizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber
olarak gönderdik de onları (mucizeleri) inkâr ettiler. Bak, bozguncuların sonu
nasıl oldu.
104. Mûsâ dedi ki: “Ey Firavun! Şüphesiz
ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
105. Bana, Allah’a karşı sadece gerçeği
söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık
İsrailoğullarını benimle gönder.[223]
106. Firavun, “Eğer açık bir delil
getirdiysen haydi göster onu bakalım, şayet doğru söyleyenlerden isen” dedi.
107. Bunun üzerine Mûsâ, asasını yere
attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha.
108. Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne
görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş.[224]
109. Firavun’un kavminden ileri gelenler,
dediler ki: “Şüphesiz bu adam usta bir sihirbazdır.”
110. “Sizi yerinizden çıkarmak istiyor.”
Firavun, ileri gelenlere, “Öyle ise siz ne düşünüyorsunuz?” dedi.[225]
111. Onlar şöyle dediler: “Mûsâ’yı ve
kardeşini (bir süre) beklet (haklarında bir işlem yapma) ve şehirlere
toplayıcılar yolla.”
112. “Bütün usta sihirbazları (toplayıp) sana
getirsinler.”
113. Sihirbazlar Firavun’a geldiler.
“Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat vardır, değil mi?”
dediler.
114. Firavun, “Evet. Üstelik siz (ücretle
de kalmayacaksınız) mutlaka benim en yakınlarımdan olacaksınız” dedi.
115. (Sihirbazlar), “Ey Mûsâ! Ya önce sen
at, ya da önce atanlar biz olalım” dediler.
116. (Mûsâ), “Siz atın” dedi. Bunun
üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini büyülediler ve onlara
korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar.
117. Biz de Mûsâ’ya, “Elindeki değneğini
at” diye vahyettik. Bir de ne görsünler o, onların uydurduklarını yakalayıp
yutuyor.
118. Böylece hak yerini buldu ve onların
yapmış oldukları şeylerin hepsi boşa çıktı.
119. Artık orada yenilmişler ve küçük
düşmüşlerdi.
120. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.
121. “Âlemlerin Rabbine iman ettik”
dediler.
122. “Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine.”
123. Firavun, “Ben size izin vermeden ona
iman ettiniz ha!” dedi. “Şüphesiz bu halkını oradan çıkarmak için şehirde
kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!”
124. “Mutlaka sizin ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun diye) sizin tümünüzü
elbette asacağım.”
125. Dediler ki: “Biz mutlaka Rabbimize
döneceğiz.”
126. “Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize
geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize
sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.”
127. Firavun’un kavminden ileri gelenler
dediler ki: “Sen (sihirbazları cezalandıracaksın da) Mûsâ’yı ve kavmini, bu
ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye bırakacak
mısın?” Firavun, “Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ
bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz?” dedi.
128. Mûsâ, kavmine, “Allah’tan yardım
isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini
mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır” dedi.
129. Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce
de bize işkence edildi, geldikten sonra da.” Mûsâ, “Umulur ki, Rabbiniz
düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır’da) egemen kılıp, nasıl davranacağınıza
bakacaktır” dedi.
130. Andolsun biz, Firavun ailesini, öğüt
alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği ile cezalandırdık.
131. Fakat onlara iyilik geldiği zaman,
“Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)” derler. Eğer başlarına bir kötülük
gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. İyi bilin ki,
onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır.
Fakat çokları bilmezler.
132. Dediler ki: “Bizi büyülemek için her
ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.”
133. Biz de, her biri ayrı ayrı birer
mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar
ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük tasladılar ve suçlu
bir kavim oldular.
134. Üzerlerine azap çökünce, “Ey Mûsâ!
Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden
kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte
elbette göndereceğiz” dediler.
135. Fakat erişecekleri bir süreye kadar
biz azabı üzerlerinden kaldırınca hemen yeminlerini bozarlar.
136. Bu yüzden onlardan intikam aldık.
Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle kendilerini
denizde boğduk.
137. Hor görülüp ezilmekte olan kavmi
(İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı
taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların
sabretmeleri karşılığında gerçekleşti.[226]
Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir
ettik.
138. İsrailoğullarını denizden geçirdik.
Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları,
“Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize
ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir
kavimsiniz.”
139. Şüphesiz bunların (din diye) içinde
bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta olduklarının hepsi batıldır.”
140. “Sizi âlemlere üstün kılmış iken,
Allah’tan başka ilâh mı araştırayım size?”
141. Hani sizi Firavun ailesinden
kurtarmıştık. Onlar size en kötü işkenceyi uyguluyorlardı. Oğullarınızı
öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda size Rabbiniz tarafından
büyük bir imtihan vardı.
142. Mûsâ’ya otuz gece süre belirledik,
buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye
tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârûn’a, “Kavmim arasında benim yerime geç ve yapıcı
ol. Sakın bozguncuların yoluna uyma” dedi.[227]
143. Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a)
gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım”
dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o
yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince[228] onu
darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak
tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi.
144. (Allah) “Ey Mûsâ! Vahiylerim ve
konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve
şükredenlerden ol” dedi.
145. Mûsâ için, Tevrat levhalarında her
şeye dair bir öğüt ve her şeyin bir açıklamasını yazdık ve ona şöyle dedik:
“Şimdi onları kuvvetle tut, kavmine de emret. Onları en güzeliyle alsınlar
(uygulasınlar). Yakında size fasıkların yurdunu göstereceğim.”
146. Yeryüzünde haksız yere büyüklük
taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona
iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu
görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve
onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.
147. Âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı
yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar ancak yapmakta olduklarının
cezasını çekerler.
148. Mûsâ’nın kavmi onun (Tur’a gitmesinin)
ardından, ziynet eşyalarından, böğürmesi olan bir buzağı heykeli (yaparak ilâh)
edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onlara hiçbir yol göstermediğini
görmediler mi? (Böyle iken) onu (ilâh) edindiler de zalim kimseler oldular.
149. İsrailoğulları (yaptıklarına) pişman
olup, gerçekten sapmış olduklarını görünce, “Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi
bağışlamazsa, mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz” dediler.
150. Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün olarak
döndüğünde, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini
beklemeyip acele mi ettiniz?” dedi. (Öfkesinden) levhaları attı ve kardeşinin
saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi) “Ey anam oğlu”
dedi, “Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana
böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o zalimler topluluğu ile bir
tutma.”
151. (Mûsâ), “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi
bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin”
dedi.
152. Buzağıyı ilâh edinenlere mutlaka
(ahirette) Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir zillet erişecektir.
İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
153. Kötülükleri işleyip de sonra ardından
tövbe edenler ile iman(larında sebat) edenlere gelince şüphe yok ki, Rabbin
ondan (tövbeden) sonra elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
154. Mûsâ’nın öfkesi dinince (attığı)
levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku duyanlara bir hidayet ve
bir rahmet vardı.
155. Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere
gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca (bayıldılar). Mûsâ,
“Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi
içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla
dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen, bizim
velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın”
dedi.
156. “Bizim için bu dünyada da bir iyilik
yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi:
“Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi
kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve
âyetlerimize inananlara yazacağım.”
157. Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve
İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî[229]
peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten
alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar.
Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.[230] Ona
iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura
(Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
158. (Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar!
Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize
gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve
öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere
iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”
159. Mûsâ’nın kavminden (insanları) hak
ile doğru yola ileten ve onunla adaletli davranan bir topluluk da vardı.
160. Biz onları on iki kabile hâlinde
topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan sıkılan) kavmi Mûsâ’dan su
istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye vahyettik. (Vurunca) taştan on iki
pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği yeri bildi. Üzerlerine bulutu da
gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızık
olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize
zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.
161. O zaman onlara denilmişti ki: “Şu
memlekete[231] yerleşin. Orada
dilediğiniz gibi yiyin ve ‘Hıtta (Ya Rabbi, bizi affet)’ deyin. Kentin
kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım.
İyilik edenlere daha da fazlasını vereceğiz.”
162. Onlardan zulmedenler hemen sözü,
kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de zulmetmelerine karşılık
üzerlerine gökten bir azab gönderdik.[232]
163. (Ey Muhammed!) Onlara, deniz
kıyısında bulunan kent halkının[233]
durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira
tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor, tatil
yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları
sebebiyle böyle imtihan ediyorduk.[234]
164. Hani onlardan bir topluluk demişti
ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme
ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da, “Rabbinize bir mazeret beyan
etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)”
demişlerdi.
165. Onlar kendilerine hatırlatılanı
unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri
yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla yakaladık.
166. Yasaklandıkları şeylerden vazgeçmeye
yanaşmayınca da onlara “aşağılık maymunlar olun” dedik.
167. Hani Rabbin, elbette kıyamet gününe
kadar onlara azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri göndereceğini bildirmişti.
Şüphesiz Rabbin, elbette cezayı çabuk verendir. Şüphesiz O, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
168. Biz onları yeryüzünde parça parça
topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır. İçlerinden öyle olmayanları
da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları güzellikler ve kötülükler ile
sınadık.
169. Derken, onların ardından yerlerine
Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın
değersiz malını alır ve “(nasıl olsa) biz bağışlanacağız” derlerdi. Kendilerine
benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey
söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun
içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki, Allah’a karşı
gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz?
170. Kitab’a sımsıkı sarılanlara ve namazı
dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin
mükâfatını zayi etmeyiz.
171. Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi
onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:) “Size
verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki, Allah’a
karşı gelmekten sakınasınız” demiştik.
172. Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının
sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki
Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik”
dememeniz içindir.
173. Yahut, “Bizden önce babalarımız Allah’a
ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi batılcıların
işlediği yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” dememeniz
içindir.
174. Hakka dönsünler diye işte âyetleri böylece
ayrı ayrı açıklıyoruz.
175. Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde,
onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de
azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.
176. Dileseydik o âyetlerle onu elbette
yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu.
Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur;
kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi
yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.
177. Âyetlerimizi yalan sayan ve ancak
kendilerine zulmeden bir kavmin durumu ne kötüdür!
178. Allah, kimi doğru yola iletirse, odur
doğru yolu bulan. Kimleri de saptırırsa, işte onlar, ziyana uğrayanların ta
kendileridir.
179. Andolsun biz, cinler ve insanlardan,
kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen,
kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte
bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.[235]
180. En güzel isimler Allah’ındır. O’na o
güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları
bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.
181. Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak
doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir topluluk vardır.
182. Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince,
biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş felakete götüreceğiz.
183. Ben onlara mühlet veririm. Şüphesiz
benim tuzağım çetindir.[236]
184. Onlar düşünmediler mi ki (çok iyi
tanıdıkları, kendileriyle iç içe yaşamış olan) arkadaşlarında (Peygamber’de)
delilikten eser yoktur. O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.
185. Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız
hükümranlık ve nizama[237],
Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar
mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?
186. Allah, kimi saptırırsa artık onu
doğru yola iletecek kimse yoktur. Allah, onları azgınlıkları içinde bırakır,
bocalayıp dururlar.
187. Sana kıyametin ne zaman kopacağını
soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak
O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır basmıştır. O, size
ancak ansızın gelecektir.” Sanki senin ondan haberin varmış gibi sana
soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Fakat insanların çoğu
bilmiyorlar.”
188. De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime
bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı
biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük
dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.”
189. Allah, sizi bir tek nefisten yaratan
ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan[238] var
edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve
(bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a,
“Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız”
diye dua ederler.[239]
190. Fakat Allah onlara iyi ve sağlıklı
bir çocuk verince de, Allah’ın kendilerine verdiği çocuk konusunda O’na
ortaklar koşarlar. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
191. Hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri
yaratılan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar?
192. Hâlbuki onlar (edindikleri ilâhlar)
ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.
193. Onları doğru yola çağırsanız size
uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için birdir (sonuç
alamazsınız).
194. Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın
hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi
hemen onları çağırın da size cevap versinler (duanıza icabet etsinler).
195. Onların yürüyecek ayakları mı var?
Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya da işitecek
kulakları mı var? De ki: “Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun
da bana göz açtırmayın bakalım!”
196. Çünkü benim velim, Kitab’ı (Kur’an’ı)
indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik eder.
197. Allah’tan başka taptıklarınızın ise
size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de yardım edemezler.
198. Eğer onları, doğru yola çağırırsanız
işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar görmezler.
199. Sen af yolunu tut, iyiliği emret,
cahillerden yüz çevir.
200. Eğer şeytandan bir kışkırtma seni
dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla
bilendir.
201. Şüphe yok ki Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler
(derhal Allah’ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar.
202. Şeytanlara kardeş olanlara gelince,
şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler, sonra da bundan hiç geri durmazlar.
203. (Ey Muhammed!) Onlara (istedikleri)
bir âyet getirmediğin zaman (alay ederek) derler ki: “Onu (da) bir yerlerden
derleyip toplasaydın ya.” De ki: “Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene
uymaktayım. Bu (Kur’an âyetleri), Rabbinizden gelen basiretlerdir (Gönül
gözlerini aydınlatan nurlardır). İman edecek bir topluluk için bir hidayet
kaynağı ve bir rahmettir.”
204. Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip
dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.
205. Rabbini, içinden yalvararak ve
korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma.
206. Şüphesiz Rabbin katındaki (melek)ler
O’na ibadet etmekten büyüklenmezler. O’nu tespih ederler ve yalnız O’na secde
ederler.[240]
Medine döneminde hicretin ikinci
yılında Bedir savaşından sonra inmiştir. 75 âyettir. Sûre, adını ilk ayetteki
“el-Enfâl” kelimesinden almıştır. “Enfâl”, savaş ganimetleri demektir.
Sûrede başlıca, savaş, özellikle
Bedir savaşı sonrası elde edilen ganimetlerle, bunların kimlere ve nasıl pay
edileceği konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
(Ey
Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve
Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten
sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”
2.
Mü’minler
ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri
kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece
Rablerine tevekkül ederler.[241]
3.
Onlar
namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah
yolunda harcayan kimselerdir.
4.
İşte
onlar gerçekten mü’minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek mertebeler,
bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.
5.
Nasıl
ki, Rabbin seni hak uğruna (savaşmak üzere) evinden çıkarmıştı. Mü’minlerden
bir grup ise bu konuda kesinlikle isteksizlerdi.
6.
Gerçek
apaçık ortaya çıktıktan sonra, sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi
seninle o konuda tartışıyorlardı.
7.
Hani
Allah size iki taifeden birini, o sizindir diye va’dediyordu. Siz de güçsüz
olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı meydana
çıkarmak ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.[242]
8.
Bu,
suçlular hoşlanmasa da Allah’ın hakkı ortaya çıkarması ve batılı ortadan
kaldırması içindi.
9.
Hani
Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, “Ben size ard arda bin
melekle yardım ediyorum” diye cevap vermişti.[243]
10.
Allah
bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı.
Yoksa yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
11.
Hani
(Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor;
sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek
ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu.
12.
Hani
Rabbin meleklere, “Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kâfirlerin
kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların
bütün parmaklarına” diye vahyediyordu.
13.
Bu,
onların Allah’a ve Resûlüne karşı gelmelerindendir. Her kim de Allah’a ve
Resûlüne karşı gelirse bilsin ki Allah’ın cezası şiddetlidir.
14.
İşte
şimdi siz tadın onu! Kâfirlere bir de cehennem azabı vardır.
15.
Ey
iman edenler. Savaş düzeninde iken kâfirlerle karşılaştığınız zaman sakın
onlara arkanızı dönmeyin (savaştan kaçmayın).
16.
-Savaş
taktiği olarak düşmanı vurmak için çekilme, ya da diğer bir birliğe katılmak
durumu hariç- böyle bir günde her kim onlara arkasını dönerse mutlaka o,
Allah’ın gazabına uğramış olur. Onun varacağı yer de cehennemdir. Ne kötü
varılacak yerdir orası!
17.
(Savaşta)
onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen
atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek
için Allah öyle yaptı.[244]
Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
18.
İşte
durum bu: (Allah, mü’minleri güzel bir şekilde dener). Bir de Allah, kâfirlerin
tuzağını zayıf düşürendir.
19.
(Ey
inkârcılar!) Eğer fetih[245] istiyorsanız
işte size fetih geldi. Eğer (peygambere karşı gelmekten) vazgeçerseniz, bu
sizin için daha hayırlı olur. Eğer dönerseniz biz de döneriz. Çok olsa bile
topluluğunuz size hiç fayda vermez. Çünkü Allah mü’minlerle beraberdir.
20.
Ey
iman edenler! Allah’a ve Resûlüne itaat edin ve (Kur’an’ı) dinlediğiniz hâlde
ondan yüz çevirmeyin.
21.
İşitmedikleri
hâlde, “işittik” diyenler gibi de olmayın.
22.
Şüphesiz,
yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan
(gerçeği görmeyen) sağırlar, dilsizlerdir.
23.
Allah,
onlarda bir hayır (hakka yöneliş) olduğunu bilseydi, elbette onlara
işittirirdi. Onlara işittirseydi dahi mutlaka yine yüz çevirerek dönüp
giderlerdi.
24.
Ey
iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve
Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine
bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.
25.
Sadece
içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin
ki Allah, azabı çetin olandır.[246]
26.
O
vakti hatırlayın ki siz yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi
kapıp götürmesinden korkuyordunuz.[247]
Derken Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi ve sizi temiz şeylerden
rızıklandırdı ki şükredesiniz.
27.
Ey
iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin. Bile bile kendi
(aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin.
28.
Bilin
ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük
bir mükâfat vardır.
29.
Ey
iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden
ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar.
Allah, büyük lütuf sahibidir.
30.
Hani
kâfirler seni tutuklamak veya öldürmek, ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak
kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak
kuranların en hayırlısıdır.[248]
31.
Onlara
karşı âyetlerimiz okunduğu zaman, “Duyduk, istesek biz de bunun benzerini
elbette söyleriz. Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” dediler.
32.
Hani
onlar, “Ey Allah’ım, eğer şu (Kur’an) senin katından inmiş hak (kitap) ise
hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir” demişlerdi.
33.
Oysa
sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma
dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.
34.
Onlar
Mescid-i Haram’dan (mü’minleri) alıkoyarken ve oranın bakımına ehil de
değillerken, Allah onlara ne diye azap etmesin? Oranın bakımına ehil olanlar
ancak Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat onların çoğu bilmez.
35.
Onların,
Kâ’be’nin yanında duaları ıslık çalıp el çırpmaktan ibarettir. Öyle ise (ey
müşrikler) inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı tadın azabı.[249]
36.
Şüphe
yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için
harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak,
sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. İnkâr edenler toplanıp cehenneme
sürüleceklerdir.
37.
Allah,
pis olanı temizden ayırmak, pis olanların hepsini birbiri üstüne koyup yığarak
cehenneme koymak için böyle yapar. İşte onlar ziyana uğrayanların ta
kendileridir.
38.
Ey
Muhammed! İnkâr edenlere söyle: Eğer
(iman edip, düşmanlık ve savaştan) vazgeçerlerse, geçmiş günahları
bağışlanır. Eğer (düşmanlık ve savaşa) dönerlerse, öncekilere uygulanan ilâhî
kanun devam etmiş olacaktır.[250]
39.
Baskı
ve şiddet kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer (küfürden) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla
görendir.
40.
Eğer
yüz çevirirlerse bilin ki Allah sizin dostunuzdur. O, ne güzel dosttur; O, ne
güzel yardımcıdır!
41.
Bilin
ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a,
Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Eğer
Allah’a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun
(Bedir’de) karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize[251]
inandıysanız (bunu böyle bilin). Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
42.
Hani
siz vadinin (Medine’ye) yakın tarafında; onlar uzak tarafında, kervansa sizin
aşağınızdaydı. (Onlar sayıca sizden öylesine fazla idi ki), şâyet buluşmak
üzere sözleşmiş olsaydınız (durumu fark edince) sözleşmenizde ayrılığa
düşerdiniz (savaşa yanaşmazdınız). Fakat Allah, olacak bir işi (mü’minlerin
zaferini) gerçekleştirmek için böyle yaptı ki, ölen açık bir delille ölsün,
yaşayan da açık bir delille yaşasın. Şüphesiz Allah, elbette hakkıyla
işitendir, hakkıyla bilendir.
43.
Hani
Allah sana onları uykunda az gösteriyordu. Eğer sana onları çok gösterseydi
elbette gevşerdiniz ve o iş hakkında birbirinizle çekişirdiniz. Fakat Allah
(sizi bunlardan) kurtardı. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla
bilendir.
44.
Hani
karşılaştığınız zaman onları gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların
gözlerinde azaltıyordu ki Allah, olacak bir işi gerçekleştirsin. Bütün işler
Allah’a döndürülür.
45.
Ey
iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve
Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.
46.
Allah’a
ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve
gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle
beraberdir.
47.
Şımarıp
böbürlenmek, insanlara gösteriş yapmak ve (halkı) Allah yolundan alıkoymak için
yurtlarından çıkanlar (Mekke müşrikleri) gibi olmayın. Allah, onların
yaptıklarını kuşatıcıdır.
48.
Hani
şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve, “Bu gün artık
insanlardan size galip gelecek (kimse) yok, mutlaka ben de size yardımcıyım.”
demişti. Fakat iki taraf (savaş alanında) yüz yüze gelince (şeytan), gerisingeriye
dönüp, “Ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğiniz şeyler (melekler)[252]
görüyorum. Ben Allah’tan korkarım. Allah, cezası çetin olandır” demişti.
49.
Hani
münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, “Bunları dinleri aldatmış”
diyorlardı. Hâlbuki kim Allah’a tevekkül ederse, hiç şüphesiz Allah mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
50.
Melekler,
kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve “haydi tadın yangın azabını”
diyerek canlarını alırken bir görseydin.
51.
(Ey
kâfirler!) Bu, sizin ellerinizin önceden yaptığının karşılığıdır. Yoksa, Allah kullarına zulmedici değildir.
52.
Bunların
durumu tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Allah’ın
âyetlerini inkâr etmişler, Allah da kendilerini günahları sebebiyle hemen
yakalamıştı. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, azabı çetin olandır.
53.
Bunun
sebebi şudur: Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı
değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
54.
Bunların
durumu, tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Onlar
Rablerinin âyetlerini yalanlamışlar, biz de onları günahları sebebiyle helâk
etmiştik ve Firavun ailesini de suda boğmuştuk. Hepsi de zalim kimselerdi.
55.
Şüphesiz
Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Artık
onlar iman etmezler.
56.
Onlar,
kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarını hiç
çekinmeden bozan kimselerdir.
57.
Eğer
onları savaşta yakalarsan, bunlar(a vereceğin ceza) ile arkalarındakileri de
dağıt ki ibret alsınlar.
58.
(Antlaşma
yaptığın) bir kavmin hainlik etmesinden korkarsan, sen de antlaşmayı bozduğunu
aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.
59.
İnkâr
edenler, asla yakayı kurtardıklarını zannetmesinler. Çünkü onlar (sizi) âciz
bırakamazlar.
60.
Onlara
karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın
düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat
Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne
harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.
61.
Eğer
onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O,
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
62,63. Eğer
seni aldatmak isterlerse bilmiş ol ki sana yetecek Allah’tır. O, seni bizzat
kendi yardımıyla ve mü’minlerle destekleyen ve onların kalplerini
uzlaştırandır. Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle harcasaydın, sen onların
kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat, Allah onların
arasını uzlaştırdı. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
64. Ey
Peygamber! Sana ve sana tabi olan mü’minlere Allah yeter.
65. Ey
Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi
bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi
bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan
bir kavimdir.
66. Şimdi
ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer
içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde
(sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah,
sabredenlerle beraberdir.
67. Yeryüzünde
düşmanı tamamıyla sindirip hâkim duruma gelmedikçe, hiçbir peygambere esir
almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, hâlbuki Allah ahireti
(kazanmanızı) istiyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.[253]
68. Eğer
Allah’ın daha önce verilmiş bir hükmü olmasaydı, aldığınız şey (fidye)den
dolayı size büyük bir azap dokunurdu.
69. Artık elde
ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yiyin. Allah’a karşı gelmekten
sakının. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
70. Ey
Peygamber! Elinizdeki esirlere söyle: Eğer Allah, kalplerinizde (iman, ihlâs,
iyi niyet gibi) bir hayır (olduğunu) bilirse, sizden alınan fidyeden daha
hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.
71. Eğer sana
hainlik etmek isterlerse, (bil ki) onlar daha önce Allah’a da hainlik
etmişlerdi de Allah onlara karşı (sana) imkân vermişti. Allah, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
72. İman edip
hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri)
barındırıp (onlara) yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin
velileridir. İman edip hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar,
onların velayetleri size ait değildir. Eğer din konusunda sizden yardım
isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavme karşı olmadıkça,
yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
73. İnkâr
edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunların gereğini yapmazsanız,
yeryüzünde bir karışıklık ve büyük bir bozulma olur.
74. İman edip
hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara)
yardım edenler var ya; işte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için bir bağışlanma
ve bol bir rızık vardır.
75. Daha sonra
iman edip hicret eden ve sizinle birlikte cihad edenlere gelince, işte onlar da
sizdendir. Allah’ın kitabınca, kan akrabaları birbirlerine (varis olmaya) daha
lâyıktırlar. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Son iki âyet hariç Medine döneminde,
Peygamber Efendimizin irtihaline yakın bir zamanda inmiştir. 129 âyettir. Sûre,
adını Allah’ın kullarının tövbesini kabul edeceğini bildirdiği 104. âyetten
almıştır. İlk âyette geçen “berâet” kelimesinden dolayı sûreye Berâe sûresi adı
da verilmiştir. Başında besmele olmayan tek sûredir. Sûrenin başına besmelenin
yazılmamış oluşunu bazı bilginler, onun bir önceki sûrenin devamı mahiyetinde
oluşu ile açıklamışlardır. Sûrede başlıca, yaptıkları antlaşmalara bağlı
kalmayan düşmanlarla ilişkilerin kesilmesi, antlaşmalara bağlı kalanlara karşı
ise antlaşmalara bağlı kalınmasının gerekliliği; Kur’an’ın müslümanlar üzerinde
oluşturduğu etki ve Hz. Peygamber’in müslümanlar adına duyduğu endişe söz
konusu edilmektedir.
1.
Allah
ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir
uyarıdır:
2.
Yeryüzünde
dört ay daha dolaşın. Şunu bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz;
Allah ise, inkârcıları perişan edecektir.
3.
Hacc-ı
ekber gününde[254], Allah ve Resûlünden
bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah’a ortak koşanlardan
uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz,
şunu iyi bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem
dolu bir azabı müjdele!
4.
Ancak
Allah’a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da
antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç
kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını,
süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları
sever.
5.
Haram
aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları
yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe
ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz
Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
6.
Eğer
Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın
kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde
olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.
7.
Allah’a
ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak
Mescid-i Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar
size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah,
kendine karşı gelmekten sakınanları sever.
8.
Onların
bir ahdi nasıl olabilir ki! Eğer onlar size üstün gelselerdi, sizin hakkınızda ne
akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirlerdi. Ağızlarıyla
sizi hoşnut etmeye çalışıyorlar, oysa kalpleri buna karşı çıkıyor. Onların pek
çoğu fasık kimselerdir.
9.
Allah’ın
âyetlerini az bir karşılığa değiştiler de insanları O’nun yolundan alıkoydular.
Bunların yapmakta oldukları şeyler gerçekten ne kötüdür!
10.
Bir
mü’min hakkında ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü)
gözetirler. İşte onlar taşkınlık yapanların ta kendileridir.
11.
Fakat
tövbe edip, namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din
kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.
12.
Eğer
antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün
elebaşlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir. Umulur
ki, vazgeçerler.
13.
Yeminlerini
bozan, peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan ve üstelik size tecavüzü ilk
defa kendileri başlatan bir kavimle savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor
musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mü’minler iseniz- kendisinden korkmanıza
daha lâyıktır.
14,15. Onlarla
savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin,
onlara karşı size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve
onların kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder.
Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
16. Yoksa; Allah içinizden, Allah’tan, Resûlünden ve
mü’minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeksizin cihad edenleri ayırt
etmeden bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
17. Allah’a
ortak koşanların, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın
mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir.
Onlar ateşte ebedî kalacaklardır.
18. Allah’ın
mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan,
zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte
onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.
19. Siz hacılara
su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gününe
iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz?
Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez.
20. İman edip
hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin
mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.
21. Rableri
onlara, kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve kendilerine içinde tükenmez
nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir.
22. Onlar orada ebedî
kalacaklardır. Şüphesiz, Allah katında büyük bir mükâfat vardır.
23. Ey iman
edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile
dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta
kendileridir.
24. De ki: “Eğer
babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız
mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler
size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise,
artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola
erdirmez.”
25. Andolsun,
Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani,
çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar
sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet
(bozularak) gerisingeriye dönüp kaçmıştınız.[255]
26. Sonra Allah,
Resûlü ile mü’minler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi. Bir
de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi. İşte bu,
inkârcıların cezasıdır.
27. Sonra Allah,
bunun ardından yine dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Allah, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
28. Ey iman
edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu
yıllarından sonra, Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan
korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
29. Kendilerine
kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve
Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle,
küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.
30. Yahudiler,
“Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın
oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan)
sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine
benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!
31. (Yahudiler)
Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu
Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan
Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O,
onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.
32. Allah’ın
nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasalar da Allah,
nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz.
33. O, Allah’a
ortak koşanlar hoşlanmasalar bile dinini, bütün dinlere üstün kılmak için,
peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir.
34. Ey iman
edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız
yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü
biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla
müjdele.
35. O gün bunlar
cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları
bunlarla dağlanacak ve, “İşte bu, kendiniz için
biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım,
biriktirip sakladıklarınızı!” denilecek.
36. Şüphesiz
Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların
sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır.[256]
İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.
Fakat Allah’a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de
onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı gelmekten sakınanlarla
beraberdir.
37. Haram ayları
ertelemek[257], ancak inkârda daha da
ileri gitmektir ki bununla inkâr edenler saptırılır. Allah’ın haram kıldığı
ayların sayısına uygun getirip böylece Allah’ın haram kıldığını helâl kılmak
için haram ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin
işleri, kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah, inkârcı toplumu doğru
yola iletmez.[258]
38. Ey iman
edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere
çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa
ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.
39. Eğer Allah,
yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve
yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz.
Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
40. Eğer siz ona
(Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki
kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım
etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü
Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur
indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş,
böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah,
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
41. Gerek yaya
olarak, gerek binek üzerinde[259]
Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad
edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
42. Eğer yakın
bir dünya menfaati ve kolay bir yolculuk olsaydı, (sefere katılmayan münafıklar
da) mutlaka sana uyarlardı. Fakat meşakkatli yol, onlara uzak geldi. Gerçi
onlar, “Eğer gücümüz yetseydi, elbette sizinle beraber çıkardık” diye Allah’a
yemin edeceklerdir. Onlar kendilerini helâke sürüklüyorlar. Allah, biliyor ki onlar
kesinlikle yalancıdırlar.
43. Allah, seni
affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar
beklemeden niçin onlara izin verdin?
44. Allah’a ve
âhiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak
için senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları çok iyi
bilendir.
45. Ancak
Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o
şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden izin isterler.
46. Onlar eğer
savaşa çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat
Allah onların harekete geçmelerini istemedi de onları geri bıraktı ve onlara,
“Oturun, oturan âcizlerle beraber” denildi.
47. Eğer onlar
da sizin içinizde (sefere) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları
olmayacak ve sizi fitneye düşürmek için aranızda koşuşturacaklardı. Aranızda
onları dinleyecek kişiler de vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.
48. Andolsun,
bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve sana karşı türlü türlü işler
çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde, Allah’ın dini
galip geldi.
49. Onlardan
“Bana izin ver, beni fitneye (isyana) sevk etme” diyen de vardır. Bilesiniz ki
onlar (böyle diyerek) fitnenin ta içine düştüler. Şüphesiz ki cehennem,
kâfirleri elbette kuşatacaktır.
50. Sana bir
iyilik gelirse, bu onları üzer. Eğer başına bir musîbet gelirse, “Biz
tedbirimizi önceden almıştık” derler ve sevinerek dönüp giderler.
51. De ki:
“Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim
yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.”
52. De ki:
“Bizim için siz, (şehitlik veya zafer olmak üzere) ancak iki güzellikten birini
bekleyebilirsiniz. Biz de, Allah’ın kendi katından veya bizim ellerimizle size
ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz. Haydi bekleyedurun. Şüphesiz biz de sizinle
birlikte beklemekteyiz.”
53. Yine de ki:
“İster gönüllü, ister gönülsüz olarak harcayın, sizden asla kabul
olunmayacaktır. Çünkü siz fasık bir topluluksunuz.”
54. Harcamalarının
kabul edilmesine, yalnızca, Allah’ı ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak
üşene üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur.
55. Onların
malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah, bununla ancak onlara dünya
hayatında azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor.
56. Kesinlikle
sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir.
Fakat onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur.
57. Eğer
sığınacak bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik
bulsalardı, hemen koşarak oraya kaçarlardı.
58. İçlerinden
sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay
verilirse, hoşnut olurlar; eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen
kızarlar.
59. Eğer onlar
Allah ve Resûlünün kendilerine verdiğine razı olup, “Bize Allah yeter. Lütuf ve
ihsanıyla Allah ve Resûlü ileride bize yine verir. Biz yalnız Allah’a rağbet
eder (O’nun ihsanını ister)iz” deselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.
60. Sadakalar (zekâtlar),
Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar,
kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler,
borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah,
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
61. Yine
onlardan peygamberi inciten ve “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” diyen
kimseler de vardır. De ki: “O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah’a
inanır, mü’minlere inanır (güvenir). İçinizden inanan kimseler için bir
rahmettir. Allah’ın Resûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır.”
62. Sizi razı
etmek için, Allah’a yemin ederler. Eğer gerçekten mü’min iseler (bilsinler ki),
Allah ve Resûlü’nü razı etmeleri daha önceliklidir.
63. Allah’a ve
Resûlüne karşı gelen kimseye, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşinin olduğunu
bilmediler mi? İşte bu, büyük bir rezilliktir.
64. Münafıklar,
kalplerinde olan şeyleri, yüzlerine karşı açıkça haber verecek bir sûrenin
üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: “Siz alay ede durun! Allah,
çekindiğiniz o şeyi ortaya çıkaracaktır.”
65. Şâyet
kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, “Biz sadece lâfa dalmıştık ve
aramızda eğleniyorduk”, derler. De ki: “Allah’la, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle
mi eğleniyordunuz?”
66. Boşuna özür
dilemeyin! Çünkü siz, (sözde) iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz.
İçinizden (tövbe eden) bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri
sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz.
67. Münafık
erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir).
Kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı
unuttular; Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta
kendileridir.
68. Allah, erkek
münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem
ateşini va’detti. O, onlara yeter. Allah, onlara lânet etmiştir. Onlar için
sürekli bir azap vardır.
69. (Ey
münafıklar!), siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz: Onlar sizden daha güçlü,
malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı.
Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza
düşenden öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi, siz de (dünya zevkine)
daldınız. İşte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte
onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
70. Onlara
kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin;
Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı?
Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da
onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar
kendilerine zulmediyorlardı.
71. Mü’min
erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder,
kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve
Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
72. Allah,
mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden
ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler va’detti.
Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.
73. Ey
peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol.
Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası!
74. Bir şey
söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü
söylediler ve (sözde) müslüman olduktan sonra inkâr ettiler. Ayrıca
başaramadıkları şeye (peygamberi öldürmeye) de yeltendiler. Sırf, Allah ve
Resûlü kendi lütfu ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar.
Eğer tövbe ederlerse, kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse,
Allah onları dünyada ve ahirette elem dolu bir azaba çarptıracaktır. Artık
onlar için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
75. İçlerinden,
“Eğer Allah bize lütuf ve kereminden verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve
mutlaka salihlerden oluruz” diye Allah’a söz verenler de vardır.
76. Fakat Allah,
lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek
dönüp gittiler.
77. Allah’a
verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için O da kalplerine,
kendisiyle karşılaşacakları güne kadar (sürecek) bir nifak soktu.
78. Allah’ın,
içlerinde gizlediklerini ve fısıltılarını bildiğini[260] ve
Allah’ın gaybleri çok iyi bilen olduğunu bilmediler mi?
79. Sadakalar
hususunda gönüllü bağışta bulunan mü’minlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını
bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya; işte Allah asıl onları
maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.
80. Onlar için
ister bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez
bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve
Resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah, fasık topluluğu doğru yola
iletmez.
81. Allah’ın
Resûlüne karşı gelerek (sefere çıkmayıp) geri bırakılanlar, oturup kalmalarına
sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi
ve “Bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennemin ateşi daha
sıcaktır.” Keşke anlasalardı.
82. Artık
kazandıklarının karşılığı olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar.
83. Eğer (bundan
böyle) Allah seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de, onlar (sefere)
çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz benimle birlikte
ebediyyen çıkmayacak ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla
savaşmayacaksınız. Çünkü siz baştan yerinizde oturup kalmaya razı oldunuz. Şimdi
de geri kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte oturun.”
84. Onlardan
ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı
ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.
85. Onların
malları ve evlatları seni imrendirmesin. Allah, bunlarla ancak, dünyada
kendilerine azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor.
86. “Allah’a
iman edin ve Resûlü ile birlikte cihat edin” diye bir sûre indirildiğinde,
onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve “Bizi bırak da oturup
kalanlarla birlikte olalım” dediler.
87. Onlar geride
kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi.
Artık onlar anlamazlar.
88. Fakat
peygamber ve beraberindeki mü’minler, mallarıyla, canlarıyla cihat ettiler.
Bütün hayırlar işte bunlarındır. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridir.
89. Allah
onlara, içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.
İşte bu büyük başarıdır.
90. Bedevîlerden
mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’a ve
Resûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar.
Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir.
91. Allah’a ve
Resûlüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde, güçsüzlere, hastalara ve
(seferde) harcayacakları bir şey bulamayanlara (sefere katılmadıkları için) bir
günah yoktur. İyilikte bulunan kimselerin (kınanması) için de bir sebep yoktur.
Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
92. Kendilerini
bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi
bindirebileceğim bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey
bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere
de bir sorumluluk yoktur.
93. Sorumluluk
ancak, zengin oldukları hâlde senden izin isteyenleredir. Bunlar, geride kalan (kadın
ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi.
Artık onlar bilmezler.
94. Onlara
döndüğünüzde, size mazeret beyan edeceklerdir. De ki: “Mazeret beyan etmeyin.
Size kesinlikle inanmayız. Çünkü Allah bize sizin durumunuzu bildirdi. Bundan
böyle davranışlarınızı Allah da Resûlü de görecek. Sonra hepiniz, gaybı da
görülen âlemi de bilene döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size
haber verecek.”
95. Yanlarına
döndüğünüz zaman, kendilerini rahat bırakmanız için size Allah adıyla yemin
edeceklerdir. Artık onların peşini bırakın. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının
karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir.
96. Kendilerinden
razı olasınız diye, size yemin edeceklerdir. Siz onlardan razı olsanız bile,
Allah o fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.
97. Bedevîler
inkâr ve nifak bakımından daha ileri ve Allah’ın peygamberine indirdiği
hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah, hakkıyla bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
98. Bedevîlerden
öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve
(bundan kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi
başlarına olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
99. Bedevîlerden
kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah
katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki
bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır.
Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
100. İslâm’ı
ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle
onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı
olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları
cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.
101. Çevrenizdeki
bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta
direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa
azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.
102. Diğer
bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli
birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü
Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
103. Onların
mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât)
al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini
yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
104. Onlar,
kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi
çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi?
105. De
ki: “Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, mü’minler de
göreceklerdir. Sonra gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna
döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber
verecektir.”
106. (Sefere
katılmayanlardan) diğer bir kısmı da, Allah’ın emrine bırakılmışlardır. Bunlara
ya azap eder ya da tövbelerini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
107. Bir
de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü’minler arasına
ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun
diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız
yok” diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka
yalancıdırlar.[261]
108. Onun
içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten
sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette
daha lâyıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları
sever.
109. Binasını
takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) ve O’nun rızasını kazanmak temeli
üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir
yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan
kimse mi? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.
110. Kurmuş
oldukları binaları, (ölüp de) kalpleri paramparça olmadıkça yüreklerinde sürekli
bir kuşku olarak kalmaya devam edecektir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
111. Şüphesiz
Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet
karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler
ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak
va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış
olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.
112. Bunlar,
tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar[262],
rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın
koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.
113. Cehennem
ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar-
Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü’minlere.
114. İbrahim’in,
babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi.[263]
Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı.
Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.
115. Doğru
yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe,
Allah bir toplumu saptıracak değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla
bilendir.
116. Şüphesiz
göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür.
Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
117. Andolsun
Allah; Peygamber ile
içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan sonra,
sıkıntılı bir zamanda ona uyan
muhacirlerle ensarın tövbelerini kabul etmiştir. Evet, onların tövbelerini
kabul etmiştir. Şüphesiz O, onlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.
118. Savaştan
geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti.[264]
Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini
sıktıkça sıkmış, böylece Allah’(ın azabın)dan yine O’na
sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine)
dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul etti. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok
kabul eden ve çok merhamet edendir.
119. Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.
120. Medine
halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Resûlünden geri
kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların,
Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek
üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları
gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel(in sevabı)
yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını elbette zayi
etmez.
121. Allah
yolunda küçük, büyük bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi katetmezler ki
(bunlar), Allah’ın, yaptıklarının daha güzeliyle kendilerini mükâfatlandırması
için hesaplarına yazılmış olmasın.
122. (Ne
var ki) mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların
her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve
döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.[265]
123. Ey
iman edenler! Kâfirlerden (öncelikle) yakınınızda olanlarla savaşın ve sizde
bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah kendisine karşı gelmekten sakınanlarla
beraberdir.
124. Herhangi
bir sûre indirildiğinde, içlerinden, (alaylı bir şekilde) “Bu hanginizin
imanını artırdı?” diyenler olur. İman etmiş olanlara gelince, inen sûre onların
imanını artırmıştır. Onlar bunu birbirlerine müjdelerler.
125. Kalplerinde
hastalık olanların ise, pisliklerine pislik katmış (küfürlerini artırmış),
böylece kâfir olarak ölüp gitmişlerdir.
126. Görmüyorlar
mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belâya çarptırılıp imtihan ediliyorlar.
Sonra ne tövbe ederler, ne de ibret alırlar.
127. Bir
sûre indirildi mi, “Sizi bir kimse görüyor mu?” diye birbirlerine göz ederler,
sonra da sıvışıp giderler. Anlamayan bir toplum olmalarından dolayı, Allah
onların kalplerini çevirmiştir.
128. Andolsun,
size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz
ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve
merhametlidir.
129. Eğer
yüz çevirirlerse de ki: “Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben
ancak O’na tevekkül ettim. O, yüce Arş’ın sahibidir.”
40,94,95 ve 96. âyetler Medine döneminde,
diğerleri Mekke döneminde inmiştir. 109 âyettir. Sûrede temel konu olarak
Allah’ın rahmetinin gazabına üstün olduğu vurgulanmaktadır. Sûrede, Yûnus, Nûh
ve Mûsâ peygamberler ile bunların kavimlerinin kıssalarına yer verilmektedir.
Sûre, adını içindeki Yûnus kıssasından almıştır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif,
Lâm, Râ.[266] Bunlar hikmet dolu
Kitab’ın âyetleridir.
2.
İçlerinden
bir adama insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir
doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak
bir şey mi oldu ki o kâfirler, “Bu elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler?
3.
Şüphesiz
ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da
Arş’a[267] kurulup işleri yerli
yerince düzene koyan Allah’tır. O'nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçi
olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor
musunuz?
4.
Hepinizin
dönüşü ancak O’nadır. Allah, bunu bir gerçek olarak va’detmiştir.
Şüphesiz O, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra, iman edip salih ameller
işleyenleri adaletle mükâfatlandırmak için onu (yaratmayı) tekrar eder. Kâfirlere
gelince, inkâr etmekte olduklarından dolayı, onlar için kaynar sudan bir içki
ve elem dolu bir azap vardır.
5.
O,
güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan,
yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah,
bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O,
âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.
6.
Şüphesiz
gece ve gündüzün ard arda değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde
yarattığı şeylerde, Allah’a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok
deliller vardır.
7,8. Şüphesiz
bize kavuşacağını ummayan ve dünya hayatına razı olup onunla yetinerek tatmin
olan kimseler ile âyetlerimizden gafil olanlar var ya; işte onların kazanmakta
oldukları günahlar yüzünden, varacakları yer ateştir.
9. (Fakat)
iman edip salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları imanları sebebiyle,
hidayete erdirir. Nimetlerle dolu cennetlerde altlarından ırmaklar akar.
10. Bunların
oradaki duaları, “Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım!”, aralarındaki
esenlik dilekleri, “selâm”; dualarının sonu ise, “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a
mahsustur” sözleridir.
11. Eğer
Allah, insanlara onların hemen hayra kavuşmayı istedikleri gibi, şerri de acele
verseydi, elbette onların ecellerine hükmolunurdu. İşte biz, bize kavuşmayı
ummayanları, kendi azgınlıkları içinde bocalar hâlde bırakırız.
12. İnsana
bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerekse
ayakta iken (her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz
onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı
için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta
oldukları şeyler, böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.
13. Andolsun,
sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller
getirdikleri hâlde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten
inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız.
14. Sonra,
nasıl davranacağınızı görelim diye, onların ardından yeryüzünde sizi onların
yerine getirdik.
15. Âyetlerimiz
kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize
kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu
değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey
değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam,
elbette büyük bir günün azabından korkarım.”
16. De
ki: “Eğer Allah dileseydi, ben size onu okumazdım, Allah da size onu
bildirmezdi. Ben sizin aranızda bundan (Kur’an’ın inişinden) önce (kırk yıllık)
bir ömür yaşadım. Hiç düşünmüyor musunuz?”
17. Artık,
Allah’a karşı yalan uydurandan veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir?
Şüphe yok ki (böyle) suçlular asla kurtuluşa ermezler.
18. Allah’ı
bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve
“İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” diyorlar. De ki: “Siz,
Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.”.
19. İnsanlar
(başlangıçta tevhit inancına bağlı) tek bir ümmet idiler; sonra ayrılığa
düştüler. Eğer (azabın ertelenmesiyle ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz
geçmiş olmasaydı, ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında derhal hüküm
verilir (işleri bitirilir)di.
20. “Ona
(peygambere) Rabbinden bir mucize indirilse ya!” diyorlar. De ki: “Gayb ancak
Allah’ındır. Bekleyin, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!”
21. Kendilerine
dokunan bir sıkıntıdan sonra, insanlara bir rahmet (ferahlık ve mutluluk)
tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir
tuzakları (birtakım tertipleri ve asılsız iddiaları) vardır. De ki: “Allah,
daha çabuk tuzak kurar.” Şüphesiz elçilerimiz (melekler) kurmakta olduğunuz
tuzakları yazıyorlar.[268]
22. O,
sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki
gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla
seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir
fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre
kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini Allah’a has kılarak
“Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız” diye
Allah’a yalvarırlar.
23. Fakat
onları kurtarınca, bir de bakarsın ki yeryüzünde haksız yere taşkınlık
yapıyorlar. Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi aleyhinizedir.
(Bununla) sadece dünya hayatının yararını elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz
bizedir. (Biz de) bütün yaptıklarınızı size haber vereceğiz.
24. Dünya
hayatının hâli, ancak gökten indirdiğimiz bir yağmurun hâli gibidir ki,
insanların ve hayvanların yedikleri yeryüzü bitkileri onunla yetişip birbirine
karışmıştır. Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) bütün zinet ve güzelliklerini alıp
süslendiği ve sahipleri de onun üzerine (her türlü tasarrufa) kadir olduklarını
sandıkları bir sırada, geceleyin veya güpegündüz ansızın ona emrimiz (afetimiz)
geliverir de, bunları, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir
hâle getiririz. İşte düşünen bir toplum için, âyetleri böyle ayrı ayrı
açıklıyoruz.
25. Allah,
esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.
26. Güzel
iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların
yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve
orada ebedî kalacaklardır.
27. Kötü
işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir
zillet kaplayacaktır. Onları Allah’(ın azabın)dan
koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla
örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
28. Onların
hepsini bir araya toplayacağımız, sonra da Allah’a ortak koşanlara, “Siz de,
ortaklarınız da yerinizde bekleyin” diyeceğimiz günü düşün. Artık onların
(ortak koştuklarıyla) aralarını tamamen ayırırız ve ortak koştukları derler ki:
“Siz bize ibadet etmiyordunuz.”
29. “Şimdi
ise sizin bize tapınmanızdan habersiz olduğumuza dair sizinle bizim aramızda
şâhit olarak Allah yeter.”
30. Orada
herkes daha önce yaptığı şeyleri yoklayacak (ve kendi akıbetini öğrenecek),
hepsi de gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülecekler ve (ilâh diye)
uydurdukları şeyler (onları yüzüstü bırakıp) kendilerinden kaybolup gidecektir.
31. De
ki: “Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da işitme ve görme yetisi
üzerinde kim mutlak hâkimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor?
İşleri kim yürütüyor?” “Allah” diyecekler. De ki: “O hâlde, Allah’a karşı
gelmekten sakınmayacak mısınız?”
32. İşte
O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır.
O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?
33. Rabbinin
yoldan çıkanlar hakkındaki, “Onlar artık imana gelmezler” sözü, işte böylece
gerçekleşmiştir.
34. De
ki: “Allah’a koştuğunuz ortaklarınızdan, başlangıçta yaratmayı yapacak, sonra
onu tekrarlayacak kimse var mı?” De ki: “Allah, başlangıçta yaratmayı yapar,
sonra onu tekrar eder. O hâlde, nasıl oluyor da (haktan) çevriliyorsunuz?”
35. De
ki: “Allah’a koştuğunuz ortaklarınızdan hakka iletecek olan bir kimse var mı?”
De ki: “Hakka Allah iletir.” Öyle ise, hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır,
yoksa iletilmedikçe doğru yolu bulamayan kimse mi? Ne oluyor size? Nasıl hüküm
veriyorsunuz?”
36. Onların
çoğu ancak zannın ardından gider. Oysa zan, hak namına hiçbir şeyin yerini
tutmaz. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilendir.
37. Bu
Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmamıştır. Fakat o, kendinden öncekileri doğrulayıcı ve
Kitab’ı (Allah’ın Levh-i Mahfuz’daki yazısını) açıklayıcı olarak,
indirilmiştir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. (O) âlemlerin Rabbi tarafındandır.
38. Yoksa
onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler
iseniz, haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka,
çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın.
39. Hayır
öyle değil. Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve kendilerine yorumu gelmemiş olan
bir şeyi yalanladılar. Kendilerinden öncekiler de (peygamberleri ve onlara
indirilen kitapları) böyle yalanlamışlardı. Bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu.
40. İçlerinden
öylesi var ki ona (Kur’an’a) inanır; yine onlardan öylesi de var ki ona
inanmaz. Rabbin bozguncuları daha iyi bilendir.
41. Eğer
onlar seni yalanlarlarsa, de ki: “Benim işim bana aittir; sizin işiniz de size.
Siz benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin yapmakta olduğunuz şeylerden
uzağım (sorumlu değilim).”
42. Onlardan
sana kulak verenler de vardır. Fakat sağırlara, hele akılları da ermiyorsa, sen
mi işittireceksin?
43. İçlerinden
sana bakanlar da vardır. Fakat körlere, hele gerçeği görmüyorlarsa, sen mi
doğru yolu göstereceksin?
44. Şüphesiz
Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine
zulmederler.
45. Onları
yeniden diriltip hepsini bir araya toplayacağı gün, sanki gündüzün bir
saatinden başka kalmamışlar (yeni ayrılmışlar) gibi, aralarında tanışırlar.
Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar, ziyana uğramış ve doğru yolu bulamamışlardır.
46. Onları
tehdit ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) seni
vefat ettirsek de sonunda onların dönüşü bizedir. Sonra, Allah onların yapmakta
olduklarına da şahittir.
47. Her
ümmetin bir peygamberi vardır. Onların peygamberi geldiği (tebliğini yaptığı)
zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.
48. “Eğer
doğru söyleyenler iseniz, (söyleyin) bu tehdit ne zaman (gerçekleşecek)?”
diyorlar.
49. De
ki: “Allah dilemedikçe, ben kendime bile ne bir zarar, ne de fayda verme gücüne
sahibim. Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri
kalabilirler ne de öne geçebilirler.”[269]
50. De
ki: “Söyleyin bakalım, O’nun azabı size geceleyin veya gündüzün (ansızın)
gelecek olsa, suçlular bunun hangisini acele isterler?!”
(Bunların hiçbiri istenecek bir şey değildir.)
51. (Onlara)
“Azap gerçekleştikten sonra mı O’na iman ettiniz? Şimdi mi!?
Oysa siz onu acele istiyordunuz” (denilecek).
52. Sonra
da zulmedenlere, “Ebedî azabı tadın! Siz ancak vaktiyle kazanmakta olduğunuzun
cezasına çarptırılıyorsunuz” denilecektir.
53. “O
(azap) gerçek midir?” diye senden haber soruyorlar. De ki: “Evet, Rabbime
andolsun ki o elbette gerçektir. Siz (bu konuda Allah’ı) âciz kılacak
değilsiniz.”
54. (O
gün) zulmetmiş olan herkes, eğer yeryüzündeki her şeye sahip olsa, kendini
kurtarmak için onu fidye verir. Azabı gördüklerinde, için için derin bir
pişmanlık duyarlar. Onlara zulmedilmeksizin aralarında adaletle hükmedilir.
55. Bilesiniz
ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Yine bilesiniz ki,
Allah’ın va’di haktır. Fakat onların çoğu bunu bilmez.
56. O,
diriltir ve öldürür; ancak O’na döndürüleceksiniz.
57. Ey
insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için
yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.
58. De
ki: “Ancak Allah’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu,
onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.”
59. De
ki: “Allah’ın size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız
rızıklar hakkında ne dersiniz?” De ki: “Bunun için Allah mı size izin verdi,
yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
60. Allah’a
karşı yalan uyduranların, kıyamet günü hakkındaki zanları nedir? Şüphesiz Allah
insanlara karşı çok lütufkârdır, fakat onların çoğu (O’nun nimetlerine)
şükretmezler.
61. (Ey
Muhammed!) Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’an’dan ne okursan oku
ve (ey insanlar, sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda
biz sizi mutlaka görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu
zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli)
olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı)dır.
62. Bilesiniz
ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.
63. Onlar
iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.
64. Dünya
hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir
değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır.
65. Onların
(inkârcıların) sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün güç Allah’ındır. O, hakkıyla
işitendir, hakkıyla bilendir.
66. Bilesiniz
ki göklerde kim var, yerde kim varsa, hep Allah’ındır. Allah’tan başkasına
tapanlar (gerçekte) Allah’a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar. Şüphesiz
onlar ancak zanna uyuyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.
67. O,
içinde dinlenesiniz diye geceyi sizin için (karanlık); gündüzü ise aydınlık
kılandır. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır.
68. “Allah,
bir çocuk edindi” dediler. O, bundan uzaktır. O, her bakımdan sınırsız
zengindir. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Bu konuda elinizde
hiçbir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
69. De
ki: “Allah hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler.”
70. Onlar
için dünyada (geçici) bir yararlanma vardır. Sonra dönüşleri bizedir. Sonra da,
inkâr etmekte olduklarına karşılık onlara şiddetli azabı tattıracağız.
71. Nûh’un
haberini onlara oku. Hani o, bir vakit kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Eğer
benim konumum ve Allah’ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz
ki) ben sadece Allah’a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı
ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra
bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin!
72. Eğer
yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak
Allah’a aittir. Bana müslümanlardan olmam emredildi.”
73. Onu
yine de yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık
ve onları ötekilerin yerine geçirdik. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda
boğduk. Bak, uyarılan (fakat söz anlamayan)ların sonu nasıl oldu!
74. Sonra,
onun ardından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara apaçık
mucizeler getirdiler. Fakat onlar önceden yalanlamakta oldukları şeye inanacak
değillerdi. İşte biz haddi aşanların kalplerini böylece mühürleriz.
75. Sonra
bunların ardından Firavun ile ileri gelenlerine de Mûsâ ve Hârûn’u
mucizelerimizle gönderdik. Ama büyüklük tasladılar ve suçlu bir toplum oldular.
76. Katımızdan
kendilerine hak (mucize) gelince, “Şüphesiz bu, apaçık bir sihirdir” dediler.
77. Mûsâ:
“Size hak gelince, onun hakkında böyle mi diyorsunuz? Bu bir sihir midir? Oysa
sihirbazlar, iflah olmazlar!” dedi.
78. Dediler
ki: “Bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndüresin de yeryüzünde hâkimiyet
(devlet) ikinizin eline geçsin diye mi bize geldin? Biz ikinize de
inanmıyoruz.”
79. Firavun,
“Bütün usta sihirbazları bana getirin” dedi.[270]
80. Sihirbazlar
gelince Mûsâ onlara, “Atacağınızı atın (hünerinizi ortaya koyun)” dedi.
81. Sihirbazlar
atacaklarını atınca, Mûsâ dedi ki: “Sizin bu yaptığınız sihirdir. Allah, onu
elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, bozguncuların işini düzeltmez.
82. Suçluların
hoşuna gitmese de, Allah, hakkı sözleriyle gerçekleştirecektir.”
83. Firavun
ve ileri gelenlerinin kötülük yapmaları korkusu ile kavminin küçük bir
bölümünden başkası Mûsâ’ya iman etmedi. Çünkü Firavun, o yerde zorba bir kişi
idi. O, gerçekten aşırı gidenlerdendi.
84. Mûsâ,
“Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah’a iman etmişseniz, eğer O’na teslim olmuş
kimseler iseniz, artık sadece O’na tevekkül edin” dedi.
85. Onlar
da şöyle dediler: “Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi
zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!”
86. Bizi
rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar.
87. Mûsâ’ya
ve kardeşine, “Kavminiz için Mısır’da (sığınak olarak) evler hazırlayın ve
evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın. Mü’minleri
müjdele” diye vahyettik.
88. Mûsâ,
şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine,
dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar
diye mi? Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık
ver, çünkü onlar elem dolu azabı görünceye kadar iman etmezler.”
89. Allah
da, “Her ikinizin de duası kabul edildi. Öyleyse dürüst olmakta devam edin ve
sakın bilmeyenlerin yolunda gitmeyin” dedi.
90. İsrailoğullarını
denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak
üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken,
“İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben
de müslümanlardanım” dedi.
91. Şimdi
mi?! Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan
olmuştun.
92. Biz
de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız. Çünkü
insanlardan birçoğu âyetlerimizden gerçekten habersizdir.
93. Andolsun,
biz İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz rızıklar
verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki,
ayrılığa düşmüş oldukları şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında
hükmünü verecektir.
94. Eğer
sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab’ı (Tevrat’ı)
okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. O hâlde, sakın şüphe
edenlerden olma!
95. Sakın
Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma! Yoksa zarara uğrayanlardan
olursun.
96,97. Şüphesiz, haklarında Rabbinin sözü (hükmü)
gerçekleşmiş olanlar, kendilerine bütün mucizeler gelse bile, elem dolu azabı
görünceye kadar inanmazlar.
98. Yûnus’un
kavminden başka, keşke (azabı görmeden) iman edip, imanı kendisine fayda veren
bir tek memleket halkı olsaydı! (Yûnus’un kavmi) iman edince, dünya hayatında
(sürüklenebilecekleri) rezillik azabını onlardan uzaklaştırmış ve onları belli
bir zamana kadar yararlandırmıştık.
99. Eğer
Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman
ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?
100. Allah’ın
izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara
verir.
101. De
ki: “Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza.” Fakat âyetler ve uyarılar,
inanmayan bir topluma hiçbir fayda sağlamaz.
102. Onlar
sadece, kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen (azap dolu)
günlerin benzerini mi bekliyorlar? De ki: “Bekleyin bakalım, ben de sizinle
birlikte bekleyenlerdenim.”
103. Sonra
resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. (Ey Muhammed!) Aynı şekilde
üzerimize bir hak olarak, inananları da kurtaracağız.
104. De
ki: “Ey insanlar, eğer benim dinimden herhangi bir şüphede iseniz, bilin ki
ben, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat sizin canınızı
alacak olan Allah’a kulluk ederim. Bana mü’minlerden olmam emrolundu.”
105,106.
Yine bana şöyle emredildi: “Hakka yönelen
bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Sakın Allah’a ortak koşanlardan olma.
Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere
yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun.”
107. Eğer
Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka
giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu
engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
108. De
ki: “Ey insanlar, size Rabbinizden gerçek (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru
yola girerse, ancak kendisi için girer. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine
sapar. Ben sizden sorumlu değilim.”
109. (Ey
Muhammed!) Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O,
hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
Mekke döneminde inmiştir. 123
âyettir. Sûre, adını içinde söz konusu edilen Hûd peygamberden almıştır. Sûrede
başlıca tevhit, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve ceza konuları ele
alınmakta ve bunlar bazı peygamberlerin kıssalarıyla desteklenmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Elif
3. Rabbinizden
bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki sizi belirlenmiş bir süreye
(ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet
sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin
adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.
4. Dönüşünüz
ancak Allah’adır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
5. İyi
bilin ki onlar, O’ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı gizliyorlar.
Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile, Allah onların
gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü
(kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
6. Yeryüzünde
hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada)
duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir.
Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.
7. O,
hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş'ı[272] su
üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle
iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “Mutlaka bu,
apaçık bir büyüdür” derler.
8. Andolsun,
biz onlardan azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka
“Onu ne alıkoyuyor?” derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği gün,
kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey,
kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.
9. Eğer
insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip
alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör kafir
oluverir.
10. Ama
kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka,
“Kötülükler benden gitti” diyecektir. Çünkü o, şımarık ve böbürlenen biridir.
11. Ancak
sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve
büyük bir mükâfat vardır.
12. (Ey
Muhammed!) Belki de sen, (müşriklerin) “Ona bir hazine indirilseydi veya
beraberinde bir melek gelseydi ya!” demelerinden dolayı sana vahyolunanlardan
bir kısmını göz ardı edeceksin ve o yüzden göğsün daralacak. Fakat sen, ancak
bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.
13. Yoksa
“onu (Kur’an’ı) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz,
haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp, siz de onun
gibi uydurma on sûre getirin.”
14. Eğer
size (bu konuda) cevap veremedilerse, bilin ki o (Kur’an) ancak Allah’ın
ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık müslüman oluyor
musunuz?
15. Kim
yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının
karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.
16. İşte
onlar, kendileri için âhirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir.
(Dünyada) yaptıkları şeyler, orada boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmakta
oldukları da boş şeylerdir.
17. Rabbi
katından açık bir delile dayanan kimse, yalnız dünyalık isteyen kimse gibi
midir? Kaldı ki, bu delili Rabbinden bir şahit (Kur’an) ve bir de ondan
(Kur’an’dan) önce bir önder ve bir rahmet olarak (indirilmiş olan) Mûsâ’nın
kitabı (Tevrat) desteklemektedir.[273]
İşte bunlar ona (Kur’an’a) inanırlar. Gruplardan her kim onu inkâr ederse, ateş
onun varacağı yerdir. Ondan hiç şüphen olmasın. Şüphesiz o, Rabbin tarafından
(bildirilmiş) gerçektir. Fakat insanların çoğu inanmazlar.
18. Kim
Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler
ve şâhitler de, “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır”
diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir.
19. Onlar
(halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen
kimselerdir. Hem de onlar ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir.
20. Onlar
yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakabilecek değillerdir. Onların Allah’tan başka
sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur. Azap onlar için kat kat
artırılacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) işitmeğe tahammül edemiyorlar, hem de
görmüyorlardı.
21. İşte
bunlar, kendilerini ziyana uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de
kendilerini yüz üstü bırakıp kaybolup gitmiştir.
22. Şüphesiz
bunlar ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.
23. İman
edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince, işte
onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
24. Bu
iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir.
Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?
25. Andolsun,
biz Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin
için apaçık bir uyarıcıyım.”
26. “Allah’tan
başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir
günün azabından korkuyorum.”
27. Kavminin inkâr eden
ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk
bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu
görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine
sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.
28. Nûh
dedi ki: “Ey Kavmim! Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir
delil üzerinde isem ve O, kendi katından bana bir rahmet vermiş de siz ona
karşı kör kalmışsanız, onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?”
29. “Ey
kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım
ancak Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da
değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce
davranan bir toplum olduğunuzu görüyorum.”
30. “Ey
kavmim! Eğer ben onları kovarsam, beni Allah’tan kim koruyabilir? Hiç
düşünmüyor musunuz?”
31. Size
ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben bir
meleğim” de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla
hiçbir hayır vermez” de diyemem. Allah, onların içlerindekini daha iyi bilir.
Böyle bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zâlimlerden olurum.
32. Dediler
ki: “Ey Nûh! Bizimle tartıştın ve tartışmayı uzattın. Eğer doğru söyleyenlerden
isen, haydi kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir.”
33. Nûh
dedi ki: “Onu size, dilerse ancak Allah getirir ve siz (Allah’ı) âciz
bırakamazsınız.”
34. Ben
size öğüt vermek istesem de, eğer Allah sizi azdırmak istemişse, öğüdüm size
fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.
35. (Ey
Muhammed!) Yoksa “Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer onu
uydurmuşsam, suçum bana âittir. Ben de sizin işlemekte olduğunuz suçlardan
uzağım.”
36. Nûh’a
vahyolundu ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç
kimse iman etmeyecek. O hâlde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı
üzülme.”
37. “Gözetimimiz
altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme.
Çünkü onlar suda boğulacaklardır.”
38. (Nûh)
gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler her ne zaman yanına uğrasalar,
onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay
ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.”
39. Artık,
geldiği kimseyi rezil eden azabın kime geleceğini, kimin üzerine sürekli bir
azabın ineceğini ileride anlayacaksınız.
40. Nihayet
emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik
ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri hakkında
daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.[274]
41. (Nûh),
“Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim
çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi.
42. Gemi,
dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş
olan oğluna, “Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte
olma” diye seslendi.
43. O,
“Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın
rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi.
Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.
44. “Ey
yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi.
Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak
olsun!” denildi.
45. Nûh,
Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin
va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”
46. Allah,
“Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir.
O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana
cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.
47. Nûh,
“Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana
sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana
uğrayanlardan olurum” dedi.
48. Ona
denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok ümmete
bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha birtakım ümmetler de olacak
ki, biz onları (dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem
dolu bir azap dokunacak.”
49. İşte
bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen
biliyordun, ne de kavmin. O hâlde sabret. Çünkü (iyi) sonuç, Allah’a karşı
gelmekten sakınanların olacaktır.
50. Âd
kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. Hûd, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. O’ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur. Siz, sadece iftira
ediyorsunuz.”
51. “Ey
kavmim! Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak beni
yaratana âittir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”
52. “Ey
kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki, üzerinize bol
bol yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın. Günahkârlar olarak yüz
çevirmeyin.”
53. Dediler
ki: “Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz de senin sözünle ilâhlarımızı
bırakacak değiliz. Biz sana iman edecek de değiliz.”
54,55. Biz sadece şunu söyleriz: “Seni, ilâhlarımızdan
biri fena çarpmış.” Hûd, dedi ki: “İşte ben Allah’ı şâhit tutuyorum. Siz de
şâhit olun ki, ben sizin Allah’ı bırakıp da O’na ortak koştuğunuz şeylerden
uzağım. Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra
da bana göz açtırmayın.”
56. “İşte
ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan
hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın.[275]
Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”
57. “Eğer
yüz çevirirseniz; bilin ki ben, benimle gönderileni size tebliğ ettim. Rabbim
(dilerse) sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz O’na bir zarar
veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.”
58. Helâk
emrimiz gelince, Hûd’u ve beraberindeki iman etmiş olanları, tarafımızdan bir
rahmetle kurtardık. Onları ağır bir azaptan kurtardık.
59. İşte
Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine karşı
geldiler ve inatçı her zorbanın emrine uydular!
60. Onlar,
hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Biliniz ki Âd
kavmi, Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki Hûd’un kavmi Âd, Allah’ın
rahmetinden uzaklaştı.
61. Semûd
kavmine de kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yok. O, sizi yeryüzünden (topraktan)
yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı.[276]
Öyle ise O’ndan bağışlanma dileyin; sonra da O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim
yakındır ve dualara cevap verendir.
62. Onlar
şöyle dediler: “Ey Salih! Bundan önce sen, aramızda ümit beslenen bir
kimseydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına tapmamızı bize yasaklıyor musun?
Şüphesiz, biz senin bizi çağırdığın şeyden derin bir şüphe içindeyiz.”
63. Salih,
dedi ki: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, eğer ben Rabbim tarafından apaçık bir
delil üzerinde isem ve bana tarafından bir rahmet (peygamberlik) vermişse, O’na
karşı geldiğim takdirde beni Allah’tan kim koruyabilir? Demek ki, zarara
uğratmaktan başka bana katkınız olmaz.”
64. “Ey
kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın dişi bir devesi. Bırakın
onu, Allah’ın arzında yayılıp otlasın. Ona kötülük dokundurmayın, yoksa sizi
yakın bir azap yakalar.”
65. Derken
onu kestiler. Salih, dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. (Sonra helâk
olacaksınız.) İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir.”
66. (Helâk)
emrimiz geldiğinde Salih’i ve beraberindeki iman etmiş olanları tarafımızdan
bir rahmetle helâktan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
67. Zulmedenleri
o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
68. Sanki
orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Rablerini inkâr etti. (Yine)
biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.
69. Andolsun,
elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!” dediler. O, “Size
de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi.
70. Ellerini
yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir
korku duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”
71. İbrahim’in
karısı ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı müjdeledik;
İshak’ın arkasından da Yakûb’u.
72. Karısı,
“Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da
bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!”
dedi.
73. Melekler,
“Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey
(peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.”
dediler.
74. İbrahim’in
korkusu gidip, kendisine müjde gelince Lût kavmi hakkında bizim (elçilerimiz)le
tartışmaya başladı.
75. Çünkü
İbrahim çok içli ve Allah’a yönelen bir kimseydi.
76. Elçilerimiz,
“Ey İbrahim bundan vazgeç! Çünkü Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Şüphesiz
onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir” dediler.
77. Elçilerimiz
Lût’a gelince onların yüzünden üzüldü, göğsü daraldı ve “Bu çok zor bir gün”
dedi.
78. Kavmi,
(konuklarıyla çirkin ilişkide bulunmak üzere) ona doğru koşa koşa geldiler.
Zaten onlar önceden de bu tür çirkin işleri yapıyorlardı. Lût, dedi ki: “Ey Kavmim!
İşte kızlarım. Onlar(la nikâhlanmanız) sizin için daha temizdir.[277]
Allah’a karşı gelmekten sakının ve konuklarıma karşı beni rezil etmeyin.
İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?”
79. Onlar,
“İyi biliyorsun ki kızlarında bizim gözümüz yok. Sen bizim ne istediğimizi çok
iyi biliyorsun” dediler.
80. (Lût
da:) “Keşke size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı, ya da sağlam bir desteğe
dayanabilseydim” dedi.
81. Konukları
şöyle dedi: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar.
Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak
karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap,
onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın
değil midir?!”
82,83. (Azap)
emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik. Üzerine de Rabbinin katında
işaretlenmiş pişirilmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Bunlar zalimlerden uzak
değildir.
84. Medyen
halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi: “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve
tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza
kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.”
85. “Ey
kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını
ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın.”
86. “Eğer
inanan kimselerseniz Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha
hayırlıdır. Ben sizin başınızda bir bekçi değilim.”
87. Dediler
ki: “Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını, yahut
mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı
emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”
88. Şu’ayb,
şöyle dedi: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen açık bir delil
üzere isem ve katından bana güzel bir rızık vermişse!.
Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince
(sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na
tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.”
89. “Ey
Kavmim! Bana karşı olan düşmanlığınız, Nûh kavminin,
veya Hûd kavminin, yahut Salih kavminin başına gelenin benzeri gibi bir
felaketi sakın sizin de başınıza getirmesin. (Ve unutmayın ki) Lût kavmi sizden
uzak değildir.”
90. “Rabbinizden
bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir,
çok sevendir.”
91. Dediler
ki: “Ey Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf
görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı
biri değilsin.”
92. Şu’ayb,
şöyle dedi: “Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah’tan daha itibarlı mı ki, O’na
sırt çevirdiniz. Şüphesiz Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.”
93. “Ey
Kavmim! Elinizden geleni yapın. Şüphesiz ben de (elimden geleni) yapacağım.
Rezil edici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında
bileceksiniz. Gözleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum.”
94. (Azap)
emrimiz gelince, Şu’ayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir
rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da
yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
95. Sanki
orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden
uzaklaştığı gibi Medyen halkı da uzaklaştı.
96,97. Andolsun,
biz Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun’a ve onun ileri
gelen adamlarına peygamber gönderdik de ileri gelenler Firavun’un emrine
uydular. Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildi.
98. Firavun,
kıyamet gününde kavminin önüne geçecek ve onları ateşe götürecektir. Ne kötü
varış yeridir orası!
99. Onlar,
hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Ne kötü destektir
onlara verilen destek!
100. (Ey
Muhammed!) Bunlar o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana
anlatıyoruz. Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de.
101. Biz
onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri
gelince, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilâhları kendilerine hiçbir fayda
sağlamadı. İlâhları onların sadece ziyanlarını artırdı.
102. Zulme
sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir!
Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.
103. Şüphesiz,
ahiret azabından korkanlar için bunda bir ibret vardır. Bu, insanların (hesap
ve ceza için) toplanacakları bir gündür. Bu, herkesin toplanıp bir araya
geleceği bir gündür.[278]
104. Biz
onu ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz.
105. O
gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz
(cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da.
106. Mutsuz
olanlara gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları
vardır.
107. Onlar,
gökler ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak
Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır.
108. Mutlu
olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere
cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu,
onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.
109. (Ey
Muhammed!) Şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şüpheye düşme.
Onlar sadece, daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Şüphesiz biz
onlara (azaptan) paylarını eksiksiz olarak tastamam vereceğiz.
110. Andolsun,
biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de onun hakkında ayrılığa düşülmüştü.
Eğer daha önce Rabbinin bir sözü geçmemiş olsaydı, elbette aralarında hüküm
verilirdi. Onlar da (müşrikler de) o Kur’an hakkında derin bir şüphe
içindedirler.
111. Şüphesiz
Rabbin onların her birine, yaptıklarının karşılığını tastamam verecektir.
Şüphesiz Rabbin onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
112. Öyle
ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru
olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla
görür.
113. Zulmedenlere
meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız
yoktur. Sonra size yardım da edilmez.
114. (Ey
Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz
kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.[279]
115. Sabret!
Çünkü, Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez.
116. Sizden
önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk
yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az
kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına
düştüler ve günahkâr kimseler oldular.
117. Rabbin,
halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helâk
etmez.
118,119. Rabbin dileseydi, insanları (aynı inanca
bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar
ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin,
“Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla)
dolduracağım” sözü kesinleşti.[280]
120. (Ey
Muhammed!) Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini
pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak, mü’minlere
de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.
121. İman
etmeyenlere de ki: “Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız.”
122. “Bekleyin,
biz de bekleyeceğiz.”
123. Göklerin
ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na döndürülür. Öyle
ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz
değildir.
Mekke döneminde inmiştir. 111 âyettir.
Bu sûrede Yûsuf Peygamberin hayatta karşılaştığı sıkıntılar ve bunlara
sabrederek nasıl başarıya ulaştığı anlatılmakta ve inananlar için faydalı
öğütler, önemli mesajlar verilmektedir. Kur’an’da baştan sona kadar bir tek
konuyu anlatan tek sûre budur.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
Biz
onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.
3.
Sana
bu Kur’an’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki
daha önce sen bunlardan habersiz idin.
4.
Hani
Yûsuf, babasına “Babacığım! Gerçekten ben (rüyada) on bir yıldız, güneşi ve ayı
gördüm. Gördüm ki onlar bana boyun eğiyorlardı” demişti.
5.
Babası,
şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa,
sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”
6.
“İşte
Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek
ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi sana ve
Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.”
7.
Andolsun,
Yûsuf ve kardeşlerinde (hakikati arayıp) soranlar için ibretler vardır.
8.
Kardeşleri
dediler ki: “Biz güçlü bir topluluk olduğumuz hâlde, Yûsuf ve kardeşi
(Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu babamız açık bir yanılgı
içindedir.”[283]
9.
“Yûsuf’u
öldürün veya onu bir yere atın ki babanız sadece size yönelsin. Ondan sonra
(tövbe edip) salih kimseler olursunuz.”
10.
Onlardan
bir sözcü, “Yûsuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın ki geçen
kervanlardan biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın” dedi.
11.
Babalarına
şöyle dediler: “Ey babamız! Yûsuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Hâlbuki
biz onun iyiliğini isteyen kişileriz.”
12.
“Yarın
onu bizimle beraber gönder de gezip oynasın. Şüphesiz biz onu koruruz.”
13.
Babaları,
“Doğrusu onu götürmeniz beni üzer, siz ondan habersiz iken onu kurt yer, diye
korkuyorum.”
14.
Onlar
da, “Andolsun biz kuvvetli bir topluluk iken onu kurt yerse (o takdirde) biz
gerçekten hüsrana uğramış oluruz” dediler.
15.
Yûsuf’u
götürüp kuyunun dibine bırakmaya karar verdikleri zaman biz de ona, “Andolsun,
(senin Yûsuf olduğunun) farkında değillerken onların bu işlerini sen
kendilerine haber vereceksin” diye vahyettik.
16.
(Yûsuf’u
kuyuya bırakıp) akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.
17.
“Ey
babamız! Biz yarışa girmiştik. Yûsuf’u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir
de ne görelim) onu kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylesek de sen bize
inanmazsın” dediler.
18.
Bir
de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki:
“Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen,
güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak
Allah’tır.”
19.
Bir
kervan gelmiş, sucularını suya göndermişlerdi. Sucu kovasını kuyuya salınca,
“Müjde! Müjde! İşte bir oğlan!” dedi. Onu alıp bir ticaret malı olarak
sakladılar. Oysa Allah, onların yaptıklarını biliyordu.
20.
Onu
ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. Zaten ona değer vermiyorlardı.[284]
21.
Onu
satın alan Mısırlı kişi, hanımına dedi ki: “Ona iyi bak. Belki bize yararı
dokunur veya onu evlat ediniriz.” İşte böylece biz Yûsuf’u o yere (Mısır’a)
yerleştirdik ve ona (rüyadaki) olayların yorumunu öğretelim diye böyle yaptık.
Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
22.
Olgunluk
çağına erişince, ona hikmet ve ilim verdik. İşte biz, iyi davrananları böyle
mükâfatlandırırız.
23.
Evinde
bulunduğu kadın (gönlünü ona kaptırıp) ondan arzuladığı şeyi elde etmek istedi
ve kapıları kilitleyerek, “Haydi gelsene!” dedi. O ise, “Allah’a sığınırım,
çünkü o (kocan) benim efendimdir, bana iyi baktı. Şüphesiz zalimler kurtuluşa
eremezler” dedi.
24.
Andolsun,
kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı,
Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için
işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.
25.
İkisi
de kapıya koştular. Kadın, Yûsuf’un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında
hanımın efendisine rastladılar. Kadın dedi ki: “Senin ailene kötülük yapmak
isteyenin cezası, ancak zindana atılmak veya can yakıcı bir azaptır.”
26.
Yûsuf,
“O, benden arzusunu elde etmek istedi” dedi. Kadının ailesinden bir şahit de
şöyle şahitlik etti: “Eğer onun gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru
söylemiştir, o (Yûsuf) yalancılardandır.”
27.
“Eğer
gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. O (Yûsuf) ise, doğru
söyleyenlerdendir.”
28.
Kadının
kocası Yûsuf’un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce, dedi ki: “Şüphesiz bu,
siz kadınların tuzağıdır. Şüphesiz sizin tuzağınız çok büyüktür.”
29.
“Ey
Yûsuf! Sen bundan sakın kimseye bahsetme. (Ey Kadın,) sen de günahının
bağışlanmasını dile. Çünkü sen günah işleyenlerdensin.”
30.
Şehirde
birtakım kadınlar, “Aziz’in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından murad
almak istemiş. Ona olan aşkı yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz onu açık bir
sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
31.
Kadın,
bunların dedikodularını işitince haber gönderip onları çağırdı. (Ziyafet
düzenleyip) onlar için oturup yaslanacakları yer hazırladı. Her birine birer de
bıçak verdi ve Yûsuf’a, “Çık karşılarına” dedi. Kadınlar Yûsuf’u görünce, onu
pek büyüttüler ve şaşkınlıkla ellerini kestiler. “Hâşâ! Allah için, bu bir
insan değil, ancak şerefli bir melektir” dediler.
32.
Bunun
üzerine kadın onlara dedi ki: “İşte bu, beni hakkında kınadığınız kimsedir.
Andolsun, ben ondan murad almak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı bundan
kaçındı. Andolsun, eğer emrettiğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve
zillete uğrayanlardan olacak.”
33.
Yûsuf,
“Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni dâvet ettiği şeyden daha sevimlidir.
Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden
olurum” dedi.
34.
Rabbi,
onun duasını kabul etti ve kadınların tuzaklarını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz
ki O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
35.
Sonra
onlar, Yûsuf’un suçsuzluğunu ortaya koyan delilleri gördükten sonra yine de mutlaka
onu bir süre zindana atmayı uygun buldular.
36.
Onunla
beraber zindana iki delikanlı daha girdi. Biri, “Ben rüyamda şaraplık üzüm
sıktığımı gördüm” dedi. Diğeri, “Ben de rüyamda başımın üzerinde, kuşların
yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bize bunun yorumunu haber ver. Şüphesiz biz
seni iyilik yapanlardan görüyoruz” dedi.
37.
Yûsuf
dedi ki: “Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce, onun ne olduğunu
bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve
ahireti inkâr eden bir milletin dinini bıraktım.”
38.
“Atalarım
İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak
koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur,
fakat insanların çoğu şükretmezler.”
39.
“Ey
zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı ilâhlar mı daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet
sahibi olan tek Allah mı?”
40.
“Siz
Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere
(düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil
indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye
tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu
bilmezler.”
41.
“Ey
zindan arkadaşlarım! (Rüyanızın yorumuna gelince,) biriniz efendisine şarap
sunacak, diğeri ise asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. Yorumunu sorduğunuz
iş böylece kesinleşmiştir.”
42.
Yûsuf,
onlardan kurtulacağını düşündüğü kişiye, “Efendinin yanında beni an”, dedi.
Fakat şeytan onu efendisine hatırlatmayı unutturdu da bu yüzden o, birkaç yıl
daha zindanda kaldı.
43.
Kral,
“Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil
başak ve yedi de kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya
yorumluyorsanız, rüyamı bana yorumlayın” dedi.
44.
Dediler
ki: “Bunlar karma karışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilmiyoruz.”
45.
Zindandaki
iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zamandan sonra (Yûsuf’u) hatırladı ve, “Ben size onun yorumunu haber veririm, hemen beni
(zindana) gönderin” dedi.
46.
(Zindana
varınca), “Yûsuf! Ey doğru sözlü! Rüyada yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi,
bir de yedi yeşil başakla diğer yedi kuru başak hakkında bize yorum yap. Ümid
ederim ki (vereceğin bilgi ile) insanlara dönerim de onlar da (senin değerini)
bilirler” dedi.
47.
Yûsuf
dedi ki: “Yedi yıl âdetiniz üzere ekin ekeceksiniz. Yiyeceğiniz az bir miktar
hariç, biçtiklerinizi başağında bırakın.”
48.
“Sonra
bunun ardından yedi kurak yıl gelecek, saklayacağınız az bir miktar hariç bu
yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek.”
49.
“Sonra
bunun ardından insanların yağmura kavuşacağı bir yıl gelecek. O zaman (bol
rızka kavuşup) şıra ve yağ sıkacaklar.”
50.
Kral,
“Onu bana getirin” dedi. Elçi, Yûsuf’a gelince (Yûsuf) dedi ki: “Efendine dön
de, ellerini kesen o kadınların derdi ne idi, diye sor. Şüphesiz Rabbim onların
hilesini hakkıyla bilendir.”
51.
Kral,
kadınlara, “Yûsuf’tan murad almak istediğiniz zaman derdiniz ne idi?” dedi.
Kadınlar, “Hâşâ! Allah için, biz onun bir kötülüğünü bilmiyoruz” dediler.
Aziz’in karısı ise, “Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ondan ben murad almak istedim.
Şüphesiz Yûsuf doğru söyleyenlerdendir” dedi.
52.
(Yûsuf),
“Benim böyle yapmam, Aziz’in; yokluğunda, benim kendisine hainlik etmediğimi ve
Allah’ın, hainlerin tuzaklarını başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindi”
dedi.
53.
“Ben
nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı
derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir” dedi.
54.
Kral,
“Onu bana getirin, onu özel olarak yanıma alayım”, dedi. Onunla konuşunca dedi
ki: “Şüphesiz bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir bir kişisin.”
55.
Yûsuf,
“Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve
bilgili bir kişiyim” dedi.
56.
Böylece
Yûsuf’a, dilediği yerde oturmak üzere ülkede imkân ve iktidar verdik. Biz
rahmetimizi istediğimize veririz ve iyi davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.
57.
Elbette
ki, ahiret mükâfatı, inananlar ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha
iyidir.
58.
(Derken)
Yûsuf’un kardeşleri çıkageldiler ve yanına girdiler. Yûsuf onları tanıdı, onlar
ise Yûsuf’u tanımıyorlardı.
59.
Yûsuf,
onların yüklerini hazırlatınca dedi ki: “Sizin baba bir kardeşinizi de bana
getirin. Görmüyor musunuz, ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafir
ağırlayanların en iyisiyim.”
60.
“Eğer
onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek tek ölçek (zahire)
bile yoktur ve bir daha da bana yaklaşmayın.”
61.
Dediler
ki: “Onu babasından isteyeceğiz ve muhakkak bunu yaparız.”
62.
Yûsuf,
adamlarına dedi ki: “Onların ödedikleri zahire bedellerini yüklerinin içine
koyun. Umulur ki ailelerine varınca onu anlarlar da belki yine dönüp gelirler.”
63.
Onlar,
babalarına döndüklerinde, “Ey babamız! Bize artık zahire verilmeyecek.
Kardeşimizi (Bünyamin’i) bizimle gönder ki zahire alalım. Onu biz elbette
koruruz” dediler.
64.
Yakub
onlara, “Onun hakkında size ancak, daha önce kardeşi hakkında güvendiğim kadar
güvenebilirim! Allah en iyi koruyandır ve O, merhametlilerin en
merhametlisidir” dedi.
65.
Yüklerini
açıp zahire bedellerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. “Ey babamız!
Daha ne isteriz? İşte ödediğimiz bedeller de bize geri verilmiş. Onunla yine
ailemize yiyecek getirir, kardeşimizi korur ve bir deve yükü zahire de fazladan
alırız. Çünkü bu getirdiğimiz az bir zahiredir” dediler.
66.
Babaları,
“Kuşatılıp çaresiz durumda kalmanız hariç, onu bana geri getireceğinize dair
Allah adına sağlam bir söz vermedikçe, onu sizinle göndermeyeceğim” dedi. Ona
güvencelerini verdiklerinde, “Allah söylediklerimize vekildir” dedi.
67.
Sonra
da, “Ey oğullarım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama
Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. Hüküm ancak Allah’ındır.
Ben O’na tevekkül ettim.[285]
Tevekkül edenler de yalnız O’na tevekkül etsinler” dedi.
68.
Babalarının
emrettiği şekilde (ayrı kapılardan) girdiklerinde (bile) bu, Allah’tan gelecek
hiçbir şeyi onlardan uzaklaştıracak değildi. Sadece Yakub, içindeki bir dileği
ortaya koymuş oldu. Şüphesiz o, biz kendisine öğrettiğimiz için bilgi
sahibidir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
69.
Yûsuf’un
huzuruna girdiklerinde; o, kardeşi Bünyamin’i yanına bağrına bastı ve (gizlice)
“Haberin olsun ben senin kardeşinim, artık onların yaptıklarına üzülme” dedi.
70.
Yûsuf,
onların yüklerini hazırlatırken su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra da
bir çağırıcı şöyle seslendi: “Ey kervancılar! Siz hırsızsınız.”
71.
Yûsuf’un
kardeşleri onlara dönerek, “Ne yitirdiniz?” dediler.
72.
Onlar,
“Hükümdar’ın su kabını yitirdik. Onu getirene bir deve yükü ödül var. Ben buna
kefilim” dediler.
73.
Dediler
ki: “Allah’a andolsun, siz de biliyorsunuz ki biz bu ülkede fesat çıkarmaya
gelmedik, hırsız da değiliz.”
74.
Onlar,
“Eğer yalancı iseniz, hırsızlığın cezası nedir?” dediler.
75.
Onlar
da: “Cezası, su kabı kimin yükünde bulunursa, o kimsenin kendisi(nin
alıkonması) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız” dediler.
76.
Bunun
üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı.
Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz Yûsuf’a böyle bir plan
öğrettik. Yoksa kralın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah’ın dilemesi başka. Biz dilediğimiz kimsenin
derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.
77.
Dediler
ki: “Eğer o çalmışsa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı.” Yûsuf, bunu
içinde sakladı ve onlara belli etmedi. İçinden, “Siz kötü bir durumdasınız;
anlattığınızı Allah çok daha iyi biliyor” dedi.
78.
Onlar,
Yûsuf’a: “Ey güçlü vezir! Bunun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizden
birini alıkoy. Şüphesiz biz senin iyilik edenlerden olduğunu görüyoruz”
dediler.
79.
Yûsuf,
“Malımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını tutmaktan Allah’a sığınırız.
Şüphesiz biz o takdirde zulmetmiş oluruz” dedi.
80.
Ondan
ümitlerini kesince, kendi aralarında konuşmak üzere bir kenara çekildiler.
Büyükleri dedi ki: “Babanızın Allah adına sizden söz aldığını, daha önce de
Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Artık babam bana izin
verinceye veya Allah, hakkımda hükmedinceye kadar buradan asla ayrılmayacağım.
O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
81.
“Siz
babanıza dönün ve deyin ki: “Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti, biz
ancak bildiğimize şahitlik ettik. (Sana söz verdiğimiz zaman) gaybı (oğlunun
hırsızlık edeceğini) bilemezdik.”
82.
“Bulunduğumuz
kent halkına ve aralarında olduğumuz kervana da sor. Şüphesiz biz doğru
söyleyenleriz.”
83.
Yakub,
“Nefisleriniz sizi bir iş yapmağa sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir
sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir” dedi.
84.
Onlardan
yüz çevirdi ve, “Vah! Yûsuf’a vah!” dedi ve üzüntüden
iki gözüne ak düştü. O artık acısını içinde saklıyordu.
85.
Oğulları,
“Allah’a yemin ederiz ki, sen hâlâ Yusuf’u anıp duruyorsun. Sonunda üzüntüden
eriyip gideceksin veya helâk olacaksın” dediler.
86.
Yakub,
“Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arz ederim. Ben, Allah tarafından sizin
bilmediğiniz şeyleri bilirim” dedi.
87.
“Ey
oğullarım! Gidin Yûsuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini
kesmez.”
88.
Bunun
üzerine (Mısır’a dönüp) Yûsuf’un yanına girdiklerinde, “Ey güçlü vezir! Bize ve
ailemize darlık ve sıkıntı dokundu. Değersiz bir sermaye ile geldik. Zahiremizi
tam ölç, ayrıca bize sadaka ver. Şüphesiz Allah, sadaka verenleri mükâfatlandırır”
dediler.
89.
Yûsuf
dedi ki: “Siz (henüz) cahil kimseler iken Yûsuf ve kardeşine neler yaptığınızı
biliyor musunuz?”
90.
Kardeşleri,
“Yoksa sen, sen Yûsuf musun?” dediler. O da, “Ben Yûsuf’um, bu da kardeşim.
Allah, bize iyilikte bulundu. Çünkü, kim kötülükten
sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez”
dedi.
91.
Dediler
ki: “Allah’a andolsun, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı. Gerçekten biz suç
işlemiştik.”
92.
Yûsuf
dedi ki: “Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en
merhametlisidir.
93.
Bu
gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki, gözleri açılsın ve bütün ailenizi
bana getirin” dedi.
94.
Kervan
(Mısır’dan) ayrılınca babaları, “Bana bunak demezseniz, şüphesiz ben Yûsuf’un
kokusunu alıyorum” dedi.
95.
Onlar
da, “Allah’a yemin ederiz ki sen hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler.
96.
Müjdeci
gelip gömleği Yakub’un yüzüne koyunca gözleri açılıverdi. Yakub, “Ben size,
Allah tarafından, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mi?” dedi.
97.
Oğulları,
“Ey babamız! Allah’tan suçlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten suçlu
idik” dediler.
98.
Yakub,
“Rabbimden sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir” dedi.
99.
(Mısır’a
gidip) Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde; Yûsuf ana babasını bağrına bastı ve
“Allah’ın iradesi ile güven içinde Mısır’a girin” dedi.
100. Ana babasını tahtın üzerine çıkardı.
Hepsi ona (Yûsuf’a) saygı ile eğildiler. Yûsuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu,
daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle
kardeşlerimin arasını bozduktan sonra; Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi
çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu. Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyde
nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.”
101. Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve
bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve
ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere
kat.”
102. İşte bu (kıssa), gayb
haberlerindendir. Onu sana biz vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa onlar tuzak
kurarak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin.
103. Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de
insanların çoğu inanacak değillerdir.
104. Hâlbuki sen buna karşılık onlardan
bir ücret de istemiyorsun. O (Kur’an) âlemler içinde ancak bir öğüttür.
105. Göklerde ve yerde nice deliller
vardır ki yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini çevirerek geçerler.
106. Onların çoğu Allah’a ancak ortak
koşarak inanırlar.[286]
107. Yoksa Allah tarafından kendilerini
kuşatacak bir azabın gelmeyeceğinden veya onlar farkında olmadan kıyametin
ansızın gelip çatmayacağından emin mi oldular?
108. De ki: “İşte bu benim yolumdur. Ben
ve bana uyanlar bilerek Allah’a çağırırız. Allah’ın şanı yücedir. Ben, Allah’a
ortak koşanlardan değilim.”
109. Biz senden önce de, memleketler
halkından ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak
gönderdik. Yeryüzünde dolaşıp da, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin
nasıl olduğuna bakmadılar mı? Elbette ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
110. Nihayet peygamberler ümitlerini
kesecek hâle gelip yalanlandıklarını düşündükleri sırada, onlara yardımımız
geldi de, böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi. Azabımız ise,
suçlular topluluğundan geri çevrilemez.
111. Andolsun ki, onların kıssalarında
akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir.
Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan
bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir.
Mekke döneminde inmiştir. 43 âyettir.
Sûre, adını 13. âyette geçen “Ra’d” kelimesinden almıştır. “Ra’d” gök gürültüsü
demektir. Sûrede başlıca Allah’ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra
dirilmek ve hesap ile müşriklerin İslâm hakkında ortaya attıkları şüpheler konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
Allah,
gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a[288]
kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana
kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı
ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.
3.
O,
yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü
meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır.[289] O,
geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın
varlığını gösteren) deliller vardır.
4.
Yeryüzünde
birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok
gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama
biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda
aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.
5.
Eğer
şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, “Biz toprak olunca yeniden mi
yaratılacakmışız?” demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkâr edenlerdir. İşte
onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir.
Onlar orada ebedî kalacaklardır.
6.
Bir
de senden, iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorlar. Oysa onlardan
önce ibret alınacak birçok azap gelip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, insanların
zulümlerine rağmen bağışlama sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı pek
şiddetlidir.
7.
İnkâr
edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir
uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır.
8.
Allah,
her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin artırdığı şeyi ve eksilttiği şeyi
bilir. Her şey O’nun katında bir ölçü iledir.
9.
O,
gaybı da görülen âlemi de bilendir, çok büyüktür, çok yücedir.
10.
(O’na
göre) içinizden sözü gizleyen ile açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüz
ortaya çıkan eşittir.
11.
İnsanı
önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar.[290]
Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu
değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar
için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.
12.
O,
korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları
meydana getirendir.
13.
Gök
gürlemesi O’na hamd ederek tespih eder. Melekler de O’nun korkusundan tespih
ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah
hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır.
14.
Gerçek
dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise
onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını
suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler.
Kâfirlerin duası daima boşa çıkar. [291]
15.
Göklerde
ve yerde kim varsa, ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a
boyun eğer.
16.
De
ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” “Allah’tır” de. De ki: “O'nu bırakıp da
kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz?”
De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?
Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile
Allah’ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?” De ki: “Her şeyin
yaratıcısı Allah’tır. O, birdir, mutlak hâkimiyet sahibidir.”
17.
O,
gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel üste çıkan
köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için
ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla
böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise
yerde kalır. İşte Allah, böyle misaller verir.
18.
Rablerinin
emrine uyanlar için mükâfatın en güzeli vardır. Ona uymayanlar ise, yeryüzünde
olan her şey ve onun yanında bir katı daha kendilerinin olsa, kurtulmak için
hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte hesabın kötüsü bunlar içindir.
Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!
19.
Rabbinden
sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu?
(Bunu) ancak akıl sahipleri anlar.
20.
Onlar,
Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır.
21.
Onlar,
Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı
besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır.
22.
Onlar,
Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine
verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü
iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu
vardır.
23.
Bu
sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi
olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına
girerler (ve şöyle derler):
24.
“Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet)
ne güzeldir!”
25.
Allah’a
verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını
emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat
çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.
26.
Allah,
rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile
sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir
yararlanmadan ibarettir.
27.
İnkâr
edenler diyorlar ki: “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!”
De ki: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola
eriştirir.”
28.
Onlar,
inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler
ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.
29.
İnanan
ve salih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır.
30.
(Ey
Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin geçmiş olduğu bir
ümmete gönderdik ki, onlar Rahmân’ı inkâr ederken sana vahyettiğimizi
kendilerine okuyasın. De ki: “O, benim Rabbimdir. O’ndan başka hiçbir ilâh
yoktur. Ben yalnız O’na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnız O’nadır.”
31.
Kendisiyle
dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin
konuşturulacağı bir Kur’an olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün
emir yalnız Allah’ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün
insanları doğru yola eriştirirdi. Allah’ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr
edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket
gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği
sözden dönmez.
32.
Andolsun,
senden önce de nice peygamberler alaya alındı da ben inkâr edenlere bir süre
(mühlet) verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Benim cezalandırmam nasılmış!
33.
Herkesin
kazandığını görüp gözeten Allah inkâr edilir mi? Hâlbuki onlar, Allah’a
ortaklar koştular. De ki: “Onların isimlerini açıklayın. Yoksa siz (bununla)
O’na yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber vermiş olacaksınız, yoksa boş söz
mü etmiş olacaksınız?” Hayır, inkâr edenlere hileleri güzel gösterildi ve onlar
doğru yoldan saptırıldılar. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola
iletecek yoktur.
34.
Onlara
dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise daha ağırdır ve onları
Allah’ın azabından koruyacak kimse de yoktur.
35.
Allah’a
karşı gelmekten sakınanlara va’dolunan cennetin durumu şudur: Onun içinden
ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. İşte bu, Allah’a karşı gelmekten
sakınanların sonudur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir.
36.
Kendilerine
kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen Kur’an ile sevinirler. Fakat (senin
aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını inkâr edenler de vardır. De ki:
“Ben ancak Allah’a kulluk etmek ve O’na ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız
O’na çağırıyorum ve dönüşüm de yalnız O'nadır.”
37.
Böylece
biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana gelen bu ilimden
sonra eğer sen onların heva ve heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için
ne bir dost vardır, ne de bir koruyucu.
38.
Andolsun,
senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik.
Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber bir mucize getiremez. Her ecelin
(vadenin) bir yazısı vardır.
39.
Allah,
dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz)
O’nun yanındadır.
40.
Onlara va’dettiğimiz azabın bir kısmını sana
göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğ
etmektir. Hesap görmek ise bize aittir.[292]
41.
Onlar,
bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler
mi? Allah, hükmeder. O’nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk
görendir.
42.
Onlardan
öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Bütün tuzaklar Allah’a aittir. O, her nefsin
kazandığını bilir. İnkâr edenler de dünya yurdunun sonunun kime ait olduğunu
bileceklerdir.
43.
İnkâr
edenler, “Sen peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda
şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur’an) bilgisi bulunanlar yeter.”
Mekke döneminde inmiştir. 52 âyettir.
İçinde Hz. İbrahim’den ve ailesinden söz edildiği için bu adı almıştır. Sûrede
başlıca imanın temel konuları olan Allah’a iman, peygamberlere iman, öldükten
sonra dirilme ve hesap ele alınmaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Elif
3. Dünya
hayatını ahirete tercih edenler, (insanları) Allah yolundan çevirip onu eğri ve
çelişkili göstermek isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık
içindedirler.
4. Biz
her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın
emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru
yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
5. Andolsun,
Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş
milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik.
Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
6. Hani
Mûsâ kavmine, “Allah’ın size olan nimetini anın. Hani O sizi, Firavun
ailesinden kurtarmıştı. Onlar sizi işkencenin en ağırına uğratıyorlar,
oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size
Rabbinizden büyük bir imtihan vardır” demişti.
7. Hani
Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi
artırırım. Eğer nankörlük kafirlik ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok
şiddetlidir.”
8. Mûsâ,
şöyle dedi: “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz kafirlik edecek olsanız de
gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye lâyık olandır.”
9. Sizden
önceki Nûh, Âd, ve Semûd kavimlerinin ve onlardan
sonrakilerin –ki onları Allah’tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi?
Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını
ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz sizinle gönderileni inkâr
ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz” dediler.
10. Peygamberleri
dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Hâlbuki) O,
günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi
(imana) çağırıyor. Onlar, “Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi
babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir
delil getirin” dediler.
11. Peygamberleri,
onlara dedi ki: “Biz ancak sizin gibi birer insanız. Fakat Allah, kullarından
dilediğine (peygamberlik) nimetini bahşeder. Allah’ın izni olmadıkça, bizim
size bir delil getirmemiz haddimize değil. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül
etsinler.”
12. “Allah,
bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye O’na tevekkül etmeyelim?
Bize yaptığınız eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler, yalnız Allah’a
tevekkül etsinler.”
13. İnkâr
edenler, peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da
bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz
zalimleri mutlaka yok edeceğiz.”
14. “Onlardan
sonra sizi elbette o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler
içindir.”
15. Peygamberler,
Allah’tan yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı.
16. Hüsranın
ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir.
17. Onu
yudumlamaya çalışacak fakat boğazından geçiremeyecektir. Ona her yönden ölüm
gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir.
18. Rablerini
inkâr edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgârın
şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (ahirette)
yararını görmezler. İşte bu, derin sapıklıktır.
19. Allah’ın,
gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse
sizi giderir ve yeni bir halk getirir.
20. Bu,
Allah’a hiç de güç gelmez.
21. İnsanların
hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki:
“Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah’ın azabından
bizi koruyabilecek misiniz?” Onlar da, “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi,
biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim
için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur” derler.
22. İş
bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi.
Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir
gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde
beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni
kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı
kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.”
23. İnanan
ve salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, ebedî kalacakları ve
içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Oradaki esenlik dilekleri
“selâm”dır.
24. Görmedin
mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam,
dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.
25. Bu
ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah
insanlara misaller getirir.
26. Kötü
bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir
ağacın durumu gibidir.
27. Allah,
iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle
sağlamlaştırır[294],
zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.
28,29. Allah’ın
nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini helâk yurduna, yaslanacakları
cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? O, ne kötü duraktır!
30. Allah’ın
yolundan saptırmak için O’na ortaklar koştular. De ki: “Bir süre daha
faydalanın. Çünkü varışınız ateşedir.”
31. İnanan
kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar, hiçbir alışveriş ve dostluğun
bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden
Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar.
32. Allah,
gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak
türlü meyveler çıkaran, emri
gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri
de hizmetinize sunandır.
33. O,
âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve
gündüzü sizin emrinize verendir.
34. O,
istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya
kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür kafirdir.
35. Hani
İbrahim demişti ki: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara
tapmaktan uzak tut.”
36. “Rabbim!
Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa, o
bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet
edensin.”
37. “Rabbimiz!
Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez
bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle
yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları
ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”
38. “Rabbimiz!
Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte
hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”
39. “Hamd,
iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz
Rabbim duayı işitendir.”
40. “Rabbim!
Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat.
Rabbimiz! Duamı kabul eyle.”
41. “Rabbimiz!
Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.”
42. Sakın,
Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin
dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.
43. O
gün başlarını dikerek (çağırıldıkları yere doğru) koşarlar. Gözleri kendilerine
bile dönmez, kalpleri de bomboştur.
44. (Ey
Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün
zalimler, “Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına
uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim” diyecekler. Onlara şöyle denilecek:
“Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?”
45. “Kendilerine
zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli
olmuştu. Size misaller de vermiştik.”
46. Onlar
gerçekten tuzaklarını kurmuşlardı. Tuzakları yüzünden dağlar yerinden oynayacak
olsa bile, tuzakları
Allah katındadır (Allah, onu bilir).
47. Sakın
Allah’ın, peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah,
mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
48. O
gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir
ve kahhar (her şeyin üzerinde yegâne hâkim) olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
49. O
gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün.
50. Gömlekleri
katrandandır. Yüzlerini de ateş bürüyecektir.
51. Allah,
herkese kazandığının karşılığını vermek için böyle yapar. Şüphesiz Allah,
hesabı çabuk görendir.
52. Bu
Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve
akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.
Mekke döneminde inmiştir. 99 âyettir.
Sûre, adını 80. âyette geçen “Hicr” kelimesinden almıştır. Hicr, Medine’nin
kuzeyinde vaktiyle Semûd kavminin yaşadığı bir yerin adıdır. Sûrede başlıca
Allah’ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve hesap konuları;
peygamberlerin, çeşitli zamanlarda azgınlara ve inkârcılara karşı verdikleri
mücadeleler çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu sûrede ayrıca ilâhî kitapların
kendisiyle kemale erdiği Kur’an’ın, her türlü tahriften korunacağı hükmü de yer
almaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Elif
2. İnkâr
edenler, “Keşke müslüman olsaydık” diye çok arzu edeceklerdir.
3. Bırak
onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun.
İleride (gerçeği) bilecekler.
4. Helâk
ettiğimiz her memleketin mutlaka bilinen bir yazısı (belli vakti) vardır.
5. Hiçbir
toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.
6. Dediler
ki: “Ey kendisine Zikir (Kur’an) indirilen kimse! Sen mutlaka delisin!”
7. “Eğer
doğru söyleyenlerden isen bize melekleri getirsene!”
8. Biz,
melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak indiririz. O zaman da onlara mühlet
verilmez.
9. Şüphesiz
o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.
10. Ey
Muhammed! Andolsun, senden önceki topluluklara da peygamber gönderdik.
11. Onlar
kendilerine gelen her peygamberle alay ediyorlardı.
12. Aynı
şekilde (onların tutumlarına uygun olarak) biz onu suçluların kalbine sokarız.[296]
13. Önceki
milletlerin (helâkine dair Allah’ın) kanunu geçmiş iken onlar buna (Kur’an’a)
inanmazlar.
14,15. Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı
çıkmaya koyulsalar, yine “Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir
toplumuz” derlerdi.
16. Andolsun,
biz gökte burçlar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik.
17. Onu
kovulmuş her şeytandan koruduk.
18. Ancak
kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir.
19. Yeri
de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi
bitirdik.
20. Orada
hem sizin için, hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler için geçimlikler
meydana getirdik.
21. Hiçbir
şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle
indiririz.
22. Rüzgârları
da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu
toplayıp depolayan da siz değilsiniz.[297]
23. Hiç
şüphesiz biz diriltir, biz öldürürüz ve biz (her şeye gerçek) varisleriz
24. Andolsun
biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da.
25. Şüphesiz
senin Rabbin onları diriltip bir araya getirecektir. Şüphesiz O, hüküm ve
hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
26. Andolsun,
biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.
27. Cinleri
de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık.
28,29. Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan,
şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan
üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.
30. Bunun
üzerine bütün melekler saygı ile eğildiler.
31. Ancak
İblis, saygı ile eğilenlerle beraber olmaktan kaçındı.
32. Allah,
“Ey İblis! Saygı ile eğilenlerle beraber olmamandaki maksadın ne?” dedi.
33. İblis
dedi ki: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için
saygı ile eğilemem.”
34,35. Allah, “Öyleyse çık oradan, çünkü sen
kovuldun. Şüphesiz hesap gününe kadar lânet senin üzerinedir” dedi.
36. İblis:
“Rabbim! Öyle ise onların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver”
dedi.
37,38. Allah da, "O hâlde, sen vakti (yalnızca
benim tarafımdan) bilinen güne (kıyamete) kadar mühlet verilenlerdensin"
dedi.
39,40. İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık,
andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa
erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.
41,42. Allah, “İşte bu bana ulaştıran dosdoğru
yoldur. Azgınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin
yoktur” dedi.
43. Şüphesiz
cehennem, onların hepsinin buluşacağı yerdir.
44. Onun
yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır.
45. Şüphesiz
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır.
46. Onlara,
“Girin oraya esenlikle, güven içinde” denilir.
47. Biz,
onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde,
kardeşler olarak karşılıklı otururlar.
48. Onlara
orada hiçbir yorgunluk dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.
49,50. Ey Muhammed! Kullarıma, benim elbette çok
bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber
ver.
51. Onlara
İbrahim’in misafirlerinden de haber ver.
52. Hani
misafirler İbrahim’in yanına girmiş ve “Selâm” demişlerdi. O da, “Gerçekten biz
sizden korkuyoruz” demişti.
53. Onlar,
“Korkma, biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz” dediler.
54. İbrahim,
“Bana yaşlılık gelip çatmış iken beni mi müjdeliyorsunuz? Bana neyi
müjdeliyorsunuz?” dedi.
55. “Biz
sana gerçeği müjdeledik. Sakın ümitsizlerden olma” dediler.
56. Dedi
ki: “Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?”
57. İbrahim,
“Ey Elçiler! Göreviniz nedir?” dedi.
58. Şöyle
dediler: “Şüphesiz biz suçlu bir millete gönderildik.
59,60. Lût’un ailesi başka (Onlar suçlu değillerdir).
Lût’un karısı dışında onların hepsini kurtaracağız. Biz, onun geride
kalanlardan olmasını takdir ettik.
61,62. Elçiler (melekler) Lût’un ailesine gelince,
Lût onlara, “Gerçekten siz tanınmayan kimselersiniz” dedi.
63. Dediler
ki: “Evet, fakat biz sana (kavminin) şüphe etmekte olduğu azabı getirdik.”
64. “Biz,
sana gerçeği getirdik. Şüphesiz biz doğru söyleyenleriz.”
65. “Gecenin
bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından git. Hiçbiriniz
arkaya bakmasın. Emrolunduğunuz yere (doğru) geçin gidin.”
66. Ona
şu durumu kesin olarak bildirdik: “Sabaha çıkarken onların sonu kesilmiş
olacak.”
67. Şehir
halkı sevinerek geldiler.
68. Lût,
dedi ki: “Şüphesiz bunlar benim misafirlerimdir. Sakın beni rezil etmeyin.”
69. “Allah’a
karşı gelmekten sakının, beni utandırmayın” dedi.
70. Onlar,
“Biz seni insanlarla ilgilenmekten men etmemiş miydik” dediler.
71. Lût:
“İşte kızlarım. Eğer yapacaksanız (onlarla evlenebilirsiniz)” dedi.[298]
72. (Melekler,
Lût’a:) “Ömrüne andolsun ki onlar (şehvetten) gözleri dönmüş hâlde,
sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlar (Bu durumda asla seni dinlemezler)”
dediler.
73. Derken
güneşin doğuşu sırasında, o korkunç uğultulu ses onları yakalayıverdi.
74. Hemen
onların altını üstüne getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar
yağdırdık.
75. Şüphesiz
bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır.
76. O
şehrin kalıntıları hâlâ mevcut olan bir yol üstünde duruyor.
77. Şüphesiz
bunda inananlar için bir ibret vardır.
78. “Eyke”
halkı da şüphesiz zalim idiler.[299]
79. Onlardan
da intikam aldık. İkisi de (Lût kavminin yaşadığı Sodom ile Şu’ayb kavminin
yaşadığı Eyke) belirgin bir anayol üzerinde idiler.
80. Andolsun,
Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı.[300]
81. Biz,
onlara âyetlerimizi vermiştik de onlardan yüz çevirmişlerdi.
82. Onlar
güven içinde dağlardan evler yontuyorlardı.
83. Onları
da sabaha çıkarlarken o korkunç uğultulu ses yakalayıverdi.
84. Kazanmakta
oldukları şeyler kendilerine bir fayda vermedi.
85. Biz,
gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları ancak hakka ve hikmete uygun
olarak yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel bir şekilde
hoşgörü ile muamele et.
86. Şüphesiz,
Rabbin hakkıyla yaratanın (ve her şeyi) bilenin ta kendisidir.
87. Andolsun,
biz sana tekrarlanan yedi âyeti[301] ve
büyük Kur’an’ı verdik.
88. Kâfirlerden
bir kısmını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. Onlara karşı
mahzun olma ve mü’minlere (şefkat) kanadını indir.
89. De
ki: “Gerçekten ben, apaçık bir uyarıcıyım.”
90. Nitekim
biz kendi kitaplarını parçalara ayıranlara da (kitap) indirmiştik.
91. Ki
onlar, (bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek) Kur’an’ı da parça parça edenlerdir.
92,93. Rabbine andolsun, onların hepsine yapmakta
olduklarını mutlaka soracağız.
94. Ey
Muhammed! Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah’a ortak
koşanlara aldırış etme.
95,96. Şüphesiz biz, Allah ile beraber başka ilâh
edinen alaycılara karşı sana yeteriz. İlerde bilecekler.
97. Andolsun,
onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz.
98. O
hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol.
99. Sana
ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.
Mekke döneminde inmiştir. 128
âyettir. Sûre, adını 68. âyette geçen “en-Nahl” kelimesinden almıştır.
“en-Nahl” bal arısı demektir. Sûrede başlıca, kâinatta Allah’ın varlığını ve
birliğini gösteren deliller, vahiy, öldükten sonra dirilme gibi konular yer
almaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Allah’ın
emri gelecektir. Artık onun acele gelmesini istemeyin. Allah, onların ortak
koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.
2. Allah,
“Benden başka ilâh yoktur. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının” diye
(insanları) uyarmaları için emrini içeren vahiy ile melekleri kullarından
dilediğine indirir.
3. Allah,
gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. O, müşriklerin ortak
koştukları şeylerden yücedir.
4. İnsanı
nutfeden (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir
hasım kesilmiştir.
5. Hayvanları
da yarattı. Onlarda sizin için bir ısınma ve birçok faydalar vardır. Hem de
onlardan yersiniz.
6. Onları
akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken de sizin için bir güzellik (ve
zevk) vardır.
7. Onlar
ağırlıklarınızı, sizin ancak zorlukla varabileceğiniz beldelere taşırlar.
Şüphesiz Rabbiniz çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.
8. Hem
binesiniz diye, hem de süs olarak atları, katırları ve merkepleri de yarattı.
Bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır.
9. Doğru
yolu göstermek Allah’a
aittir. Yolun eğrisi de vardır.[302]
Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.
10. O,
gökten sizin için su indirendir. İçilecek su ondandır. Hayvanlarınızı
otlattığınız bitkiler de onunla meydana gelir.
11. Allah
o su ile size; ekin, zeytin, hurma ağaçları, üzümler ve her türlü meyvelerden
bitirir. Elbette bunda düşünen bir kavim için bir ibret vardır.
12. O,
geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da
O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan
bir millet için ibretler vardır.
13. Sizin
için yeryüzünde çeşitli renk ve biçimlerle yarattığı şeyleri de sizin
hizmetinize verdi. Öğüt alan bir toplum için bunda ibretler vardır.
14. O,
taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin
hizmetinize verendir. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. (Bütün
bunlar) O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz içindir.
15,16. Sizi
sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler,
yollar ve nice işaretler meydana getirdi. İnsanlar yıldızlarla da yollarını
bulurlar.
17. Şu
hâlde yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?
18. Hâlbuki
Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
19. Allah,
gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.
20. Allah’ı
bırakıp da taptıkları şeyler, yaratılmış olduklarına göre hiçbir şey
yaratamazlar.
21. Onlar,
diri olmayan cansız varlıklardır! Ne zaman dirileceklerinin de şuuruna
varamazlar.
22. Sizin
ilâhınız tek bir ilâhtır. Ahirete inanmayanların kalpleri bunu inkâr etmekte,
kendileri de büyüklük taslamaktadırlar.
23. Şüphe
yok ki Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. O,
büyüklük taslayanları hiç sevmez.
24. Onlara
“Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, “Öncekilerin masalları” dediler.
25. Böylece
kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak, bilgisizce saptırdıkları
kimselerin günahlarının da bir kısmını yüklenirler. Dikkat et, yüklendikleri ne
kötüdür.
26. Onlardan
öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Allah’ın azabı binalarını, temelinden gelip
yıktı da tavanları başlarına çöküverdi ve azap kendilerine fark edemedikleri
yerden geldi.
27. Sonra
kıyamet günü, Allah onları rezil edecek ve diyecek ki: “Uğrunda mücadele ettiğiniz
ortaklarım nerede?!” Kendilerine ilim verilenler ise
şöyle derler: “Şüphesiz bugün rezillik, aşağılık ve kötülük kâfirlerin
üzerinedir.”
28. O
kâfirler, nefislerine zulmederlerken melekler onların canlarını alır da onlar
teslim olup, “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk” derler. (Melekler de şöyle
diyecekler:) “Hayır! Allah sizin yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilmektedir.”
29. “Haydi,
içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların
yeri ne kötüdür!”
30. Allah’a
karşı gelmekten sakınan kimselere, “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Hayr
indirdi” derler. Bu dünyada iyilik yapanlara bir iyilik vardır. Ahiret yurdu
ise daha hayırlıdır. Allah’a karşı gelmekten sakınanların yurdu ne güzeldir.
31. İçinden
nehirler akan Adn cennetlerine gireceklerdir. Kendileri için orada diledikleri
her şey vardır. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları böyle mükâfatlandırır.
32. Melekler,
onların canlarını iyi kimseler olarak alırken, “Selâm size! Yapmış olduğunuz
iyi işlere karşılık girin cennete” derler.
33. (O
kâfirler) kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin
gelmesini bekliyorlar. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Allah onlara
zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
34. Bu
sebeple işledikleri kötülüklerin cezası onlara ulaştı ve alay ettikleri şey
kendilerini kuşattı.
35. Allah’a
ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan
başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram
kılmazdık.” Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen
sadece apaçık bir tebliğdir.
36. Andolsun
biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan[303]
kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti;
onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi
yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.
37. Sen
onların doğru yola erişmelerine aşırı istek göstersen de şüphesiz Allah
saptırdığı kimseyi doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da yoktur.
38. Onlar,
“Allah, ölen bir kimseyi diriltmez” diye var güçleriyle Allah’a yemin ettiler.
Hayır, diriltecek! Bu, yerine getirilmesini Allah’ın üzerine aldığı bir
vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
39. (Diriltecek
ki) ayrılığa düştükleri şeyi onlara anlatsın ve kâfir olanlar da kendilerinin
yalancı olduklarını bilsinler!
40. Biz
bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da
hemen oluverir.
41. Zulme
uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada
güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke
bilselerdi..
42. Onlar,
sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.
43. Senden
önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak
gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.[304]
44. (O
peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine
indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı
indirdik.
45. Kötü
işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah’ın kendilerini yere geçirmesinden veya
(ansızın) bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi
oldular?
46. Yahut
onlar dönüp dolaşırken Allah’ın kendilerini yakalayıvermesinden emin mi
oldular? Onlar, Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.
47. Yahut
da, onları korku üzere iken yakalamayacağından güven içinde midirler? Şüphesiz
Rabbiniz çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.
48. Allah’ın
yarattığı şeyleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri Allah’a secde ederek ve
tevazu ile boyun eğerek sağa ve sola dönmektedir.
49. Göklerde
ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler
(boyun eğerler).
50. Üzerlerinde
hâkim ve üstün olan Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.
51. Allah,
şöyle dedi: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek ilâhtır. O hâlde, yalnız benden
korkun.”
52. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey O’nundur. İtaat de daima O’na olmalıdır. Öyle iken siz
Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?
53. Size
ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman
yalnız O’na yalvarır yakarırsınız.
54. Sonra
sizden o sıkıntıyı giderince, bir de bakarsınız, içinizden bir kısmı Rablerine
ortak koşar.
55. Kendilerine
verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmek kafirlik etmek için böyle
yaparlar. Bir süre daha faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz!
56. Bir
de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (mahiyetini) bilmedikleri şeylere
(putlara) pay ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, uydurmakta olduğunuz şeylerden
mutlaka sorguya çekileceksiniz.
57. Onlar,
kızları Allah’a nispet ediyorlar -ki O, bundan uzaktır- kendilerine ise, canlarının
istediğini.
58. Onlardan
biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir!
59. Kendisine
verilen kötü müjde (!) yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu, aşağılanmış olarak
yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar!
60. Kötü
sıfatlar ahirete inanmayanlara aittir. En yüce sıfatlar ise Allah’ındır. O,
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
61. Eğer
Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir
canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği
zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.
62. Hoşlarına
gitmeyen şeyleri Allah’a isnad ederler. En güzel sonuç kendilerininmiş diye
dilleri de yalan uyduruyor. Hiç şüphe yok ki onlara cehennem vardır ve onlar
oraya en önde sokulacaklardır.
63. Allah’a
andolsun, senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Fakat şeytan onlara
işlerini güzel gösterdi. O, bugün de onların dostudur ve onlar için elem dolu
bir azap vardır.
64. Sana
kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden
bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.
65. Allah,
gökten su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz bunda
dinleyecek bir toplum için bir ibret vardır.
66. Şüphesiz
(sağmal) hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarındaki
fışkı ile kan arasından (süzülen) içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz.
67. Hurma
ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık
edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.
68. Rabbin,
bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları
çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.”
69. “Sonra
meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına
gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için
şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret vardır.
70. Allah,
sizi yarattı. Sonra sizi öldürecek. İçinizden kimileri de, bilgili olduktan
sonra hiçbir şeyi bilmesin diye ömrünün en düşkün çağına ulaştırılır. Şüphesiz
Allah hakkıyla bilendir, (her şeye) hakkıyla gücü yetendir.
71. Allah,
rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını
ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit olsunlar. Şimdi Allah’ın
nimetini mi inkâr ediyorlar?
72. Allah,
size kendi cinsinizden eşler var etti. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar
verdi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı. Öyleyken onlar batıla inanıyorlar
da Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
73. Allah’ı
bırakıp da, kendilerine göklerden ve yerden hiçbir rızık sağlayamayan ve buna
gücü de yetmeyen şeylere tapıyorlar.
74. Artık
Allah’a (şanına uymayan) benzetmeler yapmaya kalkmayın. Çünkü Allah bilir, siz
bilmezsiniz.
75. Allah,
hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile,
kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan
kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur, fakat
onların çoğu bilmezler.
76. Allah,
(şöyle) iki adamı da misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü
yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye gönderse olumlu bir sonuç alamaz.
Bu, adaletle emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?
77. Göklerin
ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyamet’in kopması, bir göz kırpması gibi veya
daha az bir zamandır. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
78. Allah,
sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı.
Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.
79. Gökyüzünde
Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları gökte ancak
Allah tutar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.
80. Allah,
size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek
göç gününüzde, gerek ikamet gününüzde kolayca taşıyacağınız evler; onların
yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar yararlanacağınız ev
eşyası ve geçimlikler meydana getirdi.
81. Allah,
yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı ve dağlarda da sizin için barınaklar
var etti. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar
verdi. Böylece Allah, müslüman olasınız diye üzerinizde olan nimetini
tamamlıyor.
82. Ey
Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir.
83. Onlar,
Allah’ın nimetini bilirler, sonra da inkâr ederler. Onların çoğu kâfirlerdir.
84. Kıyamet
günü her ümmetten bir şahit göndereceğiz; sonra inkâr edenlere ne (özür
dilemeleri için) izin verilecek, ne de Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri
işleme istekleri kabul edilecek.
85. O
zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan azap hafifletilmez ve
kendilerine mühlet de verilmez.
86. Allah’a
ortak koşanlar, ortaklarını gördüklerinde diyecekler ki: “Rabbimiz! Bunlar, seni
bırakıp kendilerine tapmış olduğumuz ortaklarımızdır.” Koştukları ortaklar da
onlara: “Siz elbette yalancılarsınız” diye laf atacaklar.
87. Onlar
o gün Allah’a teslim olurlar ve uydurdukları şeyler de onları yüzüstü bırakıp
kaybolur.
88. İnkâr
eden ve insanları Allah’ın yolundan alıkoyanların, yapmakta oldukları
bozgunculuklarına karşılık azaplarının üstüne azap ekleriz.
89. (Ey
Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni
de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı;
her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve
müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.
90. Şüphesiz
Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı,
fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.
91. Antlaşma
yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı
kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz
Allah, yaptıklarınızı bilir.
92. Bir
topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi
aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten
sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah, bununla sizi ancak
imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette
açıklayacaktır.
93. Allah
dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini
de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya
çekileceksiniz.
94. Yeminlerinizi
aranızda hile ve fesat sebebi yapmayın. Sonra sağlamca bastıktan sonra
ayak(larınız) kayar da Allah yolundan sapmanız sebebiyle kötü azabı tadarsınız.
(Ahirette de) sizin için büyük bir azap vardır.
95. Allah’a
verdiğiniz sözü az bir karşılığa değişmeyin. Eğer bilirseniz, şüphesiz Allah
katında olan sizin için daha hayırlıdır.
96. Sizin
yanınızdaki tükenir, Allah katında olan ise kalıcıdır. Elbette sabredenlere,
yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.
97. Erkek
veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat
yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile
vereceğiz.
98. Kur’an
okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.[305]
99. Gerçek
şu ki; şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir
hâkimiyeti yoktur.
100. Şeytanın
hâkimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.
101. Biz
bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi
indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun”
derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
102. Ey
Muhammed! De ki: “Ruhu’l-Kudüs (Cebrail), inananların inançlarını
sağlamlaştırmak, müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara bir müjde olmak
üzere Kur’an’ı Rabbinden hak olarak indirdi.”
103. Andolsun
ki biz onların, “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma
ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır.[306]
104. Allah’ın
âyetlerine inanmayanları, Allah elbette doğru yola iletmez. Onlar için elem
dolu bir azap vardır.
105. Yalanı,
ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta
kendileridir.
106. Kalbi
imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr
eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük
bir azap vardır.
107. Bu,
onların dünya hayatını sevip ahirete tercih etmelerinden ve Allah’ın kâfirler
topluluğunu asla doğru yola iletmeyeceğindendir.
108. İşte
onlar, Allah’ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir.
İşte onlar gafillerin ta kendileridir.
109. Hiç
şüphesiz onlar, ahirette ziyana uğrayanların da ta kendileridir.
110. Sonra
şüphesiz ki Rabbin, eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah
yolunda cihad edip sabreden kimselerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra
da çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
111. Herkesin
nefsi için mücadele ederek geleceği, kendilerine zulmedilmeksizin herkese
yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği günü düşün.
112. Allah,
şöyle bir kenti misal verdi: Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her
taraftan bolca rızık gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler kafirlik ettiler;
bu yüzden yaptıklarına karşılık, Allah onlara şiddetli açlık ve korku ızdırabını
tattırdı.
113. Andolsun,
onlara içlerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar. Böylece
zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.
114. Artık
Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız O’na
ibadet ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.
115. Allah,
size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı.
Ama kim mecbur olur da istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek
zorunda kalırsa, şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.[307]
116. Dilleriniz
yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu
helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar,
kurtuluşa eremezler.
117. (Dünyada
elde ettikleri) az bir yararlanmadır. Hâlbuki (ahirette) onlara acıklı bir azap
vardır.
118. Daha
önce sana anlattıklarımızı yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz (bununla)
onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
119. Sonra,
şüphesiz ki Rabbin; cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra bunun ardından
tövbe eden ve durumunu düzeltenlerden yanadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da
elbette çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.[308]
120. Şüphesiz
İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir önder idi. Allah’a ortak
koşanlardan değildi.
121. O’nun
nimetlerine şükreden bir önderdi. Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.
122. Ona
dünyada iyilik verdik. Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir.
123. Sonra
da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan
değildi” diye vahyettik.
124. Cumartesi
gününe saygı, ancak onda görüş ayrılığına düşenlere farz kılındı. Şüphesiz
Rabbin, ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda kıyamet günü aralarında
hüküm verecektir.
125. (Ey
Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel
şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi
bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.
126. Eğer
ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz,
elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
127. Sabret!
Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak
kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme.
128. Şüphesiz
Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.
26,32,33 ve 57. âyetler ile 73-80. âyetler
Medine döneminde, diğerleri Mekke döneminde inmiştir. 111 âyettir. Sûre, adını
ilk âyetin konusu olan “İsrâ” olayından almıştır. “Geceleyin yürütmek” anlamına
gelen “İsrâ”, Mîrac yolculuğunda, Hz. Peygamberin bir gece, Mekke’den Kudüs’e
götürülmesini ifade eder. Sûrenin diğer bir adı da “Benî İsrâil Sûresi”dir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Kendisine
âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece
Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren
Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.[309]
2. Mûsâ’ya
Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ve onu, “Benden başkasını vekil edinmeyin” diyerek,
İsrailoğullarına bir rehber yaptık.
3. Ey
kendilerini Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! Gerçek
şu ki, o çok şükreden bir kuldu.
4. Biz,
Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrailoğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa
bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye
hükmettik.
5. Nihayet
bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için)
üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin
arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir va’d idi.
6. Sonra
onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi
güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık.
7. İyilik
ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize
yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler,
daha önce girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis’e) girsinler ve ellerine
geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye (üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik.)
8. Umulur
ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya)
döneriz. Biz cehennemi kâfirlere bir zindan yapmışızdır.
9,10. Gerçekten
bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük
bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap
hazırladığımızı müjdeler.
11. İnsan
hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir.
12. Biz
geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf
isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alametini giderip
gündüz alametini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık.
13. Her
insanın amelini boynuna yükledik.[310]
Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız.
14. “Oku
kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir.
15. Kim
doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi
aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü
yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.[311]
16. Biz
bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık
elebaşlarına (itaati) emrederiz de[312]
onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz
gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz.
17. Nûh’tan
sonra da nice nesilleri helâk ettik. Kullarının günahlarını hakkıyla bilici ve
görücü olarak Rabbin yeter.
18. Kim
bu geçici dünyayı isterse orada ona, (evet) dilediğimiz kimseye dilediğimiz
kadar hemen veririz. Sonra da cehennemi ona mekân yaparız. O, buraya kınanmış
ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak girer.
19. Kim
de mü'min olarak ahireti ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa, işte
bunların çalışmalarının karşılığı verilir.
20. Rabbinin
lütfundan her birine; onlara da, bunlara da veririz. Rabbinin lütfu (hiç kimseye)
yasaklanmış değildir.
21. Bak
nasıl, onların kimini kimine üstün kıldık. Elbette ahiretteki dereceler daha
büyüktür, üstünlükler daha büyüktür.
22. Allah
ile birlikte başka bir tanrı edinme, yoksa kınanmış ve yalnızlığa itilmiş
olarak kalırsın.
23. Rabbin,
kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı
kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında
ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama;
onlara tatlı ve güzel söz söyle.
24. Onlara
merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken
koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”
25. Rabbiniz,
içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki
Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır.
26. Akrabaya,
yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma.
27. Çünkü
saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük
kafirlik etmiştir.
28. Eğer
Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o
zaman onlara yumuşak bir söz söyle.[313]
29. Eli
sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.[314]
30. Şüphesiz
Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Çünkü O, gerçekten
kullarından haberdardır ve onları görmektedir.
31. Yoksulluk
korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız.
Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.
32. Zinaya
yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.
33. Haklı
bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim
haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas
yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.
34. Rüştüne
erişinceye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın, verdiğiniz
sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur.
35. Ölçtüğünüzde
ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha
güzeldir.
36. Hakkında
kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp,
bunların hepsi ondan sorumludur.
37. Yeryüzünde
böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla
erişemezsin.
38. Bütün
bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin katında sevimsiz şeylerdir.
39. Bunlar,
Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh
edinme. Sonra kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme
atılırsın.
40. Rabbiniz
erkek çocukları size seçip-ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı
edindi? Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz.[315]
41. Andolsun
biz, onlar düşünüp öğüt alsınlar diye (gerçekleri) bu Kur’an’da değişik
biçimlerde açıkladık. Fakat bu, onların ancak kaçışlarını artırıyor.
42. De
ki: “Eğer onların iddia ettiği gibi, Allah’la beraber (başka) ilâhlar olsaydı,
o zaman o ilâhlar da Arş’ın sahibine ulaşmak için elbette bir yol ararlardı.[316]
43. Allah,
her türlü eksiklikten uzaktır, onların söylediklerinin ötesindedir, yücedir.
44. Yedi
gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu
hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O,
halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.
45. Kur’an
okuduğunda, seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz.
46. Kur’an’ı
anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız.
Kur’an’da (ibadete lâyık ilâh olarak) sadece Rabbini andığın zaman arkalarına
dönüp kaçarlar.[317]
47. Onlar
seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi aralarında konuşurlarken
de o zalimlerin, “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediklerini çok
iyi biliyoruz.
48. Bak,
senin için ne türlü benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık (doğru) yolu
bulamazlar.
49. Dediler
ki: “Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduğumuz zaman mı yeniden bir
yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?”
50. De
ki: “(Şüphe mi var?) İster taş olun ister demir!”
51. “Yahut
aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, (yine de
diriltileceksiniz.)” Diyecekler ki: “Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?”
De ki: “Sizi ilk defa yaratan.” Bunun üzerine başlarını sana (alaylı bir
tarzda) sallayacaklar ve “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!”
52. Allah’ın
sizi (kabirlerinizden) çağıracağı, sizin de O’na hamd ederek emrine hemen
uyacağınız ve (kabirlerinizde) pek az kaldığınızı sanacağınız günü hatırla!
53. Kullarıma
söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını
bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.
54. Rabbiniz
sizi daha iyi bilir. (Durumunuza göre) dilerse size merhamet eder, dilerse azap
eder. Seni de onlara vekil olarak göndermedik.
55. Hem
Rabbin göklerde ve yerde kim varsa daha iyi bilir. Andolsun, peygamberlerin bir
kısmını bir kısmına üstün kıldık. Dâvûd’a da Zebûr’u verdik.[318]
56. De
ki: “Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar, başınızdaki
sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler.”
57. Onların
yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olacağız” diye Rablerine
vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin
azabı gerçekten korkunçtur.
58. Ne
kadar memleket varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk edeceğiz, ya da
şiddetli bir azapla cezalandıracağız. İşte bu, Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da)
yazılmış bulunuyor.[319]
59. Bizi,
(Kureyş’in istediği) mucizeleri göndermekten, ancak, öncekilerin onları
yalanlamış olması alıkoydu. (Nitekim) Semûd kavmine o dişi deveyi açık bir
mucize olarak verdik de onlar bu yüzden zalim oldular. Oysa biz mucizeleri sırf
korkutmak için göndeririz.
60. Hani
sana, “Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana
gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur’an’da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf
insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece
onların büyük azgınlıklarını (daha da) artırdı.[320]
61. Hani
meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile
eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde
yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?” demişti.
62. Yine
demişti ki: “Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Andolsun eğer beni
kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm
altına alacağım.”
63. Allah,
şöyle dedi: “Çekil, git.” Onlardan kim sana uyarsa, kuşkusuz cehennem tam bir
karşılık olarak hepinizin cezası olacaktır.”
64. “(Haydi)
onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla
onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara
vaadlerde bulun.” Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va’detmez.
65. “Şüphesiz,
(gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak
Rabbin yeter!”
66. Rabbiniz,
lütfundan nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütendir. Şüphesiz
O, size karşı çok merhametlidir.
67. Denizde
size bir sıkıntı dokunduğunda bütün taptıklarınız (sizi yüzüstü bırakıp)
kaybolur, yalnız Allah kalır. Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz.
Zaten insan çok nankördür kafirdir.
68. Peki,
karada sizi yere geçirmesinden, yahut üzerinize taşlar
savuran kasırga göndermesinden, sonra da kendinize bir vekil bulamamaktan
güvende misiniz?
69. Yahut
sizi tekrar denize döndürüp üstünüze, kasıp kavuran bir fırtına yollayarak nankörlüğünüz
inkarlarınız sebebiyle sizi boğmasından, sonra da bize karşı
kendiniz için arka çıkacak bir yardımcı bulamama (durumun)dan
güvende misiniz?
70. Andolsun,
biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini
en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan
üstün kıldık.
71. Bütün
insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. (O gün) her
kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar
haksızlığa uğratılmazlar.[321]
72. Kim
bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.
73. Onlar,
sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan
şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost
edinirlerdi.
74. Eğer
biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.
75. İşte
o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize
karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın.
76. Seni
o yerden (Mekke’den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu
yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı.
77. Senden
önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim
kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın.
78. Güneşin
zevalinden (öğle vaktinde Batı’ya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (belli
vakitlerde) namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı
şahitlidir.[322]
79. Gecenin
bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd
namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın.
80. De
ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve
esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”
81. De
ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.”
82. Biz
Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin
ise Kur’an, ancak zararını artırır.
83. İnsana
nimet verdiğimizde yüz çevirip yan çizer. Kendisine şer dokununca da
umutsuzluğa düşer.
84. De
ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı
daha iyi bilir.”
85. Sana
ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size
pek az ilim verilmiştir.”
86. Andolsun,
dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık; sonra bu konuda
bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın.
87. Ancak
Rabbin’den bir rahmet olarak böyle yapmadık. Çünkü O’nun sana olan lütfu
büyüktür.
88. De
ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere
toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini
getiremezler.”
89. Andolsun,
biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine
de insanların çoğu ancak inkârda direttiler.
90,91,92,93. Dediler
ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin
hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl
ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça
düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından
bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten
okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki:
“Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.”
94. İnsanlara
hidayet (Kur’an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, “Allah, bir
beşeri mi peygamber olarak gönderdi?” demeleri engel olmuştur.
95. De
ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı,
elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”
96. De
ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarından
hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.”
97. Allah,
kimi doğru yola iletirse işte o, doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırırsa,
böyleleri için O’nun dışında dostlar bulamazsın. Onları kıyamet günü körler,
dilsizler ve sağırlar olarak yüzüstü haşredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir.
Cehennemin ateşi dindikçe, onlara çılgın ateşi artırırız.
98. Bu,
onların cezasıdır. Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr ettiler ve,
“Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduktan sonra mı yeniden bir
yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?” dediler.
99. Onlar,
gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendileri gibilerini yaratmaya kadir olduğunu
görmediler mi? Allah onlar için, hakkında hiçbir şüphe bulunmayan bir ecel
belirlemiştir. Fakat zalimler ancak inkârda direttiler.
100. De
ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir
korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.”
101. Andolsun,
biz Mûsâ’ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor (sana
anlatsınlar): Hani Mûsâ onlara gelmiş ve Firavun da ona, “Ben senin kesinlikle
büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!” demişti.[323]
102. Mûsâ
ise, “İyi biliyorsun ki, bunları ancak, göklerin ve yerin Rabbi apaçık deliller
olarak indirmiştir. Ey Firavun, ben de seni kesinlikle helâk olmuş bir kişi
olarak görüyorum” demişti.
103. Bunun
üzerine Firavun (işkence etmek ve öldürmek suretiyle) o yerden onların kökünü
kazımak istedi. Biz de onu ve beraberindekileri hep birden suda boğduk.
104. Bunun
ardından İsrailoğullarına şöyle dedik: “Bu topraklarda oturun, ahiret va’di
(kıyamet) gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.”
105. Biz
onu (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ve o da hak ile indi. Seni de ancak müjdeci
ve uyarıcı olarak gönderdik.
106. Biz
Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey
indirdik.
107. De
ki: “Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim
verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.”
108. “Rabbimizin
şanı yücedir. Rabbimizin va’di mutlaka gerçekleşecektir” derler.
109. Onlar
ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Bu da onların derin saygısını artırır.
110. De
ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın.
Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.” Namazında
sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.
111. “Hamd,
çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir
yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur” de ve O’nu tekbir ile yücelt.
Mekke döneminde inmiştir. 28. âyetin
Medine döneminde indiği de rivayet edilmiştir. 110 âyettir. Sûre, adını; ilk
defa dokuzuncu âyette olmak üzere, birkaç yerde geçen “kehf” kelimesinden
almıştır. Kehf, mağara demektir. Sûrede temel konu olarak, inançları sebebiyle
öldürülmekten kurtulmak için bir mağaraya sığınan gençlerin mucizevî hâlleri,
ayrıca Hz. Mûsâ ile Zülkarneyn konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Hamd,
kuluna Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah’a
mahsustur.
2,3,4. (Allah
onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, salih
ameller işleyen mü’minleri, içlerinde ebedî olarak kalacakları güzel bir
mükâfat (cennet) ile müjdelemek ve “Allah, bir çocuk edindi” diyenleri de
uyarmak için dosdoğru bir kitap kıldı.
5. Bu
konuda ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ne büyük bir
söz (bu) ağızlarından çıkan! Onlar ancak yalan söylüyorlar.
6. Demek
sen, bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini
tüketeceksin![324]
7. İnsanların
hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki
şeyleri ona bir zinet yaptık.
8. Biz,
elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak hâline
getireceğiz.
9. Yoksa
sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm’i mi bizim ibret verici
delillerimizden sandın?[325]
10. Hani
o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver
ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı
kolaylaştır” demişlerdi.
11. Bunun
üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık (Onları
uyuttuk).
12. Sonra
onları uyandırdık ki, iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi
hesap ettiğini bilelim.
13. Biz
sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar Rablerine
inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.[326]
14,15. Kalkıp da, “Rabbimiz, göklerin ve yerin
Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz
söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O’ndan başka tanrılar edindiler. Onlar
hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah’a karşı yalan
uydurandan daha zalimdir?” dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.
16. (İçlerinden
biri şöyle dedi:) “Mademki onlardan ve Allah’tan başkasına tapmakta olduklarından
yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini
yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın.”[327]
17. (Orada
olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına kaydığını, batarken
de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın
geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah, kime hidayet
ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu
gösterecek bir dost bulamazsın.
18. Uykuda
oldukları hâlde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviriyorduk.
Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Onları
görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için
korku ile dolardı.
19. Böylece
biz, birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar
kaldınız”? dedi. (Bir kısmı) “Bir gün, ya da bir
günden az”, dediler. (Diğerleri de) şöyle dediler: “Ne kadar kaldığınızı
Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de
baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan
size bir rızık getirsin. Ayrıca, çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve
sizi hiçbir kimseye sakın sezdirmesin.”
20. “Çünkü
onlar sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler,
yahut kendi dinlerine döndürürler. O zaman da bir daha asla kurtuluşa
eremezsiniz.”
21. Böylece
biz, (insanları) onların hâlinden haberdar ettik ki, Allah’ın va’dinin hak
olduğunu ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe olmadığını bilsinler. Hani
onlar (olayın mucizevî tarafını ve asıl hikmetini bırakmışlar da) aralarında
onların durumunu tartışıyorlardı. (Bazıları), “Onların üstüne bir bina yapın,
Rableri onların hâlini daha iyi bilir” dediler. Duruma hâkim olanlar ise,
“Üzerlerine mutlaka bir mescit yapacağız” dediler.
22. (Ey
Muhammed!) Bazıları bilmedikleri şey hakkında atıp tutarak: “Onlar üç
kişidirler, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. Yine, “Beş kişidirler,
altıncıları köpekleridir” diyecekler. Şöyle de diyecekler: “Yedi kişidirler, sekizincileri
köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Zaten onları pek
az kimse bilir. O hâlde, onlar hakkında (Kur’an’daki) apaçık tartışma(yı
aktarmak)dan başka tartışmaya girme ve bunlar hakkında
onlardan hiçbirine bir şey sorma.”
23. Hiçbir
şey hakkında sakın “yarın şunu yapacağım” deme!
24. Ancak,
“Allah dilerse yapacağım” de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve “Umarım Rabbim
beni, bundan daha doğru olana ulaştırır” de.
25. Onlar
mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler.
26. De
ki: “Kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilmek
O’na aittir. O, ne güzel görür; O, ne güzel işitir! Onların, O’ndan başka
hiçbir dostu da yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.”
27. Rabbinin
kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse
yoktur. O’ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın.
28. Sabah
akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya
hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi
anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş
kimselere boyun eğme.
29. De
ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz
zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini
çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden
eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne
kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir.[328]
30. Gerçek
şu ki, iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz iyi iş yapanların
ecrini zayi etmeyiz.
31. İşte
onlar için içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada tahtlar
üzerine kurularak altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil
giysiler giyeceklerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne güzel bir
yaslanacak yerdir!
32. Onlara
şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların
çevresini hurmalarla donatmış, ikisinin arasına da bir ekinlik koymuştuk.
33. Her
iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı.
Bu iki bağın arasından bir de nehir fışkırtmıştık.
34. Derken
onun büyük bir serveti oldu. Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: “Benim malım
seninkinden daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm.”
35. Derken
kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun sonsuza değin yok olacağını
sanmıyorum.”
36. “Kıyametin
kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir
sonuç bulurum.”
37. Arkadaşı,
ona cevap vererek dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir damla döl
suyundan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen
Allah’ı inkâr mı ediyorsun?”
38. “Fakat
O Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.”
39,40. “Bağına girdiğinde ‘Mâşaallah! Kuvvet yalnız
Allah’ındır’ deseydin ya!. Eğer benim malımı ve
çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, senin
bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de
bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir.”
41. “Ya
da suyu çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık onu arayamazsın bile.”
42. Derken
bütün serveti helâk edildi. (Yıkılmış) çardakları üzerine çökmüş hâldeki bağına
yaptığı harcamalar karşısında ellerini oğuşturuyor ve şöyle diyordu: “Keşke
Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım..”
43. Onun,
Allah’tan başka kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi kendini
kurtaracak güçte de değildi.
44. İşte
bu durumda velayet (himaye ve koruyuculuk) yalnızca hak olan Allah’a mahsustur.
O’nun mükâfatı da daha hayırlıdır, vereceği sonuç da daha hayırlıdır.
45. Onlara
dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur
gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar.
Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner.
Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.
46. Mallar
ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin
katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.
47. Dağları
yürüteceğimiz ve senin yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir hatırla. Biz
onları mahşerde toplarız da içlerinden hiçbirini bırakmayız.
48. Hepsi
saf saf Rabbinin huzuruna çıkarılırlar. Onlara, “Andolsun, sizi ilk önce
yarattığımız gibi bize geldiniz. Oysa siz, sizin için hesaba çekileceğiniz bir
zaman belirlemediğimizi sanmıştınız” denir.
49. Kitap
ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün.
“Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan
hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar.
Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
50. Hani
biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi
saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı.
Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı
ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için
ne kötü bir bedeldir!
51. Ben
onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit
tuttum. Saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş değilim.
52. (Ey
Muhammed!) Allah’ın, “Ortağım olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın”
diyeceği, onların da çağıracakları, fakat kendilerine (çağırdıklarının) cevap
vermeyecekleri ve bizim de aralarına bir uçurum koyacağımız günü hatırla!
53. Suçlular
(o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar ve ondan
kurtuluş yolu da bulamayacaklardır.
54. Andolsun,
biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık.
Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.
55. İnsanlara
hidayet geldikten sonra onların inanmalarına ve Rab’lerinden mağfiret
dilemelerine, ancak, öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesi,
ya da kendilerine azabın göz göre göre gelmesi (yönündeki beklentileri) engel
olmuştur.
56. Biz,
peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkâr
edenler ise, hakkı batılla çürütmek için mücadele ederler. Âyetlerimizi ve
kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar.
57. Kim,
kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren ve elleriyle
yaptığını unutandan daha zalimdir? Şüphesiz biz, onu anlamamaları için,
kalplerine perdeler gerdik, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Sen onları hidayete
çağırsan da artık ebediyen hidayet bulamazlar.[329]
58. Rabbin,
çok bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir. Eğer yaptıkları yüzünden onları
(dünyada) cezaya çarptırsaydı, elbette azaplarını çarçabuk verirdi. Hayır,
onlar için belirlenmiş bir gün vardır ki (o gün gelince) hiçbir kurtuluş çaresi
bulamazlar.
59. İşte
zulmettiklerinde yok ettiğimiz memleketler.. Helâk
edilmeleri için de belli bir zaman tayin etmiştik.
60. Hani
Mûsâ, beraberindeki gence şöyle demişti: “İki denizin birleştiği yere varıncaya
kadar durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim.”
61. Onlar
iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular. Balık denizde
yolunu tutup kayıp gitti.
62. Oradan
uzaklaştıklarında Mûsâ beraberindeki gence, “Öğle yemeğimizi getir, bu
yolculuğumuzdan dolayı çok yorgun düştük” dedi.
63. Genç,
“Gördün mü! Kayaya
sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu sana söylememi bana ancak
şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti”
dedi.
64. Mûsâ:
“İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek
gerisingeri döndüler.
65. Derken
kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş,
kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.[330]
66. Mûsâ
ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için
sana tabi olayım mı?” dedi.
67. Adam,
şöyle dedi: “Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin.”
68. “İç
yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?”
69. Mûsâ,
“İnşaallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim”
dedi.
70. O
da şöyle dedi: “O hâlde, eğer bana tabi olacaksan, ben sana söylemedikçe hiçbir
şey hakkında bana soru sormayacaksın.”
71. Derken
yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Mûsâ,
“Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş yaptın.”
dedi.
72. Adam,
“Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi.
73. Mûsâ,
“Unuttuğum için bana çıkışma ve bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.[331]
74. Yine
yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam (hemen) onu
öldürdü. Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün?
Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi.
75. Adam,
“Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi.
76. Mûsâ,
“Eğer bundan sonra sana bir şey hakkında soru sorarsam, artık benimle
arkadaşlık etme.[332]
Doğrusu, tarafımdan (dilenecek son) özre ulaştın (bu son özür dileyişim)” dedi.[333]
77. Yine
yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler.
Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar
gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Mûsâ, “İsteseydin bu iş için bir ücret
alırdın” dedi.
78. Adam,
“İşte bu birbirimizden ayrılmamız demektir” dedi. “Şimdi sana sabredemediğin
şeylerin içyüzünü anlatacağım.”[334]
79. “O
gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim,
çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.”
80. “Çocuğa
gelince, anası babası mü’min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre
sürüklemesinden korktuk.”
81. “Böylece,
Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk
vermesini diledik.”
82. “Duvar
ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı.
Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve
Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben
kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü
budur.”
83. (Ey
Muhammed!) Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size ondan
bir anı okuyacağım.”
84. Biz
onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda (amacına
ulaşabileceği) bir yol verdik.
85. O
da (Batı’ya gitmek istedi ve) bir yol tuttu.
86. Güneşin
battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu.
Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya
da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.
87. Zülkarneyn,
“Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da
kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.
88. “Her
kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak daha güzeli var.
(Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
89. Sonra
yine (doğuya doğru) bir yol tuttu.
90. Güneşin
doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir
halk üzerine doğar buldu.
91. İşte
böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.
92. Sonra
yine bir yol tuttu.
93. İki
dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk
buldu.
94. Dediler
ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk
yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir
vergi verelim mi?”[335]
95. Zülkarneyn,
“Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha
hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına
sağlam bir engel yapayım” dedi.
96. “Bana
(yeterince) demir madeni[336]
getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince,
“körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, “Bana erimiş bakır
getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
97. Artık
onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
98. Zülkarneyn,
“Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince
onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.
99. O
gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra
üfürülür de onları toptan bir araya getiririz.
100,101. O gün cehennemi; gözleri Zikr’ime (Kur’an’a)
karşı perdeli olan ve onu dinleme zahmetine dahi katlanamayan kâfirlerin
karşısına (bütün dehşetiyle) dikeriz!
102. İnkâr
edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar? Biz
cehennemi kâfirlere konak olarak hazırladık.
103,104. (Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana
uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları
kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?”
105. Onlar,
Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri
boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız
kimselerdir.
106. İşte
böyle. İnkâr etmeleri, âyetlerimi ve Peygamberlerimi alay konusu yapmaları
yüzünden onların cezası cehennemdir.
107,108. Şüphesiz, inanıp yararlı işler yapanlara
gelince, onlar için içlerinde ebedî kalacakları Firdevs cennetleri bir
konaktır. Oradan ayrılmak istemezler.
109. De
ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da
ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler
tükenirdi.”
110. De
ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız
ancak bir tek ilâhtır” diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa
yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.”
Mekke döneminde inmiştir. 98 âyettir.
Bazı tefsir bilginlerine göre 58 ve 71. âyetler Medine döneminde inmiştir.
Sûre, Meryem’in, oğlu İsa’yı nasıl dünyaya getirdiğini anlattığı için bu adla
anılmıştır. Sûrede başlıca, tevhit inancını yerleştirmek amacıyla bazı
peygamberlerin kıssaları ve kıyamet sahneleri konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Kâf
Hâ Yâ Ayn Sâd.[337]
2. Bu,
Rabbinin, Zekeriya kuluna olan merhametinin anılmasıdır.
3. Hani
o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı.
4. O,
şöyle demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana
yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.”
5,6. “Gerçek
şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından;
bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna
ulaşmış bir kimse kıl!”
7. (Allah,
şöyle dedi:) “Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul
müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.”
8. Zekeriyya,
“Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken,
benim nasıl çocuğum olur?” dedi.
9. (Vahiy
meleği) dedi ki: Evet, öyle. (Ancak) Rabbin diyor ki: “Bu, bana göre kolaydır.
Nitekim daha önce, hiçbir şey değil iken seni de yarattım.”[338]
10. Zekeriyya,
“Rabbim, öyleyse bana (çocuğumun olacağına) bir işaret ver”, dedi. Allah da,
“Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla (üç gün) üç gece
konuşamamandır” dedi.
11. Derken
Zekeriya ibadet yerinden halkının karşısına çıktı. (Konuşmak istedi,
konuşamadı) ve onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye işaret etti.[339]
12,13,14.
(Yahya, dünyaya gelip büyüyünce onu peygamber yaptık ve kendisine) “Ey
Yahya, kitaba sımsıkı sarıl” dedik. Biz, ona daha çocuk iken hikmet ve
katımızdan kalp yumuşaklığı ve ruh temizliği vermiştik. O, Allah’tan sakınan,
anne babasına iyi davranan bir kimse idi. İsyancı bir zorba değildi.
15. Doğduğu
gün, öleceği gün ve diriltileceği gün ona selâm olsun!
16,17. (Ey Muhammed!) Kitap’ta (Kur’an’da) Meryem’i
de an.[340] Hani ailesinden
ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmiş ve (kendini onlardan uzak tutmak
için) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona Cebrail’i göndermiştik de
ona tam bir insan şeklinde görünmüştü.
18. Meryem,
“Senden, Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen biri isen (bana kötülük
etme)” dedi.
19. Cebrail,
“Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için
gönderildim” dedi.
20. Meryem,
“Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim
nasıl çocuğum olabilir?” dedi.
21. Cebrail,
“Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir
mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten
(ezelde) hükme bağlanmış bir iştir” dedi.
22. Böylece
Meryem, çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi.
23. Doğum
sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup
gitmiş olsaydım!” dedi.[341]
24. Bunun
üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabbin senin alt
tarafında bir dere akıttı.”
25. “Hurma
ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün.”
26. “Ye,
iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, “Şüphesiz ben
Rahmân’a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım” de.[342]
27. Kucağında
çocuğu ile halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler: “Ey Meryem! Çok çirkin
bir şey yaptın!”
28. “Ey
Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz
değildi.”
29. Bunun
üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti. “Beşikteki bir bebekle
nasıl konuşuruz?” dediler.
30. Bebek
şöyle konuştu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve
beni bir peygamber yaptı.”
31. “Nerede
olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı
emretti.”
32. “Beni
anama saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı.”
33. “Doğduğum
gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir).”[343]
34. Hakkında
şüpheye düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur.[344]
35. Allah’ın
çocuk edinmesi düşünülemez. O, bundan yücedir, uzaktır. Bir işe hükmettiği
zaman ona sadece “ol!” der ve o da oluverir.
36. Şüphesiz,
Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse (yalnız) O’na kulluk
edin. Bu, dosdoğru bir yoldur.
37. (Fakat
hıristiyan) gruplar, aralarında ayrılığa düştüler.[345]
Büyük bir günü görüp yaşayacakları için vay kâfirlerin hâline!
38. Bize
gelecekleri gün (gerçekleri) ne iyi işitip ne iyi görecekler! Ama zalimler
bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.
39. Onları,
gaflet içinde bulunup iman etmezlerken işin bitirileceği o pişmanlık günüyle
uyar.
40. Şüphesiz
yeryüzüne ve onun üzerindekilere biz varis olacağız, biz! Ancak bize
döndürülecekler.
41. Kitap’ta
İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi.
42. Hani
babasına şöyle demişti: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası
olmayan şeylere niçin tapıyorsun?”
43. “Babacığım!
Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy ki seni doğru yola
ileteyim.”
44. “Babacığım!
Şeytana tapma! Çünkü şeytan Rahmân’a isyankâr olmuştur.”
45. “Babacığım!
Doğrusu ben, sana, çok esirgeyici Rahmân tarafından bir azabın dokunmasından,
böylece şeytana bir dost olmandan korkuyorum.”
46. Babası,
“Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen,
mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi.
47. İbrahim,
şöyle dedi: “Esen kal! Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Şüphesiz O, beni
nimetleriyle kuşatmıştır.”
48. “Sizi
ve Allah’tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabb’ime ibadet ediyorum.
Rabbime ibadet etmekle de mutsuz olmayacağımı umuyorum.”
49. İbrahim,
onları da onların taptıklarını da terk edince, ona İshak ile Yakub’u bağışladık
ve her birini peygamber yaptık.
50. Onlara
rahmetimizden bağışta bulunduk. Onlar için yüce bir doğruluk dili var ettik
(güzel bir söz ile anılmalarını temin ettik).
51. Kitap’ta,
Mûsâ’yı da an. Şüphesiz o seçkin bir insan idi. Bir resûl, bir nebî idi.[346]
52. Ona,
Tûr dağının sağ tarafından seslendik ve kendisi ile gizlice konuşmak için
kendimize yaklaştırdık.
53. Rahmetimiz
sonucu kardeşi Hârûn’u bir nebî olarak kendisine bahşettik.
54. Kitap’ta
İsmail’i de an. Şüphesiz o, sözünde duran bir kimse idi. Bir resûl, bir nebî
idi.
55. Ailesine
namaz ve zekâtı emrederdi. Rabb’inin katında da hoşnutluğa ulaşmıştı.
56. Kitap’ta
İdris’i de an. Şüphesiz o, doğru sözlü bir kimse, bir nebî idi.
57. Onu
yüce bir makama yükselttik.
58. İşte
bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan,
İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine
nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak
secdeye kapanırlardı.
59. Onlardan
sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil
geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.[347]
60,61. Ancak tövbe edip inanan ve salih amel
işleyenler başka. Onlar cennete, Rahmân’ın, kullarına gıyaben vaad ettiği “Adn”
cennetlerine girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun
va’di kesinlikle gerçekleşir.
62. Orada
boş söz işitmezler. Yalnızca (meleklerin) “selâm!” (deyişini) işitirler. Orada
sabah akşam rızıkları da vardır.
63. İşte
bu, kullarımızdan Allah’a karşı gelmekten sakınanlara miras kılacağımız
cennettir.
64. (Cebrail,
şöyle dedi:) “Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdekiler, arkamızdakiler
ve bunlar arasındakiler hep O’nundur. Rabbin unutkan değildir.”[348]
65. (Allah)
göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et
ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını
biliyor musun?
66. İnsan,
“Öldüğümde gerçekten diri olarak (topraktan) çıkarılacak mıyım?” der.
67. İnsan,
daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi?
68. Rabbine
andolsun, onları şeytanlarla beraber mutlaka haşredeceğiz. Sonra onları
kesinlikle cehennemin çevresinde diz üstü hazır edeceğiz.
69. Sonra
her bir topluluktan, Rahman’a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip çıkaracağız.
70. Sonra,
oraya girmeye en lâyık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz.
71. (Ey
insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin
olarak hükme bağlanmış bir iştir.
72. Sonra
Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü
çökmüş hâlde bırakırız.
73. Âyetlerimiz
kendilerine apaçık bir şekilde okunduğu zaman, inkâr edenler, inananlara, “İki
topluluktan hangisinin
bulunduğu yer daha hayırlı meclis ve mahfili daha güzeldir?”
dediler.[349]
74. Biz
onlardan önce, mal-mülk ve görünümü daha güzel olan nice nesilleri helâk ettik.
75. (Ey
Muhammed!) De ki: “Kim sapıklık içinde ise Rahmân onlara, istenildiği kadar
süre versin! Nihayet kendilerine vaad olunan azabı, ya da kıyameti
gördüklerinde kimin yeri daha kötüymüş, kimin taraftarları daha zayıfmış
bilecekler.
76. Allah,
doğruya erenlerin hidayetini artırır. Kalıcı salih ameller, Rabbinin katında
sevap bakımından da daha hayırlıdır, sonuç itibari ile de.
77. Âyetlerimizi
inkâr edip “Bana elbette mal ve evlat verilecek!” diyen kimseyi gördün mü?[350]
78. Gaybı
mı görüp bilmiş, yoksa Rahmân’dan bir söz mü almış?
79. Hayır!
(İş onun dediği gibi değil). Biz, onun söylediklerini yazacağız ve azabını
arttırdıkça arttıracağız!
80. Onun
(ahirette sahip olacağını) söylediği şeylere biz varis olacağız ve o bize tek
başına gelecek.
81. Onlar,
kendileri için kuvvet ve şeref (kaynağı) olsunlar diye, Allah’tan başka ilâhlar
edindiler.
82. Hayır!
İlâhları, onların ibadetlerini inkâr edecekler ve kendilerine düşman olacaklar.[351]
83. Kâfirlerin
başına, onları durmadan (günaha ve azgınlığa) tahrik eden şeytanları
gönderdiğimizi görmedin mi?
84. Ey
Muhammed! Şu hâlde, onların azaba uğramalarını istemekte acele etme. Biz onlar
için ancak (takdir ettiğimiz günleri) sayıp durmaktayız.
85,86. Allah’a karşı gelmekten sakınanları Rahmân’ın
huzurunda bir elçiler heyeti gibi toplayacağımız, suçluları da suya koşan susuz
develer gibi cehenneme sevk edeceğimiz günü düşün!
87. Rahmân’ın
katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
88. Onlar,
“Rahmân, bir çocuk edindi” dediler.
89. Andolsun,
siz çok çirkin bir şey ortaya attınız.
90,91. Rahman’a çocuk isnat etmelerinden dolayı
neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecektir!
92. Hâlbuki
Rahmân’a bir çocuk edinmek yakışmaz.
93. Göklerdeki
ve yerdeki herkes Rahman’a kul olarak gelecektir.
94. Andolsun,
Allah onları ilmiyle kuşatmış ve tek tek saymıştır.
95. Onlar(ın
her biri) kıyamet günü O’na tek başına gelecektir.
96. İnanıp
salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.
97. Ey
Muhammed! Biz, Allah’a karşı gelmekten sakınanları Kur’an ile müjdeleyesin,
inat eden bir topluluğu da uyarasın diye, onu senin dilin ile (indirip)
kolaylaştırdık.
98. Biz
onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Onlardan hiçbirini hissediyor yahut
onların bir fısıltısını olsun işitiyor musun?
Mekke döneminde inmiştir. 135
âyettir. Sûre, adını birinci âyette yer alan harflerden almıştır. Sûrede,
Allah’ın peygamberler aracılığıyla insanlara gösterdiği doğru yolun temel
gerçeklerine işaret edilmekte, Hz.Peygamber teselli edilerek peygamberlik
görevini mutlaka en güzel şekilde başaracağı müjdelenip kendisine karşı
çıkanların uğrayacağı sonuçlar izah edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Tâ
Hâ.[352]
2,3. (Ey
Muhammed!) Biz, Kur’an’ı sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak (Allah’ın
azabından) korkacaklara bir öğüt (bir uyarı) olsun diye indirdik.[353]
4. (O)
yüksek gökleri yaratanın katından peyderpey indirilmiştir.
5. Rahmân,
Arş’a[354] kurulmuştur.
6. Göklerdeki,
yerdeki bu
ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O’nundur.
7. Sen
sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir,
ondan daha gizli olanı da.
8. Allah,
kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. En güzel isimler O’nundur.
9. Mûsâ’nın
haberi sana ulaştı mı?
10. Hani
bir ateş görmüştü de ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm (oraya
gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm,
yahut ateşin başında, yol gösterecek birini bulurum” demişti.[355]
11. Ateşin
yanına varınca, ona şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ!”
12. “Şüphe
yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi
Tuvâ’dasın.”
13. “Ben
seni (peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle.”
14. “Şüphe
yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve
beni anmak için namaz kıl.”
15. “Kıyamet
mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse onu
gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim.”
16. “Buna
inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, seni ondan (ona hazırlanmaktan)
sakın alıkoymasın, sonra helâk olursun!”
17. “Şu
sağ elindeki nedir ey Mûsâ?”
18. Mûsâ
dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak
silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”
19. Allah,
“Onu yere at ey Mûsâ!” dedi.
20. Mûsâ
da onu attı. Bir de ne görsün o, hızla akan bir yılan olmuş!
21. Allah,
şöyle dedi: “Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz.”
22,23. “Sana büyük mucizelerimizden birini daha
göstermemiz için elini koynuna sok ki bir başka mucize olarak, (alaca hastalığı
gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın.”[356]
24. “Firavun’a
git, çünkü o azmıştır.”
25. Mûsâ,
dedi ki: “Rabbim! Gönlüme ferahlık ver.”
26. “İşimi
bana kolaylaştır.”
27,28. “Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü
anlasınlar.”
29. “Bana
ailemden birini yardımcı yap,”
30. “Kardeşim
Hârûn’u.”
31. “Onunla
gücümü artır.”
32. “Onu
işime ortak et.”
33. “Seni
çok tespih edelim diye”,
34. “Seni
çok zikredelim diye.”
35. “Çünkü
sen bizi hakkıyla görmektesin.”
36. Allah,
şöyle dedi: “İstediğin sana verildi ey Mûsâ!”
37. “Andolsun,
biz sana bir kere daha iyilikte bulunmuştuk.”
38. “Hani
annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik:”
39. “Onu
(bebek Mûsâ’yı) sandığın içine koy ve denize (Nil’e) bırak ki, deniz onu kıyıya
atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun)
alsın. Sana da, ey Mûsâ, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye
tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.”
40. “Hani
kız kardeşin (Firavun ailesine) gidiyor ve “size onun bakımını üstlenecek
kimseyi göstereyim mi?” diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni
annene döndürdük.[357]
(Sana baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden
kurtardık, seni sıkı bir denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen’e gittin). Medyen
halkı içinde yıllarca kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir
zamanda (Tûr’a) geldin ey Mûsâ!”
41. “Ben
seni kendim için seçtim.”
42. “Sen
ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta
gevşeklik göstermeyin.”
43. “Firavun’a
gidin. Çünkü o azmıştır.”
44. “Ona
yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.”
45. Mûsâ
ve Hârûn, şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize karşı aşırı
davranmasından yahut azmasından korkuyoruz.”
46. Allah,
şöyle dedi: “Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm.”
47. “Ona
gidin ve şöyle deyin: ‘Şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını
(serbest bırak ve) bizimle gönder. Onlara işkence etme. Sana Rabbinin katından
bir mucize getirdik. Selâm, doğru yola uyanlara olsun.’ ”
48. “Şüphesiz
bize, azabın yalanlayan ve yüz çevirenlere olacağı vahyolundu.”
49. Firavun,
“Sizin Rabbiniz kim, ey Mûsâ?” dedi.
50. Mûsâ,
“Rabbimiz, her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol
gösterendir” dedi.
51. Firavun,
“Ya geçmiş nesillerin hâli ne olacak?” dedi.
52. Mûsâ,
şöyle dedi: “Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katında bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da
yazılı)dır. Rabbim, yanılmaz ve unutmaz.”
53. “Rabbim,
yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve size gökten yağmur
indirendir.” Böylece onunla sizin için yerden türlü türlü bitkileri çift çift
çıkardık.
54. Yiyin,
hayvanlarınızı yayın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah’ın varlığını ve
birliğini gösteren) deliller vardır.
55. (Ey
insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve
sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.
56. Andolsun,
biz ona (Firavun’a) bütün mucizelerimizi gösterdik de o bunları yalanladı ve
reddetti.
57. Şöyle
dedi: “Ey Mûsâ! Sihrin ile bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?”
58. “Biz
de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim
aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti
belirle.”
59. Mûsâ,
“Buluşma vaktimiz, bayram günü, insanların toplandığı kuşluk vaktidir” dedi.
60. Bunun
üzerine Firavun ayrılıp, hilesini kuracak sihirbazlarını topladı, sonra geldi.
61. Mûsâ,
onlara şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Allah’a karşı yalan uydurmayın, yoksa
sizi azap ile yok eder. Allah’a karşı yalan uyduran mutlaka hüsrana
uğramıştır.”
62. Sihirbazlar,
işlerini kendi aralarında tartıştılar ve gizli gizli konuştular.
63. Şöyle
dediler: “Şüphesiz bu ikisi, sihirleri ile sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en
üstün olan dininizi ortadan kaldırmak isteyen birer sihirbazdırlar.”
64. “Öyleyse,
hilelerinizi toplayın (birbirinize destek olun) sonra sıra hâlinde gelin. Bu gün üstün gelen muhakkak
başarıya ulaşmıştır.”
65. Sihirbazlar:
“Ey Mûsâ! Ya önce atmayı tercih edersin, ya da ilk atan biz oluruz” dediler.
66. Mûsâ:
“Yok, (önce) siz atın” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri
yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor.
67. Bunun
üzerine Mûsâ, içinde bir korku hissetti.
68. Şöyle
dedik: “Korkma (ey Mûsâ!). Çünkü, sensin en üstün
olan.”
69. “Sağ
elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları
bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez.”
70. (Mûsâ’nın
değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen
secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine
inandık” dediler.
71. Firavun,
“Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o
size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım.
Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.”
72. Sihirbazlar
şöyle dediler: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih
etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm
verirsin.”
73. “Şüphesiz
ki biz; günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi için, Rabbimize
inandık. Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlı ve daha kalıcıdır.”
74. Şüphesiz,
kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne
ölür, ne de (güzel bir hayat) yaşar.
75,76. Her kim de O’na salih ameller işlemiş bir
mü’min olarak varırsa, işte onlar için en yüksek dereceler, içinden ırmaklar
akan, içinde ebediyyen kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte bu, günahlardan
temizlenenlerin mükâfatıdır.
77. (Firavun’un
imana yanaşmaması üzerine) Mûsâ’ya, “Kullarımı (İsrailoğullarını) geceleyin
(Mısır’dan) yürütüp çıkar. Yakalanmaktan korkmaksızın, endişe etmeksizin onlara
denizde kuru bir yol aç” diye vahyettik.
78. Bunun
üzerine Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü de, deniz onları
görülmedik bir şekilde kuşatıp yuttu.
79. Firavun,
halkını saptırdı, onlara doğru yolu göstermedi.
80. (Allah,
şöyle dedi:) “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size Tûr’un sağ
yanını va’dettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik.”
81. “Size
rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helâl olanlarından yiyin. Bu konuda
aşırı da gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. Gazabım da kimin üzerine
inerse, o muhakkak helâk olmuş demektir.”
82. “Şüphe
yok ki ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol
üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.”
83. (Mûsâ,
Tûr’a varınca): “Seni, acele ile kavminden uzaklaştıran nedir, ey Mûsâ?”
(dedik.)[358]
84. Mûsâ,
şöyle dedi: “Onlar, işte onlar hemen arkamdalar. Rabbim! Sen hoşnut olasın
diye, acele ederek sana geldim.”
85. Allah,
“Şüphesiz, biz senden sonra halkını sınadık; Sâmirî onları saptırdı” dedi.
86. Bunun
üzerine Mûsâ, öfke dolu ve üzgün bir hâlde halkına döndü. “Ey kavmim! Rabbiniz,
size güzel bir vaadde bulunmadı mı? (Ayrılışımdan sonra) çok zaman mı geçti, yoksa
üzerinize Rabbinizden bir gazap inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze
uymadınız (ve buzağıya taptınız)?” dedi.
87. Şöyle
dediler: “Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymış değiliz. Fakat biz
Mısır halkının mücevheratından yüklü miktarlarda takınmıştık. İşte onları ateşe
attık. Sâmirî de aynı şekilde attı.”
88. Böylece
(Sâmirî) onlar için böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. (Sâmirî
ve adamları) “Bu sizin de ilâhınızdır, Mûsâ’nın da ilâhıdır. Öyle iken Mûsâ, (ilâhını
burada) unuttu (da onu Tûr’da aramaya gitti)” dediler.[359]
89. Onlar
bu heykelin, sözlerine karşılık vermediğini, kendilerinden hiçbir zararı
uzaklaştıramayacağını ve onlara hiçbir fayda sağlayamayacağını görmezler mi?
90. Andolsun,
Hârûn onlara daha önce şöyle demişti: “Ey kavmim! Siz bununla yalnızca imtihan
edildiniz. Doğrusu sizin Rabbiniz ancak Rahmân’dır. Öyleyse bana uyun ve emrime
itaat edin.”
91. Onlar
da, “Mûsâ bize dönünceye kadar buzağıya ibadet etmeye devam edeceğiz” dediler.
92,93. Mûsâ, (Tûr’dan dönünce) şöyle dedi: “Ey Hârûn!
Saptıklarını gördüğün zaman bana uymana ne engel oldu? Yoksa emrime karşı mı
geldin?”
94. Hârûn:
“Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını
açtın, sözüme uymadın demenden korktum” dedi.
95. Mûsâ,
“Ya senin derdin neydi ey Sâmirî?” dedi.
96. Sâmirî,
şöyle dedi: “Ben onların görmediği şeyi gördüm. Elçinin izinden bir avuç
avuçladım da onu attım. Böyle yapmayı bana nefsim güzel gösterdi.”
97. Mûsâ,
“Çekil git! Artık sen hayatın boyunca (hastalanıp) “Bana dokunmak yok!”
diyeceksin.[360] Senin için, asla
kaçamayacağın bir ceza daha var. Hele şu ibadet edip durduğun ilâhına bak! Biz
onu elbette yakacağız ve onu muhakkak denize savuracağız.
98. Sizin
ilâhınız ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, ilmiyle
her şeyi kuşatmıştır.
99. (Ey
Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe
yok ki sana katımızdan bir zikir (Kur’an) verdik.
100. Kim
ondan yüz çevirirse şüphesiz ki o, kıyamet gününde ağır bir günah yükü yüklenecektir.
101. Onlar
o günahın cezası içinde ebediyen kalacaklardır. Sûra üfürüleceği gün[361], bu
ağır yük onlar için ne kötü bir yüktür!
102. O
gün günahkârları, (gözleri korkudan donup) gömgök kesilmiş olarak haşredeceğiz.
103,104. Aralarında birbirlerine “(Dünya’da)
sadece on (gün) kaldınız” diye gizli gizli konuşacaklar. -Onların, hakkında konuşacakları şeyi biz
daha iyi biliriz.- O vakit içlerinden en aklı başında olanları, “Siz sadece bir
gün kaldınız” diyecektir.
105. (Ey
Muhammed!) Sana dağların (kıyamet günündeki) hâlini soruyorlar. De ki: “Rabbim
onları toz edip savuracak.”
106. “Onların
yerlerini dümdüz, boş bir alan hâlinde bırakacaktır.”
107. “Orada
hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremeyeceksin.”
108. O
gün kendisinden yan çizmek mümkün olmayan davetçiye (İsrâfil’e) uyarlar.
Sesler, Rahmân’ın azametinden dolayı kısılmıştır. Artık sadece fısıltı
işitebilirsin.
109. O
gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati
fayda vermez.
110. O,
önlerindekini ve arkalarındakini (dünyadaki ve ahiretteki durumlarını) bilir.
Onların bilgisi ise Rahmân’ı kuşatamaz.
111. Bütün
yüzler; diri, yaratıklarına hâkim ve onları koruyup gözeten Allah’a boyun
eğmiştir. Zulüm yüklenen, mutlaka hüsrana uğramıştır.
112. Kim
de inanmış olarak salih ameller işlerse, o, ne zulme uğramaktan korkar, ne
yoksun bırakılmaktan.
113. İşte
böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar, yahut onlara bir uyarı versin diye onda
tehditleri teker teker sıraladık.
114. Gerçek
hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı
okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de.
115. Andolsun,
bundan önce biz Âdem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O
ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.
116. Hani
meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de, İblis’ten başka melekler
hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı.
117. Biz
de şöyle dedik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın
sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”
118. “Şüphesiz
senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.”
119. “Orada
ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.”
120. Nihayet
şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok
olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”
121. Bunun
üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp
yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye
başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.
122. Sonra
Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.
123. Allah,
şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan
size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık
o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker.”
124. “Her
kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim
vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”
125. O
da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör
olarak haşrettin?”
126. Allah,
“Evet, öyle. Âyetlerimiz sana geldi de sen onları unuttun. Aynı şekilde bugün
de sen unutuluyorsun” der.
127. Haddi
aşan ve Rabbi’nin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz
ahiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır.
128. Yurtlarında
dolaşıp durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri helâk etmiş olmamız,
onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler
vardır.
129. Rabbin
tarafından daha önce söylenmiş bir hüküm ve belirlenmiş bir süre olmasaydı,
onlar da hemen cezalandırılırlardı.
130. O
hâlde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından önce
Rabbini hamd ile tespih et. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da tespih
et ki hoşnut olasın.
131. Onlardan
bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz
şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
132. Ailene
namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz
rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınmanındır.
133. İnanmayanlar,
“Doğru söylediğine dair bize Rabbinden açık bir delil (bir mucize) getirse ya!”
dediler. Önceki kitaplarda olanların apaçık delili (olan Kur’an) onlara gelmedi
mi?
134. Eğer
biz onları o Kur’an’dan önce bir azap ile helâk etseydik mutlaka, “Ey Rabbimiz!
Keşke bize bir peygamber gönderseydin de alçalıp rezil olmadan önce âyetlerine
uysaydık” derlerdi.
135. Ey
Muhammed, de ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Yakında kimin düz
yolun sahipleri olduğunu, kimin doğru yolu bulduğunu bileceksiniz!”
Mekke döneminde inmiştir. 112
âyettir. “Enbiyâ”, peygamberler demektir. Sûre, temel konu olarak
peygamberlerden, onların tevhit davası uğrunda verdikleri mücadelelerden
bahsettiği için bu adı almıştır
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. İnsanların
hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler.
2,3. Rab’lerinden
kendilerine yeni bir öğüt (bir uyarı) gelmez ki, onlar mutlaka onu alaya
alarak, kalpleri de gaflette olarak dinlemesinler. O zulmedenler gizlice şöyle
konuştular: “Bu da ancak sizin gibi bir insan. Şimdi siz göz göre göre sihre mi
kapılacaksınız?”
4. Peygamber,
onlara dedi ki: “Rabbim yerdeki ve gökteki her sözü bilir. O, hakkıyla
işitendir, hakkıyla bilendir.”
5. Onlar,
“Hayır, bunlar karma karışık yalancı düşlerdir. Hayır, onu kendisi uydurdu;
hayır, o bir şairdir. Eğer böyle değilse, önceki peygamberlerin (mucizelerle)
gönderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin” dediler.
6. Onlardan
önce helâk ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi de şimdi bunlar mı iman
edecekler?
7. Senden
önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik.
Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.
8. Biz,
onları yemek yemez bir beden yapısında yaratmadık. Onlar ölümsüz de değillerdi.
9. Sonra
onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Kendilerini ve dilediğimiz kimseleri
kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik.
10. Andolsun,
size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ
aklınızı kullanmayacak mısınız?
11. Biz
zulmetmekte olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka
toplumlar meydana getirdik.
12. Onlar
azabımızı hissedince, hemen oradan süratle kaçıyorlardı.
13. Onlara,
“Kaçmayın, o içinde şımartıldığınız bolluğa ve yurtlarınıza dönün. Çünkü
sorulacaksınız” denildi.
14. “Eyvah
bizlere! Bizler gerçekten zalim kimseler idik” dediler.
15. Biz
onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam
etti.
16. Biz
yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
17. Eğer
bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik. Yapacak
olsaydık böyle yapardık.
18. Hayır,
biz hakkı batılın üzerine atarız da beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup
gitmiş. Allah’a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden ötürü yazıklar olsun size!
19. Göklerde
ve yerde kim varsa hep O’nundur. O’nun katındakiler, ne O’na ibadetten çekinir
(ve büyüklenir) ne de yorgunluk (ve bıkkınlık) duyarlar.
20. Hiç
ara vermeksizin gece gündüz tespih ederler.
21. Yoksa
yerden, ölüleri diriltebilecek birtakım ilâhlar mı edindiler?
22. Eğer
yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni
bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır,
yücedir.
23. O,
yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanırlar.
24. Yoksa
ondan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: “Haydi getirin delilinizi! İşte
benimle beraber olanların kitabı ve işte benden öncekilerin kitabı (Hiçbirinde
birden fazla ilâh olduğuna dair hiçbir delil yok). Şüphesiz çokları hakkı
bilmezler de bu sebeple yüz çevirirler.”[362]
25. Senden
önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh
yoktur. Öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmişizdir.
26. (Böyle
iken) “Rahmân, çocuk edindi” dediler. O, böyle şeylerden uzaktır, yücedir.
Hayır, (evlat diye niteledikleri) o melekler ikrama erdirilmiş kullardır.
27. Onlar
Allah’tan önce söz söylemezler ve hep O’nun emriyle iş görürler.
28. Allah,
onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da)
bilir. Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi
O’nun korkusuyla titrerler.
29. İçlerinden
her kim, “Allah’tan başka ben de şüphesiz bir ilâhım” derse, böylesini
cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.
30. İnkâr
edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her
şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?
31. Onları
sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol
bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik.
32. Gökyüzünü
de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah’ın varlığını gösteren)
delillerden yüz çevirmektedirler.
33. O,
geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede
yüzmektedirler.
34. Biz,
senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ebedî
mi kalacaklar?
35. Her
nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de
deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.
36. İnkâr
edenler seni gördükleri zaman ancak alaya alırlar. “Bu mu ilâhlarınızı diline
dolayan?” derler. Hâlbuki kendileri Rahmân’ın kitabını inkâr ediyorlar.
37. İnsan
çok aceleci (tez canlı) yaratılmıştır. Size yakında âyetlerimi göstereceğim.[363] Şimdi
acele etmeyin.
38. Bir
de “Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
39. İnkâr
edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları ve hiçbir yardım da
görmeyecekleri vakti bir bilseler!
40. Şüphesiz
o (tehdit edildikleri azap) onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşkınlıktan
dondurup bırakacak. Artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek, ne de
kendilerine göz açtırılacak.
41. Andolsun,
senden önce de birçok peygamberle alay edildi de içlerinden alay edenleri, o
alaya aldıkları şey kuşatıverdi.
42. (Ey
Muhammed!) De ki: “(Size azab edecek olsa) gece ve gündüz Rahmân’ın azabından
sizi kim koruyacak?” Öyle iken onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirmekteler.
43. Yoksa
bizim dışımızda onları koruyacak ilâhları mı var? O ilâh edindikleri nesneler
kendilerine bile yardım edemezler. Zaten onlar bizden de yardım görmezler.
44. Evet,
biz onları da atalarını da, faydalandırdık. Öyle ki uzun süre yaşadılar. Ama, artık görmüyorlar mı ki, biz yeryüzünü çevresinden
eksiltiyoruz? O hâlde, onlar mı galip gelecekler?
45. De
ki: “Ben sizi ancak vahy ile uyarıyorum.” Ama sağırlar uyarıldıkları vakit
çağrıyı işitmezler.
46. Andolsun,
onlara Rabbinin azabından hafif bir esinti dokunsa, muhakkak “Eyvah bize!
Gerçekten biz zalim kimselerdik” diyeceklerdir.
47. Kıyamet
günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar
zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu
getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.
48. Andolsun,
biz Mûsâ ile Hârûn’a, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için o Furkân’ı[364]
(Tevrat’ı) bir ışık ve öğüt olarak verdik.
49. Onlar,
görmedikleri hâlde Rablerinden içten içe korkarlar. Onlar kıyamet gününden de
korkarlar.
50. İşte
bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür. Şimdi siz bunu mu inkâr
ediyorsunuz?
51. Andolsun,
daha önce de İbrahim’e doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini verdik. Biz zaten
onu biliyorduk.
52. Hani
o, babasına ve kavmine, “Ne bu tapınıp durduğunuz heykeller?” demişti.
53. "Babalarımızı
bunlara ibadet ediyor bulduk” dediler.
54. İbrahim,
“Andolsun, siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz” dedi.
55. “Bize
gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle eğleniyor musun?” dediler.
56. İbrahim,
dedi ki: “Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. O, bunları yaratandır ve
ben de buna şahitlik edenlerdenim.”
57. Allah’a
yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra ben putlarınıza muhakkak
bir tuzak kuracağım.
58. Derken
(İbrahim) belki kendisine başvururlar diye içlerinden bir büyüğü bırakarak
onları (putları) paramparça etti.[365]
59. Onlar,
“Kim yaptı bunu tanrılarımıza! Muhakkak o zalimlerden biridir” dediler.
60. (İçlerinden
bazıları), “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk”
dediler.
61. (Bir
kısmı da) “O hâlde haydi, onu insanların gözü önüne getirin. Belki (bu konuda)
şahitlik ederler” dediler.
62. (İbrahim
gelince) “Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim” dediler.
63. Dedi
ki: “Hayır! Bunu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun
bakalım!”
64. Bunun
üzerine birbirlerine dönüp, “Hiç şüphesiz asıl zalimler sizsiniz siz” dediler.
65. Sonra
eski inanç ve inatlarına döndüler ve, “Andolsun,
bunların konuşmayacağını sen de bilirsin” dediler.
66. İbrahim,
şöyle dedi: “Öyle ise siz, (hâlâ) Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda, hiçbir
zarar veremeyecek şeylere mi tapacaksınız?”
67. “Yazıklar
olsun, size de; Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ aklınızı
başınıza almayacak mısınız?”
68. (İçlerinden
bazıları), “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın da ilâhlarınıza yardım edin”
dediler.
69. “Ey
ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik.
70. Ona
böyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları en çok zarar edenler durumuna
düşürdük.
71. Onu
Lût ile beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere
ulaştırdık.[366]
72. Ona
İshak’ı ve ayrıca da Yakub’u bağışladık ve her birini salih kimseler yaptık.
73. Onları
bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar
işlemeyi, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize
ibadet eden kimselerdi.
74. Biz,
Lût’a da bir hikmet ve bir ilim verdik ve onu çirkin işler yapan memleketten
kurtardık. Gerçekten onlar kötü bir toplum idiler, fasık (Allah’ın emrinden
çıkan kimseler) idiler.
75. Onu
rahmetimizin içine soktuk. Çünkü o, gerçekten salih kimselerdendi.
76. (Ey
Muhammed!) Nûh’u da hatırla. Hani o daha önce dua etmişti de biz onun duasını
kabul ederek, kendisini ve ailesini o büyük sıkıntıdan (tufandan) kurtarmıştık.
77. Âyetlerimizi
yalanlayanlara karşı ona yardım etmiştik. Şüphesiz onlar kötü bir toplumdu. Bu
yüzden biz de onları topyekûn suda boğduk.
78. Dâvûd
ile Süleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı.
Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk.[367]
79. Biz
hüküm vermeyi Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim
vermiştik. Dâvûd ile
birlikte, Allah’ı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik. Bunları yapan biz idik.[368]
80. Bir
de Davud’a, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi
korusun. Şimdi siz şükrediyor musunuz?
81. Süleyman’ın
hizmetine de güçlü esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler
yarattığımız yere eser giderdi. Biz, her şeyi hakkıyla bileniz.
82. Bir
de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler
yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapteden bizdik.
83. Eyyûb’u
da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise
merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.
84. Biz
de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik.
Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere
ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik.
85. İsmail’i,
İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi.
86. Onları
da rahmetimizin içine soktuk. Şüphesiz onlar salih kimselerdendi.
87. Zünnûn’u
da hatırla.[369] Hani öfkelenerek (halkından
ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken
karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak
tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.
88. Biz
de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz mü’minleri
böyle kurtarırız.
89. Zekeriya’yı
da hatırla. Hani o, Rabbine, “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin
en hayırlısısın” diye dua etmişti.
90. Biz
de onun duasını kabul ettik ve kendisine Yahya’yı bağışladık. Eşini de kendisi
için, (doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar,
(rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize
derin saygı duyan kimselerdi.
91. Irzını
korumuş olan kadını da (Meryem’i de) hatırla. Ona ruhumuzdan üflemiştik.
Kendisini de, oğlunu da âlemlere (kudretimizi gösteren) birer delil yapmıştık.
92. Şüphesiz
bu (İslâm), tek ümmet (din) olarak sizin ümmetiniz (dininiz)dir. Ben de Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin.
93. (İnsanlar)
işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Hepsi de ancak bize dönecekler.
94. Şu
hâlde, kim mü’min olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez.
Şüphesiz biz onu yazmaktayız.
95. Helâk
ettiğimiz bir memleket halkının bize dönmemeleri imkânsızdır.
96. Nihayet
Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler.
97. Gerçek
vaad (kıyametin kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri
açılıp donakalmıştır. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz
zalim kimselermişiz” derler.
98. Hiç
şüphesiz siz ve Allah’tan başka kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz. Siz
oraya varacaksınız.
99. Eğer
onlar ilâh olsalardı oraya varmazlardı. Hâlbuki hepsi orada ebedî
kalacaklardır.
100. Onların
orada derin bir iç çekişleri vardır! Onlar orada hiçbir şey işitmezler.
101. Şüphesiz
kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlanmış olanlar var ya; işte
bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır.
102. Onlar
cehennemin hışıltısını bile duymazlar. Canlarının istediği nimetler içinde ebedî
olarak kalırlar.
103. En
büyük korku bile onları tasalandırmaz ve melekler onları, “İşte bu, size vaad
edilen (mutlu) gününüzdür” diyerek karşılarlar.
104. Yazılı
kâğıt tomarlarının dürülmesi gibi göğü düreceğimiz günü düşün. Başlangıçta ilk
yaratmayı nasıl yaptıysak, -üzerimize aldığımız bir vaad olarak- onu yine
yapacağız. Biz bunu muhakkak yapacağız.
105. Andolsun,
Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da[370] da,
“Yere muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık.
106. Şüphesiz
bunda Allah’a kulluk eden bir toplum için yeterli bir mesaj vardır.
107. (Ey
Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.
108. De
ki: “Bana ancak, ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık
müslüman oluyor musunuz?”
109. Eğer
yüz çevirirlerse, de ki: “(Bana emrolunanı, ayırım yapmadan) size eşit olarak
bildirdim. Tehdit edildiğiniz şey yakın mı yoksa uzak mı, bilmiyorum.”
110. “Şüphesiz,
Allah sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediğinizi de bilir.”
111. “Bilmem!
Belki bu (mühlet) sizin için bir imtihan ve bir vakte kadar yararlanmadır.”
112. (Peygamber),
“Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz, sizin nitelemelerinize karşı
yardımı istenecek olan Rahmân’dır” dedi.
Âyetlerinin çoğu Mekke’de, bir kısmı
ise Medine döneminde inmiştir. 78 âyettir. Hac ibadetinden bahsettiği için bu
adı almıştır. Sûrede ayrıca kıyamet gününün dehşetinden, kıyamet günü yaşanacak
sahnelerden, cihattan ve helâk edilmiş eski toplumlardan söz edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Ey
insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı çok büyük
bir şeydir.
2. Onu
göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirmekte olduğu çocuğundan geçer ve her
hamile kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün; hâlbuki
onlar sarhoş değillerdir. Ne var ki Allah’ın azabı çok şiddetlidir.
3. İnsanlardan
kimi vardır ki, hiçbir bilgisi olmadığı hâlde, Allah hakkında tartışmaya girer
ve her azgın şeytanın[371]
ardına düşer.
4. Şeytan
hakkında, “Her kim onu dost edinirse, mutlaka o kimseyi saptırır ve onu
cehennem azabına sürükler” diye yazılmıştır.
5. Ey
insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz
(düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden),
sonra bir “alaka”dan[372],
sonra da yaratılışı belli belirsiz bir “mudga”dan[373]
yarattık ki size (kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye
kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da
(akıl, temyiz ve kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale
erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en
düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hâle gelsin. Yeryüzünü
de ölü, kupkuru görürsün. Biz, onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar,
kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir.
6. Bu
böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. Şüphesiz O, ölüleri diriltir ve O,
her şeye hakkıyla kadirdir.
7. Çünkü
kıyamet muhakkak gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur ve şüphesiz Allah, kabirlerdeki
kimseleri diriltecektir.
8,9. İnsanlardan
öylesi de vardır ki, bir ilmi, bir yol göstericisi, aydınlatıcı bir kitabı olmadığı
hâlde kibirlenerek insanları Allah’ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında
tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezillik vardır. Ona kıyamet gününde de
yangın azabını tattıracağız.
10. (Ona),
“İşte bu kendi ellerinin önceden işledikleri yüzündendir. Allah, kesinlikle
kullara zulmedici değildir” (denir.)
11. İnsanlardan
öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir
hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse,
gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu
apaçık ziyanın ta kendisidir.
12. O,
Allah’ı bırakır da kendine ne zarar, ne de fayda veren şeylere tapar. Bu da
derin sapıklığın ta kendisidir.
13. Zararı
faydasından daha yakın olana tapar. O (taptığı) ne kötü yardımcı, ne fena
yoldaştır!
14. Muhakkak
ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri içinden ırmaklar akan cennetlere
koyacaktır. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
15. Her
kim ona (Muhammed’e) Allah’ın dünyada ve ahirette asla yardım etmeyeceğini
zannediyorsa hemen tavana bir ip çeksin, sonra kendini assın da bir baksın;
başvurduğu (bu yöntem), öfkelendiği şeyi giderecek mi?[374]
16. Böylece
biz Kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru
yola iletir.
17. Şüphesiz,
iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Allah’a ortak
koşanlar var ya; Allah, kıyamet günü onların aralarında mutlaka hüküm
verecektir. Çünkü Allah, her şeye şahittir.
18. Görmedin
mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar,
ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir. Birçoğunun
üzerine de azap hak olmuştur. Allah, kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak
hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
19. İşte
iki hasım taraf ki, Rableri hakkında tartışmaya girmişlerdir. Bunlardan inkâr
edenler için ateşten giysiler biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su
dökülür.
20. Onunla,
karınlarının içindekiler ve derileri eritilir.
21. Onlar
için bir de demirden topuzlar vardır.
22. Her
ne zaman cehennemden, o ızdıraptan çıkmak isteseler, oraya geri döndürülürler
ve onlara, “Tadın yangın azabını” denilir.
23. Şüphesiz
Allah, iman edip salih ameller işleyenleri içlerinden ırmaklar akan cennetlere
koyacak, orada altından bileziklerle, incilerle süsleneceklerdir. Oradaki
giysileri ise ipektir.
24. Onlar
hem sözün hoş olanına ulaştırılmışlar, hem de övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna
iletilmişlerdir.
25. İnkâr
edenler ile Allah’ın yolundan ve içinde, yerli, misafir bütün insanları eşit
kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlar (azabı hak etmişlerdir.) Kim de orada
zulmederek haktan sapmak isterse, biz ona elem dolu bir azaptan tattıracağız.
26. Hani
biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf
edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye
belirlemiştik.
27. İnsanlar
arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun
develer üzerinde sana gelsinler.
28. Gelsinler
ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine
rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde[375]
(onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin,
yoksula fakire de yedirin.
29. Sonra
kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik’i (Kâbe’yi)
tavaf etsinler.
30. Bu
böyle. Kim Allah’ın hükümlerine saygı gösterirse, bu, Rabbi katında kendisi
için bir hayırdır. Haramlığı size okunanların (bildirilenlerin) dışında[376]
bütün hayvanlar size helâl kılındı. Artık putlara tapma pisliğinden kaçının,
yalan sözden kaçının.
31. Allah’a
yönelen, O’na ortak koşmayan kimseler (olun). Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki
gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere
sürüklüyor gibidir.
32. Bu
böyle. Her kim de Allah’ın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz
ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır.
33. Sizin
için onlarda belli bir zamana kadar birtakım yararlar vardır. Sonra da
kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik (Kâbe)’dir.
34. Her
ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini
ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır.
Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!
35. Onlar,
Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden,
namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah
yolunda harcayan kimselerdir.
36. Kurbanlık
büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık.
Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban
edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları
çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire
de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.
37. Onların
etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a
karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki,
size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik
edenleri müjdele.
38. Şüphesiz,
Allah inananları savunur. Doğrusu Allah hiçbir haini, nankörü kafiri sevmez.
39. Kendilerine
savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi.
Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeğe gücü yeter.
40. Onlar,
haksız yere, sırf, “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı yurtlarından
çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla
defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler,
havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine
yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak
güç sahibidir.
41. Onlar
öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek,
namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar.
Bütün işlerin âkıbeti Allah’a aittir.
42. Ey
Muhammed! Eğer seni yalanlarlarsa bil ki, onlardan önce Nûh, Âd ve Semûd
kavimleri de (peygamberlerini) yalanlamışlardı.
43,44. İbrahim’in kavmi ile Lût’un kavmi ve Medyen
halkı da (yalanlamışlardı). Mûsâ da yalanlandı ve nihayet o inkârcılara mühlet
verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Beni inkâr etmek nasılmış, (gördüler).
45. Halkı
zulmetmekteyken helâk ettiğimiz, böylece duvarları, çökmüş çatılarının üzerine
yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem saraylar
vardır!
46. Yeryüzünde
gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?
(Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki
kalpler (kalp gözleri) kör olur.
47. Bir
de senden acele azap istiyorlar. Hâlbuki Allah asla va’dinden caymaz. Şüphesiz
Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.
48. Zalim
oldukları hâlde, mühlet verdiğim, sonra da kendilerini azabımla yakaladığım
nice memleket halkları vardır. Dönüş yalnız banadır.
49. De
ki: “Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
50. Artık
iman edip salih ameller işleyenler var ya, işte onlar için bir bağışlama güzel
bir nimet (cennet) vardır.
51. Âyetlerimizi
geçersiz kılmak için
çaba gösterenler var ya, işte onlar cehennemliklerdir.
52. Senden
önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan
onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın
vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.[377]
53. Allah,
şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri
katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o
zalimler, derin bir ayrılık içindedirler.
54. Bir
de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu
bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun
diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola
iletir.
55. İnkâr
edenler, kendilerine kıyamet ansızın gelinceye, yahut
da onlara kısır bir günün[378]
azabı gelip çatıncaya dek o Kur’an’dan bir şüphe içinde kalırlar.
56. İşte
o gün mülk (hükümranlık) Allah’ındır. O, insanların arasında hükmünü verir.
Artık iman edip salih ameller işlemiş olanlar Naîm Cennetleri’ndedirler.
57. İnkâr
edip âyetlerimizi yalanlamış olanlara gelince, onlar için de alçaltıcı bir azap
vardır.
58. Allah
yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlara gelince, Allah
onlara muhakkak güzel bir rızık verecektir. Şüphe yok ki Allah, rızık
verenlerin en hayırlısıdır.
59. Elbette
onları hoşnut olacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir,
halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).
60. Bu
böyle. Bir de kim kendisine verilen eziyetin dengiyle karşılık verir de sonra
yine kendisine zulmedilirse, elbette Allah ona yardım eder. Hiç şüphesiz ki
Allah çok affedendir, çok bağışlayandır.
61. Bu
böyle. Çünkü Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine
sokar. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.
62. Bu
böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise
batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.
63. Allah’ın
gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi?
Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, hakkıyla haberdardır.
64. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey O’nundur. Şüphesiz ki Allah elbette zengindir, elbette
övgüye lâyıktır.
65. Görmüyor
musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan
gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin
diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok
merhametlidir.
66. O,
size hayat veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra da diriltecek olandır.
Şüphesiz, insan çok nankördür kafirdir.
67. Biz
her ümmet için uygulayacağı bir ibadet yolu verdik. O hâlde, din işinde seninle
asla çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Çünkü sen hiç şüphesiz hakka götüren
dosdoğru bir yol üzerindesin.
68. Eğer
seninle mücadele ederlerse, de ki: “Allah, yapmakta olduğunuzu daha iyi
bilmektedir.”
69. Hakkında
ayrılığa düşüp durduğunuz şeyler konusunda, kıyamet günü Allah aranızda hüküm
verecektir.
70. Bilmez
misin ki, kuşkusuz Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Kuşkusuz
bunların hepsi bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da)dır.
Şüphesiz bu, Allah’a göre çok kolaydır.
71. Onlar,
Allah’ı bırakıp, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, kendilerinin de
hakkında hiçbir bilgilerinin bulunmadığı şeylere kulluk ederler. Zalimlerin
hiçbir yardımcısı yoktur.
72. Kendilerine
âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman, o kâfirlerin yüz ifadelerinden inkârlarını
anlarsın. Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyanlara hışımla saldıracaklar.
De ki: “Şimdi size bu durumdan[379]
daha beterini haber vereyim mi: Ateş.. Allah, onu kâfirlere
vaad etti. Ne kötü varış yeridir orası!”
73. Ey
insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah’tan
başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile.
Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz,
istenen de.
74. Allah’ın
kadrini gereği gibi bilemediler. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç
sahibidir.
75. Allah,
meleklerden de resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, hakkıyla
işitendir, hakkıyla görendir.
76. Onların
önlerindekini de (yaptıklarını da), arkalarındakini de (yapacaklarını da)
bilir. Bütün işler hep Allah’a döndürülür.
77. Ey
iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki
kurtuluşa eresiniz.
78. Allah
uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük
yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu
Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun,
siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız.[380]
Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin
sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!
Mekke döneminde inmiştir. 118
âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “el-Mü’minûn” kelimesinden almıştır.
“el-Mü’minûn”, mü’minler demektir. Müşriklere son uyarı niteliğindeki bu
sûrede, mü’minlerin zafere ulaşacakları, kötülerin cezaya çarptırılacağı konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Mü’minler,
gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.
2. Onlar
ki, namazlarında derin saygı içindedirler.
3. Onlar
ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.
4. Onlar
ki, zekâtı öderler.
5. Onlar
ki, ırzlarını korurlar.
6. Ancak
eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla
ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.
7. Kim
bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.
8. Yine
onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.
9. Onlar
ki, namazlarını kılmağa devam ederler.
10. İşte
bunlar varis olanların ta kendileridir.
11. Onlar
Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
12. Andolsun,
biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.
13. Sonra
onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik.
14. Sonra
bu az suyu “alaka”[381] hâline
getirdik. Alakayı da “mudga”[382] yaptık.
Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet
onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan
Allah’ın şânı ne yücedir!
15. Sonra
(ey insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.
16. Sonra
yine muhakkak siz, kıyamet gününde (tekrar) diriltileceksiniz.
17. Andolsun,
biz sizin üzerinizde yedi
yol yarattık.[383] Biz
yarattıklarımızdan habersiz değiliz.
18. Biz,
gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde
tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.
19. Onunla
sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde
sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz.
20. Yine
o su ile Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem de
yiyenlere katık verir.
21. Hayvanlarda
sizin için elbette bir ibret vardır. Onların içlerindeki sütten size içiririz.
Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır ve onlardan yersiniz de.
22. Onların
üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.
23. Andolsun
biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten
hâlâ sakınmaz mısınız?” dedi.
24. Bunun
üzerine kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak
sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bir melek gönderirdi. Biz önceki
atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”
25. “Bu,
ancak cinnet getirmiş bir adamdır. Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz.”
26. (Nûh),
“Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.
27. Bunun
üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye
vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup
taştığında Nûh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir
de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye
al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.”[384]
28. Sen
ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Bizi zalim kavmin elinden
kurtaran Allah’a hamd olsun” de.
29. Yine
de ki: “Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en
hayırlısısın.”
30. Şüphesiz
bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz.
31. Sonra
onların (Nûh kavminin) ardından başka bir nesil yarattık.
32. Onlara,
kendilerinden, “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur,
hâlâ O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” diye öğüt veren bir peygamber
gönderdik.
33. O
peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya
hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O
da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz
şeylerden içiyor.”
34. “Andolsun,
kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız.”
35.
“O, öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka
(diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?”
36. “Hâlbuki
bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!”
37. “Hayat,
bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek
değiliz.”
38. “Bu,
Allah’a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.”
39. O
peygamber, “Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.
40. Allah,
“Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!” dedi.
41. Derken
onları o korkunç ses, kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini
çör çöp yığını hâline getirdik. Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak
olsun!
42. Sonra
bunların arkalarından başka nesiller yarattık.
43. Hiçbir
ümmet, kendi ecelinin önüne geçemez, onu geciktiremez de.
44. Sonra
arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe,
onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından helâk ettik ve onları birer
ibretli hikâye yaptık. Artık inanmayan bir kavim, Allah’ın rahmetinden uzak
olsun!
45,46. Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u mucizelerimizle
ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik
de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir
topluluk oldular.
47. Bu
yüzden, “Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız”
dediler.
48. Böylece
ikisini de yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular.
49. Andolsun,
hidayete ersinler diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.
50. Meryem
oğlu İsa’yı ve annesini büyük bir mucize kıldık ve her ikisini de oturmaya
elverişli, akarsulu yüksek bir yere yerleştirdik.
51. Ey
peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben,
sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.
52. Şüphesiz
bu (İslâm), tek bir din
olarak sizin dininizdir. Ben de Rabbinizim.
Öyle ise bana karşı gelmekten sakının.
53. (İnsanlar
ise, din) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde
bulunan ile sevinmektedir.
54. Ey
Muhammed! Sen onları bir zamana kadar, gaflet ve şaşkınlıklarıyla baş başa
bırak!
55,56. Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla
onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar farkına varmıyorlar!
57. Rablerinin
azametinden korkup titreyenler,
58. Rablerinin
âyetlerine inananlar,
59. Rablerine
ortak koşmayanlar,
60. Rabblerine
dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek verenler,
61. İşte
bunlar hayır işlerine koşuşurlar ve o uğurda öne geçerler.
62. Biz
hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda hakkı
söyleyen bir kitab vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar.
63. Ancak
kâfirlerin kalbleri bu Kur’an’a karşı bir gaflet içindedir. Onların bundan
başka yapageldikleri birtakım (kötü) işleri de vardır.
64. Nihayet
refah ve bolluk içinde olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımız zaman,
bakmışsın ki feryat edip duruyorlar.
65. Boşuna
feryat edip durmayın bugün. Zira bizden yardım görmeyeceksiniz.
66,67. Çünkü âyetlerim size okunurdu da siz buna
karşı büyüklük taslayarak arkanızı döner, geceleyin toplanıp hezeyanlar
savururdunuz.
68. Onlar
bu sözü (Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, önceki atalarına
gelmeyen bir şey mi geldi?
69. Ya
da onlar henüz kendi peygamberlerini tanımadılar da o yüzden mi onu inkâr
ediyorlar?
70. Yoksa
“O cinnet getirmiş” mi diyorlar? Hayır o, onlara hakkı
getirdi. Hâlbuki onların pek çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar.
71. Eğer
hak onların arzularına uysaydı, gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette
bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kur’an’ı) getirdik. Onlar
ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar.
72. Ey
Muhammed! Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun (da inanmıyorlar)?
Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
73. Şüphesiz
sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.
74. Fakat
ahirete inanmayanlar, ısrarla bu yoldan çıkmaktadırlar.
75. Biz
onlara merhamet edip başlarına gelen zararı giderseydik, yine de azgınlıkları
içinde bocalayıp kalırlardı.
76. Andolsun,
biz onları azap ile kıskıvrak yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler ve O’na
yalvarıp yakarmadılar.
77. Sonunda
onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımızda bir de bakarsın onun içinde
ümitsizliğe düşüvereceklerdir.
78. Hâlbuki
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne kadar az
şükrediyorsunuz!
79. O,
sizi yeryüzünde yaratıp türetendir. Sadece O’nun huzurunda toplanacaksınız.
80. O,
diriltendir, öldürendir. Gece ile gündüzün birbirini takib etmesi de O’na
aittir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
81. Hayır
onlar, öncekilerin söyledikleri sözler gibi sözler ettiler.
82. Dediler
ki: “Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı
tekrar diriltileceğiz?”
83. Andolsun,
biz de bizden önce atalarımız da bununla tehdit edildik. Bu, öncekilerin
uydurduğu masallardan başka bir şey değildir.
84. De
ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?”
85. “Allah’ındır”
diyecekler. “Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?” de.
86. De
ki: “Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş’ın Rabbi kimdir?”
87. “Allah’ındır”
diyecekler. “Öyle ise O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” de.
88. De
ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi
koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?”
89. “Allah’ındır”
diyecekler. “Öyle ise nasıl aldanıyorsunuz?” de.
90. Hayır,
biz onlara gerçeği getirdik, fakat onlar kesinlikle yalancıdırlar.
91,92. Allah, hiçbir çocuk edinmemiştir. O’nunla
birlikte başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle olsaydı, her ilâh kendi yarattığını
alır götürür ve mutlaka birbirlerine üstün gelmeye çalışırlardı. Gaybı da,
görülen âlemi de bilen Allah, onların yakıştırdığı nitelemelerden uzaktır.
Onların koştukları ortaklardan çok yücedir.
93,94. De ki: “Ey Rabbim! Onlara yöneltilen
tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin içinde
bulundurma.”
95. Bizim
onlara yönelttiğimiz tehditleri sana göstermeye elbette gücümüz yeter.
96. Kötülüğü,
en güzel olan şeyle uzaklaştır. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri
daha iyi biliriz.
97. De
ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım.”
98. “Ey
Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”
99,100.
Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki,
terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu, sadece onun
söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri
güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.
101. Sûr’a
üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy-sop yakınlığı kalacak, ne de
birbirlerini arayıp soracaklardır.
102. Artık
kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
103. Kimlerin
de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana uğratanların ta
kendileridir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır.
104. Ateş
yüzlerini yalar ve onlar orada sırıtır kalırlar.
105. Allah,
“Âyetlerim size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?” der.
106. Onlar
da şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve sapık bir
toplum olduk.”
107. “Ey
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer (tekrar günaha) dönersek şüphesiz kendimize
zulmetmiş oluruz.”
108. Allah,
”Aşağılık içinde kalın orada, artık benimle konuşmayın!” der.
109. Kullarımdan,
“Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet
edenlerin en hayırlısısın” diyen bir grup var idi.
110. Siz
ise onlarla alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu.
Onlara hep gülüyordunuz.
111. Sabretmiş
olmaları sebebiyle, bugün ben onları mükâfatlandırdım. Şüphesiz onlar başarıya
erenlerin ta kendileridir.
112. Allah,
(inkârcılara) “Yeryüzünde kaç sene kaldınız?” diye sorar.
113. Onlar,
“Bir gün, ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap tutanlara sor”
derler.
114. Allah,
şöyle der: “Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş
olsaydınız.”
115. “Sizi
boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”
116. Gerçek
hükümdar olan Allah, yücedir. O’ndan başka hiç ilâh yoktur. O, şerefli ve yüce Arş’ın
Rabbidir.
117. Kim,
hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha
taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa
eremezler.
118. De
ki: “Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en
hayırlısısın!”
Medine döneminde inmiştir. 64
âyettir. Adını, 35. âyette geçen “nûr” kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca;
bireysel ve toplumsal hayatla ilgili çeşitli hüküm ve prensipler, özellikle
aile hayatına dair esaslar yer almaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Bu,
bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt
almanız için onda apaçık âyetler indirdik.
2. Zina
eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve
ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama)
konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların
cezalandırılmasına şahit olsun.
3. Zina
eden erkek ancak, zina eden veya Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina
eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir erkek evlenir.
Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.
4. Namuslu
kadınlara zina isnat edip sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen değnek
vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar fâsık
kimselerdir.
5. Ancak
tövbe edip bundan sonra ıslah olanlar müstesna. Çünkü Allah, çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir.
6,7. Eşlerine
zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların
her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah
adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defada da; eğer
yalancılardan ise, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle
yerine gelir.
8,9. Kocasının
yalancılardan olduğuna dair Allah’ı dört defa şahit getirmesi (Allah adına
yemin etmesi), beşinci defada da eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah’ın
gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, kadından cezayı kaldırır.
10. Allah’ın
size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tövbeleri kabul eden, hüküm ve
hikmet sahibi olmasaydı, hâliniz nice olurdu?
11. O
ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz
için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri
için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o
günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır.[385]
12. Bu
iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri
hakkında iyi zan besleyip de, “Bu, apaçık bir iftiradır” deselerdi ya!
13. Onlar
(iftiracılar) bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Mademki şahit
getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir.
14. Eğer
size dünya ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu
iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu!
15. Hani
o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri
ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah
katında büyük bir günahtır.
16. Bu
iftirayı işittiğiniz vakit, “Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Seni
eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım! Bu, çok büyük bir iftiradır” deseydiniz
ya!
17. Eğer
inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah size
öğüt veriyor.
18. Allah,
size âyetleri açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
19. İnananlar
arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya
ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
20. Allah’ın
lütfu ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı ve Allah çok esirgeyici ve çok
merhametli olmasaydı, hâliniz nice olurdu?
21. Ey
iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa,
bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti
olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği
kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
22. İçinizden
varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda
hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler.
Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi
bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.
23,24. İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden)
habersiz mü’min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir.
İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi
aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.
25. O
gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah’ın
apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir.
26. Kötü
kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz
erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır.[386] O
temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir
bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır.
27. Ey
iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin
alıp) ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha
hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.
28. Eğer
evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer
size, “Geri dönün” denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir
davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.
29. İçinde
size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah
yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir.
30. Mü’min
erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu
davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından
hakkıyla haberdardır.
31. Mü’min
kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz
ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler.
Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının
babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden,
yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından,
yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği
kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf
olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler
bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe
ediniz ki kurtuluşa eresiniz!
32. Sizden
bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin.
Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfu
geniş olandır, hakkıyla bilendir.
33. Evlenmeye
güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar
iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden “mükâtebe” yapmak
isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın.[387]
Allah’ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini
elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları
buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah
(onları) çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
34. Andolsun,
biz size açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden bir misal ve Allah’a
karşı gelmekten sakınanlar için bir öğüt indirdik.
35. Allah,
göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre;
içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi
parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin
ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse
aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah,
dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her
şeyi hakkıyla bilendir.[388]
36,37. Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının
anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin
kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı
birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin
ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.
38. (Bütün
bunları) Allah, kendilerini yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandırsın ve
lütfundan onlara daha da fazlasını versin diye (yaparlar). Allah, dilediğini
hesapsız olarak rızıklandırır.
39. İnkâr
edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış
kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi
kâfir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah’ı yanında bulur
da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir.
40. Yahut
(inkârcıların küfür içindeki hâlleri) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir.
(Bir deniz ki) onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulutlar var.
Karanlıklar üstüne karanlıklar. İnsan, elini çıkarsa neredeyse onu bile
göremez. Kime Allah nur vermezse, onun için nur diye bir şey yoktur.[389]
41. Göklerde
ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların
Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin
olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir.
42. Göklerin
ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır.
43. Görmez
misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar.
Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ
(gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden
de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.
44. Allah,
geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor. Şüphesiz bunda basiret sahibi olanlar için
bir ibret vardır.
45. Allah,
bütün canlıları sudan yarattı. İşte bunlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür,
kimi iki ayak üzerinde yürür, kimisi dört ayak üzerinde yürür. Allah,
dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
46. Andolsun,
biz açıklayıcı âyetler indirdik. Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.
47. (Münâfıklar),
“Allah’a ve peygambere inandık ve itaat ettik” derler. Sonra da onların bir
kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir.
48. Aralarında
hüküm vermesi için Allah’a (Kur’an’a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir
de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir.
49. Ama
gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler.
50. Kalplerinde
bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve
Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar?
Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir.
51. Aralarında
hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde,
mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte
onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
52. Kim
Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa,
işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.
53. Münâfıklar,
sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka savaşa çıkacaklarına dair en ağır
bir şekilde Allah’a yemin ettiler. De ki: “Yemin etmeyin. Sizden istenen
güzelce itaat etmektir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
54. “Allah’a
itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona
yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da
yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere
düşen ancak apaçık bir tebliğdir.
55. Allah,
içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri
egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için
hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları
korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde
bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık
bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.
56. Namazı
dosdoğru kılın, zekâtı verin, Resûle itaat edin ki size merhamet edilsin.
57. İnkâr
edenlerin (Allah’ı) yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanma! Onların varacağı yer
cehennemdir. Ne kötü varış yeridir o!
58. Ey
iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz bulûğ
çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin
elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza
girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup
dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne
size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz.
Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
59. Çocuklarınız
erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi
izin istesinler. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklar. Allah, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
60. Artık
evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların
zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir
günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla
işitendir, hakkıyla bilendir.
61. Köre
güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur.[390]
Kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde
veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya
amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın
evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz
evlerde ya da dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir sakınca yoktur.
Bir arada veya ayrı ayrı olarak yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz
zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak,
selâm verin. İşte Allah, düşünesiniz diye âyetleri size böyle açıklar.
62. Mü’minler
ancak Allah’a ve peygamberine inanan, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir
iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin
isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlama
dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
63. (Ey
inananlar!) Peygamberin (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi
tutmayın. İçinizden biribirini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah gerçekten
bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden
veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.
64. Bilmiş
olun ki şüphesiz göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. O, içinde
bulunduğunuz durumu gerçekten bilir. Allah’a döndürülecekleri ve yaptıklarını
Allah’ın onlara haber vereceği günü hatırla. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
Mekke döneminde inmiştir. 68-70.
âyetlerin Medine döneminde indiği konusunda bir rivayet de vardır. 77 âyettir.
Sûre, adını ilk âyette geçen “el-Furkân” kelimesinden almaktadır. Furkân, “hak
ile batılı birbirinden ayıran” demek olup Kur’an’ın isimlerinden biridir.
Sûrede temel konular olarak Hz. Peygamber’in tüm insanlığa gönderildiği, onun
tebliğ sırasında karşılaştığı zorluklar ve şirkin kökünün kazınacağı, geçmiş
ümmetlerin hayatlarından bazı örnekler de verilerek ele alınmaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Âlemlere
bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı indiren Allah’ın şanı yücedir.
2.
O,
göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk
edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve
yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.
3.
(İnkâr
edenler), Allah’ı bırakıp hiçbir şey yaratmayan ve zaten kendileri yaratılmış
olan, üstelik kendilerine fayda ve zararları dokunmayan, öldürmeye, yaşatmaya
ve ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler.
4.
İnkâr
edenler, “Bu Kur’an, Muhammed’in uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir.
Başka bir topluluk da bu konuda ona yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar
haksız ve asılsız bir söz uydurdular.
5.
“(Bu
Kur’an, başkalarından) yazıp aldığı öncekilere ait efsanelerdir. Bunlar ona
sabah akşam okunmaktadır” dediler.
6.
(Ey
Muhammed!) De ki: “O kitabı göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir.
Şüphesiz O, bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
7.
Dediler
ki: “Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, çarşıda pazarda dolaşır. Ona bir melek
indirilseydi de, bu onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya!”
8.
“Yahut
kendisine bir hazine verilseydi veya ürününden yiyeceği bir bahçesi olsaydı
ya!” Zalimler, (inananlara): “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz”
dediler.
9.
(Ey
Muhammed!) Senin hakkında bak nasıl da temsiller getirdiler de (haktan)
saptılar. Artık onlar doğru yolu bulamazlar.
10.
Dilerse
sana bundan daha güzelini, içinden ırmaklar akan cennetleri verebilecek olan,
sana saraylar kurabilecek olan Allah’ın şanı yücedir.
11.
Hayır,
onlar Kıyameti de yalanladılar. Biz ise o Kıyameti yalanlayanlara çılgın bir
cehennem ateşi hazırlamışızdır.
12.
Bu
ateş onları uzak bir mesafeden görünce onun müthiş kaynamasını ve uğultusunu
işitirler.
13.
Elleri
boyunlarına bağlanmış, çatılmış olarak cehennemin daracık bir yerine
atıldıkları zaman orada, yok olup gitmeyi isterler
14.
(Kendilerine)
“Bugün bir kere yok olmayı istemeyin, birçok kere yok olmayı isteyin!” (denir.)
15.
De
ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dedilen
ebedîlik cenneti mi?” Orası onlar için bir mükâfat ve varılacak bir yerdir.
16.
Ebedî
olarak kalacakları orada onlar için diledikleri her şey vardır. Bu, Rabbinin
uhdesine aldığı, (yerine getirilmesi) istenen bir va’didir.
17.
Rabbinin,
onları ve Allah’ı bırakıp da taptıkları şeyleri bir araya getireceği ve
(taptıklarına), “Siz mi saptırdınız benim şu kullarımı, yoksa onlar kendileri
mi yoldan saptılar” diyeceği günü hatırla.
18.
Onlar,
“Seni eksikliklerden uzak tutarız. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize
yaraşmaz. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda
seni anmayı unuttular ve helâke giden bir toplum oldular” derler.
19.
(İlâh
edindikleriniz) söyledikleriniz konusunda sizi yalancı çıkardılar. Artık kendinizden
azabı savmaya gücünüz yetmeyecek ve kendinize yardım da edemeyeceksiniz. Sizden
kim de zulüm ve haksızlık ederse, ona büyük bir azap tattırırız.
20.
Senden
önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda
gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım)
sabredecek misiniz? Rabbin, hakkıyla görendir.
21.
Bize
kavuşacaklarını ummayanlar, “Bize melekler indirilseydi,
yahut Rabbimizi görseydik ya!” dediler. Andolsun, onlar kendi benliklerinde büyüklük
tasladılar ve büyük bir taşkınlık gösterdiler.
22.
Fakat
melekleri görecekleri gün, işte o gün suçlulara hiçbir müjde yoktur. “Eyvah!
Biz Allah’ın rahmetinden tamamen uzaklaştırılmışız”[391]
diyecekler.
23.
Onların
yaptıkları bütün amellerine yöneldik ve onları dağılmış zerreciklere çevirdik.
24.
O
gün cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer daha
güzeldir.
25.
O
gün gök bulutlarla yarılıp parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir.
26.
O
gün gerçek hükümranlık Rahmân’ındır ve kâfirlere zorlu bir gün olacaktır.
27.
O
gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne
olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım!”
28.
“Yazıklar
olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim!”
29.
“Andolsun,
Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı
yardımcısız bırakıverir.”
30.
Peygamber,
“Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi” dedi.
31.
Biz,
işte böyle, her peygamber için suçlulardan bir düşman yarattık. Yol gösterici
ve yardım edici olarak Rabbin yeter.
32.
İnkâr
edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz,
Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu
ağır ağır okuduk.[392]
33.
Onlar
sana hiçbir misal getirmezler ki (buna karşılık) sana gerçeği ve en güzel
açıklamayı getirmiş olmayalım.
34.
Yüzüstü
cehenneme sürüklenecek olanlar var ya; işte onlar konumları itibariyle daha
kötü, tuttukları yol itibariyle daha sapıktırlar.
35.
Andolsun,
Biz, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ve kardeşi Hârûn’u da ona yardımcı kıldık.
36.
Onlara,
“Âyetlerimizi yalanlayan topluluğa gidin” dedik. Nihayet o kavmi yerle bir
ettik.
37.
Nûh
kavmini de, Peygamberleri yalanladıkları vakit suda boğduk. Onları insanlara
bir ibret yaptık ve zalimlere elem dolu bir azap hazırladık.
38.
Âd
ve Semûd kavimlerini, Ress halkını[393] ve
bunların arasında pek çok nesilleri de helâk ettik.
39.
Bunların
her birine misaller getirdik, (öğüt almadıkları için) hepsini kırıp geçirdik.
40.
Andolsun,
senin kavmin, belâ yağmuruna tutularak yok edilen kente uğramışlardır. Yoksa
onu görmüyorlar mıydı (ki ibret almadılar)? Hayır! (Görüyorlardı fakat) tekrar
dirilmeyi ummuyorlardı.
41,42. Onlar
seni görünce ancak eğlenceye alırlar. “Allah’ın peygamber olarak gönderdiği
adam bu mu? Biz, ilâhlarımıza sımsıkı sarılmasaydık neredeyse bizi ilâhlarımızdan
uzaklaştıracaktı” (derler.) Onlar yakında azabı gördükleri zaman, yolca kimin
daha sapık olduğunu görecekler.
43. Kendi
nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?
44. Yoksa
sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı
sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da
şaşkındırlar.
45. Rabbinin
gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz
güneşi gölgeye delil kıldık.
46. Sonra
onu kendimize yavaş yavaş çektik.
47. O,
geceyi size bir örtü, uykuyu istirahat zamanı ve gündüzü de hareket ve çalışma
vakti yapandır.
48,49. O, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak
gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan birçok hayvanları ve
insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik.
50. Andolsun,
biz bunu insanlar arasında, düşünüp ibret alsınlar diye tekrar tekrar
açıkladık. Fakat insanların çoğu nankörlükte kafirlikte direttiler.
51. Dileseydik
her memlekete bir uyarıcı gönderirdik.
52. Öyle
ise kâfirlere itaat etme, onlara karşı bu Kur’an’la büyük bir mücadele ver.
53. O,
birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi
salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel
koyandır.
54. O,
sudan bir insan yaratıp ondan soy sop ve hısımlık meydana getirendir. Rabbin,
her şeye hakkıyla gücü yetendir.
55. Onlar,
Allah’ı bırakıp, kendilerine ne faydası ne de zararı dokunan şeylere kulluk
ederler. Kâfir, Rabbine karşı (şeytana) arka çıkandır.
56. Biz,
seni ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
57. De
ki: “Ben buna karşılık sizden dileyen kimsenin, Rabbine giden yolu tutmasından
başka herhangi bir ücret istemiyorum.”
58. Sen,
o ölümsüz ve daima diri olana (Allah’a) tevekkül et. O’nu her türlü övgüyle
yücelterek tesbih et. Kullarının günahlarından hakkıyla haberdar olarak O
yeter!
59. Gökleri
ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan,
sonra da Arş’a[394]
kurulan Rahmân’dır. Sen bunu haberdar olana sor!
60. Onlara,
“Rahmân’a secdeye kapanın denildiğinde “Rahmân da nedir? Senin bize emrettiğine
mi secde edeceğiz?” derler ve bu onların nefretini artırır.
61. Göğe
burçlar yerleştiren, orada bir ışık kaynağı (güneş) ve aydınlatıcı bir ay
yaratanın şanı çok yücedir.
62. O,
öğüt almak isteyen ve çok şükredici olmayı dileyen kimseler için geceyi ve
gündüzü birbiri ardınca getirendir.
63. Rahmân’ın
kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara
laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.
64. Onlar,
Rabblerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir.
65. Onlar,
şöyle diyenlerdir: “Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten
onun azabı sürekli bir helâktir!”
66. “Şüphesiz,
ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.”
67. Onlar,
harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu
ikisi arası dengeli bir harcamadır.
68. Onlar,
Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram
kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır
azaba uğrar.
69. Kıyamet
günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedî kalır.
70. Ancak
tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların
kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet
edendir.
71. Kim
de tövbe eder ve salih amel işlerse işte o, Allah’a, tövbesi kabul edilmiş
olarak döner.
72. Onlar,
yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve
hoşgörü ile geçip gidenlerdir.
73. Onlar,
kendilerine Rabblerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır
kesilmezler.
74. Onlar,
“Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi
Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” diyenlerdir.
75. İşte
onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar
ve orada esenlik dileği ve selâmla karşılanacaklardır.
76. Orada
ebedî kalırlar. Orası ne güzel bir durak ve ne güzel bir konaktır!
77. (Ey
Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz
yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.”
Mekke döneminde inmiştir. 227
âyettir. Sûre, adını 224. âyette geçen “eş-Şu’arâ” kelimesinden almıştır.
“Şu’arâ” şairler demektir. Sûrede başlıca Mûsâ, İbrahim, Nûh, Hûd, Salih ve Şu’ayb
peygamberlerin kıssaları dile getirilmekte; müşriklerin, Kur’an’ın vahiy dışı
bir kaynağa dayalı olduğu iddialarına karşılık, onun bir vahiy eseri olduğu
vurgulanmakta, söz konusu kaynakların Kur’an üzerinde hiçbir etkisinin
bulunamayacağı ifade edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Tâ
Sîn Mîm.[395]
2. Bunlar,
apaçık Kitab’ın âyetleridir.
3. Ey
Muhammed! Mü’min olmuyorlar diye âdeta kendini helâk edeceksin!
4. Biz
dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda
kalırlar.
5. Rahmân’dan
kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.
6. Onlar
(Allah’ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri
başlarına gelecek.
7. Yeryüzüne
bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.
8. Şüphesiz
bunlarda (Allah’ın varlığına) bir delil vardır, ama onların çoğu
inanmamaktadırlar.
9. Şüphesiz
senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
10,11. Hani
Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına
geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.
12. Mûsâ,
şöyle dedi: “Ey Rabbim! Muhakkak ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
13. “Göğsüm
daralır. Akıcı konuşamam. Onun için, Hârûn’a da peygamberlik ver (ve onu bana
yardımcı yap).”[396]
14. “Bir
de onlara karşı ben suçlu durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden
korkarım.”
15. Allah
dedi ki, “Hayır, korkma! Mucizelerimizle gidin. Çünkü biz sizinle beraberiz,
(her şeyi) işitmekteyiz.”
16. “Firavun’a
gidin ve deyin: “Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz”,
17. “İsrailoğullarını
bizimle beraber gönder.”
18. Firavun,
şöyle dedi: “Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen
ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin.”
19. “(Böyle
iken) sen o yaptığın işi yaptın (adam öldürdün). Sen nankörlerdensin kafirlerdensin.”
20. Mûsâ,
şöyle dedi: “Ben onu, o vakit kendimi kaybetmiş bir hâlde iken (istemeyerek)
yaptım.”
21. “Sizden
korktuğum için de hemen aranızdan kaçtım. Derken, Rabbim bana hüküm ve hikmet
bahşetti de beni peygamberlerden kıldı.”[397]
22. “Senin
başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in
neticesi)dir.”[398]
23. Firavun,
“Âlemlerin Rabbi de nedir?” dedi.
24. Mûsâ,
“O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer
gerçekten inanırsanız bu böyledir.”
25. Firavun,
etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) “dinlemez misiniz?” dedi.
26. Mûsâ,
“O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir” dedi.
27. Firavun,
“Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir” dedi.
28. Mûsâ,
“O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer
düşünüyorsanız bu, böyledir” dedi.
29. Firavun,
“Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan
ederim.”
30. Mûsâ,
“Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?” dedi.
31. Firavun,
“Doğru söyleyenlerden isen haydi getir onu,” dedi.
32. Bunun
üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler, asa açıkça kocaman bir yılan
olmuş.
33. Elini
koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.[399]
34. Firavun,
çevresindeki ileri gelenlere, “Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır” dedi.
35. “Sizi,
yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?”
36. Dediler
ki: "Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere de toplayıcı adamlar gönder."
37. “Sana
bütün usta sihirbazları getirsinler.”
38. Böylece
sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.
39. İnsanlara
da “Siz de toplanır mısınız?” denildi.
40. “Umarız,
üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız” (dediler.)
41. Sihirbazlar
gelince, Firavun’a, “Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir mükâfat var
mı?” dediler.
42. Firavun,
“Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız” dedi.
43. Mûsâ
onlara, “Hadi ortaya atacağınız şeyi atın” dedi.
44. Bunun
üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücüyle elbette
bizler üstün geleceğiz” dediler.
45. Mûsâ
da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa onların düzdükleri sihir takımlarını
yutuyor.
46. Bunun
üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
47. “Âlemlerin
Rabbine inandık” dediler.
48. “Mûsâ’nın
ve Hârûn’un Rabbi’ne.”
49. Firavun,
“Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten
büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” dedi.
50. Sihirbazlar
şöyle dediler: “Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz.”
51. “(Burada)
ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı
bağışlayacağını umuyoruz.”
52. Biz
Mûsâ’ya, “Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz” diye
vahyettik.
53. Firavun
da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
54. Dedi
ki, “Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur.”
55. “Şüphesiz
onlar bize öfke duyuyorlar.”
56. “Ama
biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz.”
57,58. Biz de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar
başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.
59. İşte
böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
60. Firavun
ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular.
61. İki
topluluk birbirini görünce Mûsâ’nın arkadaşları, “Eyvah yakalandık” dediler.
62. Mûsâ,
“Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.
63. Bunun
üzerine Mûsâ’ya, “Asan ile denize vur” diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı.
Her parçası koca bir dağ gibiydi.
64. Ötekileri
de oraya yaklaştırdık.
65. Mûsâ’yı
ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.
66. Sonra
ötekileri suda boğduk.
67. Bunda
şüphesiz bir ibret vardır. Ama pek çokları iman etmiş değillerdi.
68. Şüphesiz
ki senin Rabbin elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
69. Ey
Muhammed! Onlara İbrahim’in haberini de oku.
70. Hani
o, babasına ve kavmine, “Neye tapıyorsunuz?” demişti.
71. “Putlara
tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz” demişlerdi.
72. İbrahim,
dedi ki: “Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?”
73. “Yahut
size fayda veya zararları dokunur mu?”
74. “Hayır,
ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk” dediler.
75,76. İbrahim, şöyle dedi: “Sizin ve geçmiş
atalarınızın taptığı şeyleri gördünüz mü?”
77. “Şüphesiz
onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah, dostumdur.”
78. “O,
beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.”
79. “O,
bana yediren ve içirendir.”
80. “Hastalandığımda
da O bana şifa verir.”
81. “O,
benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır.”
82. “O,
hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.”
83. “Ey
Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat.”
84. “Sonra
gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl.”
85. “Beni
Naîm cennetinin varislerinden eyle.”
86. “Babamı
da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır.”
87. “(Kulların)
diriltilecekleri gün beni utandırma!”
88. “O
gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!”
89. “Allah’a
arınmış bir kalp ile gelen başka.”
90. Cennet,
Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak.
91,92,93.
Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, “Allah’ı bırakıp da
tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini
kurtarabiliyorlar mı?” denilecek.
94,95. Artık onlar ve o azgınlar ile İblis’in
askerleri hepsi birden tepetakla oraya atılırlar.
96. Orada
onlar taptıklarıyla çekişerek şöyle derler:
97. “Allah’a
andolsun! Biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.”
98. “Çünkü
sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk.”
99. “Bizi
ancak (önderlerimiz olan) suçlular saptırdı.”
100. “İşte
bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok.”
101. “Candan
bir dostumuz da yok.”
102. “Keşke
(dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak.”
103. Elbet
bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman etmiş değillerdi.
104. Şüphesiz
senin Rabbin, mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.
105. Nûh’un
kavmi de Peygamberleri yalanladı.
106. Hani
kardeşleri Nûh, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz
mısınız?”
107. “Şüphesiz
ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
108. “Artık
Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
109. “Buna
karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi
olan Allah’a aittir.”
110. “O
hâlde, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
111. Dediler
ki: “Sana hep aşağılık kimseler uymuş iken, biz hiç sana inanır mıyız?”
112. Nûh,
şöyle dedi: “Onların yaptıklarına dair benim ne bilgim olabilir?”
113. “Onların
hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir. Bir anlayabilseniz!”
114. “Ben
inananları kovacak değilim.”
115. “Ben
ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
116. Dediler
ki: “Ey Nûh! (Bu işten) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın!”
117. Nûh,
şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kavmim beni yalanladı.”
118. “Artık
onlarla benim aramda sen hükmet. Beni ve benimle birlikte olan mü’minleri
kurtar.”
119. Derken
biz onu ve beraberindekileri dolu geminin içinde (taşıyıp) kurtardık.
120. Sonra
da geride kalanları suda boğduk.
121. Şüphesiz
bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
122. Şüphesiz
senin Rabbin mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.
123. Âd
kavmi de peygamberleri yalanladı.
124. Hani
kardeşleri Hûd, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz
mısınız?”
125. “Şüphesiz
ben, size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
126. “Öyle
ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
127. “Buna
karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi
olan Allah’a aittir.”
128. “Siz
her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?”
129. “İçlerinde
ebedî yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?”
130. “Tutup
yakaladığınız zaman zorbaca yakalarsınız.”
131. “Artık
Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
132,133,134. “Bildiğiniz
her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren
Allah’a karşı gelmekten sakının.”
135. “Çünkü
ben, sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.”
136. Dediler
ki: “Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir.”
137. “Bu,
öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir.”
138. “Biz
azaba uğratılacak da değiliz.”
139. Böylece
onlar Hûd’u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helâk ettik. Şüphesiz bunda bir
ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
140. Şüphesiz
senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
141. Semûd
kavmi de Peygamberleri yalanladı.
142. Hani
kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz
mısınız?”
143. “Ben
size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
144. “Öyle
ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
145. “Buna
karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi
olan Allah’a aittir.”
146,147,148. “Siz
buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış
hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
149. “Bir
de dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz.”
150. “Artık
Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
151,152. “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran
haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.”
153. Dediler
ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
154. “Sen
de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir
mucize getir.”
155. Salih,
şöyle dedi: “İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin
de belli bir gün su içme hakkınız vardır.”
156. “Sakın
ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar.”
157. Derken
onu kestiler, fakat pişman oldular.
158. Böylece
onları azap yakaladı. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman
etmiş değillerdir.
159. Şüphesiz
senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
160. Lût’un
kavmi de peygamberleri yalanladı.
161. Hani
kardeşleri Lût, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz
mısınız?”
162. “Şüphesiz
ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
163. “Artık
Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
164. “Buna
karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi
olan Allah’a aittir.”
165,166.
“Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından
erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz.”
167. Dediler
ki: “Ey Lût! (İşimize karışmaktan) vazgeçmezsen mutlaka (şehirden)
çıkarılanlardan olacaksın!”
168. Lût,
şöyle dedi: “Şüphesiz ben sizin yaptığınız bu çirkin işe kızanlardanım.”
169. “Ey
Rabbim! Beni ve ailemi onların yaptıkları çirkin işten kurtar.”
170,171. Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar
arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık.
172. Sonra
diğerlerini helâk ettik.
173. Onların
üzerine bir yağmur (gibi taş) yağdırdık. (Başlarına gelecekler konusunda)
uyarılanların yağmuru ne kadar da kötü idi![400]
174. Şüphesiz
bunda büyük bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
175. Şüphesiz
senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
176. Eyke
halkı da peygamberleri yalanladı.
177. Hani
Şu’ayb, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
178. “Şüphesiz
ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
179. Artık,
Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
180. “Buna
karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi
olan Allah’a aittir.”
181. “Ölçüyü
tam yapın. Eksik verenlerden olmayın.”
182. “Doğru
terazi ile tartın.”
183. “İnsanların
mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık
çıkarmayın.”
184. “Sizi
ve önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının.”
185. Onlar
şöyle dediler: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
186. “Sen
sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
187. “Eğer
doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür.”
188. Şu’ayb,
“Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
189. Onlar
Şu’ayb’ı yalanladılar. Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o,
büyük bir günün azabı idi.[401]
190. Şüphesiz
bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
191. Şüphesiz
senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
192. Şüphesiz
bu Kur’an, âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir.
193,194,195. Uyarıcılardan
olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile
indirmiştir.
196. Şüphesiz
bu (Kur’an’ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı.
197. İsrailoğulları
bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?
198,199.
Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine
okusaydı, yine buna inanmazlardı.
200. İşte
böylece biz onu (Kur’an’ı) suçluların kalbine soktuk.[402]
201,202,203. Onlar,
farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de,
“Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.
204. Bizim
azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?
205. Ey
Muhammed! Ne dersin; biz onları yıllarca (dünya nimetlerinden) yararlandırsak,
206. Sonra
da kendilerine tehdit edildikleri şey gelse, (hâlleri nice olurdu?)
207. (Dünyada)
yararlandırıldıkları şeyler onlara fayda sağlamazdı.
208. Biz,
hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helâk etmedik.
209. Bu,
bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.
210. O
Kur’an’ı şeytanlar indirmemiştir.
211. Zaten
bu onların harcı değildir, buna güçleri de yetmez.
212. Çünkü
onlar (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır.
213. Öyle
ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba
uğratılanlardan olursun!
214. (Önce)
en yakın akrabanı uyar.
215. Mü’minlerden
sana uyanlara kanatlarını indir.
216. Eğer
sana karşı gelirlerse, “Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım” de.
217,218,219.
Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç
sahibi, çok merhametli olan Allah’a tevekkül et.
220. Şüphesiz
O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
221. Şeytanların
kime ineceğini size haber vereyim mi?
222. Onlar,
her günahkâr yalancıya inerler.
223. Bunlar
da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır.
224. Şairlere
ise haddi aşan azgınlar uyarlar.
225,226.
Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları
şeyleri söylerler.[403]
227. Ancak
iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan
sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını
göreceklerdir.
Mekke döneminde inmiştir. 93 âyettir.
Sûre, adını 18. âyette yer alan “en-Neml” kelimesinden almaktadır. Neml,
karınca demektir. Sûrede başlıca, Süleyman peygamber ve Sebe’ melikesi, Belkıs
kıssası ile Salih ve Lût peygamberler konu edilmekte, ayrıca mü’minlerin
kurtuluşa ereceği, İslâm karşıtlarının kötü akıbetleri, öldükten sonra dirilmek
ve kıyamet dile getirilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Tâ-Sîn.[404]
Bunlar Kur’an’ın, apaçık bir kitabın âyetleridir.
2,3. Kur’an,
namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak inanan mü’minler
için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.
4. Şüphesiz,
ahiret hayatına inanmayanların işlerini biz kendilerine güzel göstermişizdir de
o yüzden bocalayıp dururlar.
5. Onlar,
azabın en kötüsü kendilerine has olan kimselerdir. Onlar ahirette en çok ziyana
uğrayanlardır.
6. Şüphesiz
bu Kur’an sana, hüküm ve hikmet sahibi, hakkıyla bilen Allah tarafından
verilmektedir.
7. Hani
Mûsâ, ailesine, “Ben bir ateş gördüm, ondan size bir haber,
yahut ısınasınız diye bir kor ateş getireceğim” demişti.[405]
8. (Mûsâ)
Ateşe varınca ona şöyle seslenildi: “Ateşin başındaki de çevresindekiler de
kutlu olsun! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden uzaktır.”
9. “Ey
Mûsâ! Gerçek şu ki, ben mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan
Allah’ım.”
10. “Değneğini
at.” (Mûsâ değneğini attı.) Onu yılanmış gibi hareket eder görünce, dönüp
ardına bakmadan kaçtı. (Allah, şöyle dedi): “Ey Mûsâ, korkma! Benim katımda
peygamberler korkmazlar.”
11. “Ancak
kim zulmeder de sonra (yaptığı) kötülüğün yerine iyilik yaparsa bilsin ki
şüphesiz ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet edenim.”
12. “Elini
koynuna sok; Firavun’a ve onun kavmine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak,
kusursuz bembeyaz olarak çıksın. Çünkü onlar fasık bir kavimdir.”[406]
13. Nitekim
âyetlerimiz kendilerine gerçeği gösterecek biçimde gelince, “Bu apaçık bir
sihirdir” dediler.
14. Kendileri
de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde, sırf
zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkâr ettiler. Ama
bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!”
15. Andolsun!
Biz Dâvûd’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar, “Hamd, bizi mü’min kullarının birçoğundan
üstün kılan Allah’a mahsustur” dediler.
16. Süleyman,
Dâvûd’a varis oldu ve, “Ey insanlar, bize kuş dili
öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur” dedi.
17. Süleyman’ın,
cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde
toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.
18. Nihayet
karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, “Ey karıncalar! Yuvalarınıza
girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi.
19. Süleyman,
onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve
ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller
işlemeye sevk et ve beni
rahmetinle salih kullarının arasına kat!”
20. Süleyman,
kuşlara göz atıp yokladı ve şöyle dedi: “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa
kayıplara mı karıştı?”
21. “Bana
(mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir
şekilde cezalandıracağım, ya da kafasını keseceğim.”
22. Derken
Hüdhüd çok beklemedi, çıkageldi ve (Süleyman’a) şöyle dedi: “Senin bilmediğin
bir şey öğrendim. Sebe’den sana sağlam bir haber getirdim.”
23. “Ben,
onlara (Sebe halkına) hükümdarlık eden, kendisine her şeyden bolca verilmiş ve
büyük bir tahtı olan bir kadın gördüm.”
24. “Onun
ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan, onlara
yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de
onlar doğru yolu bulamıyorlar.”
25. “Göklerde
ve yerde gizli olanı ortaya çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz
şeyleri bilen Allah’a secde etmesinler diye (şeytan onları yoldan çıkarmış.)”
26. Allah,
kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Büyük Arş’ın Rabbidir.
27. Süleyman,
Hüdhüd’e şöyle dedi: “Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın,
göreceğiz.”
28. “Benim
şu mektubumu götür onlara at, sonra da yanlarından ayrıl ve ne sonuca
varacaklarına bak.”
29. Sebe
kraliçesi Belkıs dedi ki: “Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup
atıldı.”
30,31. “Mektup, Süleyman’dan gelmiştir. O, ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’
diye başlamakta ve içinde ‘Bana karşı büyüklük taslamayın ve teslimiyet
göstererek bana gelin’ denilmektedir.”
32. “Ey
ileri gelenler! Durumum hakkında bana görüş bildirin. Sizler yanımda
bulunmadıkça hiçbir işe kesin olarak karar vermem.”
33. Dediler
ki: “Biz güçlü kimseleriz ve çetin savaşçılarız. Emir senin. Ne emredeceğini
düşün.”
34. (Kraliçe
Belkıs) şöyle dedi: “Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler ve halkının
ileri gelenlerini zelil hâle getirirler. İşte onlar böyle yaparlar.”
35. “Ben
onlara bir hediye gönderip, elçilerin ne haber ile döneceklerine bakacağım.”
36. (Elçilerin
sözcüsü) Süleyman’ın huzuruna gelince, Süleyman ona şöyle dedi: “Siz beni mal
ile desteklemek (ve böylece etkilemek) mi istiyorsunuz? Oysa Allah’ın bana
verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır. Fakat hediyenizle ancak siz
sevinirsiniz.”
37. “Sen
onlara dön. Andolsun, biz onlara, karşı koyamayacakları ordularla gelir ve
onları oradan aşağılanmış ve küçük düşürülmüş olarak çıkarırız.”
38. Süleyman,
“Ey ileri gelenler! Onlar bana teslim olmadan önce hanginiz bana onun
(kraliçenin) tahtını getirebilir?”
39. Cinlerden
bir ifrit[407], ”Sen yerinden kalkmadan
ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim”
dedi.
40. Kitaptan
bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi.
Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü,
yoksa nankörlük
mü kafirlik mi edeceğim diye beni
denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için
şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan
sınırsız zengindir, cömerttir.”
41. Süleyman,
“Tahtını tanınmaz hâle getirin. Bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacaklardan
mı olacak?” dedi.
42. Belkıs
gelince, “Senin tahtın böyle mi?” denildi. O da, “Sanki o! Fakat zaten daha
önce bize bilgi verilmişti ve biz teslimiyet göstermiştik” dedi.
43. Daha
önce Allah’tan başka taptığı şeyler ona engel olmuştu. Çünkü o inkâr eden bir
kavimden idi.
44. Ona
“köşke gir” denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve
eteklerini topladı. Süleyman, ona “Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür”
dedi.
Belkıs, “Ey Rabbim!
Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin
Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.
45. Andolsun
biz, “Allah’a kulluk edin” diye (uyarması için) Semûd kavmine, kardeşleri Salih’i peygamber olarak
göndermiştik. Bir de ne görsün, onlar birbiriyle çekişen iki grup olmuşlar.
46. Salih,
onlara “Ey kavmim! Niçin iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorsunuz?
Merhamet edilmeniz için Allah’tan bağışlanma dileseniz ya!”
47. Onlar,
“Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık” dediler. Salih, “Sizin
uğursuzluğunuzun sebebi Allah katında(yazılı)dır.
Aslında siz imtihan edilmekte olan bir kavimsiniz” dedi.
48. Şehirde
dokuz kişilik bir çete vardı. Bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar ve
ıslaha çalışmıyorlardı.
49. Aralarında
Allah adına and içerek şöyle dediler: “Mutlaka onu ve ailesini geceleyin
öldüreceğiz, sonra da velisine; ‘Biz onun ailesinin öldürülüşüne şahit olmadık.
Biz kesinlikle doğru söyleyenleriz’, diyeceğiz.”
50. Onlar
bir tuzak kurdular. Farkında değillerken Allah da bir tuzak kurdu.[408]
51. Bak,
onların tuzaklarının sonucu nasıl oldu: Biz onları ve kavimlerini topyekûn helâk
ettik.
52. İşte
zulümleri yüzünden harabeye dönmüş evleri! Şüphesiz bunda bilen bir kavim için
bir ibret vardır.
53. İman
edip Allah’a karşı gelmekten sakınmakta olanları ise kurtardık.
54. Lût’u
da (Peygamber olarak gönderdik.) Hani o, kavmine şöyle demişti: “Göz göre göre,
o çirkin işi mi yapıyorsunuz?”
55. “Siz
kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Doğrusu siz ne yaptığını
bilmez bir toplumsunuz.”
56. Bunun
üzerine kavminin cevabı ancak şöyle demek oldu: “Lût’un ailesini
memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış(!)”
57. Biz
de onu ve ailesini kurtardık. Ancak karısı başka. Onun
geride kalıp helâk olmasını takdir ettik.
58. Onların
üzerine bir yağmur (gibi taş) yağdırdık. (Başlarına gelecekler konusunda)
uyarılanların yağmuru ne kötüydü![409]
59. (Ey
Muhammed!) De ki: “Hamd Allah’a mahsustur. Selâm onun seçtiği kullarına.” Allah
mı daha hayırlıdır, yoksa onların ortak koştukları mı?
60. Yahut
gökleri ve yeri yaratan ve size gökten yağmur indirip, onunla, ağaçlarını sizin
yetiştiremeyeceğiniz gönül alıcı güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah ile
birlikte başka ilâh mı var!? Hayır, onlar (Allah’a) eş
tutan bir kavimdir.[410]
61. Yahut
yeryüzünü karar kılma yeri yapan, içinde nehirler akıtan, onun için oturaklı
dağlar yapan ve iki denizin arasına bir engel koyan mı? Allah ile birlikte
başka bir ilâh mı var!? Hayır, onların çoğu bilmiyor!
62. Yahut
kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü
kaldıran, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile birlikte başka ilâh mı
var!? Ne kadar az düşünüyorsunuz!
63. Yahut
karanın ve denizin karanlıklarında size yolunuzu gösteren ve rahmetinin önünden
rüzgârları bir müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile birlikte başka bir ilâh mı
var!? Allah, onların ortak koştuklarından yücedir.
64. Yoksa, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve
sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile birlikte başka bir ilâh mı
var!? De ki, “Eğer doğru söyleyenler iseniz kesin
delilinizi getirin.”
65. De
ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar
öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.”
66. Ahiret
(gününün gerçekleşeceği) hakkında bilgi (peygamberler aracılığı ile) onlara peş
peşe gelmiştir. Fakat onlar bu konuda şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar
ahiretten yana kördürler.
67. İnkâr
edenler dediler ki: “Biz ve babalarımız toprak olmuş iken mi, gerçekten bizler
mi (diriltilip) çıkarılacağız?”
68. “Andolsun,
bizler de bizden önce babalarımız da bununla tehdit edilmiştik. Bu, öncekilerin
masallarından başka bir şey değildir.”
69. De
ki: “Yeryüzünde dolaşın da suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.”
70. Onlardan
yana üzülme. Kurdukları tuzaklardan ötürü de sıkıntıya düşme.
71. Onlar,
“Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
72. De
ki: “Belki de acele gelmesini istediğiniz şeyin bir kısmı size çok
yaklaşmıştır.”
73. Şüphesiz
senin Rabbin insanlara karşı lütuf sahibidir. Ancak onların çoğu şükretmezler.
74. Şüphesiz
senin Rabbin, onların kalplerinin gizlediği şeyleri de, açığa çıkardıklarını da
mutlaka bilir.
75. Gökte
ve yerde gâib (gizli) hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Levh-i
Mahfuz’da) olmasın.
76. Şüphesiz
bu Kur’an, İsrailoğullarına üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu
açıklıyor.
77. Şüphesiz
o, elbette mü’minler için bir hidayet ve bir rahmettir.
78. Şüphesiz
senin Rabbin, onların arasında hükmünü verecektir. O, mutlak güç sahibidir,
hakkıyla bilendir.
79. Öyle
ise Allah’a tevekkül et. Çünkü sen apaçık bir hak üzere bulunuyorsun.
80. Şüphesiz
sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı
duyuramazsın.
81. Körleri
sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp
da müslüman olmuş olanlara duyurabilirsin.
82. (Kıyametin
kopacağına dair) o söz başlarına gelince, onlar için yerden kendilerine bir
dâbbe (canlı bir yaratık) çıkarırız. O, onlara insanların âyetlerimize kesin
olarak inanmadıklarını söyler.
83. Her
ümmetten âyetlerimizi yalanlayanlarından bir grubu toplayacağımız ve bunların
(topluca hesap yerine) sevk edilecekleri günü hatırla.[411]
84. Hesap
yerine geldiklerinde Allah şöyle der: “Siz benim âyetlerimi, onları ilmen
kavramamışken yalanladınız öyle mi? Yoksa
ne yapıyordunuz ki?!”
85. Zulümlerinden
dolayı sözü edilen azap tepelerine iner de artık konuşamazlar.
86. Onlar
görmüyorlar mı ki, biz geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de (her şeyi)
gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için
elbette (Allah varlığını gösteren) deliller vardır.
87. Sûr’a
üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki
herkesin korkuya kapılacağı günü hatırla. Hepsi de boyunlarını bükerek O’na
gelirler.
88. Dağları
görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi
hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır.
Şüphesiz O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
89. Her
kim iyi amel getirirse, ona ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan
emindirler.
90. Kimler
de kötü amel getirirse, yüzüstü ateşe atılırlar. (Onlara), “Ancak
yaptıklarınızın karşılığını görüyorsunuz” (denir.)
91,92. De ki: “Bana ancak, bu beldenin (Mekke’nin);
onu mukaddes kılan ve her şey kendisine ait olan Rabbine kulluk yapmam
emredildi. Yine bana, müslümanlardan olmam ve Kur’an’ı okumam emredildi.” Artık
kim doğru yola girerse yalnız kendisi için girer. Kim de doğru yoldan saparsa,
de ki: “Ben ancak uyarıcılardanım.”
93. De
ki: “Hamd Allah’a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek ve siz de onları
tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
Mekke döneminde inmiştir. 88 âyettir.
Sûre, adını 25. âyette geçen “el-Kasas” kelimesinden almıştır. Kasas, kıssalar
anlamında olup Kur’an’da geçen kıssa ve olaylar için kullanılır. Sûrede başlıca
Hz. Mûsâ’nın çocukluğunu, peygamber oluşunu, Musevîleri Mısır’dan çıkarmasını
ve Firavun ile ordusunun boğulmasını kapsayan süreç anlatılmaktadır. Ayrıca
küfre saplanıp maddî servet ve kudrete bel bağlamanın kötü akıbetini vurgulamak
üzere Kârûn kıssasına yer verilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Tâ-Sîn-Mîm.[412]
2.
Bunlar
apaçık Kitab’ın âyetleridir.
3.
İman
eden bir kavm için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek
olarak anlatacağız.
4.
Şüphe
yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı.
Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ
bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı.
5.
Biz
ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları
önderler yapalım ve onları varisler kılalım.
6.
Yeryüzünde
onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun’a, Hâmân’a ve
ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim.
7.
Mûsâ’nın
annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize
(Nil’e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu
peygamberlerden kılacağız” diye ilham ettik.
8.
Nihayet
Firavun ailesi kendilerine düşman ve üzüntü kaynağı olacak olan o çocuğu bulup
aldı. Şüphesiz Firavun, (veziri) Hâmân ve onların askerleri hata yapıyorlardı.
9.
Firavun’un
karısı şöyle dedi: “Bana da, sana da göz aydınlığı (bir çocuk)! Sakın onu öldürmeyin.
Belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz.” Oysaki onlar (olacak
şeylerin) farkında değillerdi.
10.
Mûsâ’nın
anasının kalbi bomboş kaldı. Eğer biz (çocuğu ile ilgili sözümüze) inancını
koruması için kalbine güç vermeseydik, neredeyse bunu açıklayacaktı.
11.
Annesi,
Mûsâ’nın kız kardeşine, “Onu takip et” dedi. O da Mûsâ’yı, onlar farkına
varmadan uzaktan gözledi.
12.
Biz,
daha önce onun, sütanalarının sütünü emmemesini sağladık. Kız kardeşi, “Size
onun bakımını, sizin adınıza üstlenecek ve ona içtenlik ve şefkatle davranacak
bir aile göstereyim mi?” dedi.
13.
Böylece
biz, anasının gözü aydın olsun ve üzülmesin, Allah’ın va’dinin hak olduğunu
bilsin diye onu anasına geri döndürdük. Fakat onların pek çoğu bunu bilmezler.
14.
Mûsâ,
olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca, biz ona ilim ve hikmet verdik.
Biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.
15.
Mûsâ,
halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından,
diğeri düşmanı tarafından; kavga eden iki adam gördü. Kendi tarafından olan, düşmanına
karşı ondan yardım istedi. Mûsâ da ona bir yumruk indirip onu öldürdü. Mûsâ,
“Bu şeytanın işidir. O, gerçekten apaçık bir saptırıcı düşmandır” dedi.[413]
16.
Mûsâ,
“Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu
affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
17.
“Rabbim!
Bana verdiğin nimetle asla suçlulara arka çıkmayacağım” dedi.
18.
Korkarak,
etrafı gözetleyerek şehirde sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım
isteyen yine feryat ederek ondan yardım istiyordu. Mûsâ da ona, “Belli ki sen
azgın bir kimsesin” dedi.
19.
Mûsâ,
ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince adam, “Ey Mûsâ! Dün birini
öldürdüğün gibi, beni de öldürmek mi istiyorsun. Sen ancak yeryüzünde bir zorba
olmak istiyorsun, arabuluculardan olmak istemiyorsun” dedi.
20.
Şehrin
öbür ucundan koşarak bir adam geldi. “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek
için aralarında senin durumunu görüşüyorlar. Şehirden hemen çık. Şüphesiz ben
sana öğüt verenlerdenim” dedi.
21.
Mûsâ,
korku içinde etrafı gözetleyerek şehirden çıktı ve “Ey Rabbim! Beni bu zalim
kavimden kurtar” dedi.
22.
(Şehirden
çıkıp) Medyen’e doğru yöneldiğinde, “Umarım Rabbim beni doğru yola iletir”
dedi.
23.
Medyen
suyuna varınca, suyun başında (hayvanlarını) sulamakta olan bazı insanlar
gördü. Bunların yanında da koyunlarını suya salmamak için uğraşan iki kız
gördü. Mûsâ onlara, “(Koyunlarınızı burada tutmaktaki) maksadınız ne?” dedi.
Onlar, “Çobanlar sulayıp çekilinceye kadar biz koyunlarımızı sulayamayız.
Babamız ise çok yaşlı bir adamdır” dediler.
24.
Bunun
üzerine Mûsâ onların koyunlarını suladı. Sonra gölgeye çekilip, “Rabbim! Bana
göndereceğin her hayra muhtacım” dedi.
25.
Nihayet
kızlardan biri utana utana yürüyerek ona gelip, “Bizim için koyunlarımızı
sulamanın ücretini vermek üzere babam seni çağırıyor” dedi. Mûsâ, onun (Şu’ayb’ın)
yanına gelip başından geçenleri ona anlatınca Şu’ayb, “Korkma, o zalim kavimden
kurtuldun” dedi.
26.
Kızlardan
biri, “Babacığım, onu ücretle tut. Herhâlde ücretle tuttuklarının en hayırlısı,
güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır” dedi.
27.
Şu’ayb,
“Ben, sekiz yıl bana çalışmana karşılık, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak
istiyorum. Eğer sen bunu on yıla tamamlarsan, o da senden olur. Ben seni zora
koşmak da istemiyorum. İnşaallah beni salih kimselerden bulacaksın” dedi.
28.
Mûsâ,
şöyle dedi: “Bu, seninle benim aramda bir iş. İki süreden hangisini tamamlarsam
bana bir husûmet yok. Allah, söylediklerimize vekildir.”
29.
Mûsâ,
süreyi tamamlayıp ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafında bir ateş görmüş ve
ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm, (oraya gidiyorum). Umarım
oradan size bir haber ya da ısınmanız için ateşten bir kor getiririm”[414]
dedi.
30.
Mûsâ,
ateşin yanına gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle
seslenildi: “Ey Mûsâ! Şüphesiz ben, evet, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.”
31.
“Değneğini
(yere) at.” (Mûsâ, değneğini attı). Onu bir yılanmış gibi süratle hareket eder
görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. (Bu sefer şöyle seslenildi:) “Ey Mûsâ!
Beri gel, korkma. Çünkü sen güvenlikte olanlardansın.”
32.
“Elini
koynuna sok. (Alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz
bir hâlde çıksın. Korkudan açılan kolunu kendine çek (toparlan). İşte bunlar,
Firavun ve ileri gelen adamlarına (göstermen için) Rabbin tarafından (sana
verilen) iki delildir. Çünkü onlar fasık bir kavimdirler.”
33.
Mûsâ,
şöyle dedi: “Ey Rabbim! Şüphesiz ben onlardan birisini öldürdüm. Onların da
beni öldürmelerinden korkuyorum.”
34.
“Kardeşim
Hârûn’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da benimle birlikte, beni
doğrulayan bir yardımcı olarak gönder. Çünkü ben, onların beni
yalanlamalarından korkuyorum.”
35.
Allah,
“Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size bir iktidar vereceğiz de âyetlerimiz
sayesinde size (kötü bir amaçla) ulaşamayacaklar. Siz ve size uyanlar, galip
gelecek olanlardır” dedi.
36.
Mûsâ,
onlara delillerimizi apaçık olarak getirince onlar, “Bu, ancak uydurulmuş bir
sihirdir. Biz geçmiş atalarımızın zamanında böyle bir şeyin varlığını duymadık”
dediler.
37.
Mûsâ,
“Katından kimin hidayet getirdiğini ve bu yurdun (güzel) sonucunun kimin
olacağını Rabbim daha iyi bilir. Doğrusu zalimler kurtuluşa eremezler” dedi.
38.
Firavun,
“Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyorum. Ey
Hâmân! Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki
Mûsâ’nın ilâhına çıkar bakarım(!) Şüphesiz ben onun mutlaka yalancılardan
olduğunu sanıyorum” dedi.
39.
O
ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize
döndürülmeyeceklerini sandılar.
40.
Biz
de onu ve askerlerini yakaladık ve onları denize attık (Orada boğuldular). Zalimlerin
sonunun nasıl olduğuna bak!
41.
Biz
onları, ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü de kendilerine yardım
edilmeyecektir.
42.
Bu
dünyada onları lânete uğrattık. Kıyamet gününde de onlar iğrenç kılınmış
kimselerden olacaklardır.
43.
Andolsun,
ilk nesilleri yok ettikten sonra Mûsâ’ya -düşünüp ibret alsınlar diye-
insanların kalp gözünü açan deliller ve bir hidayet rehberi, bir rahmet olarak
Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.
44.
(Ey
Muhammed!) Mûsâ’ya o emri verdiğimiz zaman sen (vadinin) batı tarafında
değildin. (O olayı) görenlerden de değildin.[415]
45.
Fakat
biz (Mûsâ’dan sonra) birçok nesiller meydana getirdik. Üzerlerinden uzun çağlar
geçti. Sen Medyen halkı arasında yaşıyor değildin, âyetlerimizi onlardan okuyup
öğreniyor da değildin. Fakat biz (bu haberi) göndereniz.
46.
Yine
biz (Mûsâ’ya) seslendiğimiz zaman Tûr’un yan tarafında da değildin. Fakat
Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmeyen
bir kavmi, düşünüp öğüt alsınlar diye uyarman için (o haberleri) sana
bildiriyoruz.
47.
Kendi
yaptıkları sebebiyle başlarına bir musibet gelip de, “Ey Rabbimiz! Bize bir
Peygamber gönderseydin de âyetlerine uysaydık ve mü’minlerden olsaydık” diyecek
olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik.
48.
Onlara
katımızdan gerçek gelince, “Mûsâ’ya verilen (mucize)lerin benzeri niçin buna da
verilmedi” dediler. Onlar daha önce Mûsâ’ya verilen (mucize)leri inkâr
etmemişler miydi? Onlar, “İki sihirbaz birbirlerine destek oluyor” dediler.
“Biz hepsini inkâr ediyoruz” dediler.
49.
De
ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah katından, doğruya bu ikisinden
(Tevrat ve Kur’an’dan) daha çok ulaştıran bir kitap getirin de, ben ona
uyayım.”
50.
Eğer
(bu konuda) sana cevap veremezlerse, bil ki onlar sadece kendi nefislerinin
arzularına uymaktadırlar. Kim, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendi
nefsinin arzusuna uyandan daha sapıktır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu
doğruya iletmez.
51.
Andolsun,
düşünüp öğüt alsınlar diye o sözü (Kur’an âyetlerini) onlara peş peşe
ulaştırdık.
52.
Bu
Kur’an’dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da
inanırlar.
53.
Kur’an
kendilerine okunduğu zaman, “Ona inandık, şüphesiz o Rabbimizden gelen
gerçektir. Şüphesiz biz ondan önce de müslümandık” derler.
54.
İşte
onların, sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükâfatları
kendilerine iki kez verilecektir.
55.
Boş
sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve, “Bizim
işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selâm olsun size (bizden size zarar
gelmez). Biz cahilleri istemeyiz” derler.
56.
Şüphesiz
sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi
doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.
57.
Onlar,
“Sizinle beraber doğru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız”
dediler. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her türlü meyve ve
mahsullerin kendisinde toplandığı, saygın ve güvenlikli bir yere yerleştirmedik
mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
58.
Biz
nimetler içinde şımaran nice memleket halkını helâk etmişizdir. İşte kendilerinden
sonra içlerinde pek az oturulmuş yurtları! (O yurtlara) biz varis olduk, biz.
59.
Rabbin,
ülkelerin merkezî yerlerine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber
göndermedikçe oraları helâk edici değildir. Zaten biz, halkları zalim olmadıkça
memleketleri helâk etmeyiz.
60.
(Dünyalık
olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah’ın
katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor
musunuz?
61.
Kendisine
güzel bir vaadde bulunduğumuz ve o vaad edilen şeye kavuşacak olan kimse, dünya
hayatının geçimliklerinden yararlandırdığımız, sonra da kıyamet günü (hesaba
çekilmek için) huzura getirilecek kimse gibi midir?
62.
Allah’ın
onlara seslenerek, “Hani benim, var olduğunu iddia ettiğiniz ortaklarım?”
diyeceği günü hatırla!
63.
Haklarında
azap hükmü gerçekleşenler, “Ey Rabbimiz! İşte şunlar bizim azdırdıklarımızdır.
Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Şimdi de onlardan uzaklaşıp sana
döndük. Zaten (gerçekte) onlar bize tapmıyorlardı” diyeceklerdir.
64.
Onlara,
“Haydi ortaklarınızı çağırın!” denir. Onlar da çağırırlar fakat ortakları
onlara cevap veremez. Azabı görürler. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola
gelselerdi.
65.
Allah’ın
onlara seslenerek, “Peygamberlere ne cevap verdiniz? diyeceği
günü hatırla.”
66.
O
gün onlara karşı bütün haberler kapanmıştır. Artık birbirlerine de soramazlar.
67.
Ama
tövbe edip iman eden ve salih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması
umulur.
68.
Rabbin,
dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların
ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.
69.
Rabbin,
onların sinelerinin gizlediğini de açığa vurduklarını da bilir.
70.
O,
Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O’na
mahsustur. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na
döndürüleceksiniz.
71.
De
ki: “Ne dersiniz? Allah, üzerinize geceyi kıyamete kadar sürekli kılsaydı,
Allah’tan başka hangi ilâh size bir aydınlık getirir? Hâlâ duymayacak mısınız?”
72.
De
ki: “Ne dersiniz? Allah, üzerinize gündüzü kıyamete kadar sürekli kılsaydı,
Allah’tan başka hangi ilâh size içinde dinleneceğiniz bir gece getirebilir?
Hâlâ görmeyecek misiniz?”
73.
Allah,
rahmetinden ötürü geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de, lütfundan isteyesiniz
ve şükredesiniz diye sizin için yarattı.
74.
Allah’ın,
onlara seslenerek, “Hani benim, var olduğunu iddia ettiğiniz ortaklarım”? diyeceği günü hatırla.
75.
Her
ümmetten bir şahit çıkarırız ve (kâfirlere), “Kesin delilinizi getirin” deriz.
Onlar da gerçeğin Allah’a ait olduğunu bilirler ve (Allah’a ortak diye)
uydurdukları şeyler kendilerini yüzüstü bırakıp kaybolup gitmişlerdir.
76.
Şüphesiz
Kârûn, Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz ona, anahtarlarını
(bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik. Hani, kavmi
kendisine şöyle demişti: “Böbürlenme! Çünkü Allah, böbürlenip şımaranları
sevmez.”
77.
“Allah’ın
sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın
sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme.
Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.”
78.
Kârûn,
“Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” dedi. O, Allah’ın
kendinden önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş
kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Suçlulukları kesinleşmiş
olanlara günahları konusunda soru sorulmaz (Çünkü Allah hepsini bilir).
79.
Kârûn,
zineti ve görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu
edenler, “Keşke Kârûn’a verilen (servet) gibi bizim de (servetimiz) olsaydı.
Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir” dediler.
80.
Kendilerine
ilim verilmiş olanlar ise, “Yazıklar olsun size! İman edip de iyi işler
yapanlara Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler
kavuşturulur” dediler.
81.
Sonunda
onu da, sarayını da yerin dibine batırdık. Allah’a karşı ona yardım edebilecek
adamları da yoktu. Kendisini savunup kurtarabileceklerden de değildi!
82.
Daha
dün onun yerinde olmayı arzu edenler, “Vay! Demek ki Allah, kullarından
dilediği kimselere rızkı bol verir ve (dilediğine) kısarmış. Allah, bize
lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki kâfirler iflah
olmayacak” demeye başladılar.
83.
İşte
ahiret yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk
çıkarmayanlara has kılarız. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.
84.
Kim
bir iyilik getirirse, ona bundan daha hayırlısı vardır. Kim de bir kötülük
getirirse, bilsin ki, kötülük işleyenler ancak yapmakta olduklarının cezasına
çarptırılırlar.
85.
Kur’an’ı
sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir. De ki:
“Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.”[416]
86.
Sen,
bu kitabın sana verileceğini ummuyordun. Ancak o, Rabbinden bir rahmet olarak
sana verildi. Öyle ise kâfirlere sakın arka çıkma.
87.
Allah’ın
âyetleri sana indirildikten sonra, sakın seni onlardan çevirmesinler. Rabbine
çağır ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma!
88.
Sen
Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve
kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.
Mekke döneminde inmiştir. 69 âyettir.
Sûre, adını 41. âyette geçen “el-Ankebût” kelimesinden almıştır. Ankebût,
örümcek demektir. Sûrede başlıca, Allah’ın birliği, peygamberlik, öldükten
sonra dirilme gibi temel inanç konuları ile Nûh, İbrahim, Lût ve Şu’ayb gibi peygamberlerin
ibret dolu kıssaları konu edilmektedir. Yine Âd ve Semûd gibi kavimlerle Kârûn
ve Hâmân gibi tarihin azgın liderlerinin başlarına gelenlere dikkat
çekilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
İnsanlar,
“İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.
3.
Andolsun,
biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de
mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.
4.
Yoksa
kötülük yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar. Ne kötü hükmediyorlar!
5.
Her
kim Allah’a kavuşmayı umarsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette
gelecektir. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
6.
Her
kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlere
muhtaç değildir.
7.
İman
edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları
işlediklerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.
8.
Biz,
insana, ana-babasına iyilik etmesini emrettik. Şâyet onlar seni, hakkında
hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde
onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı
size haber vereceğim.
9.
İman
edip de salih amel işleyenler var ya, biz onları mutlaka salihler (iyiler)
arasına sokacağız.
10.
İnsanlardan
öyleleri vardır ki, “Allah’a inandık” derler. Ama Allah uğrunda bir ezaya
uğratılınca, insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah’ın azabı gibi
tutar. Andolsun, Rabbinden bir yardım gelecek olsa mutlaka, “Biz de sizinle
beraberdik” derler. Allah, herkesin kalbinde olanı en iyi bilen değil midir?
11.
Allah,
elbette kendisine iman edenleri de bilir ve elbette münafıkları da bilir.
12.
İnkâr
edenler iman edenlere, “Yolumuza uyun da sizin günahlarınızı yüklenelim”
derler. Hâlbuki onların günahlarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir.
Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır.
13.
Andolsun,
onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri
yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyamet günü şüphesiz,
sorguya çekileceklerdir.
14.
Andolsun,
biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl
onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tûfan
kendilerini yakalayıverdi.
15.
Biz
de onu (Nûh’u) ve gemide bulunanları kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret
kıldık.
16.
İbrahim’i
de peygamber olarak gönderdik. Hani o, kavmine şöyle demişti: “Allah’a kulluk
edin, O’na karşı gelmekten sakının. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha
hayırlıdır.”
17.
“Siz,
Allah’ı bırakarak ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’ı
bırakarak taptıklarınızın size hiçbir rızık vermeye güçleri yetmez. Öyle ise
rızkı Allah’ın katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz yalnız
O’na döndürüleceksiniz.”
18.
“Eğer
siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen birtakım ümmetler de
yalanlamışlardı. Peygambere düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir.”
19.
Onlar,
Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığını, sonra onu nasıl tekrarladığını
görmüyorlar mı? Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.[418]
20.
De
ki: “Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığına
bakın. Sonra Allah (aynı şekilde) sonraki yaratmayı da yapacaktır. (Kıyametten
sonra her şeyi tekrar yaratacaktır) Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla
yeter.”
21.
O,
dilediğine azap eder, dilediğine de merhamet eder. Ancak O’na döndürüleceksiniz.
22.
Siz,
yerde de gökte de (Allah’ı) âciz bırakacak değilsiniz. Sizin Allah’tan başka ne
bir dostunuz, ne de bir yardımcınız vardır.
23.
Allah’ın
âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler var ya; işte onlar benim rahmetimden
ümit kesmişlerdir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır.
24.
(İbrahim’in)
kavminin cevabı, “Onu öldürün veya yakın” demekten ibaret oldu. Allah da onu
ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.
25.
İbrahim,
onlara dedi ki: “Sırf aranızda dünya hayatına mahsus bir sevgi (ve çıkar)
uğruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet gününde kiminiz
kiminizi inkâr edip tanımayacak; kiminiz kiminize lânet edecektir. Barınağınız
cehennem olacaktır. Yardımcılarınız da olmayacaktır.”
26.
Bunun
üzerine Lût, ona (İbrahim’e) iman etti. İbrahim, “Ben, Rabbime (gitmemi
emrettiği yere) hicret edeceğim. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir” dedi.
27.
Ona
(İbrahim’e) İshak’ı ve Yakub’u bahşettik. Onun soyundan gelenlere peygamberlik
ve kitab verdik. Ayrıca ona dünyada mükâfatını da verdik. Şüphesiz o, ahirette
de salih kimselerdendir.
28.
Lût’u
da peygamber olarak gönderdik. Hani o, kavmine şöyle demişti: “Gerçekten siz,
sizden önce dünyada hiçbir toplumun yapmadığı bir hayâsızlığı işliyorsunuz.”
29.
“Siz
hâlâ erkeklere yanaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak
mısınız?” Kavminin cevabı, “Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi Allah’ın
azabını getir bize” demeden ibaret oldu.
30.
(Lût)
“Ey Rabbim! Şu bozguncu kavme karşı bana yardım et” dedi.
31.
Elçilerimiz
(melekler) İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz, bu memleket halkını helâk
edeceğiz, çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir” dediler.
32.
İbrahim,
“Ama orada Lût var” dedi. Onlar, “Orada kimin bulunduğunu biz daha iyi biliriz.
Biz, onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı
başka. O, geri kalıp helâk edilenlerden olacaktır.”
33.
Elçilerimiz
Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik
içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız.
Ancak karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.”
34.
Şüphesiz
biz, bu memleket halkı üzerine, fasıklık ettiklerinden dolayı gökten bir azap
indireceğiz.
35.
Andolsun
biz, aklını kullanacak bir kavm için o memleketten ibret alınacak apaçık bir
delil bıraktık.
36.
Medyen’e
de kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber olarak gönderdik. Şu’ayb, “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Ahiret gününe ümit besleyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak
karışıklık çıkarmayın” dedi.
37.
Kavmi,
onu yalanladı. Bunun üzerine kendilerini o malum sarsıntı yakaladı da
yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
38.
Âd
ve Semûd kavimlerini de helâk ettik. Bu, onların (harap olmuş) yurtlarından
size besbelli olmuştur. Şeytan, onlara işlerini süslemiş ve onları doğru yoldan
alıkoymuştur. Hâlbuki onlar gözü açık kimselerdi.
39.
Kârûn’u,
Firavun’u ve Hâmân’ı da helâk ettik. Andolsun, Mûsâ kendilerine apaçık
mucizeler getirmişti de yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa bizi geçip
(azabımızdan) kurtulamazlardı.
40.
Bunların
her birini kendi günahları yüzünden yakaladık. Onlardan taş yağmuruna
tuttuklarımız var. Onlardan o korkunç sesin yakaladığı kimseler var. Onlardan
yerin dibine geçirdiklerimiz var. Onlardan suda boğduklarımız var. Allah,
onlara zulmediyor değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
41.
Allah’tan
başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu
gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!
42.
Şüphesiz
Allah, onların, kendini bırakıp da başka ne tür şeylere taptıklarını biliyor.
O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
43.
İşte
bu temsilleri biz insanlar için getiriyoruz. Onları ancak bilginler düşünüp
anlarlar.
44.
Allah,
gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. İşte bunda inananlar
için bir ibret vardır.
45.
(Ey
Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz,
insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette
en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.
46.
İçlerinden
zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel bir yolla mücadele edin ve
(onlara) şöyle deyin: “Biz, bize indirilene de, size indirilene de inandık.
Bizim ilâhımız ve sizin ilâhınız birdir (aynı ilâhtır). Biz sadece O’na teslim
olmuş kimseleriz.”
47.
İşte
böylece biz sana kitabı indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona
inanırlar. Şunlar (Kitap ehlinden çağdaşın olanlar)dan da ona inananlar vardır.
Bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr ederler.
48.
Sen
şu Kur’an’dan önce hiçbir kitap okumuyor ve onu sağ elinle yazmıyordun. (Okuyup
yazsaydın) o takdirde batıl peşinde koşanlar, şüpheye düşerlerdi.
49.
Hayır,
o, kendilerine ilim verilenlerin kalplerindeki apaçık âyetlerdir. Bizim
âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder.
50.
Dediler
ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah
katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
51.
Kendilerine
okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?[419]
Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.
52.
De
ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde
olanları bilir. Batıla inanıp Allah’ı inkâr edenler var ya; işte onlar asıl
ziyana uğrayanlardır.”
53.
Senden
azabın çabucak gelmesini istiyorlar. (Hikmet gereği) belirlenmiş bir süre
olmasaydı, azap onlara mutlaka gelirdi. Onlar farkında değillerken kendilerine
ansızın elbette gelecektir.
54,55. Senden
azabın çabucak gelmesini istiyorlar. Oysa azap kâfirleri üstlerinden ve
ayaklarının altından bürüyeceği gün, şüphesiz cehennem onları mutlaka kuşatmış
olacaktır. Allah, onlara, “Yapmakta olduklarınızın cezasını tadın” diyecektir.
56. Ey
iman eden kullarım! Şüphesiz ki benim arzım (yeryüzü) geniştir. O hâlde, ancak
bana kulluk edin.[420]
57. Her
can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.
58. İman
edip salih amel işleyenler var ya, onları içinden ırmaklar akan ve içinde ebedî
kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne
güzeldir!
59. Onlar,
sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.
60. Nice
canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da
sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
61. Andolsun,
eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim
verdi?” diye soracak olsan mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl (haktan)
döndürülüyorlar?
62. Allah,
kullarından dilediğine bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz Allah, her
şeyi hakkıyla bilendir.
63. Andolsun,
eğer onlara, “Gökten yağmuru kim indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra
diriltti?” diye soracak olsan, mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd
Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu akıllarını kullanmazlar.
64. Bu
dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince,
işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!
65. Gemiye
bindikleri zaman dini Allah’a has kılarak O’na dua ederler. Onları kurtarıp
karaya çıkardığı zaman ise bir de bakarsın ki, Allah’a ortak koşuyorlar.
66. Kendilerine
verdiğimiz nimetlere nankörlük kafirlik etsinler ve bir süre daha faydalansınlar bakalım!
İleride bilecekler.
67. Çevrelerindeki
insanlar kapılıp götürülürken, bizim, onların yurtlarını saygın ve güvenlikli
bir yer kıldığımızı görmediler mi? Onlar hâlâ batıla inanıyorlar da Allah’ın
nimetini inkâr mı ediyorlar?
68. Allah’a
karşı yalan uyduran, yahut kendisine geldiğinde,
gerçeği yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirler için bir yer mi
yok?
69. Bizim
uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz.
Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir.
Mekke döneminde inmiştir. 60 âyettir.
Sûre, adını ikinci âyette geçen “er-Rûm” kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca
kıyametin hâllerinden, Allah’ın kudretine ve birliğine delalet eden kevnî
meseleler ile Kureyş kabilesinin İslâm’a karşı olumsuz tutumu konu edilmiştir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2,3,4,5.
Rumlar, yakın bir
yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde
galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın
(Rumlara) zafer vermesiyle mü’minler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım
eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.[422]
6. Allah,
(onlara zafer konusunda) bir vaadde bulunmuştur. Allah, vaadinden dönmez. Fakat
insanların çoğu bilmezler.
7. Onlar
dünya hayatının ancak dış yönünü bilirler. Ahiret konusunda ise tamamen
gaflettedirler.
8. Onlar,
kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç düşünmediler mi? Hem
Allah, gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun
olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu
Rablerine kavuşacaklarını inkâr ediyorlar.
9. (Yine)
onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna
bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp
işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi.
Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla
zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.
10. Sonra,
Allah’ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla alay etmekte oldukları için,
kötülük işleyenin sonu daha da kötü oldu.
11. Allah,
başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder. Sonra da yalnız O’na
döndürüleceksiniz.
12. Kıyametin
kopacağı günde, suçlular hayal kırıklığı içinde ümitsizliğe düşeceklerdir.
13. Onların,
Allah’a koştukları ortaklardan kendileri için şefaatçılar da olmayacaktır.
Artık onlar ortak koştukları şeyleri de inkâr ederler.
14. Kıyametin
kopacağı gün, işte o gün mü’minler ve kâfirler birbirinden ayrılacaklardır.
15. İman
edip salih ameller işleyenlere gelince, işte onlar cennet bahçelerinde
sevindirilirler.
16. İnkâr
edip âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar
azabın içine atılacaklardır.
17. Öyle
ise akşama girdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda, Allah’ı tespih edin.[423]
18. Göklerde
ve yerde hamd O’na mahsustur. Gündüzün sonunda ve öğle vaktine girdiğinizde
Allah’ı tespih edin.
19. Allah,
diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü
diriltir. Siz de (mezarlarınızdan) işte böyle çıkarılacaksınız.
20. Sizi
topraktan yaratması, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra
bir de gördünüz ki siz beşer olmuş (çoğalıp) yayılıyorsunuz.
21. Kendileri
ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir
sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin)
delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler
vardır.
22. Göklerin
ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun
(varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için
elbette ibretler vardır.
23. Geceleyin
uyumanız ve gündüzün O’nun lütfundan istemeniz de O’nun (varlığının ve
kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler
vardır.
24. Korku
ve ümit kaynağı olarak şimşeği size göstermesi, gökten yağmur indirip onunla
yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi, O’nun (varlığının ve kudretinin)
delillerindendir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için elbette
ibretler vardır.
25. Emriyle
göğün ve yerin (kendi düzenlerinde) durması da O’nun (varlığının ve kudretinin)
delillerindendir. Sonra sizi yerden (kalkmaya) bir çağırdı mı, bir de
bakarsınız ki (dirilmiş olarak) çıkıyorsunuz.
26. Göklerde
ve yerde kim varsa yalnızca O’na âittir. Hepsi O’na boyun eğmektedirler.
27. O,
başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayacak olandır. Bu, O’na göre
(ilk yaratmadan) daha kolaydır.[424]
Göklerde ve yerde en yüce ve eşsiz sıfatlar O’nundur.
O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
28. Allah,
size kendinizden şöyle bir örnek getirdi: Kölelerinizden, verdiğimiz rızıklarda
sizinle eşit haklara sahip olan ve birbirinizden çekindiğiniz gibi
kendilerinden çekindiğiniz ortaklarınız var mı? Düşünen bir topluluk için
âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.
29. Fakat, zulmedenler bilgisizce nefislerinin arzularına
uydular. Allah’ın (bu şekilde) saptırdığı kimseleri kim doğru yola iletir?
Onların hiçbir yardımcıları yoktur.
30. Hakka
yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde
yarattığı fıtrata[425]
sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur.[426]
İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
31,32. Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak
dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve
müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın.
(Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip
böbürlenmektedir.
33. İnsanlara
bir zarar dokunduğu zaman, Rablerine yönelerek O’na dua ederler. Sonra Allah,
onlara kendinden bir rahmet tattırınca da, bir bakarsın ki içlerinden bir grup,
Rablerine ortak koşuyorlar.
34. Kendilerine
verdiğimiz nimetleri inkâr etsinler bakalım! Haydi
(şimdilik) yararlanın, ama yakında bileceksiniz.
35. Yoksa
biz kendilerine bir delil mi indirdik de o, Allah’a ortak koşmaları konusunda
(isabetli olduklarını) söylüyor?
36. İnsanlara
bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinirler. Eğer kendi işledikleri şeyler
sebebiyle başlarına bir kötülük gelirse, bir de bakarsın ki ümitsizliğe
düşerler.
37. Allah’ın,
rızkı dilediğine bol verdiğini ve (dilediğine) kıstığını görmediler mi? Bunda
inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.
38. Öyle
ise akrabaya, yoksula, ve yolcuya hakkını ver. Bu,
Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa
erenlerdir.
39. İnsanların
malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz, Allah katında artmaz. Ama
Allah’ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekât verirseniz; işte bunu yapanlar
sevaplarını kat kat arttıranlardır.
40. Allah,
sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da
diriltecek olandır. Allah’a koştuğunuz ortaklardan, bunlardan herhangi bir şeyi
yapabilen var mı? O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.
41. İnsanların
kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya
çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını
(dünyada) onlara tattıracaktır.[427]
42. De
ki: “Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın.”
Onların çoğu Allah’a ortak koşan kimselerdi.
43. Allah
tarafından, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru dine
çevir. O gün insanlar bölük bölük ayrılacaklardır.
44. Kim
inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kimler de salih amel işlerse, ancak
kendileri için (cennette yer) hazırlarlar.
45. Bu
hazırlığı Allah’ın; iman edip salih amel işleyenleri kendi lütfundan mükâfatlandırması
için yaparlar. Şüphesiz O, inkâr edenleri sevmez.
46. Rüzgârları,
yağmurun müjdecileri olarak göndermesi, Allah’ın (varlık ve kudretinin)
delillerindendir. O, bunu, size rahmetinden tattırmak, emriyle gemilerin yol
alması, O’nun lütfundan rızkınızı aramanız ve şükretmeniz için yapar.
47. Andolsun,
senden önce biz nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik. Peygamberler
onlara apaçık mucizeler getirdiler. Biz de suç işleyenlerden intikam aldık.
Mü’minlere yardım etmek ise üzerimizde bir haktır.
48. Allah,
rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları harekete geçirir. Allah, onları
dilediği gibi, (bazen) yayar ve (bazen) yoğunlaştırır. Nihayet yağmurun onların
arasından çıktığını görürsün. Onu kullarından dilediklerine uğrattığı zaman bir
de bakarsın sevinirler.
49. Oysa
onlar daha önce kendilerine yağmur yağdırılmadan evvel kesin bir ümitsizliğe
kapılmışlardı.
50. Allah’ın
rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe
yok ki O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
51. Andolsun,
eğer (ekinlerine zararlı) bir rüzgâr
göndersek de o ekini sararmış görseler, ardından mutlaka nankörlük kafirlik etmeye başlarlar.
52. Şüphesiz,
sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri zaman çağrıyı sağırlara da
işittiremezsin.
53. Sen,
körleri sapkınlıklarından çıkarıp doğru yola iletemezsin. Sen, çağrını ancak
âyetlerimize inanıp müslüman olan kimselere işittirebilirsin.
54. Allah,
sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra
gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O, dilediğini yaratır. O,
hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.
55. Kıyametin
kopacağı gün suçlular, (dünyada) bir andan fazla kalmadıklarına yemin ederler.
Onlar (dünyada haktan) işte böyle döndürülüyorlardı.
56. Kendilerine
ilim ve iman verilmiş olanlar ise onlara şöyle diyeceklerdir: “Andolsun, siz,
Allah’ın yazısına göre, yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden
dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz.”
57. O
gün zulmedenlere mazeretleri fayda sağlamaz, Allah’ı razı edecek amelleri
işleme istekleri de kabul edilmez.
58. Andolsun,
biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik. Andolsun, eğer sen onlara
bir âyet getirsen, inkâr edenler mutlaka, “Siz ancak asılsız şeyler
uyduranlarsınız” derler.
59. Allah,
bilmeyenlerin kalplerini işte böyle mühürler.
60. Sabret.
Şüphesiz, Allah’ın va’di gerçektir. Kesin imana sahip olmayanlar sakın seni
gevşekliğe (ve tedirginliğe) sürüklemesinler.
Mekke döneminde inmiştir. 34 âyettir.
Sûre, adını 12. ve 13. âyetlerde anılan Hz. Lokmân’dan almıştır. Sûrede
başlıca, Hz. Lokmân’ın oğluna öğütleri, tevhid, peygamberlik, öldükten sonra
dirilme ve haşr konularına dikkat çekilmekte, kıyamet günü için hazırlıklı
olunması öğütlenmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Elif
2,3. Bunlar,
hikmet dolu Kitab’ın; iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş âyetleridir.
4. Onlar;
namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak
inanırlar.
5. İşte
onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa
erenlerin ta kendileridir.
6. İnsanlardan
öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak
için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için
aşağılayıcı bir azap vardır.
7. Ona
âyetlerimiz okunduğu zaman; onları hiç işitmemiş gibi, kulağında bir ağırlık
var da büyüklenerek arkasını döner. Ona, elem dolu bir azabı müjdele.[429]
8,9. Şüphesiz,
iman edip salih amel işleyenler için içlerinde ebedî kalacakları Naîm
cennetleri vardır. Allah, (bu konuda) gerçek bir vaadde bulunmuştur. O, mutlak
güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
10. Allah,
gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi
sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı.
Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.
11. İşte
Allah’ın yarattıkları! Haydi, Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın yarattığını
bana gösterin! Hayır, zalimler açık bir sapıklık içindedirler.
12. Andolsun,
biz Lokmân’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendisi
için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse küfrederse(inkar
ederse), bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye
lâyıktır.
13. Hani
Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü
ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.”
14. İnsana
da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha
güçsüz düşerek
karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde
olur.[430] (İşte onun için) insana
şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.”
15. “Eğer,
hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle
uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana
yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta
olduğunuz şeyleri haber vereceğim.”
16. (Lokmân,
öğütlerine şöyle devam etti:) “Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi
ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerde
ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah, en gizli
şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.”
17. “Yavrum!
Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere
karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”
18. “Küçümseyerek
surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü
Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”
19. “Yürüyüşünde
tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin
sesidir!”
20. Göklerde,
yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut
gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar
arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan
Allah hakkında tartışıp duranlar vardır.
21. Kendilerine,
“Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde
bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor
olsa da mı?
22. Kim
iyilik yaparak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa
tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.
23. Kim
inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin. Onların dönüşleri ancak bizedir. Biz de
onlara yaptıklarını haber veririz. Allah, göğüslerin içindekini (kalplerde
olanı) hakkıyla bilendir.
24. Biz,
onları (dünyada) biraz yararlandırırız. Sonra da onları ağır bir azaba
sürükleriz.
25. Andolsun,
eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah”
derler. De ki: “Hamd, Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu bilmezler.
26. Göklerde
ve yerde ne varsa Allah’ındır. Şüphesiz Allah, her bakımdan sınırsız zengin
olandır, övülmeye lâyık olandır.
27. Eğer
yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha
ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
28. (Ey
insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz, ancak bir
tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir,
hakkıyla görendir.
29. Görmedin
mi ki, Allah, geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi
ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde)
belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah, işlediklerinizden hakkıyla
haberdardır.
30. Bu
böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise batıldır.
Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.
31. Görmedin
mi ki, gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah, bunu
âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda
hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır.
32. Onları,
(denizde) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak O’na
yalvarırlar. Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta
yolu tutar. Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör
kafir olanlar inkâr
eder.
33. Ey
insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir
yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı
günden korkun! Şüphesiz Allah’ın va’di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi
aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.
34. Kıyametin
ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru
indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç
kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden)
hakkıyla haberdar olandır.
Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir.
Sûre, adını mü’minlerin Allah’a secde etmelerinden bahseden 15. âyetten
almıştır. Sûrede ayrıca Allah’ın kudretinden, ahiret gününden, kitaplardan,
peygamberlerden ve insanın yaratılışından söz edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif
2.
Kendisinde
hiçbir şüphe bulunmayan bu Kitab’ın indirilişi, âlemlerin Rabbi tarafındandır.
3.
Yoksa
“Onu Muhammed uydurdu” mu diyorlar? Hayır o,
kendilerine senden önce hiçbir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için,
doğru yolu bulsunlar diye Rabbin tarafından indirilmiş gerçektir.
4.
Allah,
gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan
sonra da Arş’a[432]
kurulandır. Sizin için O’ndan başka
hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?
5.
Gökten
yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla
bin yıl olan bir günde O’na yükselir.
6.
İşte
Allah, gaybı da görünen âlemi de bilendir, mutlak güç sahibidir, çok
merhametlidir.
7.
O
ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.
8.
Sonra
onun neslini bir öz sudan, değersiz bir sudan yarattı.
9.
Sonra
onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak
duygularını yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
10.
(Kâfirler
dediler ki:) “Biz toprakta yok olduktan sonra mı, biz mi yeniden
yaratılacakmışız? Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
11.
De
ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize
döndürüleceksiniz.”
12.
Suçlular,
Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, “Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik.
Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin
olarak inanmaktayız” dedikleri vakit, (onları) bir görsen!
13.
Eğer
dileseydik, herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, “Andolsun, cehennemi hem
cinlerden hem de insanlardan dolduracağım” sözüm gerçekleşecektir.[433]
14.
(Onlara
şöyle denilecek:) “O hâlde, bu gününüze kavuşmayı unutmanıza karşılık azabı
tadın. Biz de sizi unuttuk. Yapmakta olduklarınıza karşılık ebedî azabı tadın.”
15.
Bizim
âyetlerimize ancak, kendilerine bu âyetlerle öğüt verildiği zaman secdeye
kapanan, kibirlenmeksizin Rablerine hamd ederek tespih edenler inanırlar.
16.
Onlar,
korkarak ve ümid ederek Rablerine ibadet etmek için yataklarından kalkarlar.
Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar.
17.
Hiç
kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz
aydınlıklarını bilemez.
18.
Hiç
mü’min, fasık gibi olur mu? Bunlar (elbette) eşit olmazlar.
19.
İman
edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için, yapmakta olduklarına karşılık
bir mükâfat olarak Me’vâ cennetleri vardır.
20.
Fasıklık
edenlere gelince, onların barınağı ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde,
oraya döndürülürler ve onlara, “Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın”
denir.
21.
Andolsun,
dönsünler diye biz onlara (ahiretteki) en büyük azaptan önce (dünyadaki) yakın
azabı elbette tattıracağız.
22.
Kim,
Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha
zalimdir? Şüphesiz ki biz suçlulardan intikam alıcıyız.
23.
Andolsun,
biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik. Sen de kitaba (Kur’an’a) kavuşma
konusunda sakın şüphe içinde olma. Onu İsrailoğullarına bir yol gösterici
kılmıştık.
24.
Sabredip
âyetlerimize kesin olarak inandıkları zaman, içlerinden emrimizle doğru yola
ileten önderler çıkardık.
25.
Şüphesiz
Rabbin kıyamet günü, üzerinde ayrılığa düşmekte oldukları şeyler konusunda onlar
arasında hüküm verecektir.
26.
Yurtlarında
gezip dolaştıkları nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onlar için yol gösterici
olmadı mı? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Hâlâ duymayacaklar mı?
27.
Görmediler
mi ki, biz yağmuru kupkuru yere gönderip onunla hayvanlarının ve kendilerinin
yiyeceği ekinler çıkarırız. Hâlâ görmeyecekler mi?
28.
“Eğer
doğru söyleyenler iseniz, şu fetih ne zamanmış?” diyorlar.
29.
De
ki: “Fetih (Kıyamet) günü, inkâr edenlere iman etmeleri fayda vermeyecektir.
Onlara göz de açtırılmayacaktır.”
30.
Şimdi
sen onlardan yüz çevir ve bekle. Şüphesiz onlar da bekliyorlar.
Medine döneminde inmiştir. 73
âyettir. Sûre, adını 20 ve 22. âyetlerde geçen “el-Ahzâb” kelimesinden
almıştır. Ahzâb, gruplar, demektir. Sûrede başlıca Hendek ve Benî Kureyza
savaşları ile aile hayatına dair bazı hükümler konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Ey
Peygamber! Allah’a karşı gelmekten sakın. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme.
Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
2. Rabbinden
sana vahyolunana uy. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
3. Allah’a
tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.
4. Allah,
hiçbir adamın içine iki kalp koymamıştır. Kendilerine zıhâr[434]
yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamıştır. Yine evlatlıklarınızı[435] da
öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat
gerçekliği olmayan) sözünüzdür. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir.
5. Onları
babalarına nispet ederek çağırın. Bu, Allah katında daha (doğru ve) adaletlidir.
Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.
Hata ile yaptığınız bir işte size hiçbir günah yoktur. Fakat kasten yaptığınız
şeylerde size günah vardır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
6. Peygamber,
mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de mü’minlerin
analarıdır. Aralarında akrabalık bağı olanlar, Allah’ın Kitab’ına göre, (miras
konusunda) birbirleri için (diğer) mü’minlerden ve muhacirlerden daha
önceliklidirler.[436]
Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız başka. Bu (hüküm) Kitap’ta yazılıdır.
7. Hani
biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim, Mûsâ ve
Meryem oğlu İsa’dan da. Evet biz, onlardan sapa sağlam
bir söz almıştık.
8. (Allah,
bunu) doğru kimseleri doğruluklarından hesaba çekmek için (yapmıştır.)
Kâfirlere de elem dolu bir azap hazırlamıştır.
9. Ey
iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (düşman) ordular
üzerinize gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz ordular göndermiştik.
Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.[437]
10. Hani
onlar size hem üst tarafınızdan hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler
kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda
bulunuyordunuz.
11. İşte
orada mü’minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar.
12. Hani
münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, “Allah ve Resûlü bize, ancak
aldatmak için vaadde bulunmuşlar” diyorlardı.
13. Hani
onlardan bir grup, “Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin burada durmak imkânınız
yok. Haydi geri dönün” demişti. Onlardan bir başka
grup da, “Evlerimiz açık (korumasız)” diyerek Peygamberden izin istiyorlardı.
Oysa evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.
14. Eğer
Medine’nin her tarafından üzerlerine gelinse ve orada karışıklık çıkarmaları
istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi.
15. Andolsun
ki, onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi.
Allah’a verilen söz ise sorumluluğu gerektirir.
16. De
ki: “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda
vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az
yararlandırılırsınız.”
17. De
ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah’tan koruyacak kimdir? Yahut
size bir rahmet dilese, buna engel olacak kimdir?” Onlar kendilerine Allah’tan
başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.
18,19. Şüphesiz Allah içinizden, savaştan
alıkoyanları ve kardeşlerine, “Bize gelin” diyenleri biliyor. Size katkıda
cimri davranarak savaşa pek az gelirler. Korku geldiğinde ise, üzerine ölüm
baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku
gidince de ganimete karşı aşırı düşkünlük göstererek sizi keskin dillerle
incitirler. İşte onlar iman etmediler. Allah da onların amellerini boşa
çıkardı. Bu, Allah’a kolaydır.
20. Düşman
birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek
olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair
haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az
savaşırlardı.
21. Andolsun,
Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı
çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.
22. Mü’minler,
düşman birliklerini görünce, “İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize vaad ettiği
şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir” dediler. Bu, onların ancak
imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.
23. Mü’minlerden
öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir
kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit
olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.
24. Bunun
böyle olması Allah’ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle mükâfatlandırması,
dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir.
Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
25. Allah,
inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi.
Allah, savaşta mü’minlere kâfi geldi. Allah, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
26. Allah,
kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve
kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir
kısmını da esir ediyordunuz.
27. Allah,
sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız
topraklara varis kıldı. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
28. Ey
Peygamber! Hanımlarına de ki: “Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız,
gelin size mut’a[438] vereyim
ve sizi güzelce bırakayım.”
29. “Eğer
Allah’ı, Resûlünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden
iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”
30. Ey
Peygamber’in hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, onun cezası
iki kat verilir. Bu, Allah’a göre kolaydır.
31. İçinizden
kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını
iki kat veririz. Biz, ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır.
32. Ey
Peygamber’in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer
Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir
eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide
kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin.
33. Evlerinizde
oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp
saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey
Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor.
34. Siz
evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah en
gizli şeyi bilendir, hakkıyla haberdardır.
35. Şüphesiz
müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar,
itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar,
sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler,
Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren
kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan
erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça
anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat
hazırlamıştır.
36. Allah
ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir
mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih
kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o
apaçık bir şekilde sapmıştır.
37. Hani
sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte
bulunduğun kimseye, “Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın”
diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan
çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana
isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki,
eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında),
evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın.
Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.[439]
38. Allah’ın,
kendisine farz kıldığı şeyleri yerine getirmesi konusunda peygambere bir darlık
yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah’ın kanunu
böyledir. Allah’ın emri, kesinleşmiş bir hükümdür.
39. Daha
önce gelip geçen o peygamberler, Allah’ın vahiylerini tebliğ eden, Allah’tan
korkan, başka hiç kimseden korkmayan kimselerdir. Allah, hesap görücü olarak
yeter.
40. Muhammed,
sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve
nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
41. Ey
iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.
42. O’nu
sabah akşam tespih edin.
43. O,
sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de
sizin için bağışlanma dileyendir. Allah, mü’minlere çok merhamet edendir.
44. Allah’a
kavuşacakları gün mü’minlere yönelik esenlik dileği “Selâm”dır. Allah, onlara
bol bir mükâfat hazırlamıştır.
45,46. Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir
müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve
aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.
47. Mü’minlere
kendileri için Allah’tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele.
48. Kâfirlere
ve münafıklara itaat etme! Onların eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et.
Vekil olarak Allah yeter.
49. Ey
iman edenler! Mü’min kadınları nikâhlayıp, sonra onlara dokunmadan (cinsel
ilişkide bulunmadan) kendilerini boşadığınızda, onlar üzerinde sizin
sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Bu durumda onlara mut’a[440]
verin ve kendilerini güzel bir şekilde bırakın.
50. Ey
Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak
verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden,
amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin
kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak
üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de
kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helâl
kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz
kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk
olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
51. Ey
Muhammed! Bunlardan (hanımlarından) dilediğini geri bırakırsın, dilediğini
yanına alırsın. Uzak durduklarından dilediklerini yanına almanda da sana bir
günah yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsinin de
kendilerine verdiğine razı olmaları için daha uygundur. Allah,
kalplerinizdekini bilir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir. (Hemen
cezalandırmaz, mühlet verir.)
52. Bundan
sonra, güzellikleri hoşuna gitse bile başka kadınlarla evlenmek, eşlerini
boşayıp başka eşler almak sana helâl değildir. Ancak sahip olduğun cariyeler
başka. Şüphesiz Allah, her şeyi gözetleyendir.
53. Ey
iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin
(vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin.
Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız
Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise
gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz
zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz, hem de
onların kalpleri için daha temizdir. Allah’ın Resûlüne rahatsızlık vermeniz ve
kendisinden sonra hanımlarını nikâhlamanız ebediyyen söz konusu olamaz. Çünkü bu,
Allah katında büyük bir günahtır.
54. Siz
bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de, biliniz ki Allah her şeyi hakkıyla
bilendir.
55. Peygamberin
hanımlarına, babalarından, oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek
kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, mü’min kadınlardan
ve sahip oldukları cariyelerden ötürü bir günah yoktur. Ey Peygamber hanımları!
Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla şahittir.
56. Şüphesiz
Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar.[441] Ey
iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.
57. Şüphesiz
Allah ve Resûlünü incitenlere, Allah dünya ve ahirette lânet etmiş ve onlara
aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.[442]
58. Mü’min
erkekleri ve mü’min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir
iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.
59. Ey
Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini
örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha
uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
60,61. Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde bir
hastalık bulunanlar ve Medine’de kötü haberler yayıp ortalığı karıştıranlar
(tuttukları yoldan) vazgeçmezlerse, elbette seni onların üzerine gitmeye teşvik
edeceğiz. Onlar da (bundan sonra) orada lânete uğramış kimseler olarak seninle
pek az süre komşu kalacaklardır. Nerede bulunurlarsa, yakalanırlar ve yaman bir
şekilde öldürülürler.
62. Daha
önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın kanununda
asla değişme bulamazsın.
63. İnsanlar
sana kıyametin vaktini soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Allah katındadır.”
Ne bilirsin, belki de kıyamet yakında gerçekleşir.
64. Şüphesiz
Allah, kâfirlere lânet etmiş ve onlara alevli bir ateş hazırlamıştır.
65. Onlar,
orada ebedî olarak kalacaklardır. Hiçbir dost, hiçbir yardımcı
bulamayacaklardır.
66. Yüzlerinin
ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, “Keşke Allah’a ve Resûl’e itaat
edeydik” diyecekler.
67. Yine
şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik
de bizi yoldan saptırdılar.”
68. “Ey
Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânete uğrat.”
69. Ey
iman edenler! Siz Mûsâ’ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. Nihayet Allah onu
onların dediklerinden temize çıkarmıştı. Mûsâ, Allah katında itibarlı bir kimse
idi.
70,71. Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten
sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, muhakkak büyük
bir başarıya ulaşmıştır.
72. Şüphesiz
biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek
istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok
cahildir.[443]
73. Allah,
münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve
Allah’a ortak koşan kadınlara azap etmek; mü’min erkeklerin ve mü’min
kadınların da tövbelerini kabul etmek için insana emaneti yüklemiştir. Allah
çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Mekke döneminde inmiştir. 54 âyettir.
Sûre, adını 15. âyette geçen “Sebe’ ” kelimesinden almıştır. Sebe’ (Seba),
Yemen’de bulunan bir bölgenin ya da bir kabilenin adıdır. Sûrede başlıca
müşriklerin ahireti inkâr etmeleri, Davûd ve Süleyman Peygamberlerin kıssaları
ve müşriklerin Hz. Muhammed’in peygamberliği hakkındaki bazı şüpheleri konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hamd,
göklerdeki ve yerdeki her şey kendisinin olan Allah’a mahsustur. Hamd ahirette
de O’na mahsustur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
2.
Allah,
yere gireni, yerden çıkanı; gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O, çok
merhamet edicidir, çok bağışlayıcıdır.
3.
İnkâr
edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı
bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne
de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük
ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.”
4.
Allah’ın,
iman edip salih amel işleyenleri mükâfatlandırması için (her şey o kitapta tespit
edilmiştir.) İşte onlar için bir bağışlanma ve bereketli bir rızık vardır.
5.
Âyetlerimizi
geçersiz kılmak için yarışırcasına çaba harcayanlar var ya; işte onlar için
elem dolu, çok kötü bir azap vardır.
6.
Kendilerine
ilim verilenler, Rabbinden sana indirilen Kur’an’ın gerçek olduğunu ve onun,
mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık Allah’ın yoluna ilettiğini görürler.
7.
Yine
inkâr edenler şöyle dediler: “Çürüyüp ufalandıktan sonra sizin yeniden
diriltileceğinizi söyleyen bir adamı size gösterelim mi?
8.
“Allah’a
karşı yalan mı uydurdu, yoksa onda delilik mi var?” Hayır, öyle değil! Ahirete
inanmayanlar azap ve derin sapıklık içindedirler.
9.
Onlar,
önlerindeki ve arkalarındaki (kendilerini dört bir yandan kuşatan) göğe ve yere
bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yere geçirir veya gökten üzerlerine
parçalar düşürürüz. Bunda, Rabbine yönelen her kul için bir ibret vardır.
10,11. Andolsun,
Davud’a tarafımızdan bir lütuf verdik. “Ey dağlar! Kuşların eşliğinde onunla
birlikte tespih edin” dedik ve “(Bütün vücudu örtecek) zırhlar yap, işçilikte
de ölçüyü tuttur diye
demiri ona yumuşattık. “Salih amel işleyin. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı
görürüm” diye vahyettik.
12. Süleyman’ın
emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı
verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Cinlerden de Rabbinin
izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa,
ona alevli ateş azabını tattırırız.
13. Cinler,
Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit
kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek
azdır.
14. Süleyman’ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan
bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer gaybı
bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.
15. Andolsun,
Sebe’ halkı için kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda biri solda iki
bahçe bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na
şükredin. Beldeniz güzel bir belde, Rabbiniz de çok bağışlayıcı bir Rabdir.”
16. Fakat
onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim[444]
selini gönderdik. Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz
da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.
17. Nimetlere
karşı nankörlük
kafirlik etmeleri
sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık. Biz (bu şekilde) ancak nankörleri
kafirleri cezalandırırız.
18. Sebe’
halkı ile bereketlendirdiğimiz kentler arasına (her biri diğerinden) görülen
kentler oluşturduk. Oralarda gidiş-gelişi belirledik (seyahati kolaylaştırdık)
ve onlara da şöyle dedik: “Oralarda gece gündüz güvenlik içinde dolaşın.”
19. Onlar
ise, “Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve
kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve
kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden
herkes için ibretler vardır.
20. Şeytan,
onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona
uydular.
21. Oysa
şeytanın onlar üzerinde hiçbir hâkimiyeti yoktu. Ancak ahirete inananları, onun
hakkında şüphe içinde bulunanlardan ayırt edelim diye (ona bu fırsatı verdik).
Senin Rabbin her şey üzerinde hakiki bir koruyucudur.
22. (Ey
Muhammed!) De ki: “Allah’ı bırakıp da ilâh olduklarını iddia ettiklerinizi
çağırın. Göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip değillerdir. Onların
yerde ve gökte hiçbir ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlardan bir yardımcısı da
yoktur.
23. Allah
katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat
için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne
söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O, yücedir,
büyüktür.
24. De
ki: “Size göklerden ve yerden kim rızık verir?” De ki: “Allah. O hâlde, ya biz
hidayet veya apaçık bir sapıklık üzereyiz, ya da siz!”
25. De
ki: “Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu tutulmazsınız. Sizin
işlediklerinizden de biz sorumlu tutulmayız.”
26. De
ki: “Rabbimiz hepimizi kıyamet günü bir araya toplayacak, sonra da aramızda hak
ile hüküm verecektir. O, gerçeği apaçık ortaya koyan,[445]
hakkıyla bilendir.”
27. De
ki: “Allah’a ortak tuttuklarınızı bana gösterin! Hayır! (Hiçbir şey Allah’a
ortak olamaz.) Aksine O, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah’tır.”
28. Biz,
seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat
insanların çoğu bilmezler.
29. “Eğer
doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek” diyorlar.
30. De
ki: “Sizin için belirlenen bir gün vardır ki, ondan ne bir saat geri
kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.”
31. İnkâr
edenler, “Biz bu Kur’an’a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız” dediler.
Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen!
Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük
taslayanlara, “Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk”
derler.
32. Büyüklük
taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi
sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler.
33. Zayıf
ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran
gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve
O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık
duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar
ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.
34. Biz,
hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, “Biz,
sizinle gönderileni inkâr ediyoruz” demişlerdir.
35. Yine,
“Bizim mallarımız ve çocuklarımız daha çoktur. Bize azap edilmeyecektir”
demişlerdi.
36. Ey
Muhammed, de ki: “Şüphesiz, Rabbim rızkı dilediğine bol verir ve (dilediğine)
kısar. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
37. Ne
mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran
şeylerdir! Ancak iman edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için
işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar cennet köşklerinde güven
içindedirler.
38. Âyetlerimizi
geçersiz kılmak için yarışanlar var ya, işte onlar azap için hazır
bulundurulacaklar.
39. De
ki: “Şüphesiz, Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol bol verir ve
(dilediğine) kısar. Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine
başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
40. Allah’ın,
onları hep birden toplayacağı, sonra da meleklere, “Bunlar mı size ibadet
ediyorlardı?” diyeceği günü bir hatırla!
41. (Melekler)
derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim
dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere
inanıyordu.”
42. İşte
bugün birbirinize ne fayda ne de zarar verebilirsiniz. Zulmedenlere,
“Yalanlamakta olduğunuz cehennem azabını tadın” deriz.
43. Âyetlerimiz
apaçık bir şekilde onlara okunduğunda, “Bu sadece, atalarınızın tapmakta olduğu
şeylerden sizi alıkoymak isteyen bir adamdır” dediler. Bir de, “Bu (Kur’an),
uydurulmuş bir yalandır” dediler. Yine hak kendilerine geldiğinde onu inkâr
edenler, “Bu, ancak apaçık bir büyüdür” dediler.
44. Oysa
biz onlara okuyup inceleyecekleri kitaplar vermedik. Onlara senden önce hiçbir
uyarıcı da göndermedik.
45. Onlardan
öncekiler de yalanlamışlardı. Hâlbuki bunlar onlara verdiğimiz şeylerin onda
birine bile ulaşamamışlardır. Elçilerimi yalanladılar. Peki, beni inkâr etmenin
sonucu nasıl oldu!
46. (Ey
Muhammed!) De ki: “Ben size ancak bir tek şeyi, Allah için ikişer ikişer, teker
teker kalkıp düşünmenizi öğütlüyorum. Arkadaşınız Muhammed’de cinnetten eser
yoktur. O, şiddetli bir azaptan önce sizin için ancak bir uyarıcıdır.”
47. De
ki: “Sizden herhangi bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Benim ücretim ancak
Allah’a aittir. O, her şeye hakkıyla şahittir.”
48. De
ki: “Şüphesiz Rabbim gerçeği ortaya koyar. O, gaybleri hakkıyla bilendir.”
49. De
ki: “Hak geldi. Artık batıl yeni bir şey ortaya çıkaramaz, eskiyi de geri
getiremez.”
50. De
ki: “Ben eğer sapmışsam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete
ermişsem, bu da Rabbimin bana vahyettiği sayesindedir. Şüphesiz O, hakkıyla
işitendir, kuluna çok yakındır.”
51. Sen
onları, dehşetli bir korkuya kapılıp da kaçıp kurtulamayacakları ve yakın bir
yerden yakalanacakları zaman bir görsen!
52. (Azabı
görünce), “ona inandık derler” ama onlar için, artık uzak bir yerden (dünyadan)[446]
iman elde etmek nasıl mümkün olur?
53. Oysa
daha önce onu inkâr etmişlerdi ve uzak bir yerden gayb hakkında atıp
tutuyorlardı.
54. Tıpkı
daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları arasına bir
engel konmuştur. Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler.
Mekke döneminde inmiştir. 45 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “Fâtır” kelimesinden almıştır. Fâtır, yaratan,
yoktan var eden demektir. Yine ilk âyette geçen “el-Melâike” kelimesinden
dolayı “Melâike sûresi” diye de anılır. Sûrede başlıca, Allah’ın varlığına ve
birliğine işaret eden kâinat olayları, öldükten sonra dirilme, Allah’ın
nimetleri ve mü’minle kâfir arasındaki fark konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hamd,
gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan
Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her
şeye hakkıyla yeter.
2.
Allah,
insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi
de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
3.
Ey
insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah’tan başka size
göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilâh
yoktur. O hâlde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?
4.
(Ey
Muhammed!) Eğer seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, senden önce de nice
peygamberler yalancı sayılmıştır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.
5.
Ey
insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi
aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın.
6.
Şüphesiz
şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi
taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.
7.
İnkâr
edenler için çetin bir azap vardır. İman edip salih ameller işleyenler için ise
bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
8.
Kötü
ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse
gibi mi olacaktır? Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete
erdirir. (Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk
etme! Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.
9.
Allah,
rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz de bulutları
ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltiriz. İşte ölümden
sonra diriliş de böyledir.
10.
Her
kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir.
Güzel sözler ancak O’na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir.[447]
Kötülükleri tuzak yapanlar var ya, onlar için çetin bir azap vardır. İşte
onların tuzağı boşa çıkar.
11.
Allah,
sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi
(erkekli dişili) eşler yaptı. Allah’ın ilmine dayanmadan hiçbir dişi ne hamile
kalır, ne de doğurur. Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez,
yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı) olmasın.
Şüphesiz bu, Allah’a kolaydır.
12.
İki
deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu ise
tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız
süs eşyası çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için
gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün.
13.
Allah,
geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay’ı da
koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp
gitmektedir. İşte bu, Allah’tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O’nundur.
Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.
14.
Eğer
onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar bile çağrınıza karşılık
veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Bunları sana
hiç kimse, hakkıyla haberdar olan (Allah) gibi haber veremez.
15.
Ey
insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin
olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.
16.
Eğer
Allah dilerse, sizi giderir ve yeni bir halk getirir.
17.
Bu,
Allah’a göre zor bir şey değildir.
18.
Hiçbir
günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse,
(bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez,
çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için
için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için
arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.
19.
Kör
ile gören bir olmaz.
20.
Karanlıklar
ile aydınlık bir olmaz.
21.
Gölge
ile sıcaklık bir olmaz.
22.
Diriler
ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara
işittirecek değilsin.
23.
Sen,
ancak bir uyarıcısın.
24.
Şüphesiz
biz, seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur
ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.
25.
(Ey
Muhammed!) Eğer seni yalanlıyorlarsa bil ki, onlardan öncekiler de
peygamberlerini yalanlamışlardı. Oysa peygamberleri onlara apaçık delilleri,
sahifeleri ve aydınlatıcı kitabı getirmişlerdi.
26.
Sonra
ben inkâr edenleri yakaladım. Beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu!
27.
Görmüyor
musun ki, Allah gökten su indirdi. Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık.
Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar
(katmanlar) var, simsiyah taşlar da var.
28.
İnsanlardan,
(yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle
çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim
olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
29.
Şüphesiz,
Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak
verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar
etmeyecek bir ticaret umabilirler.
30.
Allah,
kendilerine mükâfatlarını tam olarak versin ve kendi lütfundan daha da artırsın
diye (böyle yaparlar). Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını
verendir.
31.
(Ey
Muhammed!) Sana vahyettiğimiz kitap (Kur’an), kendinden öncekini tasdik eden
hak kitaptır. Şüphesiz Allah (kullarından) hakkıyla haberdardır. Onları
hakkıyla görür.
32.
Sonra
biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed’in ümmetine) miras
olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar
vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır.
İşte bu büyük lütuftur.
33.
Onlar,
Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler.
Oradaki elbiseleri de ipektir.
34.
Şöyle
derler: “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok
bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.”
35.
“O,
lütfuyla bizi kalınacak yurda yerleştirendir. Bize orada bir yorgunluk
dokunmaz. Bize orada usanç da gelmez.”
36.
İnkâr
edenler için ise cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler.
Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. İşte biz her nankörü
inkar edeni böyle cezalandırırız.
37.
Onlar
cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte
olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara
şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği
kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü
zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”
38.
Şüphesiz
Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü
(kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
39.
O,
sizi yeryüzünde halifeler kılandır. Artık kim inkâr ederse inkârı kendi
aleyhinedir. İnkârcıların inkârı, Rableri katında ancak uğrayacakları gazabı
artırır. İnkârcıların inkârı, ancak ziyanlarını arttırır.
40.
De
ki: “Allah’ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana,
onlar yerden ne yaratmışlardır?” Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı
var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi
sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey
vaad etmezler.
41.
Şüphesiz
Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor.
Andolsun, eğer onlar (yörüngelerinden sapıp) yok olur giderlerse, O’ndan başka
hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet
verir), çok bağışlayandır.
42.
Müşrikler,
eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetlerden herhangi birinden daha çok
doğru yol üzere olacaklarına dair en güçlü şekilde Allah’a yemin etmişlerdi.
Fakat onlara bir uyarıcı gelince, bu ancak onların nefretlerini artırdı.
43.
Yeryüzünde
büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak için (böyle davranıyorlardı). Oysa kötü
tuzak, ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu
bekliyorlar. Sen Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın
kanununda hiçbir sapma bulamazsın.
44.
Yeryüzünde
dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Oysa
onlar kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Göklerdeki ve yerdeki hiçbir şey,
Allah’ı âciz bırakacak değildir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret
sahibidir.
45.
Eğer
Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin
sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar
erteliyor. Nihayet süreleri gelince, (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kullarını
hakkıyla görmektedir.
Mekke döneminde inmiştir. 83 âyettir.
Sûre, adını ilk âyeti oluşturan “Yâ-Sîn” harflerinden almıştır. Sûrede başlıca
insanın ahlâkî sorumlulukları, vahiy, Hz. Peygamber’i yalanlayan Kureyş
kabilesi, Antakya halkına gönderilen peygamberler, Allah’ın birliğini ve
kudretini gösteren deliller, öldükten sonra dirilme, hesap ve ceza konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Yâ
Sîn.[448]
2,3,4. (Ey
Muhammed!) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere
(peygamber) gönderilenlerdensin.
5,6. Kur’an,
ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için
mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.
7. Andolsun,
onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler.
8. Onların
boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu
sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır.
9. Biz,
onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik.
Artık görmezler.
10. Onları
uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.
11. Sen
ancak Zikr’e (Kur’an’a) uyanı ve görmediği hâlde Rahmân’dan korkan kimseyi
uyarırsın. İşte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükâfatla müjdele.
12. Şüphesiz
biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları
eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) bir bir
kaydetmişizdir.
13. (Ey
Muhammed!) Onlara, o memleket halkını örnek ver. Hani oraya elçiler gelmişti.
14. Hani
biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara
üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar, “Şüphesiz biz size gönderilmiş
elçileriz” dediler.
15. Onlar
şöyle dediler: “Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahmân, hiçbir şey
indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
16. (Elçiler
ise) şöyle dediler: “Bizim gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu
Rabbimiz biliyor.”
17. “Bize
düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”
18. Dediler
ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz,
sizi mutlaka taşlarız ve bizim tarafımızdan size elem dolu bir azap dokunur.”
19. Elçiler
de, “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa
uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz” dediler.
20. Şehrin
öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere
uyun.”
21. “Sizden
hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.”
22. “Hem
ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na
döndürüleceksiniz.”
23. “O’nu
bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese,
onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.”
24. “O
taktirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum.”
25. “Şüphesiz
ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!”
26,27. (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete
gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram
edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.
28. Kendisinden
sonra kavmi üzerine (onları cezalandırmak için) gökten hiçbir ordu indirmedik.
İndirecek de değildik.
29. Sadece
korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler.
30. Yazık
o kullara! Kendilerine bir peygamber gelmezdi ki, onunla alay ediyor olmasınlar.
31. Kendilerinden
önce nice nesilleri helâk ettiğimizi; onların artık kendilerine
dönmeyeceklerini görmediler mi?
32. Onların
hepsi de mutlaka toplanıp (hesap için) huzurumuza çıkarılacaklardır.
33. Ölü
toprak onlar için bir delildir. Biz, onu diriltir ve ondan taneler çıkarırız da
onlardan yerler.
34,35. Meyvelerinden yesinler diye biz orada
hurmalıklar, üzüm bağları var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık. Bunları
onların elleri yapmış değildir. Hâlâ şükretmeyecekler mi?[449]
36. Yerin
bitirdiği şeylerden, insanların kendilerinden ve (daha) bilemedikleri (nice)
şeylerden, bütün çiftleri yaratanın şanı yücedir.
37. Gece
de onlar için bir delildir. Gündüzü ondan çıkarırız, bir de bakarsın karanlık
içinde kalmışlardır.
38. Güneş
de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen
Allah’ın takdiri (düzenlemesi)dir.
39. Ayın
dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihayet o, eğrilmiş kuru
hurma dalı gibi olur.
40. Ne
güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede
yüzmektedir.
41. Onların
soylarını dolu gemide taşımamız da onlar için bir delildir.
42. Biz,
onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık.
43. Biz
istesek onları suda boğarız da kendileri için ne imdat çağrısı yapan olur, ne
de kurtarılırlar.
44. Ancak
tarafımızdan bir rahmet olarak ve bir süreye kadar daha yaşasınlar diye
kurtarılırlar.
45. Onlara,
“Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahirette göreceğiniz
azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin” denildiğinde yüz çevirirler.
46. Onlara
Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki ondan yüz çeviriyor olmasınlar.
47. Onlara,
“Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği
zaman, inkâr edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini
doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık
içindesiniz” derler.
48. “Eğer
doğru söyleyenlerseniz, bu tehdit ne zaman gelecek?” diyorlar.
49. Onlar
ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar.
50. Artık
ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
51. Sûra
üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın
gitmektedirler.
52. Şöyle
derler: “Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı? Bu,
Rahman’ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler.”
53. Sadece
korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza
çıkarılmışlardır.
54. O
gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin
karşılığı verilir.
55. Şüphesiz
cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler.
56. Onlar
ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar.
57. Onlar
için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır.
58. Çok
merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır).
59. (Allah,
şöyle der:) “Ey suçlular! Ayrılın bu gün!”
60,61. “Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk
etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu
dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”
62. “Andolsun,
o sizden pek çok nesli saptırmıştı. Hiç düşünmüyor muydunuz?”
63. “İşte
bu, tehdit edildiğiniz cehennemdir.”
64. “İnkâr
ettiğinizden dolayı bugün girin oraya!”
65. O
gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da
kazandıklarına şahitlik eder.
66. Eğer
dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak
için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki?!
67. Yine
eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük de ne ileri
gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi.
68. Kime
uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü
azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi?
69. Biz,
o Peygamber’e şiir öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O(na verdiğimiz) ancak bir
öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.
70. (Aklen
ve fikren) diri olanları uyarması ve kâfirler hakkındaki o sözün (azabın)
gerçekleşmesi için Kur’an’ı indirdik.
71. Görmediler
mi ki, biz onlar için, ellerimizin (kudretimizin) eseri olan hayvanlar yarattık
da onlar bu hayvanlara sahip oluyorlar.
72. Biz,
o hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Onlardan bir kısmı binekleridir, bir
kısmını da yerler.
73. Onlar
için bu hayvanlarda (daha pek çok) yararlar ve içecekler vardır. Hâlâ
şükretmeyecekler mi?
74. Belki
kendilerine yardım edilir diye Allah’ı bırakıp da ilâhlar edindiler.
75. Onlar,
ilâhlar için (hizmete) hazır asker oldukları hâlde, ilâhlar onlara yardım
edemezler.
76. (Ey
Muhammed!) Artık onların sözü seni üzmesin. Çünkü biz, onların gizlediklerini
de açığa vurduklarını da biliyoruz.
77. İnsan,
bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış
apaçık bir düşman kesilmiştir.
78. Bir
de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken
kemikleri kim diriltecek?”
79. De
ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla
bilendir.”
80. O,
sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz.[450]
81. Gökleri
ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet
yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir.
82. Bir
şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen
oluverir.
83. Her
şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’ın şanı yücedir! Siz yalnız O’na
döndürüleceksiniz.
Mekke döneminde inmiştir. 182
âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “es-Sâffât” kelimesinden almıştır.
Sâffât, sıra sıra dizilenler, saf saf duranlar demektir. Sûrede başlıca,
meleklerden, cinlerden, kıyamet ve ahiret olaylarından söz edilmekte; Nûh,
İbrahim, İsmail, İshak, Mûsâ, Hârun, İlyas, Lût ve Yûnus peygamberin
kıssalarına yer verilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3,4. Saf bağlayıp duranlara, haykırarak
sevk edenlere ve zikri (Allah’ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilâhınız
gerçekten bir tek ilâhtır.[451]
5. O,
göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da)
Rabbidir.[452]
6. Biz,
en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.
7. Onu
itaatten çıkan her şeytandan koruduk.
8,9. Onlar,
yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları
için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.
10. Ancak
onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).
11. (Ey
Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: “Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa
yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı? [453]
Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.
12. Hayır,
sen (onların hâline) şaştın, onlar ise alay ediyorlar.
13. Kendilerine
öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar.
14. Bir
mucize gördükleri zaman onu alaya alıyorlar.
15. (Dediler
ki:) “Bu bir büyüden başka bir şey değildir.”
16. “Gerçekten
biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi tekrar
diriltileceğiz?”
17. “Önceden
gelip geçmiş atalarımız da mı?”
18. De
ki: “Evet, hem de siz aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz).”
19. O
ancak şiddetli bir sesten ibarettir.[454] Bir
de bakarsın ki onlar (diriltilmiş hazır) beklemektedirler.
20. Şöyle
diyecekler: “Vay başımıza gelene! Bu beklenen ceza günüdür.”
21. Onlara,
“İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür” denilir.
22,23,24. Allah, meleklere şöyle emreder:
“Zulmedenleri, eşlerini ve Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın,
onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya
çekileceklerdir.
25. Onlara,
“Ne diye yardımlaşmıyorsunuz?” denir.
26. Hayır,
onlar bugün teslim olmuş kimselerdir.
27. Birbirlerine
yönelip sorarlar (çekişirler).
28. Şöyle
derler: “Siz bize sağdan gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz.”
29. Diğerleri
de onlara şöyle derler: “Hayır, siz zaten mü’min kimseler değildiniz.”
30. “Bizim,
sizin üzerinizde hiçbir hâkimiyetimiz yoktu. Hatta siz azgın bir kavimdiniz.”
31. “Artık
Rabbimizin sözü
(azap) bizim hakkımızda gerçekleşti. Biz onu mutlaka tadacağız.”
32. “Evet,
biz sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimselerdik.”
33. Artık
onlar o gün azapta ortaktırlar.
34. İşte
biz suçlulara böyle yaparız.
35. Çünkü
onlar, kendilerine, “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” denildiği zaman,
inanmayıp büyüklük taslıyorlardı.
36. “Biz,
deli bir şair için ilâhlarımızı mı terk edeceğiz?” diyorlardı.
37. Hayır,
öyle değil. O, hakkı getirmiş, (önceki) peygamberleri de tasdik etmiştir.
38. Şüphesiz
siz mutlaka elem dolu azabı tadacaksınız.
39. Siz
ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız.
40. Ancak
Allah’ın halis kulları başka.
41,42. İşte
onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir.
43. Onlar
Naîm cennetlerindedirler.
44. Koltuklar
üzerinde karşılıklı olarak otururlar.
45,46. Onların
etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren
kadehler dolaştırılır.
47. Onda
baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar.
48. Yanlarında
bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır.
49. Sanki
onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır.
50. Derken
birbirlerine yönelip sorarlar.
51. İçlerinden
biri der ki: “Benim bir arkadaşım vardı.”
52. “Sen
de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?” derdi.
53. “Gerçekten
biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi hesaba
çekileceğiz?”
54. Konuşan
o kimse, yanındakilere, “Bakar mısınız, hâli ne oldu?” der.
55. Kendisi
de bakar ve onu cehennemin ortasında görür.
56. Ona
şöyle der: “Allah’a andolsun, neredeyse beni de helâk edecektin.”
57. “Rabbimin
nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum.”
58,59. “Nasıl,
ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz?[455]
Bize azap edilmeyecek miymiş?”
60. Şüphesiz
bu (cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır.
61. Çalışanlar
böylesi için çalışsınlar!
62. Ziyafet
olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
63. Şüphesiz
biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık.[456]
64. O,
cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.
65. Onun
meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır.[457]
66. Cehennemlikler
ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır.
67. Sonra
onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır.
68. Sonra
onların dönüşleri mutlaka cehennemedir.
69. Çünkü
onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular.
70. Kendileri
de onların izinden koşa koşa gitmektedirler.
71. Andolsun,
onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı.
72. Andolsun,
biz onlara da uyarıcılar göndermiştik.
73. Bak,
uyarılanların sonu nasıl oldu!
74. Ancak
Allah’ın ihlâslı kulları başka.
75. Andolsun,
Nûh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz!
76. Onu
ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık.
77. Onun
neslini yeryüzünde kalanlar kıldık.
78. Sonradan
gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.
79. Âlemler
içinde Nûh’a selâm olsun!
80. İşte
biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.
81. Çünkü
o, bizim mü’min kullarımızdandı.
82. Sonra
biz, diğerlerini suda boğduk.
83. Şüphesiz
İbrahim de O’nun taraftarlarından idi.
84. Hani
o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti.
85. Hani
babasına ve kavmine şöyle demişti: “Siz neye tapıyorsunuz?”
86. “Allah’ı
bırakıp da birtakım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?”
87. “O
hâlde, âlemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?”
88,89. İbrahim,
yıldızlara baktı ve “Ben hastayım” dedi.
90. Bunun
üzerine arkalarını dönüp ondan uzaklaştılar.[458]
91. İbrahim,
onların putlarının tarafına gizlice gitti ve şöyle dedi: “Yemez misiniz?”
92. “Ne
diye konuşmuyorsunuz?”
93. Derken
üzerlerine yürüyüp onlara güçlü bir darbe indirdi.
94. Kavmi
(telaş içinde) koşarak ona doğru geldi.
95. İbrahim,
şöyle dedi: “Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?”
96. “Oysa
Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır.”
97. Kavmi,
“Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) ve onu ateşe atın” dedi.
98. Böylece
ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları en alçak kimseler kıldık.
99. İbrahim,
şöyle dedi: “Ben Rabbime (O’nun emrettiği yere) gideceğim. O, bana yol
gösterecektir.”
100. “Ey
Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla.”
101. Biz
de ona uysal bir oğul müjdeledik.
102. Çocuk
kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben
rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da,
“Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın”
dedi.
103,104. Nihayet her ikisi de (Allah’ın
emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca
ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!”
105. “Gördüğün
rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.”
106. “Şüphesiz
bu apaçık bir imtihandır.”
107. Biz,
(İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.
108. Sonradan
gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.
109. İbrahim’e
selâm olsun.
110. İyilik
yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.
111. Çünkü
o mü’min kullarımızdandı.
112. Biz
onu salihlerden bir peygamber olarak İshak ile de müjdeledik.
113. Onu
da İshak’ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da
vardı, kendine apaçık zulmedenler de.
114. Andolsun,
biz Mûsâ’ya ve Hârûn’a da lütufta bulunduk.
115. Onları
ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.
116. Onlara
yardım ettik de onlar galip gelenler oldular.
117. Biz
onlara (hükümlerimizi) açıklayan Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.
118. Onları
doğru yola ilettik.
119. Sonradan
gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık.
120. Mûsâ’ya
ve Hârûn’a selâm olsun.
121. Şüphesiz
biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.
122. Çünkü
onlar mü’min kullarımızdan idiler.
123. Şüphesiz
İlyas da peygamberlerden idi.
124. Hani
kavmine şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
125,126. “Yaratıcıların en güzelini, sizin ve
geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah’ı bırakarak “Ba’l’e mi tapıyorsunuz?”[459]
127. Onu
yalanladılar. Bu sebeple onlar (cehenneme) götürüleceklerdir.
128. Ancak
Allah’ın ihlâslı kulları başka.
129. Sonradan
gelenler içerisinde ona güzel bir ad bıraktık.
130. İlyas’a
selâm olsun.
131. Şüphesiz
biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.
132. Çünkü
o bizim mü’min kullarımızdandı.
133. Şüphesiz
Lût da peygamberlerdendi.
134,135. Hani biz onu ve geride kalanlar
arasındaki yaşlı bir kadın (kâfir olan eşi) dışında bütün ailesini
kurtarmıştık.
136. Sonra
da diğerlerini yok ettik.
137,138. Şüphesiz sizler (yolculuklarınız
sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz.
Hâlâ düşünmeyecek misiniz?
139. Şüphesiz
Yûnus da peygamberlerdendi.
140. Hani
o kaçıp yüklü gemiye binmişti.
141. Gemidekilerle
kur’a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu.[460]
142. Böylece,
Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu.
143,144. Eğer o, Allah’ı tespih edip
yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın
karnında kalırdı.
145. Derken
biz onu hasta bir hâlde sahile attık.
146. Üzerine
geniş yapraklı bir ağaç bitirdik.
147. Biz
onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak
gönderdik.
148. Nihayet
onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.
149. Ey
Muhammed! Onlara sor: Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı?
150. Yoksa
biz melekleri dişi olarak yaratmışız da onlar şahid mi bulunuyorlarmış?
151,152. İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları
olarak, “Allah çocuk sahibi oldu” diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar.
153. Yoksa
Allah kızları erkeklere tercih mi etti?
154. Neyiniz
var? Nasıl hüküm veriyorsunuz!
155. Hiç
düşünmüyor musunuz?
156. Yoksa
sizin apaçık bir deliliniz mi var?
157. Eğer
doğru söyleyen kimseler iseniz getirin (bu delili içeren) kitabınızı!
158. Allah
ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin
Allah’ın huzuruna getirileceklerini bilirler.
159. Allah,
onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir.
160. Ancak
Allah’ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir.
161,162,163. (Ey
müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız, cehenneme gireceklerden başkasını
kandırıp Allah’ın yolundan saptırabilirsiniz.
164. (Melekler
derler ki:) “Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır.”
165. “Şüphesiz
biz (orada) saf duranlarız.”
166. “Şüphesiz
biz (Allah’ı) tespih edip yüceltenleriz.”
167,168,169. Müşrikler)
şunu da söylüyorlardı: “Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap
olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk.”
170. Fakat
(kitap gelince) onu inkâr ettiler. Yakında (sonlarının ne olacağını) bilecekler.
171. Andolsun,
peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti:
172. “Onlara
mutlaka yardım edilecektir.”
173. “Şüphesiz
ordularımız galip gelecektir.”
174. O
hâlde, bir süreye kadar onlardan yüz çevir
175. Gözetle
onları, yakında onlar da görecekler.
176. Yoksa
onlar azabımızı acele mi istiyorlar?
177. Fakat
azabımız onların yurtlarına indiğinde, o uyarılmış olanların sabahı ne kötü
olur!
178. Ey
Muhammed! Bir süreye kadar onlardan yüz çevir.
179. (Bekle
ve) gör. Onlar da yakında görecekler.
180. Senin
Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden
uzaktır, yücedir.
181. Peygamberlere
selâm olsun.
182. Hamd,
âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Mekke döneminde inmiştir. 88 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “Sâd” harfinden almıştır. Sûrede başlıca, Allah’ın
birliği, müşriklerin inkârları ve sapıklıkları sebebiyle azabı hak etmiş
oldukları, Davûd, Süleyman, Eyyüp, İbrahim, İshak, İsmail, el-Yesa’ ve Zülkifl
peygamberlerin kıssaları, Davûd peygamberin hakemliği ve Hz. Peygamberin temel
görevi konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Sâd.[461] O
şanlı, şerefli Kur’an’a andolsun (ki o, Allah sözüdür).
2. Fakat
inkâr edenler bir büyüklenme ve ayrılık içindedirler.
3. Biz
onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Onlar da feryat ettiler, ama artık
kurtuluş zamanı değildi.
4. Kâfirler,
kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: “Bu,
yalancı bir sihirbazdır.”
5. “İlâhları
bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!”
6,7,8. İçlerinden
ileri gelenler, “Gidin, ilâhlarınıza tapmaya devam edin. İşte bu istenen
şeydir. Biz bunu son dinde (en son dinî inanışlarda) duymadık. Bu ancak bir
uydurmadır. O zikir (Kur’an) içimizden ona mı indirildi?” diyerek kalkıp
gittiler. Hayır, onlar benim Zikrimden (Kur’an’dan) şüphe içindedirler. Hayır,
henüz azabımı tatmadılar.
9. Yoksa
mutlak güç sahibi ve çok bağışlayan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında
mıdır?
10. Yoksa
göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümranlığı onların mıdır? Öyle ise
sebeplere yapışarak yükselsinler (bakalım!)
11. Onlar,
çeşitli gruplardan oluşmuş ve şuracıkta bozguna uğrayacak derme çatma bir
ordudur.
12,13. Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd kavmi, kazıklar
sahibi[462] Firavun, Semûd kavmi,
Lût kavmi ve Eyke halkı da Peygamberleri yalanlamışlardı. İşte onlar da (böyle)
gruplardı.
14. (O
grupların) her biri peygamberleri yalanladı da onları cezalandırmam hak oldu.
15. Bunlar
da (müşrikler de) ancak (vakti gelince) asla geri kalmayacak korkunç bir ses
bekliyorlar.
16. Müşrikler
(alay ederek) şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Hesap gününden önce payımızı hemen
ver!”
17. Ey
Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güçlü kulumuz Dâvûd’u hatırla.
O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.
18,19. Kendisiyle birlikte tesbih etsinler diye biz,
dağları ve toplanıp gelen kuşları Dâvûd’un emrine verdik. Onların her biri
Allah’a yönelmişlerdi.
20. Biz
Davud’un mülkünü güçlendirdik, ona hikmet ve hakla batılı ayıran söz (hüküm
verme) yeteneği verdik.
21. Sana
davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.
22. Hani
Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, “Korkma! Biz,
iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle
hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet” dediler.
23. İçlerinden
biri şöyle dedi: “Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise
bir tek koyunum var. Böyle iken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni
bastırdı.”
24. Davud
dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle
sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak
iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim
kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi,
eğilerek secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.
25. Biz
de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp
geleceği güzel bir yer vardır.
26. Ona
dedik ki: “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında
hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır.
Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir
azap vardır.”
27. Biz
göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu (yaratılanların boş
yere yaratıldığı iddiası) inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı
vay inkâr edenlerin hâline!
28. Yoksa
biz iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi
tutacağız? Yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanları yoldan çıkan arsızlar gibi
mi tutacağız?
29. Bu
Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana
indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
30. Dâvûd’a
Süleyman’ı bağışladık. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah’a çok yönelen bir
kimse idi.
31. Hani
ona akşamüstü bir ayağını tırnağı üstüne dikip üç ayağının
üzerinde duran çalımlı ve soylu atlar sunulmuştu.
32,33. Süleyman, “Gerçekten ben malı, Rabbimi anmamı
sağladığından dolayı çok severim” dedi. Nihayet gözden kaybolup gittikleri
zaman[463], “Onları bana geri
getirin” dedi. (Atlar gelince de) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.
34. Andolsun,
biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık.[464]
Sonra tövbe edip bize yöneldi.
35. Süleyman,
“Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk
(hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi.
36. Biz
de rüzgârı onun buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif
hafif eserdi.
37,38. Bina ustası olan ve dalgıçlık yapan her bir
şeytanı, bukağılara bağlı olarak diğerlerini de, onun emrine verdik.
39. “İşte
bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme”
dedik.
40. Şüphesiz
katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.
41. (Ey
Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk
ve azap dokundurdu” diye seslenmişti.
42. Biz
de ona, “Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik.
43. Biz
ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini
ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik.
44. Şöyle
dedik: “Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.”[465]
Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu!
O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.
45. (Ey
Muhammed!) Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an.
46. Şüphesiz
biz onları, ahiret yurdunu düşünme özelliği ile (temizleyip) ihlâslı kimseler
kıldık.
47. Şüphesiz
onlar, bizim katımızda hayırlı, seçkin kimselerdendir.
48. (Ey
Muhammed!) İsmail, el-Yesa’ ve Zülkifl’i de an. Onların her biri iyi
kimselerdi.
49,50. Bu bir öğüttür. Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için elbette güzel bir dönüş yeri, kapıları kendilerine açılmış
olarak Adn cennetleri vardır.
51. Onlar
orada koltuklara yaslanmış olarak pek çok meyveler ve içecekler isterler.
52. Yanlarında
gözlerini kendilerinden ayırmayan yaşıt eşler vardır.
53. İşte
bunlar, hesap günü için size vaad edilenlerdir.
54. İşte
bu bizim verdiğimiz rızıktır. Ona asla tükenme yoktur.
55,56. İşte böyle! Şüphesiz azgınlar için elbette
kötü bir dönüş yeri, cehennem vardır. Onlar oraya girerler. Orası ne kötü bir
yataktır!
57. İşte
(azap), onu tatsınlar: Bir kaynar su ve bir irin.
58. O
azaba benzer çeşit çeşit başka azaplar da vardır.
59. (Kendi
aralarında şöyle derler:) “İşte sizinle beraber cehenneme tıkılacak bir grup.
Onlara rahat ve huzur olmasın! Şüphesiz onlar cehenneme gireceklerdir.”
60. O
grup da, “Hayır, size rahat ve huzur olmasın. Bu cehennemi bizim önümüze siz
sürdünüz. Orası ne kötü durak yeridir!” der.
61. Şöyle
derler: “Ey Rabbimiz! Bunu bizim önümüze kim sürdüyse, cehennemde onun azabını
bir kat daha artır.”
62. Yine
şöyle derler: “Dünyada kendilerini kötü saydığımız adamları acaba neden
göremiyoruz?”
63. “(Cehennemlik
değillerdi de) biz onları alaya mı almış olduk, yoksa (buradalar da)
gözlerimizden mi kaçtılar?”
64. Şüphesiz
bu, cehennemliklerin birbirleriyle çekişmesi kesin bir gerçektir.
65. (Ey
Muhammed!) De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Her şey üzerinde mutlak otorite
sahibi olan bir Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.”
66. “O,
göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Mutlak güç sahibidir, çok
bağışlayandır.”
67. De
ki: “Bu Kur’an, büyük bir haberdir.”
68. “Siz
ise ondan yüz çeviriyorsunuz.”
69. “Aralarında
tartıştıkları sırada, yüce topluluğa (ileri gelen melekler topluluğuna) dair
benim hiçbir bilgim yoktu.”
70. “Bana
ancak, benim sadece bir uyarıcı olduğum vahyediliyor.”
71. Hani,
Rabbin meleklere şöyle demişti: “Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım.”
72. “Onu
şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin.”
73. Derken
bütün melekler topluca saygı ile eğildiler.
74. Ancak
İblis eğilmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
75. Allah,
“Ey İblis! Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu?
Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?” dedi.
76. İblis,
“Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın”
dedi.
77. Allah,
şöyle dedi: “Öyle ise çık oradan (cennetten), çünkü sen kovuldun.”
78. “Şüphesiz
benim lânetim hesap ve ceza gününe kadar senin üzerinedir.”
79. İblis,
“Ey Rabbim! Öyle ise bana insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver”
dedi.
80,81. Allah, şöyle dedi: “Sen o bilinen vakte
(kıyamet gününe) kadar mühlet verilenlerdensin.”
82,83. İblis, “Senin şerefine andolsun ki, içlerinden
ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım” dedi.
84. Allah,
şöyle dedi: “İşte bu gerçektir. Ben de gerçeği söylüyorum:”
85. “Andolsun,
cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.”
86. (Ey
Muhammed!) De ki: “Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret
istemiyorum. Ben kendiliğinden yükümlülük altına girenlerden değilim.”
87. “Bu
Kur’an, âlemler için ancak bir öğüttür.”
88. “Onun
haberlerinin doğruluğunu bir süre sonra mutlaka öğreneceksiniz.”
Mekke döneminde inmiştir. 75 âyettir.
Sûre, adını 71 ve 73. âyetlerde geçen “Zümer” kelimesinden almıştır. Zümer;
zümreler, gruplar demektir. Sûrede başlıca, göklerde ve yerde Allah’ın
birliğini gösteren deliller, mü’minlerin cennete, kâfirlerin cehenneme sevk
edilecekleri konu edilmekte; kullar, ölüm gelip çatmadan Allah’a yönelmeye
çağrılmaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Kitab’ın
indirilmesi mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.
2. (Ey
Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de
dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.
3. İyi
bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar
edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye
ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda
aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları inkar edenleri doğru
yola iletmez.
4. Eğer
Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O,
bundan uzaktır, yücedir. O, bir ve her şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan
Allah’tır.
5. Gökleri
ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine
örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara
boyun eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir.
İyi bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
6. O,
sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan[466] eşini
var etti. Sizin için hayvanlardan (erkek ve dişi olarak) sekiz eş yarattı.[467]
Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat)
karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak
hâkimiyet) yalnız O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde, nasıl
oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?
7. Eğer
inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama
kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı
olur. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Sonra dönüşünüz
ancak Rabbinizedir. O da size yaptıklarınızı haber
verir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.
8. İnsana
bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından
ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın
yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: “Küfrünle az bir süre yaşayıp
geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin.”
9. (Böyle
bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde
ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden
mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt
alırlar.
10. (Ey
Muhammed!) Bizim adımıza de ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı
gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar için (ahirette) bir iyilik
vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız
olarak verilir.”
11. De
ki: “Şüphesiz bana, dini Allah’a has kılarak O’na ibadet etmem emredildi.”
12. “Bana,
müslümanların ilki olmam da emredildi.”
13. De
ki: “Eğer ben Rabbime isyan edersem, şüphesiz büyük bir günün azabından
korkarım.”
14. De
ki: “Ben dinimi Allah’a has kılarak sadece O’na ibadet ediyorum.”
15. “Siz
de Allah’tan başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!” De ki: “Şüphesiz hüsrana
uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. İyi
bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.”
16. Onlar
için üstlerinde ateşten katmanlar, altlarında (ateşten) katmanlar vardır. İşte
Allah, kullarını bununla korkutur. Ey kullarım, bana karşı gelmekten sakının.
17. Tâğût’tan[468],
ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı
müjdele!
18. Sözü
dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete
erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.
19. Hakkında
azap sözü (hükmü) gerçekleşenler, hiç onlar gibi olur mu? Cehennemlikleri sen
mi kurtaracaksın?
20. Fakat
Rabbine karşı gelmekten sakınanlar için (cennette) üst üste yapılmış ve
altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur.
Allah, va’dinden dönmez.
21. Görmedin
mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra
onunla renkleri çeşit çeşit ekinler çıkarıyor. Sonra ekinler kuruyor da onları
sapsarı kesilmiş görüyorsun. Sonra da Allah onları kurumuş çer çöp hâline
getirir. Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.
22. Allah’ın,
göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi
imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların
vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.
23. Allah,
sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri,
öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden
korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de
(vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an
Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah, kimi
saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.
24. Kıyamet
günü kötü azaba karşı yüzüyle korunan kimse[469], (o
gün) azaptan emin olan kimse gibi midir? Zalimlere, “Kazandıklarınızı tadın”
denir.
25. Onlardan
öncekiler de yalanladılar ve azap kendilerine farkına varamadıkları bir yerden
geldi.
26. Böylece
Allah dünya hayatında onlara zilleti tattırdı. Elbette ki ahiret azabı daha
büyüktür. Keşke bilselerdi!
27. Andolsun,
öğüt alsınlar diye biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali verdik.
28. Biz
onu, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye hiçbir eğriliği bulunmayan Arapça
bir Kur’an olarak indirdik.
29. Allah,
birbiriyle çekişen ortak sahipleri bulunan bir (köle) adam ile yalnızca bir
kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi. Bu iki adamın durumu hiç, bir
olur mu?[470] Hamd Allah’a mahsustur.
Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.
30. (Ey
Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.
31. Sonra
şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz.
32. Kim,
Allah’a karşı yalan uyduran ve kendisine geldiğinde, doğruyu (Kur’an’ı)
yalanlayandan daha zalimdir? Cehennemde kâfirler için kalacak bir yer mi yok!?
33. Dosdoğru
Kur’an’ı getiren ile onu tasdik edenler var ya, işte onlar Allah’a karşı
gelmekten sakınanlardır.
34. Onlar
için Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu, iyilik yapanların mükâfatıdır.
35. Allah,
işlediklerinin en kötüsünü örtmek ve onlara yaptıklarının en güzeli ile
karşılık vermek için (onları böyle mükâfatlandırdı).
36. Allah,
kuluna yetmez mi? Seni O’ndan (Allah’tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar.
Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur.
37. Allah,
kimi de doğru yola iletirse artık onu saptıracak hiç kimse yoktur. Allah mutlak
güç sahibi, intikam sahibi değil midir?
38. Andolsun,
eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette, “Allah”,
derler. De ki: “Peki söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz
var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah’ın
dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese,
onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül
edenler ancak O’na tevekkül ederler.”
39,40. De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben
de yapacağım. Kişiyi rezil edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kimin
başına ineceğini yakında bileceksiniz!”
41. (Ey
Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim
doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi
aleyhine sapar. Sen onlara vekil değilsin.
42. Allah,
(ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır.
Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye
(ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için
elbette ibretler vardır.
43. Yoksa
Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Hiçbir şeye güçleri yetmese
ve düşünemiyor olsalar da mı?”
44. De
ki: “Şefaat tümüyle Allah’a aittir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.”
45. Allah,
bir tek (ilâh) olarak anıldığında ahirete inanmayanların kalpleri daralır.
Allah’tan başkaları (ilâhları) anıldığında bakarsın sevinirler.
46. De
ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gaybı da, görünen âlemi de bilen
Allah’ım! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında sen
hükmedersin.”
47. Eğer
yeryüzünde bulunan her şey tümüyle ve onlarla beraber bir o kadarı da
zulmedenlerin olsa, kıyamet günü kötü azaptan kurtulmak için elbette onları
verirlerdi. Artık, hiç hesap etmedikleri şeyler Allah tarafından karşılarına
çıkmıştır.
48. (Dünyada)
kazandıkları şeylerin kötülükleri karşılarına çıkmış, alay etmekte oldukları
şey onları kuşatmıştır.
49. İnsana
bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet
verdiğimizde, “Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir” der. Hayır, o bir
imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler.
50. Bunu
kendilerinden öncekiler de söylemişti ama kazandıkları şeyler onlara hiçbir
yarar sağlamamıştı.
51. Nihayet
kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet etmişti. Onlardan zulmedenler
var ya, kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet edecektir. Onlar
Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.
52. Bilmediler
mi ki, Allah rızkı dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz
bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.
53. De
ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden
ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
54. Azap
size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım
edilmez.
55,56. Farkında
olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en
güzeline uyun ki, kişi, “Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime!
Gerçekten ben alay edenlerden idim” demesin.
57. Yahut, “Allah beni doğru yola iletseydi, elbette O’na karşı
gelmekten sakınanlardan olurdum” demesin.
58. Yahut
azabı gördüğünde, “Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik
yapanlardan olsam” demesin.
59. (Allah,
şöyle diyecek:) “Hayır, öyle değil! Âyetlerim sana geldi de sen onları
yalanladın, büyüklük tasladın ve inkârcılardan oldun.”
60. Kıyamet
günü Allah’a karşı yalan söyleyenleri görürsün, yüzleri kapkara kesilmiştir.
Büyüklük taslayanlar için cehennemde bir yer mi yok!?
61. Allah,
kendisine karşı gelmekten sakınanları başarıları sebebiyle kurtarır. Onlara
kötülük dokunmaz. Onlar üzülmezler de.
62. Allah,
her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.
63. Göklerin
ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte
onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
64. De
ki: “Ey cahiller! Siz bana Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi
emrediyorsunuz?”
65. Andolsun,
sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: “Eğer Allah’a ortak
koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.”
66. Hayır,
yalnız Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol.
67. Allah’ın
kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun
elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak
koştuklarından uzaktır, yücedir.
68. Sûr’a
üflenir ve Allah’ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki
herkes ölür. Sonra ona bir daha üflenir, bir de bakarsın onlar kalkmış
bekliyorlar.
69. Yeryüzü,
Rabbinin nuruyla aydınlanır. Kitap (amel defterleri) ortaya
konur. Peygamberler ve şahitler getirilir ve haksızlığa uğratılmaksızın
aralarında adaletle hüküm verilir.
70. Herkese
yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi
bilendir.
71. İnkâr
edenler grup grup cehenneme sevk edilirler. Cehenneme vardıklarında oranın
kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: “Size içinizden,
Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi
uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar da, “Evet geldi” derler. Fakat inkârcılar
hakkında azap sözü gerçekleşmiştir.
72. Onlara
şöyle denir: “İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük
taslayanların kalacağı yer ne kötüdür!”
73. Rablerine
karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevk edilirler. Cennete
vardıklarında oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der:
“Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi ebedî
kalmak üzere buraya girin.”
74. Onlar
şöyle derler: “Hamd, bize olan vaadini gerçekleştiren ve bizi cennetten
dilediğimiz yere konmak üzere bu yurda varis kılan Allah’a mahsustur. Salih
amel işleyenlerin mükâfatı ne güzelmiş!”
75. Melekleri
de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış hâlde
görürsün. Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve “Hamd âlemlerin
Rabbi olan Allah’a mahsustur” denilmiştir.
56 ve 57. âyetler hariç Mekke
döneminde inmiştir. 85 âyettir. Sûre, adını 28. âyette geçen “mü’min”
kelimesinden almıştır. Mü’min inanan kimse demektir. Âyette sözü edilen mü’min,
Firavun ailesinin; gizlice iman eden ve çevresindekileri hakka yönlendirmeye
çalışan bir ferdidir. Ayrıca sûre, Allah’ın sıfatlarından biri olan ve 3.
âyette geçen “ğâfir” kelimesinden dolayı “Ğâfîr sûresi” diye de anılmaktadır.
“Ğâfir”, bağışlayan demektir. Sûrede başlıca, Allah’ın birliğini gösteren bazı
delillere yer verilerek kıyametle ilgili tasvirler yapılmaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Hâ
Mîm.[471]
2,3. Bu
kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan,
tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O’ndan
başka ilâh yoktur. Dönüş ancak O’nadır.
4. Allah’ın
âyetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaya girişmez. Onların
şehirlerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın.
5. Onlardan
önce Nûh’un kavmi ve onlardan sonra gelen topluluklar da yalanlamıştı. Her
ümmet kendi peygamberini yakalayıp cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı yok etmek
için batıl şeyler ileri sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak
yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış, (gördüler)!
6. Böylece
Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, “Onlar cehennemliklerdir” sözü gerçekleşmiş
oldu.
7. Arş’ı
taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek
tespih ederler, O’na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma
dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde
tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.”
8. “Ey
Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi
olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak
güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”
9. “Onları
kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş
olursun. İşte bu büyük başarıdır.
10. İnkâr
edenler var ya, muhakkak onlara: “Allah’ın (size) gazabı, sizin kendinize olan
gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkâr ederdiniz”
diye seslenilir.
11. Onlar
da şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin.[472]
Günahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?”
12. “Bu,
sizin tevhid çerçevesinde Allah’a çağrıldığında inkâr etmeniz, O’na ortak
koşulduğunda ise inanmanız sebebiyledir. Artık hüküm yüce ve büyük Allah’a
aittir.”
13. O,
size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ancak O’na
yönelen, düşünüp ibret alır.
14. O
hâlde, kâfirlerin hoşuna gitmese de, siz dini Allah’a has kılarak O’na ibadet
edin.
15. O,
dereceleri hakkıyla yükseltendir, Arş’ın sahibidir. Buluşma günü hakkında
(insanları) uyarmak için, irâdesiyle ilgili vahyi kullarından dilediğine, kendi
indirir.
16. O
gün onlar ortaya çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz. Bugün mülk
(hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altında tutan
Allah’ındır
17. Bugün
herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz Allah,
hesabı çabuk görendir.
18. Yaklaşmakta
olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki)
gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir
şefaatçisi vardır.
19. Allah,
gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.
20. Allah,
hak ve adâletle hükmeder. Allah’tan başka taptıkları ise hiçbir hükümde
bulunamazlar. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
21. Onlar
yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna
bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü ve yeryüzündeki eserleri daha
üstündü. Böyle iken Allah, günahları sebebiyle onları yakaladı. Onları Allah’ın
azabından koruyacak hiç kimse olmadı.
22. Bunun
sebebi şu idi: Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getiriyorlardı da onlar inkâr
ediyorlardı. Bu yüzden Allah da onları yakalayıverdi. Şüphesiz O, güçlüdür,
cezası da çok şiddetlidir.
23,24. Andolsun
ki biz Mûsâ’yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun’a, Hâmân’a ve
Kârûn’a[473] gönderdik. Onlar ise;
“Bu çok yalancı bir sihirbazdır” dediler.
25. Mûsâ
onlara tarafımızdan gerçeği getirince, “Onunla beraber iman edenlerin
oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın” dediler. Fakat kâfirlerin tuzağı
hep boşa çıkmıştır.
26. Firavun
dedi ki: “Bırakın beni, Mûsâ’yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma
çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden,
yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.”
27. Mûsâ
da, “Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de
Rabbiniz olan Allah’a sığınırım” dedi.
28. Firavun
ailesinden, imanını gizlemekte olan mü’min bir adam şöyle dedi: “Rabbim
Allah’tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Hâlbuki o, size Rabbinizden
apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer
doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir.
Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.”
29. “Ey
kavmim! Bugün yeryüzüne hâkim kimseler olarak iktidar ve saltanat sizindir. Ama
başımıza geldiğinde bizi, Allah’ın azabından kim kurtarır?” Firavun, “Ben size
ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi ancak doğru yola götürüyorum” dedi.
30,31. İman
etmiş olan adam dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd
kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de
başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah, kullarına asla zulmetmek istemez.”
32,33.“Ey kavmim! Gerçekten sizin için, o bağrışıp
çağrışma gününden, arkanıza dönüp kaçmaya
çalışacağınız
günden korkuyorum. (O gün) sizi, Allah’(ın azabın)dan
kurtaracak kimse yoktur. Allah,
kimi
saptırırsa artık onu doğru yola iletecek de yoktur.”
34. Andolsun,
daha önce Yûsuf da size apaçık deliller getirmişti de, onun size getirdikleri
hakkında şüphe edip durmuştunuz. Daha sonra o ölünce de, “Allah, ondan sonra
aslâ peygamber göndermez” demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden şüpheci kimseleri
böyle saptırır.
35. Onlar
kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında tartışan
kimselerdir. Bu ise Allah katında ve iman edenler katında büyük öfke ve gazap
gerektiren bir iştir. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler.
36,37. Firavun
dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına
erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna
inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan
saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı.
38. O
inanan kimse dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim.”
39. “Ey
kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedî
olarak kalınacak yerdir.”
40. “Kim
bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mü’min
olarak salih bir amel işlerse, işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız
olarak rızıklandırılacaklardır.”
41. “Ey
kavmim! Bu ne hâl? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe
çağırıyorsunuz.”
42. “Siz
beni Allah’ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak
koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi mutlak güç sahibine, çok bağışlayana
(Allah’a) çağırıyorum.”
43. “Şüphe
yok ki sizin beni tapmaya çağırdığınız şeyin ne dünya ne de ahiret konusunda
hiçbir çağrısı yoktur. Kuşkusuz dönüşümüz Allah’adır. Şüphesiz, aşırı gidenler
cehennemliklerin ta kendileridir.”
44. “Size
söylediklerimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz
Allah, kullarını hakkıyla görendir.”
45. Allah,
onu, onların hilelerinin kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini, azâbın en
kötüsü kuşattı.
46. (Öyle
bir) ateş ki, onlar sabah-akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de,
“Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir.
47. Ateşin
içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, “Biz
size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir
misiniz?” derler.
48. Büyüklük
taslayanlar ise şöyle derler: “Biz hepimiz ateşin içindeyiz. Şüphesiz Allah,
kullar arasında (böyle) hüküm vermiştir.”
49. Ateşte
olanlar cehennem bekçilerine, “Rabbinize yalvarın da (hiç değilse) bir gün
bizden azabı hafifletsin” derler.
50. (Cehennem
bekçileri) derler ki: “Size peygamberleriniz açık mucizeler getirmemiş miydi?”
Onlar, “Evet, getirmişti” derler. (Bekçiler), “Öyleyse kendiniz yalvarın”
derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır.
51. Şüphesiz
ki, peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik
edecekleri günde yardım ederiz.
52. O
gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez. Lânet de onlaradır, kötü yurt da
onlaradır.
53,54. Andolsun,
biz Mûsâ’ya hidayet verdik. İsrailoğulları’na da, akıl sahipleri için bir öğüt
ve doğruluk rehberi olarak o kitabı (Tevrat’ı) miras bıraktık.
55. Ey
Muhammed! Sabret. Allah’ın va’di şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını
iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ederek tespih et.
56. Allah’ın
âyetleri hakkında, kendilerine gelmiş bir delilleri olmaksızın tartışanlar var
ya, onların kalplerinde ancak bir büyüklük taslama vardır. Onlar, tasladıkları
büyüklüğe asla ulaşmazlar. Sen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir,
hakkıyla görendir.
57. Elbette
göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir
şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
58. Kör
ile gören, iman edip salih ameller işleyenler ile kötülük yapan bir değildir.
Siz pek az düşünüyorsunuz.
59. Kıyamet
günü mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna
inanmazlar.
60. Rabbiniz
şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi
kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.”
61. Allah,
içinde rahat edesiniz diye geceyi ve (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak da
gündüzü yaratandır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı sonsuz iyilik sahibidir,
fakat insanların çoğu şükretmezler.
62. İşte
her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
Durum bu iken nasıl oluyor da (haktan) döndürülüyorsunuz?
63. Allah’ın
âyetlerini inkâr etmekte olanlar, işte böyle döndürülürler.
64. Allah,
yeryüzünü sizin için karar kılma yeri, göğü de binâ yapan; size şekil verip de
şekillerinizi güzel kılan ve sizi temiz şeylerle rızıklandırandır. İşte
Rabbiniz Allah! Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
65. O,
diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde sadece Allah’a itaat ederek
(samimi olarak) O’na ibadet edin. Hamd,
âlemlerin Rabbine mahsustur.
66. De
ki: “Rabbimden bana apaçık deliller gelince, Allah’ı bırakıp da taptıklarınıza
tapmam bana yasaklandı ve bana, âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi.”
67. O,
sizi (önce) topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra “alaka”dan[474]
yaratan, sonra sizi (ana rahminden) çocuk olarak çıkaran, sonra olgunluk çağına
ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için sizi yaşatandır. İçinizden önceden
ölenler de vardır. Allah bunları, belli bir zamana erişmeniz ve düşünüp akıl
erdirmeniz için yapar.
68. O,
yaşatan ve öldürendir. Bir şeye karar verdiğinde, ona sadece “ol” der, o da
oluverir.
69. Allah’ın
âyetleri hakkında tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar?
70. Onlar,
kitabı (Kur’an’ı) ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlardır. Onlar
bilecekler.
71,72. O
zaman onlar, boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu hâlde kaynar suda
sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklardır.
73,74. Sonra
onlara, “Allah’ı bırakıp da ortak koştuklarınız nerede?” denilir. Onlar da,
“(Yüzüstü bırakıp) bizden uzaklaştılar. Hayır, demek ki, biz önceleri hiçbir
şeye tapmıyormuşuz, (taptıklarımız bir hiçmiş)” derler. İşte Allah, inkârcıları
böyle saptırır.
75. Bu,
sizin yeryüzünde haksız yere şımarmanızdan ve böbürlenmenizden ötürüdür.
76. Onlara,
“Ebedî kalmak üzere cehennem kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne
kötüdür!” (denir).
77. Sen
sabret! Şüphesiz Allah’ın verdiği söz gerçektir. Onları tehdit ettiğimiz azâbın
bir kısmını sana göstersek de (ya da göstermeden önce) seni vefât ettirsek de,
sonunda onlar bize döndürüleceklerdir.
78. Andolsun,
senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var,
anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan bir mûcize
getiremez. Allah’ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu
batıl sayanlar hüsrana uğrarlar.
79. Allah,
bir kısmına binesiniz, bir kısmını da yiyesiniz diye sizin için hayvanları
yaratandır.
80. Onlarda
sizin için daha birçok faydalar da vardır. Gönüllerinizdeki ihtiyaçlara
kendileri üzerinden ulaşasınız diye onları yaratmıştır. Onlarla ve gemilerle
taşınırsınız.
81. Allah,
size âyetlerini gösteriyor. Allah’ın hangi âyetlerini inkâr edersiniz?
82. Onlar
yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna
bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha çok, daha güçlü ve onların yeryüzündeki
eserleri daha üstündü. Fakat kazanmakta oldukları şeyler onlara bir fayda
vermemişti.
83. Peygamberleri
onlara apaçık deliller getirince, sahip oldukları bilgi ile şımardılar (ve
onları alaya aldılar). Sonunda alaya almakta oldukları şey kendilerini
sarıverdi.
84. Azabımızı
gördükleri zaman, “Yalnız Allah’a inandık; O’na ortak koşmakta olduğumuz
şeyleri inkâr ettik” dediler.
85. Fakat
azâbımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah’ın
kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanunudur. İşte orada inkârcılar
hüsrana uğradılar.
Mekke döneminde inmiştir. 54 âyettir.
Sûre, adını üçüncü âyette geçen ve Kur’an âyetlerini niteleyen “fussilet”
ifadesinden almıştır. “Fussilet”, “genişçe açıklandı” demektir. Sûre, ayrıca
“Hâ Mîm es-Secde” diye de anılır. Sûrede başlıca hakka davet, batılda ısrar
edenlerin uyarılması, vahyin insanlar üzerindeki ahlâkî ve manevî etkileri konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hâ
Mîm.[475]
2.
Bu
Kur’an, Rahmân ve Rahîm olan Allah’tan indirilmedir.
3.
Bu,
bilen bir toplum için Arapça bir Kur’an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir
kitaptır.
4.
Müjdeleyici
ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık
onlar işitmezler.
5.
Dediler
ki: “(Ey Muhammed!) Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler
içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde
vardır. O hâlde sen (istediğini) yap, şüphesiz biz de (istediğimizi)
yapacağız.”[476]
6.
De
ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir
tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin.
Allah’a ortak koşanların vay hâline!”
7.
Onlar
zekâtı vermeyen kimselerdir. Onlar ahireti de inkâr ederler.
8.
Şüphesiz
iman edip salih ameller işleyenler için ise kesintisiz bir mükâfat vardır.
9.
De
ki: “Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar
koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.”
10.
O,
dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada
bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına
uygun olarak rızıklar takdir etti.
11.
Sonra
duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya
istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler.
12.
Böylece
onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini
bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak
güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.
13.
Eğer
yüz çevirirlerse, onlara de ki: “Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan
yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım.”
14.
Hani
onlara peygamberler önlerinden ve arkalarından[477]
gelmiş, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin” demişler, onlar da, “Eğer Rabbimiz
dileseydi (Peygamber olarak) melekler indirirdi. Bu sebeple, biz sizinle
gönderilenleri inkâr ediyoruz” demişlerdi.
15.
Âd
kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, “Bizden daha güçlü kim
var?” demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha güçlü
olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.
16.
Biz
de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde
üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azâbı elbette daha rezil
edicidir. Onlara yardım da edilmez.
17.
Semûd
kavmine gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete
tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları
çarpmıştı.
18.
İnananları
ve Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.
19.
Allah’ın
düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla!
20.
Nihayet
cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler
hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler.
21.
Onlar
derilerine, “Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?” derler. Derileri de der ki;
“Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine
yalnızca O’na döndürülüyorsunuz.”
22.
“Siz
(günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize
şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lâkin,
yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.”
23.
“İşte
bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de
ziyâna uğrayanlardan oldunuz.”
24.
Şimdi
eğer dayanabilirlerse, artık cehennem onların yeridir! Eğer Allah’ın rızasını
kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler, onlara izin verilmez.
25.
Biz
onların başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini
ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş
olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (azap), onlar için de
gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı.
26.
İnkâr
edenler dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken
yaygara koparın.”
27.
İnkâr
edenlere mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en
kötüsü ile cezalandıracağız.
28.
İşte
böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi inkâr etmelerinin
cezası olarak orada onlar için ebedîlik yurdu vardır.
29.
(Ateşe
giren) inkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi
saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en
aşağılıklardan olsunlar.”
30.
Şüphesiz
“Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine
akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada
iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!”
31,32. “Biz
dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli
olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var,
istediğiniz her şey orada sizin için var.”
33. Allah’a
çağıran, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben müslümanlardanım” diyenden daha
güzel sözlü kimdir?
34. İyilikle
kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki,
seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.
35. Bu
güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve
olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.
36. Eğer
şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.
Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
37. Gece,
gündüz, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde
etmeyin. Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah’a
secde edin.[478]
38. Eğer
onlar büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin yanında bulunanlar
(melekler), gece gündüz hiç usanmadan O’nu tespih ederler.
39. Allah’ın
varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru)
görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz
ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü
hakkıyla yetendir.
40. Âyetlerimiz
konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O hâlde
kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?
Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.
41. Kur’an
kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.
Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır.
42. Ona
ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık
olan Allah tarafından indirilmiştir.
43. Sana
ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz
senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.
44. Eğer
biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe
açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?”
derlerdi. De ki: “O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların
kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir.
(Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).”
45. Andolsun!
Biz, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer
(azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş
olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur’an hakkında
derin bir şüphe içindedirler.
46. Kim
iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir.
Rabbin, kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.
47. Kıyametin
ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O’na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından
ancak O’nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O’nun bilgisi altında hamile
kalır ve doğurur. Allah onlara, “Nerede bana ortak koştuklarınız?” diye
seslendiği gün şöyle derler: “Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir
kimse yok.”
48. Daha
önce yalvardıkları (tanrılar) onları yüzüstü bırakıp uzaklaşmıştır. Kendileri
için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır.
49. İnsan,
hayır (mal, mülk, genişlik) istemekten usanmaz. Fakat başına bir kötülük
gelince umutsuzluğa düşer, yıkılır.
50. Andolsun!
Başına gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak
mutlaka “Bu benim hakkımdır, Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Andolsun,
Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O’nun yanında benim için daha güzel şeyler
vardır” der. Andolsun, biz inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz
ve andolsun, onlara mutlaka ağır azaptan tattıracağız.
51. İnsana
nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de
yalvarmaya koyulur.
52. De
ki: “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr
etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim
olabilir?”
53. Varlığımızın
delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara
göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin,
her şeye şâhit olması yetmez mi?
54. İyi
bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki,
O, her şeyi kuşatandır.
Mekke döneminde inmiştir. 53 âyettir.
Sûre, adını 38. âyette geçen “Şûrâ” kelimesinden almıştır. Şûrâ, danışma
demektir. Sûrede başlıca müslümanların işlerini kendi aralarında danışma
yoluyla yürüttükleri, ayrıca kâinatta Allah’ın birliğini gösteren deliller ve
kıyamet gününün hâlleri konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hâ
Mîm.
2.
Ayn
Sîn Kâf[479]
3.
(Ey
Muhammed!) Mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, sana ve senden
öncekilere işte böyle vahyeder.
4.
Göklerde
ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O, yücedir,
büyüktür.
5.
Neredeyse
gökler (O’nun azametinden) üstlerinden çatlayacaklar. Melekler ise, Rablerini
hamd ile tespih ederler ve yeryüzündekiler için bağışlanma dilerler. İyi bilin
ki Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
6.
Allah’tan
başka dostlar edinenlere gelince, Allah onları daima gözetlemektedir. Sen
onlara vekil değilsin.
7.
Böylece
biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve
çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle
onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir.
8.
Allah
dileseydi, onları (aynı dine mensup) bir tek ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini
rahmetine sokar. Zalimlerin ise bir dost ve yardımcısı yoktur.
9.
Yoksa
onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Hâlbuki gerçek dost Allah’tır. O,
ölüleri diriltir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
10.
Hakkında
ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim
Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
11.
O,
gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden[480]
eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sûretle sizi
üretiyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla
görendir.
12.
Göklerin
ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol
verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir.
13.
“Dini
dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana
vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat
senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır
geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona
ulaştırır.
14.
Onlar,
kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa
düştüler. Eğer (azabın) belli bir süreye kadar (ertelenmesi ile ilgili olarak)
Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan
sonra Kitab’a mirasçı kılınanlar da, onun hakkında derin bir şüphe
içindedirler.
15.
(Ey
Muhammed!) Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.
Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben, Allah’ın indirdiği her
kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de
Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz
sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi
bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.”
16.
Allah’ın
çağrısına uyulduktan sonra O’nun hakkında tartışmaya girenlerin delilleri
Rableri katında batıldır. Onlara bir gazap vardır. Onlar için çetin bir azap
vardır.
17.
Allah,
hak olarak Kitab’ı ve mizanı[481]
indirendir. Sen nereden bileceksin belki de o saat (kıyamet) yakındır.
18.
Kıyamete
inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise, ondan korkarlar ve
onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, Kıyamet günü hakkında tartışanlar
derin bir sapıklık içindedirler.
19.
Allah,
kullarına çok lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, mutlak güç
sahibidir.
20.
Kim
âhiret kazancını isterse, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını
isterse, ona da istediğinden veririz, fakat onun ahirette hiçbir payı yoktur.
21.
Yoksa,
Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? Eğer (cezaların
ertelenmesine dair) kesin hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm
verilirdi. Şüphesiz, zâlimler için elem dolu bir azap vardır.
22.
Sen,
zalimlerin yaptıkları şeyler tepelerine inerken bu yüzden korku ile
titrediklerini göreceksin. İnanıp yararlı işler yapanlar da cennet
bahçelerindedirler. Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte
bu büyük lütuftur.
23.
İşte
bu, Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki:
“Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan
sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini
artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.
24.
Yoksa
“Yalan uydurup Allah’a iftira etti” mi diyorlar. Eğer Allah dilerse senin
kalbini mühürler. Allah batılı yok eder, hakkı sözleriyle gerçekleştirir.
Şüphesiz O, göğüslerin özünü (kalplerde olanları) hakkıyla bilendir.
25.
O,
kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı
bilendir.
26.
Allah,
iman edip salih ameller işleyenlerin dualarına karşılık verir; lütfundan onlara
fazlasını da verir. Kâfirler için ise çetin bir azap vardır.
27.
Allah,
kullarına (tümüne birden) rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık
ederlerdi. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından
hakkıyla haberdardır ve onları hakkıyla görendir.
28.
O,
insanlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren, rahmetini her tarafa
yayandır. O, dost olandır, övülmeye lâyık olandır.
29.
Gökleri,
yeri ve bu ikisi içinde yaydığı canlıları yaratması, O’nun varlığının
delillerindendir. O, dilediği zaman, onları bir araya getirmeye de gücü
yetendir.
30.
Başınıza
her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu
affeder.
31.
Yeryüzünde
O’nu âciz bırakamazsınız. Sizin için Allah’tan başka hiçbir dost ve yardımcı
yoktur.
32.
Denizde
dağlar gibi yüzen gemiler, O’nun varlığının delillerindendir.
33.
O,
dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda
çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
34.
Yahut
(içlerindekilerin) yaptıklarından dolayı onları helâk eder, birçoğunu da
affeder.
35.
Allah,
böyle yapar ki, âyetlerimiz hakkında
tartışanlar, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.
36,37,38,39. (Dünyalık
olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın
yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu mükâfat, inananlar ve
Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar,
öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve
namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar,
kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya
uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir.
40. Bir
kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim
affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O,
zâlimleri sevmez.
41. Zulme
uğradıktan sonra, kendini savunup hakkını alan kimseye (ceza vermek için) bir
yol yoktur.
42. Ceza
yolu ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler
içindir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır.
43. Her
kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.
44. Allah,
kimi saptırırsa artık bundan sonra onun hiçbir dostu yoktur. Azabı
gördüklerinde zâlimlerin, “Dünyaya dönmek için bir yol var mı?” dediklerini
görürsün.
45. Ateşe
sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli gizli
baktıklarını görürsün. İnananlar da, “İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü
kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır” diyecekler. İyi bilin ki
zâlimler, sürekli bir azap içindedirler.
46. Onların
Allah’tan başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur. Allah, kimi
saptırırsa artık onun için hiçbir çıkar yol yoktur.
47. Allah’tan,
geri çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun.
O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâr
edebilirsiniz!
48. Eğer
yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen,
sadece tebliğdir. Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda
ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa,
o zaman da insan pek nankördür kafirdir.
49. Göklerin
ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine
kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.
50. Yahut
o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır
yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.
51. Allah,
bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde
arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder.
Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.
52,53. İşte
sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap
nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi,
kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir
yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna.
İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner.
Mekke döneminde inmiştir. 89 âyettir.
Sûre, adını 35. âyette geçen “Zuhruf” kelimesinden almaktadır. Zuhruf; yaldız,
mücevher, dünya hayatının geçici menfaati anlamlarına gelir. Sûrede başlıca
tevhit, iman ve vahyin getirdiği hakikatler ile insanların bu hakikatlere ters
düşecek şekilde sırf geçici dünya menfaatlerine bağlanarak sergiledikleri
çelişki vurgulanmakta, batıla karşı çıkan ve hakkı tutan şahsiyetler olarak
İbrahim, Mûsâ ve İsa peygamberlerden söz edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Hâ
Mîm.[482]
2,3. Apaçık
Kitab’a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık.
4. Şüphesiz
o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir,
hikmetlerle doludur.
5. Haddi
aşan bir topluluk oldunuz, diye vazgeçip Zikir’le (Kur’an’la) sizi uyarmaktan
geri mi duralım?
6. Hâlbuki
daha önceki toplumlara da nice peygamberler göndermiştik.
7. (Onlar
da) kendilerine gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.
8. Biz,
onlardan daha çetinlerini de helâk ettik. Öncekilerin örneği geçti!
9. Andolsun,
onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka, “Onları mutlak güç
sahibi, hakkıyla bilen (Allah) yarattı” diyeceklerdir.
10. O,
yeryüzünü size beşik yapan ve gideceğiniz yere ulaşasınız diye sizin için orada
yollar var edendir.
11. O,
gökten bir ölçüye göre yağmur indirendir. Biz onunla ölü araziyi canlandırdık.
İşte siz de, böyle diriltileceksiniz.
12,13,14. O, bütün çiftleri yaratan,
üzerlerine kurulasınız, sonra da, kurulduğunuzda, Rabbinizin nimetini
hatırlayasınız ve “Bunu hizmetimize veren Allah’ın şanı yücedir. Bunlara bizim
gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz” diyesiniz diye sizin için
bindiğiniz gemileri ve hayvanları yaratandır.
15. Böyle
iken (“melekler Allah’ın kızlarıdır” demek suretiyle) kullarından bir kısmını
O’nun parçası saydılar. Şüphesiz insan apaçık bir nankördür inkar edicidir.
16. Yoksa, Allah, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de,
oğulları size mi seçip ayırdı?
17. Onlardan
biri, Rahmân’a örnek kıldığı (isnad ettiği kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman,
öfkesinden yüzü simsiyah kesilir.
18. Süs
içerisinde (narin bir biçimde) yetiştirilen ve tartışmada (delilini erkekler
gibi) açıklayamayanı mı Allah’a isnad ediyorlar?
19. Onlar,
Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit
mi oldular? Onların (yalan) şahitlikleri yazılacak ve sorgulanacaklardır.
20. “Eğer
Rahmân dileseydi, biz onlara kulluk etmezdik” dediler. Bu konuda hiçbir
bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
21. Yoksa
bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı sarılıyorlar?
22. Hayır!
Onlar sadece, “Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk,
ve biz onların izlerinden gitmekteyiz” dediler.
23. İşte
böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın
şımarık zenginleri, “Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz
de elbette onların izlerinden gitmekteyiz” demiş olmasınlar.
24. (Gönderilen
uyarıcı,) “Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu
getirmiş olsam da mı?” dedi. Onlar, “Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkâr
ediyoruz” dediler.
25. Biz
de onlardan intikam aldık. Yalanlayanların sonu, bak nasıl oldu!
26. Hani
İbrahim, babasına ve kavmine şöyle demişti: “Şüphesiz ben sizin
taptıklarınızdan uzağım.”
27. “Ben
ancak O, beni yaratana taparım. Şüphesiz O beni doğru yola iletecektir.”
28. İbrahim
bunu, belki dönerler diye, ardından gelecekler arasında kalıcı bir söz yaptı.
29. Doğrusu
onları (Mekke müşriklerini) ve atalarını kendilerine hak olan Kur’an ve onu
açıklayan bir peygamber gelinceye kadar (dünya nimetlerinden) yararlandırırım.
30. Fakat
kendilerine Hak gelince, “Bu bir büyüdür, biz onu kesinlikle inkâr ediyoruz”
dediler.
31. “Bu
Kur’an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!” dediler.[483]
32. Rabbinin
rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini
aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli
alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların
biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.
33. Eğer
bütün insanlar (kâfirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir tek
ümmet olacak olmasalardı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar
ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.
34,35. Evlerine
(gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler
yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında
ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır.
36. Kim,
Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız.
Artık o, onun ayrılmaz dostudur.
37. Şüphesiz
bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını
sanırlar.
38. Sonunda
bize geldiğinde, arkadaşına, “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası
kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!” der.
39. Onlara,
“(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz
azapta ortaksınız” denir.
40. Sağırlara
sen mi duyuracaksın; yahut körleri ve apaçık bir
sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin?
41. Ya
biz seni (bu dünyadan) alır götürürüz de, onlardan intikam alırız.
42. Yahut
da, onlara yaptığımız tehdidi sana gösteririz ki, bizim onlara gücümüz yeter.
43. Öyle
ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.
44. Şüphesiz
bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba
çekileceksiniz.
45. Senden
önce gönderdiğimiz elçilerimize sor: Rahmân’dan başka kulluk edilecek ilâhlar
var etmiş miyiz?
46. Andolsun,
biz Mûsâ’yı mucizelerimizle Firavun’a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik de
o, “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti.
47. (Mûsâ)
mucizelerimizi kendilerine getirince, bir de bakmışsın, o mucizelere
gülüyorlar!
48. Onlara
gösterdiğimiz her bir mucize önceki benzerinden daha büyüktü. Doğru yola
dönsünler diye, onları azaba uğrattık.
49. (Onlar
azabı görünce) “Ey büyücü! Sana verdiği söze dayanarak, bizim için Rabbine dua
et. Çünkü biz artık doğru yola gireceğiz” dediler.
50. Fakat
biz onlardan azabı kaldırınca bir de bakmışsın sözlerinden dönüyorlar.
51. Firavun,
kavmine seslenerek dedi ki: “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu
nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?”
52. “Yoksa
ben, şu zavallı, nerede ise maksadını anlatamayacak durumda olan bu adamdan
daha hayırlı değil miyim?”
53. “(Eğer
doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler atılmalı, yahut
onunla beraber bulunmak üzere melekler gelmeli değil miydi?”
54. Firavun,
kavmini küçük düşürdü (ezdi). Onlar da kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar
yoldan çıkmış bir toplumdu.
55. Onlar
bizi bu şekilde öfkelendirince biz de onlardan öç aldık, hepsini suda boğduk.
56. Onları,
sonradan gelecek inkârcılara, geçmiş bir ibret ve bir örnek kıldık.
57. Meryem
oğlu İsa bir örnek olarak anlatılınca bir de ne göresin, senin kavmin (seni
susturacak bir delil buldukları zannıyla) hemen şamata etmeye başlar.
58. “Bizim
tanrılarımız mı hayırlı, yoksa İsa mı?” dediler. Bunu sadece seninle tartışmak
için ortaya attılar. Şüphesiz onlar kavgacı bir toplumdur.
59. İsa,
sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları’na örnek kıldığımız bir
kuldur.
60. Eğer
dileseydik, içinizden yeryüzünde sizin yerinize geçecek melekler yaratırdık.
61. Şüphesiz
o Kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla şüphe
etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur.
62. Sakın
şeytan sizi yoldan çevirmesin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
63. İsa,
apaçık mucizeleri getirdiği zaman şöyle demişti: “Ben size hikmeti getirdim ve
hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim.
Öyle ise, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
64. Şüphesiz
Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin, işte bu
doğru bir yoldur.
65. Ama
aralarından çıkan gruplar ayrılığa düştüler. Elem dolu bir günün azâbından vay
o zulmedenlerin hâline!
66. Onlar
(bu tavırlarıyla) ancak, kıyamet gününün
kendilerine ansızın gelmesini beklemektedirler, hâlbuki bunun farkında
değillerdir.
67. O
gün Allah’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dostlar birbirine düşman
olurlar.
68,69. (Allah, şöyle der:) “Ey âyetlerimize iman eden
ve müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.”
70. “Siz
ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz.”
71. Onlar
için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin
hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedî olarak kalacaksınız.
72. İşte
bu, yapmakta olduklarınıza karşılık size mîras verilen cennettir.
73. Orada
sizin için bol bol meyve var, onlardan yersiniz.
74. Şüphesiz
suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklardır.
75. Azapları
hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde ümitsizdirler.
76. Biz
onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendileri zâlim idiler.
77. (Görevli
meleğe şöyle seslenirler:) “Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” O da,
“Siz hep böyle kalacaksınız” der.
78. Andolsun,
size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmayanlarsınız.
79. Yoksa
(gerçeği kabul etmeme konusunda) bir işe kesin karar mı verdiler? Şüphesiz biz
de (onları cezalandırmakta) kararlıyız.
80. Yoksa
onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz (melekler)
yazmaktadırlar.
81. (Ey
Muhammed!) De ki: “Eğer Rahmân’ın bir çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki
ben olurdum.”
82. Göklerin
ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah, onların nitelendirmelerinden uzaktır.
83. Bırak
onları, tehdit edildikleri güne kavuşana kadar, (batıl inançlarına) dalsınlar
ve (dünya hayatlarında) oynayadursunlar.
84. O,
gökte de ilâh olandır, yerde de ilâh olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir,
hakkıyla bilendir.
85. Göklerin,
yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hükümranlığı kendisine ait olan Allah
yücedir! Kıyametin bilgisi de yalnız O’nun katındadır ve yalnızca O’na
döndürüleceksiniz.
86. O’nu
bırakıp taptıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik
edenler şefaat edebilirler.
87. Andolsun,
onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette, “Allah” derler. Öyleyken
nasıl döndürülüyorlar?
88. Onun
(Muhammed’in), “Ya Rabbi!” demesine andolsun ki, şüphesiz bunlar iman etmeyen
bir kavimdir.
89. Şimdilik
sen onları hoş gör ve “size selâm olsun” de. Yakında bilecekler.
Mekke döneminde inmiştir. 59 âyettir.
Sûre, adını onuncu âyette geçen “duhân” kelimesinden almıştır. Duhan, duman
demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın indirilişi, müşriklerin ona karşı tutumu,
Firavun ve halkının başlarına gelen azaplar, Kureyş’in Hz. Peygamberi
yalanlaması, iyilerin ve kötülerin karşılaşacakları akıbet konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Hâ
Mîm.[484]
2,3. Apaçık
olan Kitab’a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede[485]
indirdik. Şüphesiz biz insanları uyarmaktayız.
4,5,6,7. Katımızdan bir emirle her hikmetli
iş o gecede ayırt edilir. Eğer kesin olarak inanıyorsanız, Rabbinden; göklerin,
yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden bir rahmet olarak biz peygamberler
göndermekteyiz. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
8. O’ndan
başka hiçbir ilâh yoktur. Yaşatır, öldürür. O, sizin de Rabbiniz, önceki
atalarınızın da Rabbidir.
9. Fakat
onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.
10. Göğün
açık bir duman[486]
getireceği günü bekle.
11. (O
duman) insanları bürür. Bu, elem dolu bir azaptır.
12. İnsanlar,
“Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz” derler.
13. Nerede
onlarda öğüt almak?! Oysa kendilerine (gerçeği)
açıklayan bir peygamber gelmişti.
14. Sonra
ondan yüz çevirdiler ve “Bu bir öğretilmiş, bu bir deli!” dediler.
15. Biz
bu azabı kısa bir süre kaldıracağız, siz de yine eski hâlinize döneceksiniz.
16. Onları
o en şiddetli yakalayışla yakalayacağımız günü hatırla. Şüphesiz biz öcümüzü
alırız.
17. Andolsun,
onlardan önce Firavun kavmini sınamıştık. Onlara değerli bir peygamber (Mûsâ)
gelmişti.
18. O,
şöyle demişti: “Allah’ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana
teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim.”
19. “Allah’a
karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil (mucize) getiriyorum.”
20. “Şüphesiz
ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a
sığındım.”
21. “Bana
inanmadınızsa benden uzak durun.”
22. Sonra
Mûsâ, Rabbine, “Bunlar günahkâr bir toplumdur” diye seslendi.
23. Allah
da şöyle dedi: “O hâlde kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip
edileceksiniz.”
24. “Denizi
açık hâlde bırak.”[487]
Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
25. Onlar
geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar.
26. Nice
ekinler, nice güzel konaklar!
27. Zevk
ve sefasını sürdükleri nice nimetler!
28. İşte
böyle! Onları başka bir topluma miras bıraktık.
29. Gök
ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.
30,31. Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı
azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.
32. Andolsun,
onları, bir bilgi üzerine (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.
33. Onlara,
içinde açık bir imtihan bulunan mûcizeler verdik.
34,35. Bunlar (müşrikler) diyorlar ki: “İlk
ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz diriltilecek değiliz.”
36. “Eğer
doğru söyleyenler iseniz atalarımızı getirin.”
37. Bunlar
mı daha hayırlı, yoksa Tübba’[488]
kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları helâk ettik. Çünkü onlar suçlu
kimselerdi.
38. Biz,
gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlenmek için yaratmadık.
39. Biz
onları ancak hak ve hikmete uygun olarak yarattık. Ama onların çoğu
bilmiyorlar.
40. Şüphesiz,
hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı zamandır.
41. O
gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Kendilerine yardım da edilmez.
42. Yalnız,
Allah’ın yardım ettiği kimseler bunların dışındadır. Şüphesiz O, mutlak güç
sahibidir, çok merhamet edendir.
43,44. Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların
yemeğidir.
45,46. O, maden eriyiği gibidir. Kaynar suyun kaynaması
gibi karınlarda kaynar.
47. (Allah,
görevli meleklere şöyle der:) “Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin.”
48. “Sonra
başının üstüne kaynar su azabından dökün.”
49. (Deyin
ki:) “Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!?”
50. “İşte
bu, şüphelenip durduğunuz şeydir!”
51. Allah’a
karşı gelmekten sakınanlar ise güvenli bir yerdedirler.
52. Bahçelerde
ve pınar başlarındadırlar.
53. İnce
ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyinerek karşılıklı otururlar.
54. İşte
böyle. Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir.
55. Orada
güven içinde her türlü meyveyi isterler.
56. Orada
ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah, onları cehennem azabından
korumuştur.
57. Bunlar,
Rabbinden bir lütuf olarak verilmiştir. İşte bu büyük başarıdır.
58. (Ey
Muhammed!) Biz Onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt
alsınlar.
59. Artık
sen (onların başına gelecekleri) bekle; onlar da beklemektedirler.
Mekke döneminde inmiştir. 37 âyettir.
Sûre, adını 28. âyette geçen “Câsiye” kelimesinden almıştır. Câsiye, diz üstü
çöken demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın indirilmesi, dış âlemde Allah’ın
varlığını ve birliğini gösteren deliller, Allah’ın kullarına bahşettiği
nimetler, İsrailoğullarının kendilerine verilen nimetlere inkâr ve isyanla
karşılık vermeleri konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hâ
Mîm.[489]
2.
Kitab’ın
indirilişi, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.
3.
Şüphesiz,
göklerde ve yerde, inananlar için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren)
nice deliller vardır.
4.
Sizin
yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak
inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır.
5.
Geceyle
gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak
yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları
evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.
6.
İşte
bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık
Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
7.
Her
günahkâr yalancının vay hâline!
8.
Kendisine
Allah’ın âyetlerinin okunduğunu işitir de, sonra büyüklük taslayarak sanki
onları hiç duymamış gibi direnir. İşte onu elem dolu bir azap ile müjdele!
9.
Âyetlerimizden
bir şey öğrenince onu alaya alır. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır!
10.
Arkalarında
da cehennem vardır. Dünyada kazandıkları ve Allah’tan başka edindikleri dostlar
onlara hiçbir fayda vermez. Onlar için
elbette büyük bir azap vardır.
11.
İşte
bu (Kur’an) bir hidayettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise elem dolu
çok kötü bir azap vardır.
12.
Allah,
içinde gemilerin, emriyle akıp gitmesi, O’nun lütfunu aramanız ve şükretmeniz
için denizi sizin hizmetinize verendir.
13.
Göklerdeki
ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize
verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.
14.
İnananlara
söyle, Allah’ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları (şimdilik)
bağışlasınlar ki Allah herhangi bir topluma (kendi) kazandığının karşılığını
versin.
15.
Kim
salih bir amel işlerse, kendi lehine işlemiş olur. Kim de kötülük yaparsa,
kendi aleyhine yapmış olur. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.
16.
Andolsun
biz, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık ve peygamberlik verdik. Onları güzel
ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları (dönemlerinde) âlemlere üstün
kıldık.
17.
Onlara
din işi konusunda açık deliller verdik. Ama onlar ancak kendilerine bilgi
geldikten sonra, aralarındaki hasetten dolayı ayrılığa düştüler. Şüphesiz
Rabbin, hakkında ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kıyamet günü, aralarında
hüküm verecektir.
18.
Sonra
da seni din işi konusunda açık bir yola koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin heva
ve heveslerine uyma.
19.
Çünkü
onlar, Allah’a karşı sana asla bir fayda sağlayamazlar. Şüphesiz zalimler
birbirinin dostlarıdır. Allah ise kendisine karşı gelmekten sakınanların
dostudur.
20.
Bu
Kur’an, insanlar için kalp gözleri (konumundaki bir nur), kesin olarak inanan
bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir.
21.
Yoksa
kötülük işleyenler, kendilerini, inanıp salih amel işleyenler gibi
kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü
hüküm veriyorlar!
22.
Allah,
gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı
verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulm edilmez.
23.
Nefsinin
arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve
kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu
Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak
mısınız?
24.
Dediler
ki: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman
yok eder.” Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda
bulunuyorlar.
25.
Onlara
âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri ancak, “Doğru söyleyenler
iseniz babalarımızı getirin” demek oldu.
26.
De
ki: “Allah sizi yaşatıyor. Sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe
olmayan Kıyamet gününde sizi bir araya getirecek, ama insanların çoğu
bilmezler.”
27.
Göklerin
ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün batıla
sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.
28.
O
gün her ümmeti diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. (Onlara
şöyle denilir:) “Bugün (yalnızca) yaptıklarınızın karşılığı verilecektir.”
29.
İşte
kitabımız, size karşı gerçeği söylüyor. Çünkü biz yapmakta olduklarınızı
kaydediyorduk.
30.
İnanıp
salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine sokacaktır. İşte bu
apaçık başarıdır.
31.
İnkâr
edenlere gelince, onlara şöyle denir: “Âyetlerim size okunmuştu da sizler
büyüklük taslamış ve günahkâr bir kavim olmuş değil miydiniz?”
32.
“Şüphesiz,
Allah’ın va’di gerçektir, kıyamet hakkında hiçbir şüphe yoktur” dendiği zaman
ise; “Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, sadece zannediyoruz. Biz bu konuda
kesin kanaat sahibi değiliz” demiştiniz.
33.
Yaptıklarının
kötülükleri karşılarına dikilmiş ve alay edip durdukları şey, kendilerini
kuşatıvermiştir.
34.
Onlara
şöyle denir: “Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi
unutuyoruz. Barınağınız ateştir. Yardımcılarınız da yoktur.”
35.
“Bunun
sebebi, Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve dünya hayatının sizi
aldatmasıdır.” Artık bugün ateşten çıkarılmazlar ve Allah’ın rızasını
kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilmez.
36.
Hamd,
göklerin Rabbi ve yerin Rabbi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
37.
Göklerde
ve yerde ululuk O’na aittir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
Mekke döneminde inmiştir. 35 âyettir.
Sûre, adını 21. âyette geçen “Ahkâf” kelimesinden almıştır. Ahkâf, sûrede sözü
edilen “Âd” kavminin yaşadığı Yemen’de bir bölgenin adı olup, uzun ve kıvrımlı
kum yığınları demektir. Konusu itibariyle bir önceki sûrenin devamı
niteliğindedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hâ
Mîm.[490]
2.
Kitab’ın
indirilişi, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.
3.
Biz,
gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları hak ve hikmete uygun olarak ve
belirli bir süre için yarattık. İnkâr edenler ise, uyarıldıkları şeylerden yüz
çevirmektedirler.
4.
De
ki: “Allah’ı bırakıp da taptıklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin, yeryüzünden
neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerin yaratılışında onların bir ortaklığı mı var?
Eğer doğru söyleyenler iseniz bundan önceki bir kitap,
yahut bir bilgi kalıntısı olsun getirin bana!”
5.
Kim,
Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere
tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler.
6.
İnsanlar
(kıyamet günü) toplandığında, o taptıkları kendilerine düşman oluverir, onların
ibâdetlerini de inkâr ederler.
7.
Âyetlerimiz
onlara açıkça okunduğu zaman, o küfredenler kendilerine geldiğinde Hak (kitap
Kur’an) için, düşünmeden “Bu, apaçık bir büyüdür” dediler.
8.
Yoksa,
“Onu uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer ben onu uydurmuşsam, Allah’tan gelecek
olana (cezaya) karşı siz benim için hiçbir şey yapamazsınız. O, sizin, hakkında
(düşüncesizce) yaygara kopardığınız şeyi daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda
şâhit olarak O yeter! O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
9.
De
ki: “Ben türedi bir peygamber değilim.[491]
Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben
sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
10.
De
ki: “Ne dersiniz? Şayet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz,
İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini (Tevrat’ta görerek) şahitlik
edip inandığı hâlde, siz yine de büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz
mısınız?). Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.”
11.
İnkâr
edenler, inananlar için, “Eğer o Kur’an iyi bir şey olsaydı, onlar onu kabulde,
bizi geçemezlerdi” dediler. Onunla doğru yolu bulamadıkları için; “Bu eski bir
uydurmadır” diyecekler.
12.
Bundan
önce bir rehber ve bir rahmet olarak Mûsâ’nın kitabı da vardı. Bu ise, onu
doğrulayan ve zulmedenleri uyarmak, iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap
diliyle indirilmiş bir kitaptır.
13.
“Şüphesiz
Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar
üzülmeyecekler de.
14.
Onlar
cennetliklerdir. Yapmakta olduklarına karşılık, orada sürekli kalacaklardır.
15.
Biz,
insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında
taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme
süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına
varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin
razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap.
Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”
16.
İşte,
yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu
kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu, onlara öteden beri yapılagelen doğru
bir va’ddir.
17.
Anne
ve babasına, “Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni tekrar
diriltilecek olmakla mı tehdit ediyorsunuz?” diyen kimseye, onlar Allah’a
sığınarak, “Yazıklar olsun sana! İman et, Allah’ın va’di gerçektir” diyorlar, o
da, “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.
18.
İşte
onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar
içinde, haklarında o sözün (azabın) gerçekleştiği kimselerdir. Şüphesiz onlar
ziyana uğrayanlardır.
19.
Herkesin
yaptıklarına göre dereceleri vardır. (Bu da) Allah’ın onlara yaptıklarının
karşılığını tastamam vermesi içindir. Asla kendilerine haksızlık yapılmaz.
20.
İnkâr
edenler ateşe sunuldukları gün, (onlara şöyle denir:) “Dünyadaki hayatınızda
güzelliklerinizi bitirdiniz, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde
haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı, alçaltıcı bir
azapla cezalandırılacaksınız.”
21.
Kendisinden
önce ve sonra uyarıcıların gelip geçmiş olan Âd kavminin kardeşini (Hûd’u)
hatırla. Hani Ahkâf’taki kavmini, “Ancak Allah’a ibadet edin, çünkü ben sizin
adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum” diye uyarmıştı.
22.
Onlar
ise, “Sen bizi ilâhlarımızdan alıkoymak için mi geldin? Doğru söyleyenlerden
isen bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir” dediler.
23.
Hûd,
“(Bu konudaki) bilgi ancak Allah katındadır. Ben size, benimle gönderileni
tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum” dedi.
24.
O
azabı vadilerine doğru yayılan bir bulut olarak gördüklerinde, “Bu, bize yağmur
getiren bir buluttur” dediler. Hûd, “Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz
şeydir. İçinde elem dolu azabın bulunduğu bir rüzgârdır” dedi.
25.
“O,
Rabbimin emriyle her şeyi yerle bir eder.” Derken evlerinden başka hiçbir şeyleri
görünmez hâle geldiler. İşte biz, suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız.
26.
Andolsun,
size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Kendilerine kulaklar,
gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine
bir yarar sağlamadı. Çünkü Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alaya
aldıkları şey onları kuşattı.
27.
Andolsun,
biz çevrenizdeki memleketleri de yok ettik. (Doğru yola) dönsünler diye
âyetleri tekrar tekrar açıkladık.
28.
Allah’ı
bırakıp O’na yakınlık sağlamaları için edindikleri ilâhlar kendilerine yardım
etseydi ya!? Aksine onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp
kayboldular. Bu, onların yalanı ve uydurmakta oldukları şeydir.
29.
Hani
Kur’an’ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, onun
huzuruna gelince[492]
birbirlerine, “Susun!” dediler. Kur’an’ın okunması bitince de uyarıcı olarak
kavimlerine döndüler.
30.
Dediler
ki: “Ey kavmimiz! Şüphesiz biz, Mûsâ’dan sonra indirilen, kendinden önceki
kitapları doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.”
31.
“Ey
kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun, ona iman edin ki, günahlarınızı bağışlasın
ve sizi elem dolu bir azaptan kurtarsın.”
32.
Kim
Allah’ın davetçisine uymazsa, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak değildir.
Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar apaçık bir
sapıklık içindedirler.
33.
Gökleri
ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye
gücünün yeteceğini görmediler mi? Evet şüphesiz O, her şeye hakkıyla gücü
yetendir.
34.
İnkâr
edenlere ateşe sunuldukları gün, “Bu gerçek değil miymiş?” denir. Onlar, “Evet,
Rabbimize andolsun ki gerçekmiş” derler. Allah, “Öyle ise inkâr etmekte
olduğunuzdan dolayı azabı tadın!” der.
35.
(Ey
Muhammed!) O hâlde, yüksek azim sahibi peygamberlerin sabretmesi gibi sabret.
Onlar için acele etme. Onlar tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, sanki
dünyada gündüzün bir anından başka kalmadıklarını sanırlar. Bu bir duyurudur.
Ancak yoldan çıkmış olan topluluk helâk edilir.
Medine döneminde inmiştir. 38
âyettir. Sûre, adını Peygamber Efendimizin, ikinci âyette geçen adından
almıştır. Sûre, ayrıca yirminci âyette geçen “el-Kıtâl” kelimesinden dolayı “Kıtâl
sûresi”, diye de anılmaktadır. Sûrede temel konu cihad olmak üzere başlıca,
savaş, esirler, ganimetler ve münafıkların durumu konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
İnkâr
edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar var ya; işte, Allah onların bütün
amellerini boşa çıkarmıştır.
2.
İnanıp
salih ameller işleyenlerin ve Muhammed’e indirilene -ki o Rablerinden gelen
haktır- inananların ise Allah günahlarını örtmüş ve hâllerini düzeltmiştir.
3.
Bu,
inkâr edenlerin batıla uymaları ve inananların Rablerinden gelen gerçeğe
uymalarından dolayıdır. İşte Allah, onların örnek teşkil edecek durumlarını
insanlara böyle anlatır.
4.
(Savaşta)
inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları
çökertip etkisiz hâle getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın (sağ kalanlarını esir
alın). Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı
salıverin. Savaş sona erinceye kadar hüküm budur.[493]
Eğer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek için
böyle yapıyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini
asla boşa çıkarmayacaktır.
5.
Onları
doğruya ve güzele erdirecek ve durumlarını düzeltecektir.
6.
Onları,
kendilerine tanıttığı cennete koyacaktır.
7.
Ey
iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini
uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.
8.
İnkâr
edenlere gelince, yıkım onlara! Allah, onların işlerini boşa çıkarmıştır.
9.
Bu,
Allah’ın indirdiğini beğenmemeleri, bu sebeple de Allah’ın onların amellerini
boşa çıkarmasındandır.
10.
Onlar
yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna
bakmadılar mı? Allah, onları yerle bir etmiştir. İnkâr edenlere de bu akıbetin
benzerleri vardır.
11.
Bu,
Allah’ın inananların yardımcısı olması, inkâr edenlerin ise, hiçbir yardımcısı
bulunmamasından dolayıdır.
12.
Şüphesiz
Allah, inanıp salih ameller işleyenleri, içinden ırmaklar akan cennetlere
koyacaktır. İnkâr edenler ise (dünya zevklerinden) yararlanırlar ve hayvanların
yediği gibi yerler. Onların kalacakları yer ateştir.
13.
(Ey
Muhammed!) Seni çıkaran kendi memleket halkından daha güçlü nice memleket
halkları vardı ki, biz onları helâk ettik. Onların hiçbir yardımcısı da olmadı.
14.
Rabbinin
katından açık bir belgesi olan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilen ve
nefislerinin arzularına uyan kimseler gibi midir?
15.
Allah’a
karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada
bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren
şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her
çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu,
ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su
içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?
16.
Onlardan
seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıktıkları zaman (alay ederek),
kendilerine bilgi verilmiş olanlara, “Az önce ne söyledi?” derler. İşte bunlar,
Allah’ın, kalplerini mühürlediği ve nefislerinin arzularına uyan kimselerdir.
17.
Hidayete
erenlere gelince, Allah onların hidayetini artırır. Onların Allah’a karşı
gelmekten sakınmalarını sağlar.
18.
Onlar
kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Muhakkak
onun alametleri gelmiştir (ama öğüt almıyorlar). Kıyamet kendilerine gelip
çatınca öğüt almaları kendilerine ne fayda verecek?
19.
Bil
ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve
kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de,
içinde kalacağınız yeri de bilir.
20.
İnananlar,
“Keşke bir sûre indirilse!” derler. Fakat hükmü apaçık bir sûre indirilip de
onda savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığına
girmiş kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek
yakındır.
21.
İtaat
ve güzel bir söz onlar için daha hayırlıdır. İş ciddileşince Allah’a verdikleri
söze bağlı kalsalardı, elbette kendileri için daha iyi olurdu.
22.
Demek,
yüz çevirdiğinizde[494]
yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız, öyle
mi?
23.
İşte
bunlar, Allah’ın lânetleyip, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği
kimselerdir.
24.
Onlar
Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?
25.
Kendileri
için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisingeri dönenleri, şeytan aldatıp
peşinden sürüklemiş, ve kendilerini boş ümitlere
düşürmüştür.
26.
Bu,
münafıkların, Allah’ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, “Bazı işlerde size
itaat edeceğiz” demelerindendir. Allah, onların gizlice konuşmalarını bilir.
27.
Melekler,
onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken hâlleri nasıl olacak?
28.
Bu,
Allah’ı gazaplandıran şeylere uydukları ve O’nun hoşnut olduğu şeyleri
beğenmedikleri içindir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.
29.
Yoksa,
kalplerinde hastalık olanlar Allah’ın, kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı
sandılar?
30.
Biz
dileseydik, onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın.
Andolsun, sen onları, konuşma tarzlarından da tanırsın. Allah, yaptıklarınızı
bilir.
31.
Andolsun,
içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı
ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.
32.
İnkâr
edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet yolu belli olduktan
sonra Peygamber’e karşı gelenler hiçbir şekilde Allah’a zarar veremezler.
Allah, onların amellerini boşa çıkaracaktır.
33.
Ey
iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Amellerinizi boşa
çıkarmayın.
34.
İnkâr
eden, Allah yolundan alıkoyan, sonra da inkârcılar olarak ölenler var ya, Allah
onları asla bağışlamayacaktır.
35.
Sakın
za’f göstermeyin. Üstün olduğunuz hâlde barışa çağırmayın. Allah sizinle
beraberdir. Sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.
36.
Şüphesiz
dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve Allah’a karşı
gelmekten sakınırsanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı
(tamamen sarf etmenizi) istemez.
37.
Eğer
onları sizden isteyip de sizi zorlasaydı, cimrilik ederdiniz, O da kinlerinizi
ortaya çıkarırdı.
38.
İşte
sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. Ama içinizden cimrilik
yapanlar var. Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur.
Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz
çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum getirir de onlar sizin gibi
olmazlar.
Medine döneminde inmiştir. 29 âyettir.
Sûre, adını 1, 18 ve 27. âyetlerde geçen “fetih” kelimesinden almıştır. Sûrede
başlıca, hicretin altıncı yılında Hz. Peygamber ile Mekke’li müşrikler arasında
gerçekleşen Hudeybiye antlaşması, cihad, savaştan geri kalan münafıklar ve
Mekke’nin fethedileceği müjdesi konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Şüphesiz
biz sana apaçık bir fetih verdik.[495]
2,3. Ta
ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini
tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım
etsin.
4. O,
inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven
indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
5. Bütün
bunlar Allah’ın; inanan erkek ve kadınları, içlerinden ırmaklar akan, içinde
temelli kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir.
İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır.
6. Bir
de, Allah’ın, hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık
kadınlara, Allah’a ortak koşan erkeklere ve Allah’a ortak koşan kadınlara azap
etmesi içindir. Kötülük girdabı onların başına olsun! Allah onlara gazap etmiş,
onları lânetlemiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir
varış yeridir!
7. Göklerin
ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
8. (Ey
Muhammed!) Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak
gönderdik.
9. Ey
insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, ona saygı
gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz diye (Peygamber’i
gönderdik.)
10. Sana
bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar.[496]
Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine
dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat
verecektir.
11. Bedevîlerin
(savaştan) geri bırakılanları sana, “Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu;
Allah’tan bizim için af dile” diyecekler. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle
söylerler. De ki: “Allah, sizin bir zarara uğramanızı dilerse,
yahut bir yarar elde etmenizi dilerse, O’na karşı kimin bir şeye gücü yeter?
Hayır, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
12. (Ey
münafıklar!) Siz aslında, Peygamberin ve inananların bir daha ailelerine geri
dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, sizin gönüllerinize güzel gösterildi de kötü
zanda bulundunuz ve helâki hak eden bir kavim oldunuz.
13. Kim
Allah’a ve Peygambere inanmazsa bilsin ki, şüphesiz biz, inkârcılar için alevli
bir ateş hazırladık.
14. Göklerin
ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza
verir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
15. Savaştan
geri bırakılanlar, siz ganimetleri almaya giderken, “Bırakın biz de sizinle
gelelim” diyeceklerdir. Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz
bizimle asla gelmeyeceksiniz. Allah, önceden böyle buyurmuştur.” Onlar, “Bizi
kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Hayır, onlar pek az anlarlar.
16. Bedevîlerin
(savaştan) geri bırakılanlarına de ki: “Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı
teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah
size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz,
Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.”
17. Köre
güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar savaşa
katılmak zorunda değillerdir.) Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah
onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu elem
dolu bir azaba uğratır.
18,19. Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat
ederlerken inananlardan
hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven
duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih[497] ve
elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
20. Allah,
size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Şimdilik bunu size hemen
vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. (Allah, böyle yaptı) ki, bunlar
mü’minler için bir delil olsun, sizi de doğru bir yola iletsin.
21. Henüz
elde edemediğiniz, fakat Allah’ın, ilmiyle kuşattığı başka (kazançlar) da
vardır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
22. İnkâr
edenler sizinle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçarlar, sonra da ne bir dost,
ne de bir yardımcı bulabilirlerdi.
23. Allah’ın
öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir
değişiklik bulamazsın.
24. O,
Mekke’nin göbeğinde, sizi onlara karşı üstün kıldıktan sonra, onların ellerini
sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla
görmektedir.
25. Onlar,
inkâr edenler ve sizi Mescid-i Haram’ı ziyaretten ve (ibadet amacıyla)
bekletilen kurbanlıkları yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer, oradaki
henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve
böylece size bir eziyet
gelecek olmasaydı, (Allah, Mekke’ye girmenize izin verirdi).
Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer, inananlarla inkârcılar
birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba
uğratırdık.
26. Hani
inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah
ise, Peygamberine ve inananlara huzur ve güvenini indirmiş ve onların takva
(Allah’a karşı gelmekten sakınma) sözünü tutmalarını sağlamıştı. Zaten onlar
buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.
27. Andolsun,
Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde
başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i
Haram’a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka
yakın bir fetih daha verdi.[498]
28. O,
Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün
dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.
29. Muhammed,
Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine
karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve
hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri
yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır:
Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine
dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri
sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar.
Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat
vaad etmiştir.
Medine döneminde inmiştir. 18
âyettir. Sûre, adını dördüncü âyette geçen “Hucurât” kelimesinden almıştır.
Hucurât odalar demektir. Burada Hz. Peygamber’in aile efradıyla birlikte ikamet
ettiği odalar kastedilmektedir. Sûrede başlıca, mü’minlerin, gerek Hz.
Peygambere karşı, gerek kendi aralarında uymaları gereken bazı görgü ve ahlâk
kuralları konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Ey
iman edenler! Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah’a karşı gelmekten
sakının. Şüphesiz, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
2.
Ey
iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin.
Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına
varmadan işledikleriniz boşa gider.
3.
Allah’ın
elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, Allah’ın, gönüllerini takvâ (Allah’a
karşı gelmekten sakınma) konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir
bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
4.
(Ey
Muhammed!) Odaların arkasından sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir.[499]
5.
Onlar,
sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi
olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
6.
Ey
iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa
zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.
7.
Bilin
ki, aranızda Allah’ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size
uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu
gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve (İslâm’ın emirlerine) karşı
çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta
kendileridir.
8.
Allah,
kendi katından bir lütuf ve nimet olarak böyle yaptı. Allah, hakkıyla bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir
9.
Eğer
inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri
ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan
tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle
düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları
sever.
10.
Mü’minler
ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı
gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.
11.
Ey
iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar
kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki
onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü)
lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe
etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.
12.
Ey
iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.
Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin
gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?
İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah
tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.
13.
Ey
insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve
birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en
değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah
hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.
14.
Bedevîler
“İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.)
“Fakat boyun eğdik” deyin.[500]
Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer
Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi
eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
15.
İman
edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin
ta kendileridir.
16.
(Ey
Muhammed!) De ki: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah,
göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”
17.
Müslüman
olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi sana hatırlatıyorlar. De ki: “Müslüman
olmanızı bir lütuf gibi bana hatırlatıp durmayın. Tam tersine eğer doğru
kimselerseniz sizi imana erdirmesinden dolayı Allah size lütufta bulunmuş oluyor.”
18.
Şüphesiz
Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla
görendir.
Mekke döneminde inmiştir. 45 âyettir.
Sûre, adını başındaki “Kâf” harfinden almıştır. Sûrede başlıca İslâm inancının
temel esasları çerçevesinde, Allah’ın birliğinin delilleri, Peygamberlik,
öldükten sonra dirilme ve geçmişteki inkârcı milletlerin başlarına gelen
felaketler, uğradıkları azaplar konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Kâf.[501]
Şerefli Kur’ân’a andolsun ki kâfirler, aralarından bir uyarıcının gelmesine
şaştılar ve şöyle dediler: “Bu tuhaf bir şeydir!”
3. “Öldüğümüz
ve toprak olduğumuz zaman mı (dirilecekmişiz)? Bu, akla uzak (imkânsız) bir
dönüştür!”
4. Şüphesiz
biz, toprağın; onlardan neleri eksilttiğini bilmekteyiz. Yanımızda (o
bilgileri) koruyan bir kitap vardır.
5. Hatta
gerçek kendilerine gelince onu yalanladılar. Artık onlar kararsız bir hâldedirler.
6. Üstlerindeki
göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık! Onda hiçbir
düzensizlik ve eksiklik yoktur.
7. Yeryüzünü
de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift
bitkiler bitirdik.
8. Bütün
bunlar, içtenlikle Allah’a yönelen her kulun gönül gözünü açmak ve ona öğüt ve
ibret vermek içindir.
9,10,11. Gökten de bereketli bir su indirip
onunla kullar için rızık olarak bahçeler ve biçilecek taneler (ekinler),
birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitirdik ve
böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte (dirilip kabirlerden) çıkış
da böyledir.
12,13,14. Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı
ve Semûd kavmi, Âd ve Firavun, Lût’un kardeşleri, Eykeliler, Tübba’ın[502]
kavmi de yalanlamıştı. Bütün bunlar (kendilerine gönderilen) peygamberleri
yalanladılar, böylece kendilerini uyardığım şey gerçekleşti.
15. İlk
yaratmada âcizlik mi gösterdik ki (yeniden yaratamayalım)? Doğrusu onlar,
yeniden yaratılış konusunda şüphe içindedirler.
16. Andolsun,
insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz,
ona şah damarından daha yakınız.
17. Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında
oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir.
18. İnsan
hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden)
hazır bir melek bulunmasın.
19. Ölüm
sarhoşluğu bir hakikat olarak insana gelir de ona, “İşte bu, senin öteden beri
kaçıp durduğun şeydir” denir.
20. (İnsanlar
öldükten sonra tekrar dirilmeleri için) Sûr’a üfürülecek. İşte bu, tehdidin
gerçekleşeceği gündür.
21. Herkes
beraberinde bir sevk edici, bir de şahitlik edici (melek) ile gelir.
22. (Ona)
“Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün
gözün keskindir” (denir.)
23. Beraberindeki
(melek) şöyle der: “İşte bu yanımdaki hazır.”
24,25. (Allah, şöyle der:) “Atın cehenneme, (hakka
karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri!”
26. “Allah
ile beraber, başka bir ilâh edinen o kimseyi atın şiddetli azabın içine!”
27. Arkadaşı
(olan şeytan) der ki: “Ey Rabbimiz! Onu ben azdırmadım, fakat kendisi derin bir
sapıklık içinde idi.”
28. Allah,
şöyle der: “Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size
önceden yaptım.”
29. “Benim
katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.”
30. O
gün Cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “daha var mı?” der.
31. Cennet,
Allah’a karşı gelmekten sakınanlara uzak olmayacak şekilde yaklaştırılacak.
32,33. (Onlara şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada)
vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için,
görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş bir
kalp ile gelen kimseler içindir.”
34. “Oraya
esenlikle girin. İşte bu, ebedîlik günüdür.”
35. Orada
kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır.
36. Biz
onlardan önce, kendilerinden daha zorlu nice nesilleri helâk ettik de ülke ülke
dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaçacak bir yer mi var?
37. Şüphesiz
bunda, aklı olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.
38. Andolsun,
gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık.
Bize bir yorgunluk da dokunmadı.
39. O
hâlde onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de, batışından
önce de Rabbini hamd ederek tespih et.[503]
40. Gecenin
bir kısmında ve secdelerin ardından da O’nu tespih et.
41. (Ey
Muhammed!) Çağırıcının yakın bir yerden sesleneceği gün, (o sese) kulak ver.
42. O
gün insanlar hakka çağıran o korkunç sesi işiteceklerdir. İşte bu,
(kabirlerden) çıkış günüdür.
43. Şüphesiz
biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir.
44. O
gün yer, onların üzerinden süratle yarılıp açılır. Bu, (hesap için) bir
toplamadır, bize göre kolaydır.
45. Biz
onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba değilsin.
O hâlde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.
Mekke döneminde inmiştir. 60 âyettir.
Sûre, adını ilk âyette geçen “ez-zâriyât” kelimesinden almıştır. Zâriyât, esip
savuran rüzgârlar demektir. Sûrede başlıca, öldükten sonra hesap için toplanma,
inkârcıların ahirette karşılaşacakları azap, mü’minlere verilecek mükâfatlar,
Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren kevni deliller konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3,4,5,6. Tozutup savuranlara, ağırlık
taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad
olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.[504]
7,8. Yollara
(yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz,
(peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
9. Ondan
(Peygamber’den) çevrilen çevrilir.
10,11. Cehalet
içinde gaflete dalmış olan (ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar
kahrolsun!
12. “Ceza
günü ne zaman?” diye sorarlar.
13,14. Ateş
üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der):
“Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur.”
15,16. Şüphesiz
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri
alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce
iyilik yapan kimselerdi.
17. Geceleri
pek az uyurlardı.
18. Seherlerde
bağışlama dilerlerdi.
19. Mallarında
(yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak
vardır.
20,21. Kesin
olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler
vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
22. Gökte
rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
23. Göğün
ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va’dolunanlar), sizin konuşmanız gibi
gerçektir.
24. (Ey
Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
25. Hani
onlar, İbrahim’in yanına varmışlar ve “Selâm olsun sana!” demişlerdi. O da
“Size de selâm olsun.” demiş, “Bunlar
tanınmamış (yabancı) kimseler” (diye düşünmüştü).
26. Hissettirmeden
ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
27. Onu
önlerine koydu. “Yemez misiniz?” dedi.
28. (Yemediklerini
görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve
onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
29. Bunun
üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. “Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)” dedi.
30. Onlar
dediler ki: “Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir,
hakkıyla bilendir.”
31. İbrahim,
onlara: “O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?” dedi.
32,33,34. Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir
kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında
haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
35. Orada
(Lût’un yöresinde) bulunan mü’minleri çıkardık.
36. Zaten
orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.
37. Orada,
elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
38. Mûsâ
kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun’a
göndermiştik.
39. O
ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi.
40. Bunun
üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman
olmuş), kendini kınıyordu.
41. Âd
kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı
göndermiştik.
42. Üzerine
uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.
43. Semûd
kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım”
denmişti.
44. Derken
Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken
kendilerini yıldırım çarpıvermişti.
45. Artık,
ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.
46. Bunlardan
önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
47. Göğü
kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.[505]
48. Yeri
de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
49. Düşünüp
ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
50. O
hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size
O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
51. Allah
ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından
gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
52. İşte
böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, “O bir büyücüdür”
yahut “bir delidir” demiş olmasınlar.
53. Onlar
bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır,
onlar azgın bir topluluktur.
54. Onun
için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.
55. Sen
yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.
56. Ben
cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
57. Ben,
onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.
58. Şüphesiz
Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.
59. Şüphesiz
zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır.
Artık azabımı acele istemesinler.
60. Uyarıldıkları
günlerinden dolayı vay o inkâr edenlerin hâline!
Mekke döneminde inmiştir. 49 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “et-Tûr” kelimesinden almıştır. Tûr, dağ
demektir. Burada Hz. Mûsâ’ya ilk vahyin geldiği, Sina Yarımadası’nın
güneyindeki Sina dağı kastedilmektedir. Sûrede başlıca, ahiret hâlleri,
kâfirlerin karşılaşacakları ceza, mü’minlerin mükâfatları konu edilmekte ve
müşriklerin Hz. Peygamber hakkındaki batıl iddiaları reddedilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3,4,5,6,7. Tûr’a,
yayılmış ince deri sayfalara düzenle yazılmış kitaba, “Beyt-i Ma’mur”a[506],
yükseltilmiş tavana (göğe), kabaran denize andolsun ki, şüphesiz Rabbinin azabı
mutlaka gerçekleşecektir.
8. Onu
geri çevirecek hiçbir şey yoktur.
9. O
gün gök şiddetle sallanıp çalkalanır.
10. Dağlar
yürüdükçe yürür.
11,12. İşte
o gün, içine daldıkları dünya zevki içinde eğlenip oyalanan yalanlayıcıların
vay hâline!
13,14. Cehennem
ateşine itilip atılacakları gün onlara, “İşte bu yalanlamakta olduğunuz
ateştir” denilir.
15. “Bu
Kur’an mı bir büyü imiş, yoksa siz mi (gerçeği) göremiyormuşsunuz?”
16. “Girin
oraya. İster dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Size ancak yapmakta
olduğunuzun karşılığı veriliyor.”
17,18. Şüphesiz
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar Rablerinin, kendilerine verdiği şeylerle
zevk ve mutluluk duyarak cennetlerde ve nimetler içinde bulunurlar. Rableri
onları cehennem azabından korumuştur.
19,20. Onlara,
“Dünya’da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara
dayanarak afiyetle yiyin için” denir. Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş
olarak vermişizdir.
21. İman
eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz
onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden
hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.
22. Onlara
canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.
23. Orada,
(içilince) boş söz söyletmeyen, günah işletmeyen dolu bir kadehi elden ele
dolaştırırlar.
24. Hizmetlerine
verilmiş, kabuğunda saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.
25. Birbirlerine
dönüp (“Ne iyilik yaptınız da bu nimetlere ulaştınız?” diye) sorarlar.
26. Derler
ki: “Şüphesiz daha önce biz, ailemiz içinde yaşarken (Allah’a isyandan)
korkardık.”
27. “Allah
da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu.”
28. “Gerçekten
biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok
merhametlidir.”
29. (Ey
Muhammed!) O hâlde, sen öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir
kâhinsin, ne de bir deli.
30. Yoksa
onlar, “O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” mu
diyorlar?
31. Onlara
de ki: “Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
32. Bunu
kendilerine akılları mı emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?
33. Yoksa
“O Kur’an’ı kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından
dolayı) iman etmiyorlar.
34. Eğer
doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler!
35. Acaba
onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi
yaratıcıdırlar?
36. Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar
kesin olarak inanmıyorlar.
37. Yoksa, Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her
şeye hâkim olan kendileri midir?
38. Yoksa
onların, kendisi vasıtasıyla (ilâhî vahyi) dinleyecekleri bir merdivenleri mi
var? (Eğer varsa) dinleyenleri, açık bir delil getirsin!
39. Yoksa, kızlar O’na (Allah’a) da oğullar size mi?
40. Yoksa
sen onlardan (tebliğ görevine karşılık) bir ücret istiyorsun da onlar, borçtan
ağır bir yük altında mı kalmışlardır?
41. Yoksa, gayb ilmi onların yanında da ondan mı yazıyorlar?
42. Yoksa, bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Asıl, inkâr edenler
tuzağa düşecek olanlardır.[507]
43. Yoksa, onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah,
onların ortak koştuklarından uzaktır.
44. Gökten
düşmekte olan parçalar görseler, “Bunlar, üst üste yığılmış bulutlardır”
derler.
45. Artık
sen çarpılacakları günlerine kadar onları kendi hâllerine bırak.[508]
46. O
gün tuzakları kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir ve kendilerine yardım da
edilmeyecektir.
47. Şüphesiz
zulmedenlere bundan başka bir azap daha var.[509]
Fakat onların çoğu bilmezler.
48. Rabbinin
hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin, kalktığında Rabbini hamd ile
tespih et.
49. Gecenin
bir kısmında ve yıldızların batışı sırasında O’nu tespih et.
Mekke döneminde inmiştir. 62 âyettir.
Sûre, adını ilk âyetin başındaki “en-Necm” kelimesinden almıştır. Necm, yıldız
demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın vahiy eseri olduğu vurgulanmakta, herkesin
yaptığının karşılığını göreceği, Allah’ın kudretinin delilleri konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Battığı
zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
3. O,
nefis arzusu ile konuşmaz.
4. (Size
okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
5,6,7. (Kur’an’ı)
ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek
ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.
8. Sonra
(ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.
9. (Peygambere
olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az
oldu.
10. Böylece
Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
11. Kalp,
(gözün) gördüğünü yalanlamadı.
12. (Şimdi
siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?
13. Andolsun
ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
14. Sidretü’l-Müntehâ’nın
yanında.
15. Me’vâ
cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır.
16. O
zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.
17. Göz
(gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.[510]
18. Andolsun,
o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
19,20. Lât ve Uzza’ya ve diğer üçüncüsü Menat’a ne
dersiniz?[511]
21. Erkek
size de, dişi O’na mı?[512]
22. Öyle
ise bu çok insafsızca bir paylaştırmadır.
23. Onlar
ancak sizin ve atalarınızın (ilâh edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir.
Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar (putperestler) yalnız
zanna ve nefislerin arzusuna tâbi oluyorlar.
Andolsun ki, kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir.
24. Yoksa
insan (kayıtsız şartsız), her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır?[513]
25. Oysa, Ahiret de dünya da Allah’ındır.
26. Göklerde
nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve
hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.
27. Şüphesiz
ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar.
28. Hâlbuki
onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar.
Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.
29. Öyle
ise bizim zikrimizden (Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir
şey istemeyen kimselerden yüz çevir.
30. İşte
onların ilimden ulaşabildikleri nokta! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı
daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.
31. Göklerdeki
her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması,
iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.
32. Onlar,
ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran
kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan
yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir.
Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten
sakınanları en iyi bilendir.
33,34. Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı
cimrileşeni gördün mü?
35. Gayb’ın
ilmi kendi yanında da o gerçeği mi görüyor?
36,37. Yoksa, Mûsâ’nın ve
Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu
hakikatler kendisine haber verilmedi mi?
38. Hiçbir
günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.
39. İnsan
için ancak çalıştığı vardır.
40. Şüphesiz
onun çalışması ileride görülecektir.
41. Sonra
çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.
42. Şüphesiz
en son varış Rabbinedir.
43. Şüphesiz
O, güldürür ve ağlatır.
44. Şüphesiz
O, öldürür ve diriltir.
45,46. Şüphesiz O, iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme)
atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.
47. Şüphesiz
tekrar diriltmek de O’na aittir.
48. Şüphesiz
O, başkalarına muhtaç olmaktan kurtardı ve varlık sahibi kıldı.
49. Şüphesiz
O, Şi’râ’nın[514] Rabbidir.
50,51. Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd
kavmini helâk etti ve hiç kimseyi bırakmadı.
52. Daha
önce de Nûh’un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın
kimselerdi.
53,54. O, “Mu’tefike”yi[515] de
kaldırıp yere çarpmış ve onlara örttüğü azap örtüsünü örtmüştür.
55. O
hâlde Rabbi’nin nimetlerinin hangisinden şüphe ediyorsun (ey insan!).
56. Bu
da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
57. Yaklaşmakta
olan (Kıyamet iyice) yaklaştı.
58. Onu
Allah’tan başka açacak kimse yoktur.
59,60,61. Şimdi siz gaflet içinde eğlenerek bu
söze mi (Kur’an’a mı) şaşıyorsunuz, gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?
62. Haydi
Allah’a secde edin ve O’na kulluk edin.
Mekke döneminde inmiştir. 55 âyettir.
Sûre, adını ilk âyette geçen “el-Kamer” kelimesinden almıştır. Kamer, ay
demektir. Sûrede ana fikir olarak, Kur’an’ı yalanlayanlar, çeşitli azap ve helâk
örnekleri de verilerek uyarılmaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Kıyamet
yaklaştı ve ay yarıldı.[516]
2. Onlar bir
mucize görseler yüz çevirirler ve “Süregelen bir sihirdir” derler.
3. Peygamberi
yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş, (Allah nasıl
takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir.
4. Andolsun,
onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.
5. Bu
haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!
6,7. O
hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil’in benzeri
görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde
dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.
8. Davetçiye
doğru koşarlarken kâfirler, “Bu zor bir gün” derler.
9. Onlardan
önce Nuh’un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp “Bu bir delidir”
dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu.
10. O
da Rabbine, “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et” diye dua etti.
11. Biz
de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.
12. Yeryüzünü
pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.
13. Biz
Nûh’u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.
14. Gemi,
inkâr edilen kimseye (Nuh’a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.
15. Andolsun,
biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?
16. Benim
azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!
17. Andolsun
biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
18. Âd
kavmi de (Hûd’u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış!
19. Biz
onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr
gönderdik.
20. İnsanları
köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.
21. Azabım
ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)!
22. Andolsun
biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
23,24. Semûd
kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: “İçimizden bir insana mı
uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş
oluruz.”
25. “Bizim
aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır o, yalancının,
şımarığın biridir.”
26. Onlar
yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık!
27. (Salih’e
şöyle demiştik:) “Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi
göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret.”
28. “Onlara,
suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her
su nöbetinde sahibi hazır bulunsun.”
29. Derken,
(kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi
kesti.
30. Fakat
azabım ve uyarılarım nasılmış!
31. Şüphesiz
biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki
hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.
32. Andolsun
biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
33. Lût
kavmi de uyarıcıları yalanladı.
34,35. Şüphesiz
biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût’un ailesi
başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık.
Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.
36. Andolsun,
Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla
karşıladılar.
37. Andolsun,
onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları
tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!” dedik.
38. Andolsun,
onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.
39. “Haydi
azabımı ve uyarılarımı tadın!” dedik.
40. Andolsun,
biz Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?
41. Andolsun,
Firavun’un ailesine de uyarıcılar gelmişti.
42. Bütün
âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin
yakalaması gibi yakaladık.
43. (Ey
Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için
kitaplarda bir berat mı var?
44. Yoksa
onlar, “Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz” mu diyorlar?
45. O
topluluk yakında (Bedir’de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp
kaçacaklardır.
46. Hayır,
kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir. Kıyamet (azabı) ise daha
müthiş ve daha acıdır.
47. Şüphesiz
suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler.
48. Yüzüstü
ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, “Cehennemin dokunuşunu tadın!” denecek.
49. Gerçekten
biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.
50. Emrimiz
ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)
51. Andolsun,
biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?
52. İşledikleri
her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.
53. Küçük,
büyük her şey satır satır yazılmıştır.
54. Şüphesiz
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.
55. Muktedir
bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.
Mekke döneminde inmiştir. 78 âyettir.
Sûre, adını ilk âyeti oluşturan ve Allah’ın sıfatlarından biri olan “er-Rahmân”
kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca, Allah’ın nimetleri, birliğini ve
kudretini gösteren kâinat delilleri ve günahkârların kıyamette karşılaşacakları
korku ve şiddet konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Rahmân,
Kur’an’ı öğretti.
3. İnsanı
yarattı.
4. Ona
beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.
5. Güneş
ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.
6. Otlar
ve ağaçlar (Allah’a) boyun eğerler.
7. Göğü
yükseltti ve ölçüyü koydu.
8. Ölçüde
haddi aşmayın.
9. Tartıyı
adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.
10. Allah,
yeri yaratıklar için var etti.
11. Orada
meyve(ler) ve salkımlı hurma ağaçları vardır.
12. Yapraklı
taneler, hoş kokulu bitkiler vardır.
13. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
14. Allah,
insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.
15. “Cin”i
de yalın bir ateşten yarattı.
16. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
17. O,
iki doğunun ve iki batının Rabbidir.[517]
18. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
19. (Suları
acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.[518]
20. (Fakat)
aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.
21. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
22. O
denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkar.
23. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
24. Denizde
akıp giden dağlar gibi yüksek gemiler de O’nundur.
25. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
26. Yer
üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır.
27. Ancak
azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.
28. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
29. Göklerde
ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî
tasarruftadır.
30. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
31. Yakında
sizi de hesaba çekeceğiz, ey cinler ve insanlar!
32. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
33. Ey
cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip
gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip
gidemezsiniz.
34. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
35. Üstünüze
ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir duman gönderilir de kendinizi
koruyamazsınız.
36. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
37. Gök
yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kırmızı gül hâline geldiği zaman (hâliniz ne
olur?)
38. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
39. İşte
o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak.[519]
40. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
41. Suçlular
simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
42. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
43. İşte
bu suçluların yalanladıkları cehennemdir.
44. Onlar,
cehennem ateşi ile yüksek derecede kaynar su arasında gider gelirler.
45. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
46. Rabbinin
huzurunda (hesap vermek üzere) duracağından korkan kimseye iki cennet vardır.
47. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
48. İki
cennet de (ağaçlar, meyveler, rengârenk bitkiler gibi) çeşit çeşit
güzelliklerle bezenmiştir.
49. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
50. İçlerinde
akan iki pınar vardır.
51. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
52. İkisinde
de her meyveden çift çift vardır.
53. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
54. Onlar
astarları kalın ipekten olan döşeklere yaslanırlar. Bu iki cennetin meyveleri
(zahmetsizce alınacak kadar) yakındır.
55. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
56. Oralarda
bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce
ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.
57. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
58. Onlar
sanki yakut ve mercandır.
59. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
60. İyiliğin
karşılığı, yalnız iyiliktir.
61. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
62. Bu
iki cennetten başka iki cennet daha vardır.
63. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
64. O
iki cennet koyu yeşil renktedir.
65. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
66. İçlerinde
kaynayan iki pınar vardır.
67. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
68. İçlerinde
her türlü meyve, hurma ve nar vardır.
69. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
70. Onlarda
huyları güzel, yüzleri güzel dilberler vardır.
71. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
72. Onlar,
çadırlara kapanmış hurilerdir.
73. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
74. Onlara,
eşlerinden önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur.
75. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
76. Onlar
yeşil yastıklara ve güzel yaygılara yaslanırlar, (nimetlenirler).
77. O
hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
78. Azamet
ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir.
Mekke döneminde inmiştir. 96 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “el-vâkı’a” kelimesinden almıştır. Vâkı’a,
gerçekleşen, meydana gelen olay demektir. Burada kıyameti ifade etmektedir.
Sûrede başlıca, kıyametin kopmasından önceki ve sonraki dehşetli hâller ve
insanların amellerine göre içinde yer alacağı gruplar konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Kesin
gerçekleşecek (olan Kıyamet) koptuğu zaman, onun kopuşunu yalanlayacak kimse
olmayacaktır.
3,4,5,6,7. Yeryüzü şiddetle sarsıldığı, dağlar
parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, O,
(kimini) yükseltir, (kimini) alçaltır.
8. Ahiret
mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir![520]
9. Kötülüğe
batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir![521]
10,11. (İman
ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah’a)
yaklaştırılmış kimselerdir.
12. Onlar,
Naîm cennetlerindedirler.
13,14. Onların
çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.
15,16. Onlar,
karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevheratla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.
17,18,19,20,21. Ebediyen genç kalan uşaklar, onların
etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet
pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri
meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.
22,23. Onlar
için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.
24. (Bütün
bunlar) işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir.)
25. Orada
ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler.
26. Sadece
“selâm!”, “selâm!” sözünü işitirler.
27. Ahiret
mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir![522]
28,29,30,31,32,33,34. (Onlar), dikensiz sidir ağaçları[523] ve
meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede,
çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler
içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.
35. Biz
onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışta yarattık.
36,37,38. Onları ahiret mutluluğuna erenler
için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.
39,40. Bunların
birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.
41. Kötülüğe
batanlar ise ne mutsuz kimselerdir!
42,43,44. Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve
bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifirî bir gölge
içinde!.
45. Çünkü
onlar, bundan önce (dünyada varlık içinde) sefahata dalmış ve azgın kimselerdi.
46. Büyük
günah üzerinde ısrar ediyorlardı.
47. Diyorlardı
ki: “Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi bir
daha diriltilecekmişiz?”
48. “Evvelki
atalarımız da mı?”
49,50. De
ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir
vaktinde toplanacaklardır.”
51,52. Sonra
siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkumdan
yiyeceksiniz.
53. Karınlarınızı
ondan dolduracaksınız.
54. Üstüne
de o kaynar sudan içeceksiniz.
55. Kanmak
bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.
56. İşte
bu hesap ve ceza gününde onlara ziyafetleridir.
57. Sizi
biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?
58. Attığınız
o meniye ne dersiniz?!
59. Onu
siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?
60,61. Sizin
yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden
yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze
geçilmez.
62. Andolsun,
birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O hâlde düşünseniz ya!
63. Ektiğiniz
tohuma ne dersiniz?!
64. Onu
siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
65. Dileseydik,
onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz:
66. “Muhakkak
biz çok ziyandayız!”
67. “Daha
doğrusu büsbütün mahrumuz!”
68. İçtiğiniz
suya ne dersiniz?!
69. Siz
mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?
70. Dileseydik
onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretseydiniz ya!.
71. Tutuşturduğunuz
ateşe ne dersiniz?!
72. Onun
ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?
73. Biz
onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık.
74. O
hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt).
75,76. Yıldızların
yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-
77. O,
elbette değerli bir Kur’an’dır.
78. Korunmuş
bir kitaptadır.
79. Ona,
ancak tertemiz olanlar dokunabilir.
80. Âlemlerin
Rabb’inden indirilmedir.
81,82. Şimdi
siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz ve Allah’ın verdiği rızka O’nu yalanlayarak mı
şükrediyorsunuz?
83. Can
boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize!
84. Oysa
siz o zaman bakıp durursunuz.
85. Biz
ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.
86,87. Eğer
hesaba çekilmeyecekseniz ve doğru söyleyenler iseniz, onu geri döndürsenize!
88,89. Fakat
(ölen kişi) Allah’a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm
cenneti vardır.
90,91. Eğer
Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, “Selâm sana Ahiret
mutluluğuna ermişlerden!” denir.
92,93. Ama
haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.
94. Bir
de cehenneme atılma vardır.
95. Şüphesiz
bu, kesin gerçektir.
96. Öyleyse
yüce Rabbinin adını tesbih et.
Medine döneminde inmiştir. 29
âyettir. Sûre, adını 25. âyette geçen “el-Hadîd” kelimesinden almıştır. Hadîd,
demir demektir. Sûrede başlıca, tüm kâinatın Allah’a ait olduğu ve kâinatta
dilediği gibi tasarruf edeceği, Allah’ın dinini yüceltmek için can ve mal ile
mücadelenin gerekliliği, dünya hayatının geçiciliği ve aldatıcılığı konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Göklerdeki
ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
2.
Göklerin
ve yerin hükümranlığı yalnızca O’nundur. Diriltir,
öldürür. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
3.
O,
ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır.[524] O,
her şeyi hakkıyla bilendir.
4.
O,
gökleri ve yeri altı günde (altı evrede) yaratan, sonra Arş’a[525]
kurulandır. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni bilir.
Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla
görendir.
5.
Göklerin
ve yerin hükümranlığı O’nundur. Bütün işler ancak O’na
döndürülür.
6.
Geceyi
gündüze sokar, gündüzü de geceye sokar. O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı)
hakkıyla bilendir.
7.
Allah’a
ve Resûlüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah
yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya;
onlar için büyük bir mükâfat vardır.[526]
8.
Peygamber,
sizi, Rabbinize iman etmeniz için davet edip dururken size ne oluyor da Allah’a
iman etmiyorsunuz? Hâlbuki (Allah ezelde) sizden sağlam bir söz de almıştı.
Eğer inanacak kimselerseniz (bu çağrıya uyun).
9.
O,
sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kulu Muhammed’e apaçık âyetler
indirendir. Şüphesiz Allah, size karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
10.
Size
ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin
mirası Allah’ındır. İçinizden, fetihten (Mekke fethinden) önce harcayanlar ve
savaşanlar, (diğerleri ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan
ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel
olanı (cenneti) va’detmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.
11.
Kim
Allah’a güzel bir borç verecek ki, Allah da onu kendisine kat kat ödesin. Ona
çok değerli bir mükâfat da vardır.
12.
Mü’min
erkeklerle mü’min kadınların nurlarının, önlerinde ve sağlarında koştuğunu
göreceğin gün kendilerine şöyle denir: “Bugün size müjdelenen şey içlerinden
ırmaklar akan, ebedî olarak kalacağınız cennetlerdir.” İşte bu büyük başarıdır.
13.
Münafık
erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, “Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz
de aydınlanalım”[527]
diyecekleri gün kendilerine, “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayın”
denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun iç tarafında
rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki
dış cihetinde ise azap vardır.
14.
(Münafıklar)
mü’minlere şöyle seslenirler: “Biz de (dünyada) sizinle beraber değil miydik?”
(Mü’minler de) derler ki: “Evet, fakat siz kendinizi yaktınız. Başımıza
musibetler gelmesini gözlediniz, şüphe ettiniz. Allah’ın emri gelinceye kadar
kuruntular sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında da sizi
aldattı.”
15.
Bugün
artık ne sizden, ne de inkâr edenlerden bir fidye alınır. Barınağınız ateştir.
Size yaraşan odur. Orası gidilecek ne kötü yerdir!
16.
İman
edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile
ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de,
üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar.
Onlardan birçoğu fasık kimselerdir.
17.
Bilin
ki Allah, yeryüzünü ölümünden sonra diriltmektedir. Düşünesiniz diye gerçekten,
size âyetleri açıkladık.
18.
Şüphesiz
ki sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç
verenler var ya, (verdikleri) onlara kat kat ödenir. Ayrıca onlara çok değerli
bir mükâfat da vardır.
19.
Allah’a
ve Peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîklar (sözü özü doğru
kimseler) ve Allah katında şahitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır.
İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir.
20.
Bilin
ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir
övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok
olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna
gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da
çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya)
Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir
şey değildir.
21.
Rabbinizden
bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resûlüne
inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın
lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
22.
Yeryüzünde
ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu
yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu,
Allah’a göre kolaydır.
23.
Elinizden
çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye
(böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.
24.
Onlar
cimrilik edip insanlara da cimriliği emreden kimselerdir. Kim yüz çevirirse
bilsin ki şüphesiz Allah ganîdir, zengindir, övülmeye lâyıktır.
25.
Andolsun,
biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı
(ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş
bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar
ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resûllerine gayba inanarak yardım
edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
26.
Andolsun,
biz Nûh’u ve İbrahim’i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı
onların soylarına da verdik. Onlardan kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden
birçoğu da fasık kimselerdir.
27.
Sonra
bunların peşinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da
Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların
kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri
ruhbanlığa[528] gelince; biz onu onlara
farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat
etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere
mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir.
28.
Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve peygamberine iman edin ki,
size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur
versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
29.
Bunları
açıkladık ki, kitap ehli, Allah’ın lütfundan hiçbir şeyi kendilerine has
kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lütfun, Allah’ın elinde olduğunu, onu
dilediği kimseye vereceğini bilsinler. Allah, büyük lütuf sahibidir.
Medine döneminde inmiştir. 22
âyettir. Sûre, adını ilk âyette sözü edilen olaydan almıştır. “Mücâdele”,
münakaşa etmek, tartışmak demektir. Bir adamın “zıhâr” yaptığı karısı, Hz.
Peygambere gelerek onu şikâyet etmiş ve Hz. Peygamberle de tartışmıştı. Sûrede
başlıca, zıhar, zıhar keffareti gibi bazı dînî hükümler ile birtakım görgü
kuralları ve mü’minlerin inanmayanlara karşı takınmaları gereken tavır konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Allah,
kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü
işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz
Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
2.
İçinizden
kadınlarına zıhar[529]
yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Onların anaları
ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhar yaparlarken) hoş
karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok
bağışlayıcıdır.
3.
Kadınlarından
zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle
birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile
size öğüt veriliyor. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
4.
Kim
(köle azat etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki ay oruç
tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar,
Allah’a ve Resûlüne hakkıyla iman edesiniz, diyedir. İşte bunlar Allah’ın
sınırlarıdır. Kâfirler için elem dolu bir azap vardır.
5.
Allah’a
ve Resûlüne düşmanlık edenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi
alçaltılacaklardır. Oysa biz apaçık âyetler indirdik. Kâfirler için alçaltıcı
bir azap vardır.
6.
Allah’ın
onları hep birden diriltip yaptıklarını kendilerine haber vereceği günü
hatırla. Allah onları sayıp zaptetmiş, onlarsa bunları unutmuşlardır. Allah,
her şeye şahittir.
7.
Göklerdeki
ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz
ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın.
Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede
olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını
Kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.
8.
Gizlice
konuşmaktan menedilip de, menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve
peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah’ın seni selâmlamadığı
selâmla selâmlıyorlar. İçlerinden de, “Söylediklerimizden dolayı Allah bize
azap etse ya!” diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış
yeridir orası![530]
9.
Ey
iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve
peygambere isyanı konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna
toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
10.
O
kötü fısıltılar iman edenleri üzmek için ancak şeytandan kaynaklanmaktadır.
Oysa şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar verebilecek
değildir. Öyle ise mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.
11.
Ey
iman edenler! Size, “Meclislerde yer açın” denildiği zaman açın ki, Allah da
size genişlik versin. Size, “Kalkın”, denildiği zaman da kalkın ki, Allah
içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin.
Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
12.
Ey
iman edenler! Peygamber ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa
konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha
temizdir. Şâyet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
13.
Baş
başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza
ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve
Resûlüne itaat edin. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
14.
Allah’ın
kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne
sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.
15.
Allah,
onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne
kötüdür!
16.
Onlar
yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah’ın dininden alıkoydular. Bunun için
onlara alçaltıcı bir azap vardır.
17.
Onların
malları da, evlatları da Allah’a karşı kendilerine bir yarar sağlamayacaktır.
Onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
18.
Allah’ın
onları hep birden dirilteceği, onların da (kendilerini kurtaracak) bir iş üzerinde
olduklarını sanarak size yemin ettikleri gibi Allah’a da yemin edecekleri günü
düşün! İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.
19.
Şeytan
onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte
onlar şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar
ziyana uğrayanların ta kendileridir.
20.
Allah’a
ve peygamberine düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin
arasındadırlar.
21.
Allah,
“Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphe yok ki,
Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
22.
Allah’a
ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri
yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan
kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı
yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden
ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah
onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın
tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa
erenlerin ta kendileridir.
Medine döneminde inmiştir. 24
âyettir. Sûre, adını ikinci ayette geçen “el-Haşr” kelimesinden almıştır. Haşr,
toplamak demektir. Sûrede başlıca, Medine’de yaşamakta olan ve Hz.Peygamberle
yaptıkları antlaşmaya ihanet ederek İslâm toplumunu ortadan kaldırmak üzere
Mekkeli müşriklerle ittifak yapan Nadîroğulları’nın Medine’den topluca
sürülmesi hadisesi ile Yahudilerle antlaşma yapan münafıklar konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Göklerdeki
ve yerdeki her şey Allah’ı tespih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
2.
O,
kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır. Siz
onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini
Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah’ın emri onlara ummadıkları yerden
geldi. O, yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem
de mü’minlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey basiret sahipleri, ibret alın.[531]
3.
Eğer
Allah, onlar hakkında sürülmeye hükmetmemiş olsaydı, muhakkak kendilerine
dünyada azap edecekti. Ahirette ise, onlar için cehennem azabı vardır.
4.
Bu,
onların Allah’a ve Resûlüne karşı gelmeleri sebebiyledir. Kim Allah’a karşı
gelirse bilsin ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.
5.
(Savaş
gereği,) hurma ağaçlarından her neyi kestiniz, yahut
(kesmeyip) kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa hep Allah’ın izniyledir. Bu da
fasıkları rezil etmesi içindir.[532]
6.
Onların
mallarından Allah’ın, savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar için
siz, at ya da deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini, dilediği
kimselerin üzerine salıp onlara üstün kılar. Allah’ın her şeye hakkıyla gücü
yeter.[533]
7.
Allah’ın,
(fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine
kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere,
yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler
arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle
hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse
ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı
çetindir.
8.
Bu
mallar özellikle, Allah’tan bir lütuf ve hoşnudluk ararken ve Allah’ın dinine
ve peygamberine yardım
ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirlerindir. İşte
onlar doğru kimselerin ta kendileridir.
9.
Onlardan
(muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine
yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı
içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde
bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden,
hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
10.
Onlardan
sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş
olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin
tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”[534]
11.
Kitap
ehlinden o inkâr eden kardeşlerine, “Yemin ederiz ki, siz (Medine’den)
çıkarılırsanız, muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin hakkınızda asla
kimseye boyun eğmeyiz. Eğer size karşı savaşılırsa, size mutlaka yardım ederiz”
diyerek münafıklık yapanlara bakmaz mısın? Hâlbuki Allah onların kesinlikle
yalancı olduklarına şahitlik eder.
12.
Andolsun,
eğer (kardeşleri Medine’den) çıkarılırsa, onlarla beraber çıkmazlar.
Kendilerine karşı savaşılırsa, onlara yardım etmezler. Yardım edecek olsalar bile
andolsun mutlaka arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım
edilmez.
13.
Onların
kalplerinde size karşı duydukları korku, Allah’a karşı duydukları korkudan daha
baskındır. Bu, onların anlamaz bir toplum olmaları sebebiyledir.
14.
Onlar
müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde
savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu
sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir
topluluk olmalarındandır.
15.
Onların
durumu, kendilerinden az öncekilerin (Mekkeli müşriklerin) durumu gibidir.
Onlar (Bedir’de) yaptıklarının cezasını tatmışlardır. Onlara (Ahirette de) elem
dolu bir azap vardır.
16.
Münafıkların
durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der;
insan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan
Allah’tan korkarım” der.
17.
Nihayet
ikisinin de (azdıranın da azanın da) akıbeti, ebediyen ateşte kalmaları
olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur.
18.
Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne
göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah,
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
19.
Allah’ı
unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler
gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.
20.
Cehennemliklerle
cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
21.
Eğer
biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını
eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler
diye veriyoruz.
22.
O,
kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. Gaybı[535] da,
görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.[536]
23.
O,
kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi,
kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik
veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini
yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır. Allah, onların ortak
koştuklarından uzaktır.
24.
O,
yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O,
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Medine döneminde inmiştir. 13
âyettir. Onuncu âyette, Hudeybiye antlaşmasından sonra müşrikler arasından
çıkıp Medine’ye gelen ve müslüman olduklarını söyleyen kadınların imtihan
edilmeleri emredildiği için sûreye mecazen, “imtihan eden” anlamında
“mümtehine” denmiştir. Sûrede başlıca, Allah için sevmek, Allah için buğz etmek
ve müslümanlarla kâfirler arasındaki ilişkilere dair bazı uyarılar konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Ey
İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.
Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler.
Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar.
Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle
yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz.[537]
Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu
yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.
2.
Şâyet
onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size ellerini ve dillerini
kötülükle uzatırlar ve inkâr etmenizi arzu ederler.
3.
Yakınlarınız
ve çocuklarınız size asla fayda vermeyecektir. Kıyamet günü Allah aranızı
ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
4.
İbrahim’de
ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar
kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi
tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda
sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in,
babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana
gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle
dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik.
Dönüş de ancak sanadır.”[538]
5.
“Ey
Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz!
Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”
6.
Andolsun,
onlarda (İbrahim ve beraberindekilerde) sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü
arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Allah
her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.
7.
Ola
ki Allah sizinle, içlerinden düşman olduğunuz kimseler arasına bir sevgi (ve
yakınlık) koyar. Allah, hakkıyla gücü yetendir. Allah çok bağışlayandır, çok
merhametlidir.
8.
Allah,
sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış
kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah,
âdil davrananları sever.
9.
Allah,
sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve
çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost
edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
10.
Ey
iman edenler! Mü’min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan
edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların inanmış
kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü
müslüman hanımlar kâfirlere helâl değillerdir. Kâfirler de müslüman hanımlara helâl
olmazlar. Mehir olarak harcadıklarını onlara (kocalarına geri) verin.
Mehirlerini verdiğiniz takdirde, bu kadınlarla evlenmenizde size bir günah
yoktur. Müşrik karılarınızın nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan
kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mehri, (evlendikleri kâfir kocalarından)
isteyin. Kâfirler de (İslâm’ı kabul eden ve sizinle evlenen eski hanımlarına)
harcamış oldukları mehri (sizden) istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. O,
aranızda hüküm veriyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.[539]
11.
Eğer
eşlerinizden biri kâfirlere kaçar[540] ve
siz de onlarla çarpışıp ganimet alırsanız, eşleri gidenlere sarf ettikleri
(mehir) kadarını verin ve inandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
12.
Ey
Peygamber! Mü’min kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık
yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir
iftira uydurup getirmemek,[541]
hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri
zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz
Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
13.
Ey
iman edenler! Kendilerine Allah’ın gazap ettiği, kabirlerdeki kâfirlerin ümit
kestikleri gibi tamamen ahiretten ümitlerini kesmiş[542] bir
toplumu dost edinmeyin.
Medine döneminde inmiştir. 14
âyettir. Sûre, adını 4. âyette geçen “saff” kelimesinden almıştır. Saff, sıra,
dizi demektir. Sûrede başlıca, Allah yolunda cihadın fazileti konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Göklerdeki
ve yerdeki her şey Allah’ı tespih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
2.
Ey
iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
3.
Yapmayacağınız
şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.
4.
Hiç
şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina
gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.
5.
Hani
Mûsâ kavmine, “Ey kavmim! Allah’ın size gönderdiği peygamberi olduğumu bilip
durduğunuz hâlde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. Onlar yoldan
sapınca, Allah da kalplerini (doğru yoldan) saptırdı. Allah, fasıklar topluluğunu
hidayete erdirmez.
6.
Hani,
Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce
gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi
müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara
apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.[543]
7.
Kim,
İslâm’a davet olunduğu hâlde, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?
Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
8.
Onlar
ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler
de Allah nurunu tamamlayacaktır.
9.
O,
kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için
peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir.
10.
Ey
iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi
size?
11.
Allah’a
ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat
edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.
12.
(Bunu
yapınız ki) Allah, günahlarınızı bağışlasın, sizi içinden ırmaklar akan
cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun. İşte bu büyük
başarıdır.
13.
Seveceğiniz
başka bir kazanç daha var: Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih (Mekke’nin
fethi). (Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele!
14.
Ey
iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun.[544]
Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim
yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız”
demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr
etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün
geldiler.[545]
Medine döneminde inmiştir. 11
âyettir. Sûre, adını 9. âyette geçen “el-Cumu’a” kelimesinden almıştır. Sûrede
başlıca, Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilişi, Yahudilerin Allah’ın
dininden yan çizmeleri ve Cuma namazı ile ilgili bazı hükümler konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Göklerdeki
ve yerdeki her şey, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet
sahibi olan Allah’ı tespih eder.
2.
O,
ümmîlere[546], içlerinden, kendilerine
âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir
peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde
idiler.
3.
(Allah,
o peygamberi) onlardan henüz kendilerine katılmayan başkalarına da
göndermiştir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.[547]
4.
İşte
bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
5.
Tevrat’la
yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan
eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne
kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
6.
De
ki: “Ey Yahudi akidesini benimseyenler! Bütün insanlar değil de, yalnız
kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ediyorsanız, (bunda da) samimi
iseniz haydi ölümü isteyin!”
7.
Ama
onlar, daha evvel yaptıklarından dolayı asla ölümü istemezler. Allah, zalimleri
hakkıyla bilir.
8.
De
ki: “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size
ulaşacaktır. Sonra gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz
de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.”
9.
Ey
iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın
zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha
hayırlıdır.[548]
10.
Namaz
kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın.
Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.
11.
(Durum
böyle iken) onlar bir ticaret veya bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen
dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar.[549] De
ki: “Allah’ın yanında bulunan, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah,
rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
Medine döneminde inmiştir. 11
âyettir. Sûre, münafıkların genel karakter ve özelliklerinden bahsettiği için
bu adı almıştır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
(Ey
Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, “Senin, elbette Allah’ın peygamberi
olduğuna şahitlik ederiz” derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi
olduğunu biliyor. (Fakat) Allah, o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına
elbette şahitlik eder.
2.
Yeminlerini
kalkan yaptılar da insanları Allah’ın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların
yaptıkları şey ne kötüdür!
3.
Bu,
onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür
vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar.
4.
Onları
gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin.
Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi
aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin!
Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!
5.
O
münafıklara, “Gelin, Allah’ın Resûlü sizin için bağışlama dilesin” denildiği
zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını
görürsün.
6.
Onlara
bağışlama dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah, onları asla
bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez.
7.
Onlar,
“Allah Resûlü’nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir şey vermeyin ki dağılıp
gitsinler” diyenlerdir. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat
münafıklar (bunu) anlamazlar.
8.
Onlar,
“Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka
çıkaracaktır” diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin
ve mü’minlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.[550]
9.
Ey
iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten
alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta
kendileridir.
10.
Herhangi
birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de
sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden
Allah yolunda harcayın.
11.
Allah,
eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah, bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.
Medine döneminde inmiştir. 18
âyettir. Sûre, adını 9. âyette geçen “et-Teğâbun” kelimesinden almıştır.
Teğâbun, aldanma demektir. İnanmayanların aldanışları, Kıyamet gününde açıkça
ortaya çıkacağı için bugüne “Yevmü’t-Teğâbun (aldanma günü)” denmiştir. Sûrede,
başlıca mü’min olsun, kâfir olsun herkesin eksiklik ve kusurlarının kıyamet
günü açığa çıkacağı konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Göklerdeki
ve yerdeki her şey Allah’ı tespih eder. Mülk yalnızca O’nundur,
hamd de O’na mahsustur. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
2.
O,
sizi yaratandır. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mü’mindir. Allah, yaptıklarınızı
hakkıyla görendir.
3.
Gökleri
ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Sizi şekillendirdi ve
şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş yalnız O’nadır.
4.
Göklerdeki
ve yerdeki her şeyi bilir. Gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir.
Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
5.
Daha
önce inkâr edip de inkârlarının cezasını tadanların haberi size gelmedi mi?
Onlar için elem dolu bir azap da vardır.
6.
Bu,
peygamberlerinin, onlara apaçık mucizeler getirmeleri ve onların da, “(Bizim
gibi) insanlar mı bizi doğru yola iletecekmiş?” deyip de inkâr etmeleri ve yüz
çevirmeleri sebebiyledir. Allah da hiçbir şeye muhtaç olmadığını göstermiştir.
Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye lâyıktır.
7.
İnkâr
edenler, kesinlikle, öldükten sonra diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki:
“Hiç de öyle değil, Rabbime and olsun, mutlaka diriltileceksiniz, sonra da
yaptıklarınız size elbette haber verilecektir. Bu, Allah’a kolaydır.”
8.
Artık
siz Allah’a, peygamberine ve indirdiğimiz nûra (Kur’an’a) iman edin. Allah,
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
9.
Toplanma
vakti için Allah'ın sizi toplayacağı günü düşün. O gün aldanışın ortaya
çıkacağı gündür. Kim Allah'a inanır ve salih amel işlerse, Allah onun
kötülüklerini örter ve onu içinden ırmaklar akan, ebedî kalacakları cennetlere
sokar. İşte bu büyük başarıdır.
10.
İnkâr
eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar, içinde ebedî kalmak
üzere cehennemliklerdir. Ne kötü varılacak yerdir orası!
11.
Allah’ın
izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun
kalbini doğruya iletir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
12.
Allah’a
itaat edin, peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki elçimize
düşen sadece apaçık bir tebliğdir.
13.
Allah,
kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. Mü’minler yalnız Allah’a tevekkül
etsinler.
14.
Ey
iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır.
Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki
Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
15.
Mallarınız
ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat
vardır.
16.
O
hâlde, gücünüz yettiği kadar Allah’a karşı gelmekten sakının. Dinleyin, itaat
edin, kendi iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa,
işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
17.
Eğer
siz Allah’a güzel bir borç verirseniz, Allah onu size, kat kat öder ve sizi
bağışlar. Allah, şükrün karşılığını verendir, halîmdir (hemen cezalandırmaz,
mühlet verir).
18.
O,
gaybı da görünen âlemi de bilendir, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
Medine döneminde inmiştir. 12
âyettir. Sûre, adını işlediği konudan almıştır. “Talâk“ boşamak demektir.
Sûrede talâk ile ilgili diğer bazı hükümler konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Ey
peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde, onları iddetlerini dikkate alarak
(temizlik hâlinde) boşayın ve iddeti sayın.[551]
Rabbiniz olan Allah’a karşı gelmekten sakının. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları
dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de
çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa,
şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir
durum ortaya çıkarır.
2.
Boşanan
kadınlar iddetlerinin sonuna varınca, onları güzelce tutun,
yahut onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki âdil kimseyi şahit tutun.
Şahitliği Allah için dosdoğru yapın. İşte bununla Allah’a ve ahiret gününe
inanan kimselere öğüt verilmektedir. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah
ona bir çıkış yolu açar.
3.
Onu
beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine
yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü
koymuştur.
4.
Kadınlarınızdan
âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt
ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi
ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah
ona işinde bir kolaylık verir.
5.
İşte
bu, Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa,
Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını büyütür.
6.
Onları
(iddetleri süresince) gücünüz nispetinde, oturduğunuz yerin bir bölümünde
oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın.
Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için
(çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda uygun bir
şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın
emzirecektir.
7.
Eli
geniş olan, elinin genişliğine göre nafaka versin. Rızkı dar olan da, Allah’ın
ona verdiğinden (o ölçüde) harcasın. Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiği
ile yükümlü kılar. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.
8.
Nice
kentlerin halkı Rablerinin ve O’nun elçilerinin emrinden uzaklaşıp azdılar. Bu
yüzden kendilerini çetin bir hesaba çektik ve görülmedik bir azaba çarptırdık.
9.
Böylece
yaptıklarının cezasını tattılar ve işlerinin sonu tam bir hüsran oldu.
10.
Allah,
ahirette onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey iman etmiş olan
akıl sahipleri, Allah’a karşı gelmekten sakının! Allah, size bir zikir (Kur’an)
indirdi.
11.
İman
edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size
Allah’ın apaçık âyetlerini okuyan bir peygamber gönderdi. Kim Allah’a inanır ve
salih bir amel işlerse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî
kalacakları cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona güzel bir rızık vermiştir.
12.
Allah,
yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah’ın emri bunlar arasından
inip durmaktadır ki, Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın her şeyi ilmiyle
kuşattığını bilesiniz.
Medine döneminde inmiştir. 12
âyettir. Sûre, adını Hz. Peygamber’in, helâl olan bir şeyi kendisine haram
kıldığından söz eden ve “Tahrîm Âyeti” diye adlandırılan birinci âyetten almıştır.
Tahrîm, haram kılmak demektir. Sûrede başlıca, Hz. Peygamber’in eşleriyle olan
bazı münasebetleri ile, mutlu bir aile yuvasının
oluşturulmasının temel prensipleri konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Ey
peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin
sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
2.
Allah
(gerektiğinde) yeminlerinizi bozmayı (ve kefaret ödemeyi) size meşru kılmıştır.
Allah, sizin yardımcınızdır. O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
3.
Hani
peygamber eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü
(başkasına) haber verip Allah da bunu peygambere bildirince, peygamber bunun
bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber, bunu ona (sırrı
açıklayan eşine) haber verince o, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber,
“Bunu bana, hakkıyla bilen ve hakkıyla haberdar olan Allah haber verdi” dedi.
4.
(Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz
Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e
karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail
de, salih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.
5.
Eğer
o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman, inanan, sebatla itaat
eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.
6.
Ey
iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği
emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.
7.
Ey
inkâr edenler! Bu gün özür dilemeyin! Siz ancak yapmakta olduklarınızın
karşılığını görüyorsunuz.
8.
Ey
iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin
kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri
utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.
Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu
bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter”
derler.
9.
Ey
Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.
Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası!
10.
Allah,
inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan
iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik
ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara,
“Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.
11.
Allah,
iman edenlere ise, Firavun’un karısını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana
katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun yaptığı işlerden koru ve
beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.
12.
Allah,
bir de iffetini sapasağlam koruyan ve bizim de kendisine ruhumuzdan üflediğimiz,
Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayan İmran kızı Meryem’i de
(inananlara) örnek gösterdi. O itaat edenlerdendi.
Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “el-Mülk” kelimesinden almıştır. Sûrede
başlıca, Allah’ın azameti, Allah’ın birliğinin delilleri ve öldükten sonra
dirilmeyi inkâr edenlerin akıbetleri konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hükümranlık
elinde olan Allah, yücedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
2.
O,
hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.
O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.
3.
O,
yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk
göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?
4.
Sonra
tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz
ve bitkin hâlde sana dönecektir.
5.
Andolsun
biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık
ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık.[552]
6.
Rablerini
inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü varılacak yerdir orası!
7.
Oraya
atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı korkunç uğultuyu işitirler.
8.
Neredeyse
cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın
bekçileri onlara, “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye sorarlar.
9.
Onlar
da şöyle derler: “Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve
‘Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’
demiştik.”
10.
Yine
şöyle derler: “Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli
ateştekilerden olmazdık.”
11.
İşte
böylece günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateştekiler Allah’ın
rahmetinden uzak olsun!
12.
Görmedikleri
hâlde Rablerinden korkanlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
13.
Sözünüzü
gizleyin, yahut onu açığa vurun; (fark etmez).
Şüphesiz Allah, sinelerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.
14.
Yaratan
bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.
15.
O,
yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi
onun üzerinde yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O’nadır.
16.
Göktekinin
sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü
şiddetle çalkalanıyor.
17.
Yahut
göktekinin, üzerinize taş yağdıran rüzgâr göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O
zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz!
18.
Andolsun,
onlardan öncekiler de yalanlamıştı. Beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu!?
19.
Üstlerinde
kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada) ancak Rahmân tutuyor.
Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.
20.
Yahut
Rahmân’dan başka size yardım edecek şu ordunuz (taraftarlarınız) kimlerdir? İnkârcılar
ancak bir aldanış içindedirler.
21.
Peki,
Allah rızkını keserse, kimdir size rızık verecek olan? Hayır, onlar azgınlık ve
nefretle direnip durdular.
22.
Şimdi,
yüzüstü kapanarak düşe kalka yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru bir
yolda dimdik yürüyen mi?
23.
De
ki: “O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da
az şükrediyorsunuz!”
24.
De
ki: “O, sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak O’nun huzurunda
toplanacaksınız.”
25.
“Eğer
doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
26.
De
ki: “O bilgi, ancak Allah katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
27.
Onu
(azabı) yakından gördükleri zaman inkâr edenlerin yüzleri kötüleşir ve onlara,
“İşte bu, (alaylı bir biçimde) isteyip durduğunuz şeydir” denir.
28.
De
ki: “Söyleyin bakalım: Diyelim ki Allah beni ve beraberimdekileri helâk etti, yahut bize acıdı.
Peki, ya inkârcıları elem dolu bir azaptan kim koruyacak?”
29.
De
ki: “O, Rahmân’dır. O’na iman ettik, yalnızca O’na tevekkül ettik. Siz, kimin
apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında öğreneceksiniz!”
30.
De
ki: “Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?”
Mekke döneminde inmiştir. 52 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “el-Kalem” kelimesinden almıştır. “Nûn” sûresi
diye de anılır. Sûrede başlıca, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin ispatı ve
mü’minler ile kâfirlerin akıbetleri konu edilmiştir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Nûn.[553] (Ey
Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli
değilsin.
3. Şüphesiz
sana tükenmez bir mükâfat vardır.
4. Sen
elbette yüce bir ahlâk üzeresin.
5,6. Hanginizin
deli olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.
7. Şüphesiz
senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. O, hidayete erenleri
de daha iyi bilir.
8. O
hâlde yalanlayanlara boyun eğme.
9. İstediler
ki, yumuşak davranasın, böylece onlar da yumuşak davransınlar.[554]
10,11,12,13,14. Yemin edip duran, aşağılık, daima
kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan,
günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye
mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
15. Âyetlerimiz
kendisine okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.
16. Yakında
biz onun burnunu damgalayacağız.
17. Şüphesiz
biz, vaktiyle “bahçe sahipleri”ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli inkârcılara)
da belâ verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah erkenden (fakirler gelmeden)
bahçenin ürünlerini devşirmeye yemin etmişlerdi.
18. (Bunu
tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah” demiyorlardı.)
19. Nihayet
onlar uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı.
20. Böylece
bahçe, (anızı) yakılmış toprağa döndü.
21,22. Derken, sabahleyin birbirlerine, “Haydi, eğer
ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin” diye seslendiler.
23,24. Bunun üzerine, “Sakın, bugün orada hiçbir
yoksul yanınıza sokulmasın” diye fısıldaşarak yola koyuldular.
25. (Yoksullara
yardım etmeğe) güçleri yettiği hâlde (böyle söyleyerek) erkenden yola çıktılar.
26. Fakat
bahçeyi o hâlde gördüklerinde, “Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!”
dediler.
27. (Gerçeği
anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.
28. Onların
en akl-ı selim sahibi olanı, “Ben size ‘Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?” dedi.
29. Onlar,
“Rabbimizi tesbih ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz”
dediler.
30. Bunun
üzerine birbirlerini kınamaya başladılar.
31. Şöyle
dediler: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz!”
32. “Umulur
ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi
arzulayanlarız.”
33. İşte
böyledir azap! Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür; ah bir bilselerdi!
34. Şüphesiz
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.
35. Biz
müslümanları suçlular gibi kılar mıyız?
36. Size
ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
37. Yoksa
size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı okuyorsunuz?
38. Onda,
“Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir” (diye mi yazılı?)
39. Yahut
bizden, her ne hükmederseniz mutlaka öyle olacağına dair Kıyamete kadar sürecek
kesin sözler mi aldınız?
40. Sor
onlara: “Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir?”
41. Yoksa
onların ortakları mı var? Doğru söyleyenler iseler, haydi getirsinler
ortaklarını!
42,43. Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve
kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış
bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar
sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.
44. (Ey
Muhammed!) Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayanlarla beni baş başa bırak. Biz onları
bilemeyecekleri biçimde adım adım helâka yaklaştıracağız.
45. Onlara
mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.
46. Yoksa
sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar bu yüzden ağır bir borç yükü altına
mı girmişlerdir?
47. Yahut
gayb (Levh-i Mahfuz) kendi yanlarında da onlar mı (bundan aktarıp) yazıyorlar?
48. Sen,
Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın
karnında) kederli bir hâlde Rabbine yakarmıştı.[555]
49. Şayet
Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kınanmış bir hâlde ıssız
bir yere atılacaktı.
50. (Fakat
böyle olmadı.) Rabbi onu (peygamber olarak) seçti ve salih kimselerden kıldı.
51. Şüphesiz
inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle
devirecekler. (Senin için,) “Hiç şüphe yok o bir delidir” diyorlar.
52. Hâlbuki
o (Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür.
Mekke döneminde inmiştir. 52 âyettir.
Sûre, adını birinci âyeti oluşturan “el-Hâkka” kelimesinden almıştır. Hâkka,
mutlaka gerçekleşecek olan kıyamet demektir. Sûrede başlıca, Kıyameti inkâr
edenlerin görecekleri cezalar ve mü’minler ile kâfirlerin dehşetli Kıyamet
günündeki hâlleri konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Gerçekleşecek
olan kıyamet!
2.
Nedir
o gerçekleşecek olan kıyamet?
3.
Gerçekleşecek
olan kıyametin ne olduğunu sen ne bileceksin?[556]
4.
Semûd
ve Âd kavimleri, yüreklerini hoplatacak olan büyük felaketi (Kıyameti)
yalanladılar.
5.
Semûd
kavmi korkunç bir sarsıntı ile helâk edildi.
6.
Âd
kavmine gelince, onlar da uğultulu ve dondurucu şiddetli bir rüzgârla helâk
edildi.
7.
Allah,
onu kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle
ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere
serilmiş hâlde görürdün.
8.
Şimdi
onlardan geri kalan bir şey görüyor musun?
9.
Firavun,
ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler (halkı olan Lût kavmi) hep o suçu işlediler.
10.
Öyle
ki Rablerinin elçilerine karşı geldiler. Bunun üzerine Allah da onları gittikçe
artan bir azap ile yakaladı.
11,12. Şüphesiz,
(Nûh zamanında) su bastığı vakit, sizi gemide biz taşıdık ki, bu olayı sizin
için bir uyarı yapalım ve belleyecek kulaklar da onu bellesin.
13,14,15. Sûr’a bir defa üfürülünce, yeryüzü
ve dağlar kaldırılıp birbirine bir çarptırılınca, işte o gün olacak olmuş (kıyamet
kopmuş)tur.
16. Gök
de yarılmış ve artık o gün o da çökmeye yüz tutmuştur.
17. Melekler
onun kıyılarındadır. O gün Rabbinin Arş’ını, bunların da üstünde sekiz taşıyıcı
taşır.
18. O
gün (hesap için Allah’a) arz olunursunuz. Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.
19. İşte
o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı
okuyun!”
20. “Çünkü
ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.”
21. Artık
o, hoşnut bir hayat içindedir.
22. Yüksek
bir cennettedir.
23. Onun
meyveleri sarkar (kolaylıkla devşirilebilir).
24. (Onlara
şöyle denir:) “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.
25. Kitabı
kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana
verilmeseydi.”
26. “Hesabımın
ne olduğunu da bilmeseydim.”
27. “Keşke
ölüm her şeyi bitirseydi.”
28. “Malım
bana hiçbir yarar sağlamadı.”
29. “Saltanatım
da yok olup gitti.”
30. (Allah,
şöyle der:) “Onu yakalayıp bağlayın.”
31. “Sonra
onu cehenneme atın.”
32. “Sonra
uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu.”
33. “Çünkü
o, azamet sahibi Allah’a iman etmiyordu.”
34. “Yoksulu
doyurmağa teşvik etmiyordu.”
35. “Bu
sebeple, bugün burada onun samimi bir dostu yoktur.”
36. “Kanlı
irinden başka bir yiyeceği de yoktur.”
37. Onu
günahkârlardan başkası yemez.”
38,39,40. Görebildiklerinize ve
göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur’an), hiç şüphesiz çok şerefli bir
elçinin (Allah’tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür.
41. O,
bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz!
42. Bir
kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!
43. O,
âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.
44,45. Eğer
(Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu
kudretimizle yakalardık.
46. Sonra
da onun şah damarını mutlaka keserdik.
47. Hiçbiriniz
de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.
48. Şüphesiz
Kur’an, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür.
49. Şüphesiz
biz, içinizden yalanlayanların olduğunu elbette biliyoruz.
50. Şüphesiz
Kur’an, kâfirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir.
51. Şüphesiz
Kur’an, gerçek kesin bilgidir.
52. O
hâlde sen, yüce Rabbinin adıyla tespih et.
Mekke döneminde inmiştir. 44 âyettir.
Sûre, adını üçüncü âyetteki “el-Me’âric” kelimesinden almıştır. Me’âric,
yükselme yolları demektir. Sûrede başlıca, Mekke müşriklerinin inkâr, inat ve
azgınlıkları, insan tabiatının bazı yönleri, ölüm ötesi hayatın gerçekliği konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3. Soran
birisi, yükselme yollarının sahibi[557] Allah
tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı
azabı sordu.[558]
4. Melekler
ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
5. (Ey
Muhammed!) Sen güzel bir şekilde sabret.
6. Şüphesiz
onlar o azabı uzak görüyorlar.
7. Biz
ise onu yakın görüyoruz.
8,9. Göğün,
erimiş maden gibi ve dağların atılmış renkli yün gibi olacağı günü hatırla.
10. (O
gün) hiçbir samimi dost, dostunu sormaz.
11,12,13,14. Birbirlerine
gösterilirler. Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için
oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve
yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak versin de, kendisini kurtarsın.
15,16. Hayır
(ne mümkün)! Şüphesiz cehennem, derileri kavurup çıkaran alevli ateştir.
17,18. O,
(hakka) arka döneni ve (imandan) yüz çevireni; servet toplayıp yığanı kendine
çağırır.
19. Şüphesiz
insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır.
20. Kendisine
kötülük dokunduğu zaman sızlanır.
21. Ona
bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır.
22. Ancak,
namaz kılanlar başka.
23. Onlar,
namazlarına devam eden kimselerdir.
24,25. Onlar,
mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak
bulunan kimselerdir.
26. Onlar,
ceza gününü tasdik eden kimselerdir.
27. Onlar,
Rablerinin azabından korkan kimselerdir.
28. Çünkü, Rablerinin azabından emin olunamaz.
29. Onlar,
mahrem yerlerini koruyan kimselerdir.
30. Ancak
eşleri, yahut sahip oldukları cariyeleri başka. Çünkü
onlar (eşleri ve cariyeleri ile olan ilişkileri konusunda) kınanmazlar.
31. Kim
bunun ötesini isterse, işte onlar sınırı aşan kimselerdir.
32. Onlar,
emanetlerini ve verdikleri sözü gözeten kimselerdir.
33. Onlar,
şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir.
34. Onlar,
namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir.
35. İşte
onlar cennetlerde ikram göreceklerdir.
36,37. Şimdi,
inkâr edenlere ne oluyor ki, boyunlarını uzatarak (alay etmek için) sağdan
soldan gruplar hâlinde sana doğru koşuyorlar?
38. Onlardan
her biri Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?[559]
39. Hayır
(ne mümkün)! Şüphesiz biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden (meniden)
yarattık.
40,41. Doğuların
ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini
getirmeye bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez.
42. Sen
onları bırak, uyarıldıkları günlerine kavuşuncaya kadar batıl inançlarına
dalsınlar ve oynasınlar.
43,44. Dikili
putlara akın akın gidercesine, gözleri inmiş, kendilerini zillet kaplamış bir hâlde
mezarlarından süratle çıkacakları o günü hatırla! İşte o, uyarıldıkları gündür.
Mekke döneminde inmiştir. 28 âyettir.
Sûrede başlıca, Nûh peygamberin mücadeleleri ve Nûh Tufanı konu edilmektedir.
Sûre, adını konusundan almıştır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Şüphesiz
biz Nûh’u, kavmine, “Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar”
diye peygamber olarak gönderdik.
2. Nûh,
şöyle dedi: “Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
3,4. “Allah’a
ibadet edin. O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki sizin
günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin. Şüphesiz,
Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz.”
5. Nûh,
şöyle dedi: “Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.”
6. Fakat
benim davetim ancak onların kaçışını artırdı.”
7. “Kuşkusuz
sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını
kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük
bir kibir gösterdiler.”
8. “Sonra
ben onları açık açık davet ettim.”
9. “Sonra,
onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.”
10. “Dedim
ki: ‘Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır.’
11. ‘(Bağışlama
dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.’
12. ‘Sizi
mallarla, oğullarla desteklesin ve sizin için bahçeler var etsin, sizin için
ırmaklar var etsin.’
13. ‘Size
ne oluyor da Allah için bir vakar (saygınlık, büyüklük) ummuyorsunuz?’
14. ‘Hâlbuki, O, sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır.’
15. ‘Görmediniz
mi, Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmıştır?’
16. ‘Onların
içinde nasıl ayı, bir ışık, güneşi de bir kandil yapmıştır?’
17. ‘Allah,
sizi (babanız Âdem’i) yerden (bitki bitirir gibi) bitirdi (yarattı.)’
18. ‘Sonra
sizi yine oraya döndürecek ve kesinlikle sizi (yeniden) çıkaracaktır.’
19,20. ‘Allah,
yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır ki, oradaki geniş yollarda yürüyesiniz.”
21. Nûh,
dedi ki: “Rabbim! Gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak
kendi hüsranını artıran kimselere uydular.”
22. “Bunlar
da, çok büyük bir tuzak kurdular.”
23. “Şöyle
dediler: ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğûs’u,
Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.”[560]
24. “Onlar
gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin sadece
sapıklıklarını artır.”
25. Hataları
(küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular ve cehenneme sokuldular da
kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar.
26. Nûh,
şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!”
27. “Çünkü
sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler
yetiştirirler.”
28. “Rabbim!
Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve
iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.”
Mekke döneminde inmiştir. 28 âyettir.
Ağırlıklı olarak cinlerden bahsettiği için “Cin sûresi” adını almıştır. Sûrede
ayrıca tevhit, peygamberlik ve öldükten sonra dirilmek gibi meseleler konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. (Ey
Muhammed!) De ki: “Bana cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle
dedikleri vahyedildi: “Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur’an
dinledik de ona inandık. Artık, Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız.”
3. “Doğrusu
Rabbimizin şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”
4. “Demek
bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında doğruluktan uzak sözler söylüyormuş.”
5. “Şüphesiz
biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini
sanıyorduk.”
6. “Doğrusu
insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların
taşkınlıklarını artırırlardı.”
7. “Gerçekten
onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah’ın hiç kimseyi öldükten sonra tekrar diriltmeyeceğini
sanmışlardı.”
8. “Kuşkusuz
biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu
bulduk.”
9. “Hâlbuki
biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için
otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen
yakıcı bir ışık bulur.”
10. “Hakikaten
biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir
hayır mı diledi?”
11. “Doğrusu
içimizde salih olanlar da var, olmayanlar da. Ayrı ayrı yollar tutmuşuz.”
12. “Muhakkak
ki biz Allah’ı yeryüzünde âciz bırakamayacağımızı, kaçarak da onu âciz
bırakamayacağımızı anladık.”
13. “Gerçekten
biz hidayet rehberini (Kur’an’ı) işitince ona inandık. Kim Rabbine inanırsa,
artık ne hakkının eksik verilmesinden, ne de haksızlığa uğramaktan korkar.”
14. “Kuşkusuz
içimizde müslüman olanlar da var, hak yoldan sapanlar da var. Kim müslüman
olursa, işte onlar doğruyu arayıp bulmuşlardır.”
15. “Hak
yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.”
16,17. Yine
de ki: “Bana şöyle de vahyedildi: ‘Eğer yolda dosdoğru olurlarsa, mutlaka
onlara bol yağmur yağdırırız ki bununla onları imtihan edelim. Kim Rabbinin
zikrinden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe yükselen bir azaba
sokar.”
18. “Şüphesiz
mescitler, Allah’ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk
etmeyin.”
19. “Allah’ın
kulu (Muhammed), O’na ibadet etmek için kalktığında cinler nerede ise (Kur’an’ı
dinlemek için kalabalıktan) onun etrafında birbirlerine geçiyorlardı.
20. De
ki: “Şüphesiz ben ancak Rabbime ibadet ederim ve O’na hiç kimseyi ortak
koşmam.”
21. De
ki: “Şüphesiz ben, size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim.”
22. De
ki: “Gerçekten beni Allah’a karşı hiç kimse asla koruyamaz ve yine asla O’ndan
başka sığınacak kimse de bulamam.”
23. “Ancak
Allah’tan gelenleri tebliğ edebilirim ve O’nun vahiylerini açıklayabilirim. Kim
Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, içinde ebedî kalacakları
cehennem ateşi vardır.”
24. Nihayet
uyarıldıkları şeyi gördüklerinde kimin yardımcısı daha zayıf, kimin sayısı daha
azmış, bilecekler.
25. De
ki: “Sizin uyarıldığınız şey yakın mıdır, yoksa Rabbim ona uzun bir süre mi
koyacaktır, bilemem.”
26. O,
gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez.
27,28. Ancak
seçtiği resûller başka. (Onlara bildirir.) Fakat O, Resûlün önünde ve arkasında
gözetleyici (melek)ler yürütür ki resûllerin, Rablerinin vahiylerini tebliğ
ettiklerini bilsin. Allah, onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden
inceye sayıp dökmüştür.
Mekke döneminde inmiştir. 20 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “el-Müzzemmil” kelimesinden almıştır.
Müzzemmil, örtünüp bürünen demektir. Sûrede başlıca, Hz. Peygamberin ibadet ve
taat hayatı konu edilmiştir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Ey örtünüp bürünen (Peygamber)![561]
2,3. Kalk,
birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz
eksilt.
4. Yahut
buna biraz ekle. Kur’an’ı ağır ağır, tane tane oku.
5. Şüphesiz
biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz.
6. Şüphesiz
gece ibadetinin etkisi daha fazla, (bu ibadetteki) sözler (Kur’an ve dua
okuyuşlar) ise daha düzgün ve açıktır.
7. Çünkü
gündüzün sana uzun bir meşguliyet vardır.
8. Rabbinin
adını an ve bütün benliğinle O’na yönel.
9. O,
doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise O’nu
vekil edin.
10. Onların
söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl.
11. Nimet
içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
12,13. Çünkü
bizim yanımızda (kâfirler için) bukağılar vardır, cehennem vardır, boğazdan zor
geçen yiyecekler vardır ve elem dolu bir azap vardır.
14. Yerin
ve dağların sarsılacağı ve dağların akıp giden kum yığını olacağı günü (kıyameti)
hatırla.
15. (Ey
Mekkeliler!) Şüphesiz biz size üzerinize şahitlik edecek bir peygamber
gönderdik. Nitekim, Firavun’a da bir peygamber
göndermiştik.
16. Ama
Firavun o peygambere isyan etti, biz de onu ağır ve çetin bir şekilde
yakalayıverdik.
17. Hâl
böyle iken inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan bir
günden (kıyametten) nasıl korunursunuz?
18. O
günle gök (bile) yarılır, Allah’ın va’di gerçekleşir.
19. Şüphesiz
bunlar bir öğüttür. Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.
20. (Ey
Muhammed!) Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını
ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir
topluluk da böyle yapıyor. Allah, gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin
buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de
sizi bağışladı (yükünüzü hafifletti.) Artık, Kur’an’dan kolayınıza geleni
okuyun. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah’ın
lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise
Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O hâlde, Kur’an'dan kolayınıza geleni
okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a güzel bir borç verin.
Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz, onu Allah katında daha üstün bir
iyilik ve daha büyük mükâfat olarak bulursunuz. Allah’tan bağışlama dileyin.
Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Mekke döneminde inmiştir. 56 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “el-Müddessir” kelimesinden almıştır.
Müddessir, tıpkı bir önceki sûrenin adı olan müzzemmil gibi, örtünüp bürünen
demektir. Sûrede başlıca, Hz. Peygamberin tebliğ ve davetle görevlendirilmesi,
müşriklerin ona karşı çıkması ve onların cehennemle uyarılması konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Ey
örtünüp bürünen (Peygamber!)
2. Kalk
da uyar.
3. Rabbini
yücelt.
4. Nefsini
arındır.[562]
5. Şirkten
uzak dur.[563]
6. İyiliği,
daha fazlasını bekleyerek (bir kazanç elde etmek için) yapma.
7. Rabbinin
rızasına ermek için sabret.
8,9. Sûr’a
üfürüldüğü zaman var ya; işte
o gün çetin bir gündür.
10. Kâfirler
için hiç kolay değildir.
11. Beni,
yarattığım kişiyle baş başa bırak.
12,13. Ona
bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim.
14. Kendisine
alabildiğine imkânlar sağladım.
15. Sonra
da o hırsla daha da artırmamı umar.[564]
16. Hayır,
umduğu gibi olmayacak. Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıdır.
17. Ben
onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.
18. Çünkü
o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.
19. Kahrolası
nasıl da ölçtü biçti!
20. Yine
kahrolası, nasıl ölçtü biçti!
21. Sonra
(Kur’an hakkında) derin derin düşündü.
22. Sonra
yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı.
23,24. Sonra
arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: “Bu, ancak nakledilegelen bir
sihirdir.”
25. “Bu,
ancak insan sözüdür.”
26. Ben
onu “Sekar”a (cehenneme) sokacağım.
27. Sekar’ın
ne olduğunu sen ne bileceksin?
28. Geride
bir şey koymaz, bırakmaz.
29. Derileri
kavurur.
30. Üzerinde
on dokuz (görevli melek) vardır.
31. Biz,
cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr
edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin
olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve
mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler,
“Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler. İşte böyle. Allah,
dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak
kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.
32,33,34,35,36,37. Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip
gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için;
içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette
en büyük bir şeydir.
38. Herkes
kazandığına karşılık bir rehindir.
39. Ancak
ahiret mutluluğuna eren kimseler başka.[565]
40,41,42. Onlar cennetlerdedirler.
Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler:
“Sizi Sekar’a (cehenneme) ne soktu?”
43. Onlar
şöyle derler: “Biz namaz kılanlardan değildik.”
44. “Yoksula
yedirmezdik.”
45. “Batıla
dalanlarla birlikte biz de dalardık.”
46. “Ceza
gününü de yalanlıyorduk.”
47. “Nihayet
ölüm bize gelip çattı.”
48. Artık
şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
49. Böyle
iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?
50,51. Onlar
sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.
52. Hatta
onlardan her bir kişi, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.
53. Hayır,
hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.
54. Hayır,
düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur’an) bir uyarıdır.
55. Artık
kim dilerse ondan öğüt alır.
56. Bununla
beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O takvaya (kendisine karşı gelmekten
sakınılmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.
Mekke döneminde inmiştir. 40 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “el-Kıyâme” kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca,
öldükten sonra dirilme ve ceza, ölüm sırasında insanın durumu ve kâfirlerin
ahirette karşılaşacağı zorluklar konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Kıyamet
gününe yemin ederim.
2. (Kusurlarından
dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim (ki diriltilip hesaba
çekileceksiniz).
3. İnsan,
kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır?
4. Evet
bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.[566]
5. Fakat
insan önünü (geleceğini, kıyameti) yalanlamak ister.[567]
6. “O
kıyamet günü ne zaman?” diye sorar.
7,8,9,10. Gözler kamaştığı, ay karanlığa
gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün insan “kaçış nereye?”
diyecektir.
11. Hayır,
hiçbir sığınacak yer yoktur.
12. O
gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.
13. O
gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir.
14,15. Hatta, mazeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi
aleyhine şahittir.
16. (Ey
Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.
17. Şüphesiz
onu toplamak ve okumak bize aittir.
18. O
hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.
19. Sonra
onu açıklamak da bize aittir.
20,21. Hayır!
Siz dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz.
22. O
gün birtakım yüzler aydındır.
23. Rablerine
bakarlar.
24. O
gün birtakım yüzler de asıktır.
25. Bel
kemiklerini kıran bir felakete uğratılacaklarını anlarlar.
26,27,28,29,30. Hayır, can boğaza dayandığı,
“Kimdir (bunu) iyi edecek?” dendiği, (ölmek üzere olanın da) bunun ayrılış
olduğunu bildiği, bacakların birbirine dolandığı zaman, işte o gün sevk ediliş,
Rabbinedir.
31. O,
(Peygamberi) doğrulamamış, namaz da kılmamıştı.
32. Fakat
yalanlamış ve yüz çevirmişti.
33. Sonra
da kasıla kasıla ailesine gitmişti.
34,35. “Bu
azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!” denecektir.
36. İnsan,
kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.
37. O
dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi?
38. Sonra
bu, bir “alaka”[568]
oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi.
39. Nihayet
ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.
40. Şimdi,
bunları yapan Allah’ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?
Medine döneminde inmiştir. 31
âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “insan” kelimesinden almıştır. Aynı
âyette geçen “ed-Dehr” kelimesinden dolayı Dehr sûresi diye de anılır. Dehr,
zaman demektir. Sûrede başlıca, ahiret hayatıyla ilgili meseleler ve özellikle
takva sahiplerinin cennette kavuşacakları çeşitli nimetler konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. İnsan
(henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman
geçti.[569]
2. Şüphesiz
biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan
edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.
3. Şüphesiz
biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola
koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kafirlik ederek kat eder.
4. Şüphesiz
biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.
5. İyiler
ise, katkısı kâfur olan içecekler dolu bir kadehten içerler.
6. Bir
pınar ki Allah’ın kulları ondan içer, onu (istedikleri şekilde) fışkırtıp
akıtırlar.
7. O
kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden
korkarlar.
8. Onlar,
seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler.
9. (Yedirdikleri
kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden
bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.”
10. “Çünkü
biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden
korkarız.”
11. Allah
da onları o günün kötülüğünden korur ve yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir
sevinç verir.
12. Sabretmelerine
karşılık da onları cennet ve ipek(ten giysiler) ile mükâfatlandırır.
13. Orada
koltuklar üzerine kurulmuş olarak bulunurlar. Orada ne güneş (yakıcı sıcak) görürler,
ne de dondurucu soğuk.
14. Üzerlerine
cennetin gölgeleri sarkmış, cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılarak
hazırlanmıştır.
15. Etraflarında
gümüş kaplar, şeffaf kadehler dolaştırılır.
16. Gümüşten
billur kaplar ki, onları (ihtiyaca göre) ölçüp düzenlemişlerdir.[570]
17. Orada
kendilerine, katkısı zencefil olan içecekle dolu bir kâseden içirilir.
18. Orada
bir pınar ki ona “selsebil” adı verilir.
19. Çevrelerinde,
gördüğünde saçılmış inciler sanacağın, hep aynı gençlik ve güzellikte kalacak
hizmetçiler dolaşır.
20. Orada,
görünce (sonsuz) nimetler ve büyük bir mülk (hükümranlık) görürsün.
21. Üstlerinde
ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüş bileziklerle
süsleneceklerdir. Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecektir.
22. Onlara
şöyle denecektir: “Şüphesiz bu sizin için bir mükâfattır. Çalışma ve çabanız
makbul görülmüştür.”
23. Şüphe
yok ki, Kur’an’ı sana elbette biz indirdik biz.
24. O
hâlde, Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra ve hiçbir nanköre
inkar edene itaat etme.
25. Sabah
akşam Rabbinin adını an.
26. Gecenin
bir kısmında O’na secde et; geceleyin de O’nu uzun uzadıya tespih et.
27. Şunlar
(inanmayanlar) dünyayı tercih ediyorlar ve çetin bir günü arkalarına atıyorlar.
28. Onları
biz yarattık ve eklemlerini (birbirine) biz bağladık. Dilediğimizde (onları yok
eder) yerlerine benzerlerini getiririz.
29. İşte
bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine ulaştıran bir yol tutar.
30. Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz istemedikçe siz istemezsiniz. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
31. O,
dilediği kimseyi rahmetine sokar. Zalimlere ise elem dolu bir azap
hazırlamıştır.
Mekke döneminde inmiştir. 50 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “el-Mürselât” kelimesinden almıştır. Mürselât,
gönderilenler demektir. Sûrede başlıca, kıyametin, hesap ve azabın
gerçekleşeceği, Allah’ın kudreti ve günahkârların akıbeti konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3,4,5,6,7. Ard
arda gönderilenlere, kasırga gibi esenlere, hakkıyla yayanlara, hakkıyla ayıranlara,
özür ya da uyarı olmak üzere öğüt bırakanlara andolsun ki, uyarıldığınız
(Kıyamet) mutlaka gerçekleşecektir.
8. Yıldızların
ışığı söndürüldüğü zaman,
9. Gök
yarıldığı zaman,
10. Dağlar
ufalanıp savrulduğu zaman,
11. Peygamberler
için (ümmetlerine şahitlik etmek üzere) vakit belirlendiği zaman (kıyamet gerçekleşir).
12. (Bu)
hangi güne ertelenmiştir?
13. Hüküm
ve ayırım gününe.
14. Hüküm
ve ayırım gününü sen ne bileceksin.
15. O
gün vay yalanlayanların hâline!
16. Biz
öncekileri helâk etmedik mi?
17. Sonra
arkadan gelenleri de onların peşine takacağız.
18. Biz
suçlulara işte böyle yaparız.
19. O
gün vay yalanlayanların hâline!
20. Biz
sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık mı?
21,22. Sonra
onu belli bir süreye kadar sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk.
23. Sonra
da ona ölçülü bir biçim verdik. Biz ne güzel biçim verenleriz!
24. O
gün vay yalanlayanların hâline!
25,26. Biz
yeryüzünü dirileri de ölüleri de toplayan (bir yurt) yapmadık mı?
27. Orada
sabit yüce dağlar yaratmadık mı, size tatlı bir su içirmedik mi?
28. O
gün vay yalanlayanların hâline!
29. Onlara
şöyle denecek: “Yalanlamakta olduğunuz şeye (cehennem azabına) gidin.”
30,31. “Üç
kola ayrılmış gölgeye gidin ki, o ne gölgelendirir ne de alevden korur.”
32. Şüphesiz
cehennem, her biri saray büyüklüğünde kıvılcımlar saçar.
33. Bunlar
sanki birer kızıl devedir.
34. O
gün vay yalanlayanların hâline!
35. Bu,
konuşamayacakları gündür.
36. Onlara
izin de verilmez ki, özür dilesinler.
37. O
gün vay yalanlayanların hâline!
38. Bu,
hüküm ve ayırma günüdür. Sizi ve öncekileri bir araya toplamışızdır.
39. Eğer
bir tuzağınız varsa, haydi bana tuzak kurun!
40. O
gün vay yalanlayanların hâline!
41. Allah’a
karşı gelmekten sakınanlar, gölgeler içinde ve pınar başlarındadırlar.
42. Canlarının
çektiği meyveler içerisindedirler.
43. Yapmakta
olduğunuz şeylere karşılık afiyetle yiyin için.”
44. Şüphesiz
biz iyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.
45. O
gün vay yalanlayanların hâline!
46. Ey
inkâr edenler! (Dünyada) yiyin ve birazcık yararlanın! Şüphesiz sizler
suçlularsınız.
47. O
gün vay yalanlayanların hâline!
48. Onlara,
“Rükû edin (namaz kılın)” dendiği zaman rükû etmezler.
49. O
gün vay yalanlayanların hâline!
50. Onlar
artık ondan (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?
Mekke döneminde inmiştir. 40 âyettir.
Sûre, adını ikinci âyette geçen “en-Nebe’” kelimesinden almıştır. Nebe’, haber
demektir. Sûrede, ölüm ötesi hayatın varlığını ispat çerçevesinde, kıyamet,
öldükten sonra dirilme ve hesap için toplanma konularına yer verilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Birbirlerine
neyi soruyorlar?
2,3. Üzerinde
anlaşmazlığa düştükleri büyük haberi (mi)?
4. Hayır,
ileride bilecekler.
5. Yine
hayır; ileride bilecekler.
6,7. Biz,
yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?
8. Sizleri
(erkekli-dişili) eşler hâlinde yarattık.
9. Uykunuzu
bir dinlenme (sebebi) kıldık.
10. Geceyi
(sizi örten) bir elbise yaptık.
11. Gündüzü
de geçimi temin zamanı kıldık.
12. Üstünüze
yedi sağlam gök bina ettik.
13. Alev
alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil yarattık.
14,15,16. Taneler, bitkiler, sarmaş dolaş
bahçeler çıkaralım diye yağmur yüklü yoğun bulutlardan şarıl şarıl yağmur
yağdırdık.
17. Şüphesiz
hüküm ve ayırma günü belirlenmiş bir vakittir.
18. Bu,
sûra üfürüleceği gün gerçekleşir ve siz bölük bölük gelirsiniz.
19. Gök
açılır ve kapı kapı olur.
20. Dağlar
yürütülür, serap hâline gelir.
21,22,23. Şüphesiz cehennem, bir gözetleme
yeridir; azgınlar için, içinde çağlar boyu kalacakları bir dönüş yeridir.
24. Orada
ne bir serinlik ve ne de içecek bir şey tadacaklar!
25,26. Ancak,
uygun bir ceza olarak kaynar su ve irin içecekler.
27. Çünkü
onlar hesaba çekilmeyi ummuyorlardı.
28. Âyetlerimizi
de alabildiğine yalanlamışlardı.
29. Biz
ise, her şeyi bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) tamamiyle sayıp tespit ettik.
30. Kâfirlere
şöyle denilir: “Şimdi tadın. Artık bundan sonra yalnızca azabınızı artıracağız.”
31,32,33,34. Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten
sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta, göğüsleri
çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.
35. Orada
ne bir boş söz işitirler, ne de bir yalan.
36,37,38. Bunlar kendilerine; Rabbinden,
göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbinden, Rahmân’dan bir mükâfat,
yeterli bir ihsan olarak verilmiştir. Onlar, Ruh’un (Cebrail’in) ve meleklerin
saf duracakları gün Allah’a hitap edemeyeceklerdir. Sadece Rahmân’ın izin
vereceği ve doğru söyleyecek olan kimseler konuşabilecektir.
39. İşte
bu, hak olan gündür. Artık dileyen kimse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.
40. Şüphesiz
biz sizi, kişinin önceden elleriyle yaptıklarına bakacağı ve inkârcının, “Keşke
toprak olaydım!” diyeceği günde gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı
uyardık.
Mekke döneminde inmiştir. 46 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “en-Nâzi’ât” kelimesinden almıştır. Nâzi’ât
burada, “ruhları çekip alan melekler” demektir. Sûrede başlıca, tevhit,
peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve hesap konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Andolsun
(kâfirlerin ruhlarını) şiddetle çekip çıkaranlara,
2. Andolsun
(mü’minlerin ruhlarını) kolaylıkla alanlara,
3. Andolsun
yüzüp yüzüp gidenlere,
4. Derken,
öne geçenlere,
5. Nihayet
işi çekip çevirenlere (ki, mutlaka tekrar diriltileceksiniz).
6,7. Büyük
bir sarsıntının olacağı o günde o sarsıntıyı, peşinden gelen başka bir sarsıntı
izleyecektir.
8. O
gün birtakım kalpler (tedirginlik içinde) şiddetle çarpacaktır.
9. Onların
gözleri (korku ile) inecektir.
10. Şöyle
derler: “Biz gerçekten gerisingeriye eski hâlimize mi döndürüleceğiz?”
11. “Bizler
çürümüş kemiklere döndükten sonra mı?”
12. “Öyle
ise bu hüsran dolu bir dönüştür” dediler.
13. Hâlbuki
o, bir haykırıştan (sûr’un üfürülmesinden) ibarettir.
14. Birdenbire
kendilerini mahşerde buluverirler.
15. (Ey
Muhammed!) Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?
16. Hani,
Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle seslenmişti:
17. “Haydi
Firavun’a git! Çünkü o azmıştır.”
18. “Ona
de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin?
19. Seni
Rabbine ileteyim de O’na karşı derinden saygı duyup korkasın!”
20. Derken
Mûsâ ona en büyük mucizeyi gösterdi.
21. Fakat
o, Mûsâ’yı yalanladı ve isyan etti.
22. Sonra
sırt dönüp koşarak gitti.
23. Hemen
(adamlarını) topladı ve onlara seslendi:
24. “Ben,
sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
25. Allah
onu, ibret verici şekilde dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı.
26. Şüphesiz
bunda Allah’tan sakınıp korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.
27. (Ey
inkârcılar!) Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah
kurmuştur.
28. Onu
yükseltmiş ve ona düzen ve âhenk vermiştir.
29. O
göğün gecesini karanlık yaptı, ışığını da çıkardı.
30. Ardından
yeri düzenleyip döşedi.
31. Ondan
suyunu ve merasını çıkardı.
32. Dağları
sağlam bir şekilde yerleştirdi.
33. Bunları
sizin için ve hayvanlarınız için bir yarar kaynağı yaptı.
34,35. En
büyük felaket (kıyamet) geldiği zaman, o gün insan yaptıklarını hatırlar.
36. Cehennem,
görenler için apaçık bir şekilde gösterilir.
37,38,39. Kim azgınlık eder ve dünya hayatını
tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır.
40,41. Kim
de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa,
şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.
42. Sana,
kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar.
43. Onu
bilip söylemek nerede, sen nerede?
44. Onun
nihai bilgisi yalnız Rabbine âittir.
45. Sen,
ancak ondan korkanları uyarıcısın.
46. Kıyameti
gördükleri gün onlar, sanki dünyada ancak bir akşam,
yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler.
Mekke döneminde inmiştir. 42 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “abese” fiilinden almıştır. “Abese”, “yüzünü
ekşitti” demektir. Sûrede başlıca, itikat, peygamberlik, Allah’ın kudreti ve
kıyamet hâlleri konu edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Kendisine
o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü.[571]
3. (Ey
Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak,
4. Yahut
öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek.
5. Kendini
muhtaç hissetmeyene gelince;
6. Sen,
ona yöneliyorsun.
7. (İstemiyorsa)
onun arınmamasından sana ne!
8,9,10. Allah’a
karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona
aldırmıyorsun.
11. Hayır,
böyle yapma! Çünkü bu (Kur’an) bir öğüttür.
12. Dileyen
ondan öğüt alır.
13,14,15,16. O, şerefli ve sâdık yazıcı
meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir.
17. Kahrolası
(inkârcı) insan! Ne nankördür kafirdir o!
18. Allah,
onu hangi şeyden yarattı?
19. Az
bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi.
20. Sonra
ona yolu kolaylaştırdı.
21. Sonra
onu öldürdü ve kabre koydu.
22. Sonra,
dilediği vakit onu diriltir.
23. Hayır,
hayır o, Allah’ın kendisine emrettiğini yerine getirmedi. (İman etmedi.)
24. Her
şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın!
25. Gerçekten
biz, yağmuru bol bol yağdırdık.
26. Sonra
toprağı, iyiden iyiye yardık!
27,28,29,30,31,32. Böylece sizin ve hayvanlarınızın
yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık
ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık.
33,34,35,36,37. Kişinin kardeşinden, annesinden,
babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine
şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek
bir işi vardır.
38. O
gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar,
39. Gülerler,
sevinirler.
40. O
gün nice yüzler de vardır ki, toz toprak içindedirler.
41. Onları
bir siyahlık bürür.
42. İşte
onlar, kâfirlerdir, günaha dalanlardır.
Mekke döneminde inmiştir. 29 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “küvviret” fiilinin mastarından almıştır.
Tekvîr, dürmek demektir. Sûrede başlıca, kıyamet, vahiy ve peygamberlik
konuları ele alınmaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Güneş,
dürüldüğü zaman,
2. Yıldızlar,
bulanıp söndüğü zaman,
3. Dağlar,
yürütüldüğü zaman,
4. Gebe
develer salıverildiği zaman.[572]
5. Yaban
hayatı yaşayan (irili ufaklı) tüm canlılar toplandığı zaman,
6. Denizler
kaynatıldığı zaman,
7. Ruhlar
(bedenlerle) eşleştirildiği zaman.[573]
8,9. Diri
diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman,
10. Amel
defterleri açıldığı zaman,
11. Gökyüzü
(yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman,
12. Cehennem
alevlendirildiği zaman,
13. Cennet
yaklaştırıldığı zaman,
14. Herkes
önceden hazırlayıp getirdiği şeyleri bilecektir.
15,16. Andolsun,
bir görünüp bir sinenlere, akıp gidip kaybolanlara,
17. Andolsun,
yöneldiği zaman geceye,
18. Andolsun,
aydınlandığı zaman sabaha ki,
19,20,21. O (Kur’an), şüphesiz değerli, güçlü
ve Arş’ın sahibi katında itibarlı, orada (meleklerce) itaat edilen, güvenilir
bir elçinin (Cebrail’in) getirdiği sözdür.
22. (Ey
Kureyşliler!) Sizin arkadaşınız (Muhammed) bir deli değildir.
23. Andolsun
o, Cebrâil’i apaçık ufukta gördü.
24. O,
gayb hakkında cimri değildir.[574]
25. Kur’an,
kovulmuş şeytanın sözü değildir.
26. (Hâl
böyle iken) nereye gidiyorsunuz?
27,28. O,
âlemler için, içinizden dürüst olmak isteyenler için, ancak bir öğüttür.
29. Âlemlerin
Rabbi olan Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz istemedikçe siz istemezsiniz.
Mekke döneminde inmiştir. 19 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “infetarat” fiilinin mastarından almıştır.
İnfitâr, yarılmak demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Gök
yarıldığı zaman,
2. Yıldızlar
saçıldığı zaman,
3. Denizler
kaynayıp fışkırtıldığı zaman,
4. Kabirlerin
içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman,
5. Herkes
yaptığı ve yapmadığı şeyleri bilecek.
6,7,8. Ey
insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni
oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?
9. Hayır,
hayır! Siz hesap ve cezayı yalanlıyorsunuz.
10,11. Hâlbuki
üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazıcılar vardır.
12. Onlar
yapmakta olduklarınızı bilirler.
13. Şüphesiz,
iyiler Naîm cennetindedirler.
14. Şüphesiz,
günahkârlar da cehennemdedirler.
15. Hesap
ve ceza günü oraya gireceklerdir.
16. Onlar
oradan kaybolup kurtulacak da değillerdir.
17. Hesap
ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin?
18. Evet,
hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin?
19. O
gün kimse kimseye hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün buyruk, yalnız
Allah’ındır.
Mekke döneminde inmiştir. 36 âyettir.
Sûre, adını ilk âyette geçen “el-Mutaffifîn” kelimesinden almıştır. Mutaffifîn,
ölçüde ve tartıda hile yapanlar demektir.
. Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Ölçüde
ve tartıda hile yapanların vay hâline!
2. Onlar
insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler.
3. Fakat
kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp
verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar.
4,5,6. Onlar,
büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için
diriltileceklerini sanmıyorlar mı?
7. Hayır,
günahkârların yazısı, muhakkak “Siccîn”dedir.
8. “Siccîn”in
ne olduğunu sen ne bileceksin.
9. O,
yazılmış bir kitaptır.
10,11. O
gün yalanlayanların; hesap ve ceza gününü yalanlayanların vay hâline!
12. Onu,
ancak her azgın, günahkâr kimse inkâr eder.
13. Ona
âyetlerimiz okununca, “Eskilerin masalları” der.
14. Hayır,
hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.
15. Hayır,
şüphesiz onlar, kıyamet günü Rablerini görmekten mahrum bırakılacaklardır.
16. Sonra
onlar muhakkak cehenneme gireceklerdir.
17. Sonra
da onlara, “Yalanlamakta olduğunuz işte budur” denecektir.
18. Hayır
(sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır.
19. “İlliyyûn”un
ne olduğunu sen ne bileceksin.
20. O,
yazılmış bir kitaptır.
21. Ona,
Allah’a yakın olanlar şâhit olur.
22. Şüphesiz
iyi kimseler, Naîm cennetindedirler.
23. Koltuklar
üzerinde, (etrafı) seyrederler.
24. Onların
yüzlerinde, nimetlerin sevincini görürsün.
25. Onlara,
mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir.
26. Onun
(içiminin) sonu bir misktir (ağızda misk gibi koku bırakır). İşte yarışanlar,
bunun için yarışsınlar.[575]
27. O
içeceğin katkısı tesnimdir.
28. Bir
pınar ki, Allah’a yakın olanlar ondan içerler.
29. Şüphesiz
günahkârlar, (dünyada) iman edenlere gülüyorlardı.
30. Mü’minler
yanlarından geçtiğinde, birbirlerine kaş göz ederek onlarla alay ediyorlardı.
31. Ailelerine
dönerken zevk ve neşe içinde gülüşe gülüşe dönüyorlardı.
32. Mü’minleri
gördükleri vakit, “Hiç şüphe yok, şunlar sapık kimselerdir” diyorlardı.
33. Hâlbuki
onlar, mü’minlerin başına bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
34. İşte
bugün de mü’minler kâfirlere gülerler.
35. Koltuklar
üzerinde (etrafı) seyrederler.
36. Nasıl,
kâfirler yapmakta olduklarının karşılığını buldular mı?
Mekke döneminde inmiştir. 25 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette geçen “inşakka” fiilinin mastarı olan “İnşikâk”
kelimesinden almıştır. İnşikâk, yarılmak demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Gök
yarıldığı ve Rabbine boyun eğdiği zaman -ki ona yaraşan budur-,
3,4. Yer
uzatılıp dümdüz edildiği ve içindekileri atıp boşaldığı zaman,
5. Rabbini
dinlediği zaman -ki ona yaraşan da budur- (insan yaptıklarını karşısında
bulur!)
6. Ey
insan! Şüphesiz, sen Rabbine (kavuşuncaya kadar) didinip duracak ve sonunda
didinmenin karşılığına kavuşacaksın.
7. Kime
kitabı sağından verilirse,
8. Hesabı
çok kolay bir şekilde görülecek,
9. Sevinçli
olarak ailesine dönecektir.
10. Fakat
kime kitabı arkasından verilirse,
11,12. “Helâk!”
diye bağıracak ve alevli ateşe girecektir.
13. Çünkü
o, (dünyada iken) ailesi içinde sevinçli idi.
14. Çünkü
o hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini sanırdı.
15. Hayır!
Sandığı gibi değil! Şüphesiz Rabbi onu görüyordu.
16. Yemin
ederim şafağa,
17. Geceye
ve içinde topladıklarına,
18. Dolunay
hâlindeki aya ki,
19. Şüphesiz
siz hâlden hâle geçeceksiniz.
20. Böyleyken
onlara ne oluyor da iman etmiyorlar?
21. Onlara
Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar.
22. Daha
doğrusu, inkâr edenler (Kur’an’ı) yalanlıyorlar.
23. Hâlbuki
Allah, içlerinde ne sakladıklarını çok iyi bilir.
24. Öyle
ise sen onlara elem dolu bir azabı müjdele!
25. Ancak
iman edip de sâlih ameller işleyenler başka. Onlar için, bitmez tükenmez bir mükâfat
vardır.
Mekke döneminde inmiştir. 22 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “el-Bürûc” kelimesinden almıştır. Bürûc, burçlar
demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Burçlarla
dolu göğe andolsun,
2. Va’dedilmiş
güne (kıyamete) andolsun,
3,4,5. Şâhitlik
edene ve şahitlik edilene andolsun ki, (mü’minleri yakmak için) hendek kazıp
(içinde) alevli ateş yakanlar lânetlenmiştir.[576]
6,7. O
vakit, ateşin etrafında oturmuş, mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
8,9. Onlar
mü’minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç
sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her
şeye şahittir.
10. Şüphesiz
mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe etmeyenlere;
cehennem azabı ve yangın azabı vardır.
11. İman
edip salih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan cennetler
vardır. İşte bu büyük başarıdır.
12. Şüphesiz,
Rabbinin yakalaması çok çetindir.
13. Şüphesiz
O, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrarlar.
14. O,
çok bağışlayandır, çok sevendir.
15. Arş’ın
sahibidir, şanı yüce olandır.
16. Dilediğini
mutlaka yapandır.
17,18. Orduların,
Firavun ve Semûd’un haberi sana geldi mi?
19. Hayır,
inkâr edenler, hâlâ yalanlamaktadırlar.
20. Oysa
Allah, onları arkalarından kuşatmıştır.
21. Hayır,
o (yalanlamakta oldukları kitap) şanı yüce bir Kur’an’dır.
22. O,
korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)dır.
Mekke döneminde inmiştir. 17 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “et-Târık” kelimesinden almıştır. Târık, şiddetle
çarpan, vuran, gece gelen şey demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1
Göğe
ve târıka andolsun.
2
Târıkın
ne olduğunu sen ne bileceksin?
3
O,
(ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.
4
Hiçbir
kimse yoktur ki, üzerinde koruyucu bulunmasın.[577]
5
Öyleyse
insan neden yaratıldığına bir baksın.
6
Fışkırıp
çıkan bir sudan yaratıldı.
7
Bu
su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar.
8
Şüphesiz
Allah’ın onu, öldükten sonra tekrar diriltmeye de gücü yeter.
9
Bütün
sırların yoklanacağı günü hatırla!
10
(O
gün) artık insan için ne bir kuvvet vardır, ne de bir yardımcı.
11
Yağmurlu
göğe andolsun,
12
Yarık
yarık çatlamış yere andolsun.
13
Şüphesiz
o Kur’an, hak ile batılı ayırd eden bir sözdür.
14
O,
boş bir söz değildir.
15
Şüphesiz
onlar bir tuzak kurarlar,
16
Ben
de bir tuzak kurarım.[578]
17
Artık
sen inkârcılara mühlet ver; onlara biraz zaman tanı!
Mekke döneminde inmiştir. 19 âyettir.
Sûre, adını birinci âyette yer alan ve Allah Teâlâ’yı niteleyen “el-A’lâ”
kelimesinden almıştır. A’lâ, en yüce demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Yüce
Rabbinin adını tespih et.
2. O,
yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır.
3. O,
(her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir.
4,5. O,
yeşil bitki örtüsünü çıkaran, sonra da onları çürüyüp kararmış çör çöpe
çevirendir.
6. Sana
Kur’an’ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın.
7. Ancak
Allah’ın dilediği başka. Şüphesiz O, açık olanı da bilir, gizliyi de.
8. Biz
seni en kolay olana kolayca ileteceğiz.
9. O
hâlde, eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver.
10. Allah’a
karşı derin saygı duyarak O’ndan korkan öğüt alacaktır.
11,12. En
büyük ateşe girecek olan en bedbaht kimse (kâfir) ise, öğüt almaktan kaçınır.
13. Sonra
orada ne ölür (kurtulur), ne de (rahat bir hayat) yaşar.
14,15. Arınan
ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.
16. Fakat
sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
17. Oysa
âhiret, daha hayırlı ve süreklidir.
18,19. Şüphesiz
bu hükümler ilk sayfalarda, İbrahim ve Mûsâ’nın sayfalarında da vardır.
Mekke döneminde inmiştir. 26 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “el-Gâşiye” kelimesinden almıştır. Ğâşiye,
kaplayıp bürüyen demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Dehşeti
her şeyi kaplayan felaketin haberi sana geldi mi?
2. O
gün birtakım yüzler vardır ki zillete bürünmüşlerdir.
3. Çalışmış,
(boşa) yorulmuşlardır.
4. Kızgın ateşe girerler.
5. Son
derece kızgın bir kaynaktan içirilirler.
6. Onlara,
acı ve kötü kokulu bir dikenli bitkiden başka yiyecek yoktur.
7. O,
ne besler ne de açlıktan kurtarır.
8. O
gün birtakım yüzler vardır ki, nimet içinde mutludurlar.
9. Yaptıklarından
dolayı hoşnutturlar.
10. Yüksek
bir cennettedirler.
11. Orada
hiçbir boş söz işitmezler.
12. Orada
akan bir kaynak vardır.
13,14,15,16. Orada
yüksek tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra yastıklar, serilmiş gösterişli
yaygılar vardır.
17. Deveye
bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!
18. Göğe
bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir!
19. Dağlara
bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir!
20. Yeryüzüne
bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!
21. Artık
sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin.
22. Sen,
onlar üzerinde bir zorba değilsin.
23,24. Ancak,
kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azaba uğratır.
25. Şüphesiz
onların dönüşü ancak bizedir.
26. Sonra
onların sorguya çekilmesi de sadece bize aittir.
Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “el-Fecr” kelimesinden almıştır. Fecr, tan yerinin
ağarması vakti demektir
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Tan
yerinin ağarmasına andolsun,
2. On
geceye andolsun,[579]
3. Çifte
ve teke andolsun,
4. Geçip
giden geceye andolsun (ki, müşrikler azaba uğrayacaklardır).
5. Şüphesiz
bunlarda, akıl sahibi bir kimse için üzerine yemin edilmeye değer bir özellik
vardır.
6,7,8,9,10. (Ey Muhammed!) Rabbinin, (Hûd’un
kavmi) Âd’e, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem’e,
vadide kayaları oyan (Salih’in kavmi) Semûd’a, kazıklar sahibi Firavun’a[580] ne
yaptığını görmedin mi?
11,12. Bunlar
şehirlerde azgınlık eden ve oralarda pek çok bozgunculuk çıkaran kimselerdi.
13. Bu
yüzden Rabbin onların üzerine azap kamçısı yağdırdı.
14. Şüphesiz
Rabbin, gözetlemededir.
15. İnsan
ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler
verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti” der.
16. Ama
onu deneyip rızkını daraltınca da, “Rabbim beni aşağıladı” der.
17. Hayır,
hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz.
18. Yoksulu
yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
19. Haram
helâl demeden mirası alabildiğine yiyorsunuz.
20. Malı
da pek çok seviyorsunuz.
21. Hayır,
yeryüzü (kıyamet sarsıntısıyla) parça parça olup dağıldığı zaman,
22,23. Rabbinin
buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği ve o gün cehennem
getirildiği zaman, işte o gün insan (yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat
bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak!?
24. “Keşke
bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım” der.
25. Artık
o gün, Allah’ın edeceği azabı kimse edemez.
26. Onun
vuracağı bağı kimse vuramaz.
27. (Allah,
şöyle der:) “Ey huzur içinde olan nefis!”
28. “Sen
O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!”
29. “(İyi)
kullarımın arasına gir.”
30. “Cennetime
gir.”
Mekke döneminde inmiştir. 20 âyettir.
Sûre, adını ilk âyetteki “el-Beled” kelimesinden almıştır. Beled, şehir, belde
demektir
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3,4.
Sen bu beldedeyken
bu beldeye (Mekke’ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki,
biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek
şekilde) yarattık.
5. İnsanoğlu,
kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
6. “Yığınla
mal harcadım” diyor.
7. Kendisini
kimsenin görmediğini mi sanıyor?
8,9,10. Biz
ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer
yollarını) göstermedik mi?
11. Fakat
o, sarp yokuşa atılmadı.
12. Sarp
yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?
13. O
tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir.
14,15,16. Yahut şiddetli bir açlık gününde
kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen
bir yoksulu doyurmaktır.
17,18. Sonra
da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti
tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.[581]
19. Âyetlerimizi
inkâr edenler ise; kötülüğe batmış kimselerdir.[582]
20. Üzerlerinde
etrafı sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır.
Mekke döneminde inmiştir. 15 âyettir.
Sûre, adını birinci âyetteki “eş-Şems” kelimesinden almıştır. Şems, güneş
demektir
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Güneşe
ve onun aydınlığına andolsun,
2. Onu
izlediğinde Ay’a andolsun,
3. Onu
ortaya çıkardığında gündüze andolsun,
4. Onu
bürüdüğünde geceye andolsun,
5. Göğe
ve onu bina edene andolsun,
6. Yere
ve onu yayıp döşeyene andolsun,
7,8,9. Nefse
ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını
(kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran
kurtuluşa ermiştir.
10. Onu
kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.
11. Semûd
kavmi, azgınlığı sebebiyle yalanladı.
12. Hani
onların en bedbaht olanı (fesat çıkarmak için) ileri atılmıştı.
13. Allah’ın
Resûlü de onlara şöyle demişti: “Allah’ın devesini ve onun su içme hakkını
koruyun.”[583]
14. Fakat
onlar, onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rableri,
suçlarından dolayı onları helâk etti ve kendilerini yerle bir etti.
15. Allah,
bunun sonucundan çekinmez de!
Mekke döneminde inmiştir. 21 âyettir.
Leyl, gece demektir
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. (Ortalığı)
bürüdüğü zaman geceye andolsun,
2. Açılıp
aydınlandığı zaman gündüze andolsun,
3. Erkeği
ve dişiyi yaratana andolsun ki,
4. Şüphesiz
sizin çabalarınız elbette çeşit çeşittir.
5,6,7. Onun
için kim (elinde bulunandan) verir, Allah’a karşı gelmekten sakınır ve en güzel
sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay olana kolayca iletiriz.
8,9,10. Fakat, kim cimrilik eder, kendini Allah’a muhtaç görmez ve
en güzel sözü (kelime-i tevhidi) yalanlarsa, biz de onu en zor olana kolayca
iletiriz.
11. Cehenneme
yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.
12. Şüphesiz
bize düşen sadece doğru yolu göstermektir.
13. Şüphesiz
ahiret de dünya da bizimdir.
14. Sizi
alevler saçan ateşe karşı uyardım.
15,16. O
ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren en bedbaht kimse girer.
17,18. Temizlenmek
için malını hayra veren en muttekî (Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan)
kimse o ateşten uzak tutulacaktır.
19,20. O,
hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce
Rabbinin rızasını istediği için (yapar).[584]
21. Elbette
kendisi de hoşnut olacaktır.
Mekke döneminde inmiştir. 11 âyettir.
Duhâ, kuşluk vakti demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Kuşluk
vaktine andolsun,
2.
Karanlığı
çöktüğü vakit geceye andolsun ki,
3.
Rabbin
seni terk etmedi, sana darılmadı da.[585]
4.
Muhakkak
ki âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.
5.
Şüphesiz,
Rabbin sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.
6.
Seni
yetim bulup da barındırmadı mı?
7.
Seni
yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi?
8.
Seni
ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?
9.
Öyleyse
sakın yetimi ezme!
10.
Sakın
isteyeni azarlama!
11.
Rabbinin
nimetine gelince; işte onu anlat.
Mekke döneminde inmiştir. 8 âyettir.
İnşirah, açılmak, genişlemek demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. (Ey
Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?
2,3. Belini
büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?
4. Senin
şânını yükseltmedik mi?
5. Şüphesiz
güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten,
güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
7. Öyleyse,
bir işi bitirince diğerine koyul.
8. Ancak
Rabbine yönel ve yalvar.
Mekke döneminde inmiştir. 8 âyettir.
Tîn, incir demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Tîn’e
ve zeytûn’a andolsun.[586]
2.
Sinâ
dağına andolsun,
3.
Bu
güvenli şehre (Mekke’ye) andolsun ki,
4.
Biz,
gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.
5.
Sonra
onu, aşağıların aşağısına indirdik.
6. Ancak, iman edip salih ameller
işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.
7. (Ey insan!) Böyle iken, hangi şey sana
hesap ve cezayı yalanlatıyor?
8. Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni
değil midir?
Mekke döneminde inmiştir. 19 âyettir.
Sûre, adını ikinci âyette geçen “alak” kelimesinden almıştır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Yaratan
Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı.[587]
3. Oku!
Senin Rabbin en cömert olandır.
4,5. O,
kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.[588]
6,7. Hayır,
insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.
8. Şüphesiz
dönüş ancak Rabbinedir.
9,10. Sen,
namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü?[589]
11,12. Ne
dersin, ya o (engellenen kul) hidâyet üzere ise; ya da takvayı (Allah’a karşı
gelmekten sakınmayı) emrediyorsa!?
13. Ne
dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse!?
14. O
Allah’ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?
15,16. Hayır!
Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr
perçeminden yakalarız.
17. Haydi,
taraftarlarını çağırsın.
18. Biz
de zebânileri çağıracağız.
19. Hayır!
Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş.
Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir.
Sûre, Kadir gecesini anlattığı için bu adı almıştır. Kadr, azamet ve şeref
demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Şüphesiz,
biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.
2.
Kadir
gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin!
3.
Kadir
gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4.
Melekler
ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner.
5.
O
gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.
Medine döneminde inmiştir. 8 âyettir.
Beyyine, apaçık delil demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Kitap
ehlinden inkâr edenler ile Allah’a ortak koşanlar, kendilerine apaçık delil
gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi.
2.
Bu
delil, tertemiz sahifeleri okuyan, Allah tarafından gönderilen bir
peygamberdir.
3.
O
sahifelerde dosdoğru hükümler vardır.
4.
Kendilerine
kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa
düştüler.
5.
Hâlbuki
onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na
kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu
dosdoğru dindir.
6.
Şüphesiz,
inkâr eden kitap ehli ile Allah'a ortak koşanlar, içinde ebedî kalmak üzere
cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötüsüdürler.
7.
Şüphesiz,
iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en
hayırlısıdırlar.
8.
Rableri
katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları
Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı
olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.
Medine döneminde inmiştir. 8 âyettir.
Zilzâl, sarsıntı, deprem demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3. Yeryüzü
kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve
insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman,
4. İşte
o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.
5. Çünkü
Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.
6. O
gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden
çıkacaklardır.
7. Artık
kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.
8. Kim
de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.
Mekke döneminde inmiştir. 11 âyettir.
Âdiyât, hızlı koşan atlar demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3,4,5,6. Soluk soluğa süratle koşan,
(koşarken ayaklarını) vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada
tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan atlara andolsun ki,
insan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür.
7. Hiç şüphesiz buna kendisi de şahittir.
8. Hiç şüphesiz o, mal sevgisi sebebiyle çok katıdır.
9,10,11.
Acaba o bilmiyor mu
ki, kabirlerde bulunanlar çıkarıldığı ve kalplerdeki ortaya konulduğu zaman,
işte o gün onların Rabbi kendilerinin her hâlinden mutlaka haberdardır.
Mekke döneminde inmiştir. 11 âyettir.
“Kâri’a”, vuran, çarpan, kapıyı çalan, yürekleri hoplatan şey demektir. Burada,
kıyamet gününü ifade etmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Yürekleri
hoplatan büyük felaket!
2.
Nedir
o yürekleri hoplatan büyük felaket?
3.
Yürekleri
hoplatan büyük felaketin ne olduğunu sen ne bileceksin?
4.
O
gün insanlar, her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler gibi olacaktır.
5.
Dağlar
da atılmış renkli yünler gibi olacaktır.
6.
İşte
o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse,
7.
Artık
o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır.
8.
Ama
kimin de tartıları hafif gelirse,
9.
İşte
onun anası (varacağı yer) Hâviye’dir.
10.
Sen
Hâviye’nin ne olduğunu ne bileceksin?
11.
O,
kızgın bir ateştir.
Mekke döneminde inmiştir. 8 âyettir.
Tekâsür, mal, mülk ve çoluk çocuğun çokluğuyla övünmek demektir
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Çoklukla
övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı.[590]
3. Hayır;
ileride bileceksiniz!
4. Hayır,
Hayır! İleride bileceksiniz!
5. Hayır,
kesin olarak bir bilseniz..
6. Andolsun,
o cehennemi muhakkak göreceksiniz.
7. Yine
andolsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz.
8. Sonra
o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?
Mekke döneminde inmiştir. 3 âyettir.
Asr, çağ, ikindi vakti, uzun zaman demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Andolsun
zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir.
3. Ancak,
iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler,
birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).
Mekke döneminde inmiştir. 9 âyettir.
Hümeze, insanları arkadan çekiştiren, ayıplayan kimse demektir
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2. Mal
toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz
işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!
3. O,
malının, kendisini ebedîleştirdiğini sanır.
4. Hayır!
Andolsun ki o, Hutâme’ye atılacaktır.
5. Hutame’nin
ne olduğunu sen ne bileceksin?
6,7. O,
Allah’ın, yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir.
8,9. Şüphesiz
uzatılmış direkler arasında (bağlı oldukları hâlde) ateş onların üzerine
kapatılacaktır.
Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir.
Sûre, fillerle donanmış ordusuyla Kâ’be’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin helâk
edilişinden bahsettiği için bu adı almıştır
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Rabbinin,
fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?
2.
Onların
tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
3,4,5. Üzerlerine
balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları
yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi.
Mekke döneminde inmiştir. 4 âyettir.
Kureyş, Hz. Peygamberin mensup olduğu kabilenin adıdır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3,4.
Kureyş’i ısındırıp
alıştırdığı; onları kışın (Yemen’e) ve yazın (Şam’a) yaptıkları yolculuğa
ısındırıp alıştırdığı için, Kureyş de, kendilerini besleyip açlıklarını gideren
ve onları korkudan emin kılan bu evin (Kâbe’nin) Rabbine kulluk etsin.
Mekke döneminde inmiştir. 7 âyettir.
Mâ’ûn, yardım ve zekât demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Gördün
mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı!
2,3. İşte
o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.
4. Yazıklar
olsun o namaz kılanlara ki,
5. Onlar
namazlarını ciddiye almazlar.
6. Onlar
(namazlarıyla) gösteriş yaparlar.
7. Ufacık
bir yardıma bile engel olurlar.
Mekke döneminde inmiştir. Medine döneminde
indiği de rivayet edilmiştir. 3 âyettir. Kevser, çok hayır, bereket demektir.
Cennette Hz. Peygambere mahsus bir havuzun da adıdır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Şüphesiz
biz sana Kevser’i verdik.
2.
O
hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.
3.
Doğrusu
sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir.[591]
Mekke döneminde inmiştir. 6 âyettir.
“Kâfirûn”, inkârcılar demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
De
ki: “Ey Kâfirler!”
2.
“Ben
sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem.”
3.
“Siz
de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.”
4.
“Ben
sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim.”
5.
“Siz
de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz.”
6.
“Sizin
dininiz size, benim dinim de banadır.”
Medine döneminde inmiştir. 3 âyettir.
Nasr, yardım demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3. Allah’ın
yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın
dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan
bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.
Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir.
“Tebbet”, kurusun, kahrolsun demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Ebû
Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.
2.
Ona
ne malı fayda verdi, ne de kazandığı.
3.
O,
bir alevli ateşe girecektir.
4,5. Boynunda
bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu hâlde sırtında odun taşıyarak karısı
da (o ateşe girecektir).[592]
Mekke döneminde inmiştir. 4 âyettir.
İhlâs, samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak demektir. Allah’a bu sûrede
anlatıldığı şekilde inanan, tevhit inancını tam anlamıyla benimsemiş ihlâslı
bir mü’min olacağı için sûre bu adla anılmaktadır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
De
ki: “O, Allah’tır, bir tektir.”
2.
“Allah
Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir.)”
3.
O’ndan
çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin
çocuğu değildir).”
4.
“Hiçbir
şey O’na denk ve benzer değildir.”
Medine döneminde inmiştir. 5 âyettir.
Felâk, sabah aydınlığı demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3,4,5. De ki: “Yarattığı şeylerin
kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere
üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah
aydınlığının Rabbine sığınırım.”
Medine döneminde inmiştir. 6 âyettir.
Nâs, insanlar demektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2,3,4,5,6. De ki: “Cinlerden ve insanlardan;
insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların
Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.”
[1] . “Tekrarlanan yedi âyet” ile ilgili olarak bakınız: Hicr sûresi, âyet, 87.
[2] . Salât, namaz demektir. Hz.Peygamber, namaz açısından Fâtiha sûresinin önemini vurgulamak için; “Hiçbir namaz Fâtiha’sız tamam olmaz” buyurmuştur. Namaz ile âdeta özdeşleşen sûreye, bu açıdan “salât (namaz)” adı verilmiştir.
3. Besmele, Neml sûresinde
müstakil bir âyet olarak yer alırken (27/30), Tevbe sûresi hariç Kur’an’ın her
sûresinin başında da bulunmaktadır. Fâtiha sûresinin başındaki besmele, bir
görüşe göre, sûrenin birinci ayeti sayılmayıp, son âyet iki âyet olarak kabul
edilmektedir. “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” şeklinde tercüme
edebileceğimiz besmeleyi, aslî ifadesi ile okuyup öylece korumak uygun olur.
Zira Besmele, tıpkı ezan ve selâm gibi, tüm müslümanlar arasında ortak bir
mesaj niteliği taşımaktadır.
[4] . Hamd,
tüm varlıkları nimetlendiren sonsuz kudret sahibi Allah’ı yüceltme ifadesidir.
Hamd eden insan, Allah’ın nimetlerine konu oluşu bakımından değil, Allah’ın tüm
insanları nimetlendirici bir konumda oluşu açısından ona hamd eder. Bu itibarla,
belli bir nimet bir insana ulaşsa da ulaşmasa da, o insan Allah’a hamd eder.
Allah’tan başka, mutlak anlamda nimet verecek hiçbir varlık bulunmadığı için,
hamde lâyık tek varlık da Allah’tır.
[5] . Rab, “Varlıkları yaratan, tüm ihtiyaçlarını karşılayarak onları kademe kademe geliştirip olgunluğa ulaştıran Allah” demektir.
[6] . Rahmân, “Rahmeti çok”, “çok merhametli”, “sonsuz merhametli” anlamlarında, sadece Allah için kullanılan sıfat-isimdir. Tam bir Türkçe karşılığı yoktur. Mü’min olsun, kâfir olsun; iyi olsun, kötü olsun, herkes “Rahmân”ın ifade ettiği rahmetin kapsamındadır. Varlıklar da bu rahmet ve merhametin eseri olarak var olmuşlar ve varlıklarını da yine bu sayede sürdürmektedirler.
[7] “Rahîm” kelimesi de, “Rahmân” gibi Allah Teâlâ’nın sıfatlarından biridir. Aynı şekilde, “rahmeti çok”, “çok merhametli”, “sonsuz merhametli” anlamlarını taşır. Ancak “Rahmân”, Allah Teâlâ’ya has bir sıfat-isim iken, “Rahîm” insanlar için de kullanılabilir. Nitekim Tevbe sûresi 128.âyette, bu sıfat Hz.Peygamber için de kullanılmıştır.
[8] . Kur’an-ı Kerim’de yirmi dokuz sûrenin başında yer alan bu gibi harflere “Hurûf-i mukattaa” veya “Mukatta’ât” (Arap alfabesindeki adlarıyla, tek tek okunan harfler) denir. Anlamlarını kesin olarak bilmediğimiz bu harfler üzerinde tefsir bilginleri çeşitli görüşler belirtmişlerdir. Bunlar arasında, bu harflerin; başında bulunduğu sûrenin adı, ya da Allah Teâlâ ile Hz.Peygamber arasında birer şifre olduğu görüşleri ağırlık kazanmıştır.
[9] . Gayb, sözlükte görme duyusuyla algılanamayan şey demektir. Kelime (gayb), “duyuların kapsamına girmeyen gizli her şey” anlamında kullanılır. Bir şeyin “gayb” oluşu, Allah’a göre değil insanlara göredir. Zira Allah’ın ilminin dışında kalan hiçbir şey yoktur. Allah’a, meleklere, ahiret gününe, cennet ve cehenneme, kadere inanmak “gaybe iman” konuları arasındadır.
[10] . Burada
kastedilen, dünyada kâfir olarak yaşayıp sonunda Ahirete de kâfir olarak
intikal edeceği, Allah tarafından bilinen inkârcılardır.
[11] . Âyetin
bu kısmı, “Onlara, insanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise,
“Biz, akılsızların iman ettiği gibi mi iman edelim? derler.”
şeklinde de tercüme edilebilir.
[12] . Fâsık,
Allah’a itaat çizgisinin dışına çıkan kimse demektir. Kelime, Kur’an-ı Kerim’de
“kâfir”, “günahkâr”, “yalancı” ve “kötülük yapan” anlamlarında kullanılmıştır.
Burada “fasık” kâfir anlamında kullanılmaktadır. Allah’ın saptırması ifadesi mecazî bir ifadedir. Aslında insanları saptıran, cahil
önderleriyle şeytandır. Allah, bu örneği vermekle, aslında kendilerinde var olan
sapkınlığı ortaya çıkarmış olmaktadır.
[13] . İsrâil, İshak
Peygamberin oğlu Yakup Peygamberdir.
[14] . Sabır,
insanı olgunlaştırır, geliştirir ve güçlendirir. Namaz ise, Allah’a kulluğun,
teslimiyetin ve nimetlere şükrün en yüksek ifade biçimi, aktif ve düzenli bir
hayatın göstergesidir. Âyette, zorluklar karşısında insanı hem ruhen hem de dış
hayatta güçlü kılacak iki temel ögeden yararlanmamız tavsiye edilmektedir.
[15] . Şefaat,
birinin bağışlanmasına aracılık etmek demektir. Kıyamet gününde başta Hz.
Peygamber olmak üzere, Peygamber ile Allah’ın izin vereceği bazı insanlar ve
melekler, günahkâr mü’minlerin affedilmesini, günahsızların derecelerinin
yükseltilmesini Allah’tan dileyeceklerdir. Şefaat taleplerinin yerine getirilip
getirilmemesi konusunda takdir Allah’a aittir.
[16] . Furkan,
“Hak ile batılı ayıran” anlamınadır. Burada Mûsâ’ya verilen emirler ve hükümler
kastedilmektedir.
[17] . Âyetin bu kısmı “İçinizden buzağıya tapanları öldürün”
şeklinde de tercüme edilmiştir.
[18] Adı geçen memleketin Kudüs veya Erîha olduğu rivayet edilmiştir.
[19] Âyette ifade edilen
bu azabın veba gibi korkunç bir bulaşıcı hastalık olduğu tefsir bilginlerince
ifade edilmiştir.
[20] . Sâbiîler, bazı tefsir bilginlerine
göre, Yahudilik ile Hıristiyanlık arasında bulunan ve tevhid inancına dayanan
bir dinin mensuplarıdır. İslâm âlimlerinin çoğunluğu ise bunların, kitap
ehlinden olmadığını söylemektedirler. Bir rivayete göre ise Sâbiîler, Hz.
İbrahim’in dinine mensup kimselerdir.
[21] . İslâmiyet, kendinden önceki dinlerin hükmünü kaldırmıştır. Bu itibarla, hangi dine mensup bulunursa bulunsun, tüm insanlar İslâm’a girmekle yükümlüdürler. İslâm gelmeden önceki semavî dinlere mensup olanlardan Allah’a ve ahirete inanıp iyi işler yapanlar, tıpkı İslâmiyette olduğu gibi, kurtuluşa ermişlerdir. Bu, genel bir kuraldır. Bu âyet bu noktayı vurgulamaktadır. Yoksa İslâmiyet geldikten sonra, İslâm’ı kabul etmeden, kendi ölçüleri içinde “Allah’a ve ahirete inanıp, iyi işler yapmak” kişiyi kurtuluşa erdirmez. Benzer ifadeler için bakınız: Mâide sûresi, âyet, 69.
[22] . Hz.Mûsâ’nın dinine göre, cumartesi günü
çalışmayıp ibadetle meşgul olmak bir esastı. İsrailoğullarının bu esası
çiğnemeleri ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Nisâ sûresi, âyet, 47-54; A’râf
sûresi, âyet, 163; Nahl sûresi, âyet, 124.
[23] . Bazı tefsir
bilginleri, âyette sözü edilen maymunlaştırma olayının temsîlî, bazıları da
gerçek olduğunu söylemişlerdir.
[24] . Tefsir kaynaklarının aktardığına göre,
İsrailoğullarından birisi, zengin, fakat çocuğu olmayan amcasını, malını elde
etmek için öldürmüş, sonra da cesedi bir başkasının evinin önüne bırakmıştı.
Bununla da yetinmeyerek, “Amcamı öldürdüler”, diye ortaya çıkınca, taraflar
vuruşma noktasına gelmişlerdi. İçlerinden biri, “Ne diye birbirimizi öldüreceğiz.
İşte Allah’ın peygamberi, ona başvuralım”, dedi. Durumu Hz.Mûsâ’ya aktardılar.
Katil bulunamayınca, Allah Teâlâ onların bir sığır keserek, sığırın bir parçası
ile ölüye vurmalarını emretti. Onlar, kesilecek sığırın niteliklerini sormaya
başladılar. Nihayet nitelikleri belirtilen sığırı bulup kestiler ve parçasıyla
öldürülen şahsa vurdular. Ölü dirilip, katili haber verdi. İşte, 67-74. âyetler
bu olayı anlatmaktadır.
[25] . Bu âyet Yahudilerin, kutsal kitapları Tevrat’ı
tahrif ettiklerini açık bir ifade ile ortaya koymaktadır. Bu gerçek, Maurice
Bucaille gibi Batılı bazı araştırmacı bilginlerce de kesin olarak ifade
edilmiştir. Bizzat Tevrat’ta da bunu doğrulayıcı ifadeler yer almaktadır.
(Yeremya, 8/8-9)
[26] . Ümmî, anadan doğduğu gibi kalan, yani
okuma-yazma bilmeyen kimse demektir. Burada dinleri konusunda asgari düzeyde
bile bilgisi olmayanlar kastedilmiştir.
[27] . Yahudiler, tarihleri boyunca,
kendilerine gönderilen peygamberlere karşı daima direnmişler, onlara işkence
etmişler, onları öldürmüşler, olmadık hile ve entrikalara başvurmuşlardı.
Bundan sonraki âyetler, Yahudilerin Hz.Peygamber’e karşı da sergiledikleri bu
olumsuz tutumu dile getirmektedir.
[28] . İsrailoğullarından söz alınması konusunda bu sûrenin 63. âyetine bakınız.
[29] . Sahabiler, Hz.Peygamber’in nasihatlerinden daha
çok yararlanmak için ona, “Râ’inâ (Bizi gözet)”, diyorlardı. Yahudiler, bu
ifadeyi İbranice’de hakaret ifade eden bir anlamda kullanıyorlardı. Bir başka
yoruma göre, “râ’inâ” kelimesini, Arapça’da “çobanımız” anlamına gelecek
şekilde “râ’înâ” diye okuyorlardı. O sebeple âyet, mü’minlerden, “Râ’inâ” yerine
yine, “Bize de bak”, “Bizi de gözet” anlamındaki, “Unzurnâ” ifadesini
kullanmalarını istemiştir. Âyette, yanlış anlama çekilebilecek kelimeleri
kullanmaktan sakınmanın adaba uygun olduğuna işaret edilmektedir. Konu ile
ilgili olarak ayrıca Nisâ sûresinin 46. âyetine bakınız.
[30] . Bu âyette ihsan, Hz. Peygamberin de ifade buyurduğu gibi “Allah’a, onu görür gibi ibadet etmek” demektir.
[31] . Âyetteki “Kitap” ile Hz.İsa’yı tasdik
eden Tevrat ve Hz.Mûsâ’yı tasdik eden İncil kastedilmektedir. İki kitaptan her
biri, diğerini getiren peygamberi tasdik ettiği için, ikisi birden “Kitap” diye
zikredilmiştir.
[32] . “Allah’ın yüzü” ifadesi, mecazî
bir anlatım olup, burada “Allah’ın rahmeti, rızası ve nimeti” demektir. Kul,
tümüyle Allah’a ait olan yeryüzünün neresinde ve hangi cihetinde, ne tür bir
taat ve işe girişse, Allah’ın lütuf ve rahmetini orada bulur.
[33] . Yahudiler, “Uzeyr, Allah’ın oğludur”,
diyorlardı. Hıristiyanlar da İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu inancındadırlar. (Bakınız:
Tevbe sûresi, âyet, 30)
[34] . Âyette geçen “Makam-ı İbrahim”in ne olduğu
konusunda tefsir bilginleri çeşitli görüşler belirtmişlerdir. “Hac ibadetinin
yapılması sırasında ziyaret edilen yerlerden biri”, “Kâbe”, “Harem diye bilinen
alan”, “Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ederken iskele olarak kullandığı ve halkı
hacca davet ederken üzerine çıktığı taşın bulunduğu alan” şeklindeki
açıklamalar bunlardan bazılarıdır.
[35] . Hıristiyanlar, doğan çocuklarını,
Hıristiyanlığı kabul edenleri ya da bir kiliseden öbürüne geçenleri vaftiz
denen bir işlemden geçirirler. Vaftiz, su serpmek ya da suya batırmak suretiyle
yapılır. Baba, Oğul ve Ruhu’l-Kudüs adına
yapılan bu işlemin insanı aslî
günahtan
kurtaracağına, insanın âdeta yepyeni bir hayat boyasına boyanacağına inanırlar.
Vaftiz uygulamasının aslı Yahudilikten gelmektedir. Bu âyette, gerçek
kurtuluşun böyle zahirî ve sembolik eylemlerle değil, Allah’ın insanların
fıtratına yerleştirdiği aslî renk olan tevhid inancı ile mümkün olacağı
vurgulanmaktadır.
[36] Âyetteki “orta ümmet” ifadesi ile, âdil, seçkin, her yönüyle dengeli, haktan asla ayrılmayan, önder, bütün toplumlarca hakem kabul edilecek bir ümmet kastedilmektedir.
[37] . Bu ve daha sonraki üç âyette kıblenin Kudüs’ten
Kâbe’ye çevrilmesi ile, bu olay üzerine yahudilerin
çıkardıkları dedikodular dile getirilip cevaplandırılmaktadır.
[38] . Hz.Peygamber, Hicrî ikinci yılın ortalarına
kadar namazlarda Kudüs cihetine yöneliyor, fakat hep Kâbe’ye yönelme emrinin
gelmesini bekliyordu. Bir ikindi namazı sırasında Allah Teâlâ, Kâbe’ye doğru
yönelmesini emretti. Kudüs’e doğru yönelerek başlanan bu namaz Kâbe’ye
yönelerek tamamlandı. Bu olayın geçtiği yerde yapılan mescit, bugün “Mescid-i
Kıbleteyn”, yani iki kıbleli mescit diye anılmaktadır.
[39] . Yahudiler ve Hıristiyanlar, Hz. Peygamber’e ait
özellikleri kendi kutsal kitaplarında okuyageldiklerinden onu özellikleriyle
çok iyi tanıyorlardı. Âyette, yahudilerin ve hıristiyanların Hz. Peygamber’i inkâr
etmelerinin bilgisizlikten değil, inattan kaynaklandığına işaret edilmektedir.
[40] . Sabır, insanı ruhen olgunlaştırır, geliştirir
ve güçlendirir. Namaz ise, Allah’a kulluğun, teslimiyetin ve nimetlere şükrün
en yüksek ifade biçimi ve aktif, düzenli bir hayatın göstergesidir. Âyette
zorluklar karşısında insanı hem ruhen hem de dış hayatta güçlü kılacak iki
temel ögeden yararlanmamız tavsiye edilmektedir.
[41] . Âyette, şehitlik
mertebesinin yüceliği vurgulanmaktadır. Aynı anlamda bir ifade için Âl-i İmran
sûresinin 169. âyetine bakınız.
[42] . Safa ile Merve, Kâbe’nin doğu tarafında bulunan
iki tepenin adıdır. Bu iki tepe arasında usulünce gidip gelme demek olan
“sa’y”, Hz.İbrahim, eşi Hacer ve oğlu İsmail’e dayanan bir geleneğin ihyası
olup, haccın ve umrenin vaciblerindendir. Cahiliye döneminde Safa ve Merve
tepelerinde putlar bulunuyor ve müşrikler de bu tepeler arasında sa’y
ediyorlardı. İslâm gelince mü’minler, bu eski müşrik uygulaması sebebiyle, Safa
ve Merve arasında sa’y etmekten endişe etmişlerdi. Bu âyet onların endişesini
gidermektedir.
[43] . Lânet etme konumunda olanların, Allah, melekler
ve insanlar
olduğu, bu sûrenin 161. âyeti ile, Âl-i İmran sûresinin 87. âyetinde
açıklanmıştır.
[44] . “Rahmân” ve Rahîm” kelimelerinin anlamları için
Fâtiha sûresinin ikinci âyetinin dipnotuna bakınız.
[45] . Âyette, yaptıkları işin yanlışlığına
ve çirkinliğine akıl erdiremeden, atalarının inançlarını körü körüne taklid
eden müşrikler kınanmaktadır.
[46] . İslâm’da zaruretlerin mahzurları ortadan
kaldırdığına en güzel delil bu âyette ifadesini bulur. Bir haramı helâl
saymamak ve haddi aşmamak kaydiyle bazen zaruret miktarınca, yasak bir iş
işlenebilir. Yenmesi haram olan şeyler ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Nahl
sûresi, âyet, 115.
[47] . Son peygamber Hz.Muhammed’in nitelik ve
özellikleri Tevrat’ta belirtilmişti. Yahudi hahamları bunları gizlediler.
Böylece hem kendileri, hem de kavimleri sapmış oldu. Bu değerlendirmeye göre
âyette geçen kitaptan kasıt Tevrat; gizlediklerinden kasıt da Hz. Peygamberin
nitelikleridir. Ancak Allah’ın kitabında yer alan herhangi bir hükmü gizlemeye
yönelik her tür niyet ve teşebbüs bu kategoride değerlendirilir.
[48] . Kısas, aynıyla karşılık vermek demektir. İslâm
hukukunda ise, kasten ve haksız yere bir kimsenin canına kıyma ya da bedenine
veya uzvuna zarar verme suçlarını işleyen kimselerin, verdikleri zararın aynıyla
cezalandırılmaları demektir. Bu âyette kısas, “cana can” kuralını ifade
etmektedir. Mâide sûresinin 45. âyeti, kısasa tabi suçları topluca
belirtmektedir. İlgili şahsın vazgeçmesi hâlinde, kısas diyete dönüşür.
Hıristiyanlıkta adam öldürenin affedilmesi; Yahudilikte ise, mutlaka kısasa
tabi tutulması esastı. İslâm, diyet uygulaması ile orta yolu getirmiş oldu.
[49] . Vasiyetle ilgili bu emir, henüz mirasla ilgili kurallar açıklanmadan önce verilmişti. Amaç ise varisleri adaletsizlikten korumaktı. Daha sonra, mirasla ilgili hükümler Nisâ sûresinde açıklandı.
[50] . Ramazan orucu, ergenlik çağına ulaşmış, akıllı
her müslümana farzdır. Hastalık, yolculuk, kadınlara has özel hâller gibi meşru
sebeplerle Ramazan ayında oruç tutamayanlar, bu oruçları şartların elverişli
olduğu başka zamanlarda kaza ederler. Mazeretsiz olarak oruç tutmayanlar, büyük
günah işlemiş olurlar. Aşırı yaşlılar ya da iyileşmez hastalar, bu sebeple oruç
tutamazlar ve bu oruçları kaza etmekten de ümit keserlerse, oruçsuz geçirilen
her gün için bir fidye verirler. Fidye tıpkı fıtır sadakası gibi, bir fakiri
bir gün doyurmak ya da bunun bedelini vermektir.
[51] . Tefsir kaynaklarının aktardığına göre, orucun
farz kılındığı ilk dönemlerde müslümanlar, oruç tutacakları zaman sadece güneş
batımından yatsı namazını kılıncaya ya da uyuyuncaya kadar yiyip içebiliyorlar;
cinsel ilişkide bulunabiliyorlardı. Kısaca imsak, yatsı namazından ya da uykuya
dalınmasından itibaren başlardı. Âyette, yatsı namazından ya da uykudan sonra
cinsel ilişkinin oruca engel olmadığı vurgulanmaktadır.
[52] . Âyetin bu kısmında, güçlü bir anlatım üslubu
içinde, karı koca arasındaki ilişkinin tabiatı ortaya konmaktadır. Elbise ve
örtü insanı nasıl soğuktan ve sıcaktan korur, kusurlarını örterse; eşler de
birbirlerine karşı öyle koruyucu, kollayıcı ve bağlı olacaklardır.
[53] . Hz.Peygamber’e, “Hilâl niçin önce iplik gibi
incecik görünüyor, sonra kalınlaşıp nihayet daire şeklini alıyor?” diye soru
yöneltilmişti. Âyetin bu kısmında söz konusu soruya, ayın hareketlerinin zaman
tayininde, özellikle hac, oruç ve zekât gibi ibadetlerin vakitlerinin
belirlenmesinde kıstas olduğu ifade edilerek cevap verilmektedir. Aynı konuya
Yûnus sûresinin 5. âyeti ile İsra sûresinin 12. âyetinde de değinilmektedir.
[54] . Cahiliye devrinde Araplar ihramlı bulundukları zaman evlerine, arka taraftan açtıkları bir delikten girerler ve bunu iyi bir davranış sayarlardı. Âyet, onların bu uygulamalarının anlamsız olduğunu, gerçek iyiliğin takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) esasına dayalı davranışlar olduğunu vurguluyor.
[55] . “Aşırı gitmeyin” ifadesiyle, mecbur kalmadıkça
savaşa girilmemesi, savaş kaçınılmaz hâle gelince de savaşta çocuklara,
kadınlara, yaşlılara ve savaşla ilgisi olmayan diğer sivillere zarar
verilmemesi, işkenceden sakınılması.. gibi hususlar kastedilmektedir.
[56] . Haram ay, saygı duyulması gereken bir zaman
dilimi olduğu için savaşın yasak olduğu ay demektir. Haram aylar, Zilkade,
Zilhicce, Muharrem ve Recep olmak üzere dörttür. İslâm’da haram ay uygulaması
kaldırılmıştır.
[57] . Bu âyette haram aylarda kendilerine savaş açılması hâlinde müslümanların da bu aylarda mukabelede bulunabilecekleri ifade edilmekte, ayrıca bu hükmü de içerecek şekilde genel kısas prensibi getirilmektedir.
[58] . Hac ayları, Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür.
[59] . Meş’ar-i Haram, Müzdelife’de bir yerdir.
Müzdelife vakfesinin burada yapılması sünnettir.
[60] . Tefsir kaynaklarında ifade edildiğine göre,
İslâm’dan önce müşrikler hac işlemlerini tamamladıktan sonra Müzdelife’de
oturur, atalarını anar, onlara ve kendilerine ait başarılarla öğünürlerdi. Bu
âyette, müslümanlara, müşriklerin bu âdetine uymamaları ve Allah’ı çok anmaları
hatırlatılmaktadır.
[61] . “Sayılı günler”, teşrik günleridir. Teşrik günleri ise, Zilhicce ayının, 9,10,11,12 ve 13. günleridir.
[62] . Hz.Peygamber, Hicretin ikinci yılında, Bedir
savaşından iki ay kadar önce, Kureyş’in durumunu tespit etmek üzere Abdullah
b.Cahş komutasında sekiz kişilik bir müfreze görevlendirmişti. Müfreze,
Batnınahle mevkiine gelince, Kureyş’e ait bir kervana saldırdı. Bir kişiyi
öldürüp iki kişiyi de esir alarak Medine’ye geldiler. Hz.Peygamber, izni
olmaksızın girişilen bu işe çok üzüldü. Olayın, Cemâziye’l-âhir’in son günü mü,
yoksa haram ay olan Recep’in ilk günü mü olduğu kesin değildi. Yahudiler ve
müşrikler, “Muhammed, haram ayda savaşıyor”, diye propagandaya başladılar. İşte
âyet, bu konuyu gündeme getirerek haram ayda savaşmanın günah olduğunu, ama
müşriklerin bundan daha ağır suçlar işleyerek insanları Allah yolundan
alıkoyduklarını, onu inkâr ettiklerini, Kâbe’yi ziyarete engel olup, zulüm ve
baskı yaptıklarını onlara hatırlatmaktadır.
[63] . Bu âyet, içki ile ilgili olarak inen ikinci
âyettir. Bu konuda nazil olan ilk âyet ise Nahl sûresinin 67. âyetidir. İçki,
daha sonra Nisâ sûresi, âyet: 43 ve Mâide sûresi, âyet: 90 ile tedricî olarak
ve kesinlikle haram kılınmıştır.
[64] . Âyette, kadınların âdet hâlleri “ezâ”
diye nitelendirilmiştir. Âdet sırasında kadınlar hastalığa daha çok
yakındırlar. O günlerde onlara yaklaşmamak gerekir. Burada söz konusu olan
cinsel ilişkidir.
[65] . Boşanan ya da kocası ölen kadının yeniden
evlenebilmesi için dinen beklemesi gereken süreye “iddet” denir. Kocası ölen
kadının iddeti dört ay on gündür. Boşanan kadın ise üç ay hâli bekler. Eğer
boşanan kadın ay hâli görmüyorsa, iddeti üç aydır. Hamile kadının iddeti de
çocuğunu dünyaya getirmesiyle sona erer.
[66] . Müt’a, yararlandırmak ve yararlanılan
şey demektir. Terim olarak ise mehir belirlenmeksizin kıyılan nikâhtan sonra,
cinsel ilişki ve “halvet”te bulunmadan boşanan kadına, boşayan tarafından
verilmesi gereken, giyim eşyası, mal, ya da bunların karşılığıdır. Müt’anın
miktarını, bununla yükümlü kimsenin malî durumu belirler.
[67] . Âyette geçen “orta namaz”ın sabah, öğle ve
ikindi namazı olduğu şeklinde çeşitli görüşler vardır. Ancak kuvvetli görüş, bu
namazın ikindi namazı olduğu görüşüdür.
[68] . Rivayete göre söz konusu sandık Tevrat’ın
içinde bulunduğu sandıktır. İsrailoğullarının isyanı üzerine bu sandık
ellerinden çıkmıştı.
[69] . Yani Allah, yapmayı irade ve takdir ettiğini
mutlaka yapar. Ancak bu irade ve takdir, kulun kendi iradesini kullanacağı
yönde gerçekleşir. Bu sebepten kulların hür iradesi üzerinde ilâhî bir baskı
söz konusu değildir.
[70] . Kayyûm, “varlığı kendinden, kendi kendine
yeterli, yarattıklarına hâkim ve onları koruyup gözeten” demektir.
[71] . Şefaat ile ilgili olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 48.
[72] . Bu âyet, Âyetü’l-Kürsî (kürsü âyeti) diye adlandırılır. “Kürsü”, Allah’ın kudret ve azameti, O’nun her şeyi kapsayan ilmi demektir. Âyette, Allah Teâlâ kendi zatının çok veciz bir tanımını yapmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’te yanlış ve tahrif edilmiş bir biçimde anlatılan Allah, burada nasıl ise öyle tarif edilmektedir. O, yerde, gökte ve ikisi arasında olan her şeyin sahibi ve mâlikidir. Hiç kimse hâkimiyetinde, otoritesinde, mülkünde ve yönetiminde O’na ortak değildir. Hiçbir şey O’na rakip ve eş olamaz. O, mutlak ilim ve irade sahibidir. O’na hiçbir varlık güç yetiremez. O, bütün evrenin sahibi, yöneticisi ve hâkimidir.
[73] . Din, inanç esaslarını ve buna bağlı
olarak yaşanan hayat tarzını ifade eder. Buna göre İslâm, iman ve hayat tarzı
olarak hiç kimseye zorla kabul ettirilemez.
Tâğût, sözlük
anlamıyla sınırı aşan demektir. Kur’an’da kullanıldığı şekliyle kelime,
“şeytan”, “nefis”, “putlar”, “sihirbazlar” gibi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır.
Kısaca “Tâğût” insanları azdıran, saptıran şeylerin hepsini ifade eder.
[74] . Bu âyette ölümden sonra dirilişi merak eden
kimsenin mü’min biri olduğu anlaşılıyor. Bu konuda Üzeyr, Yeremya veya Hıdır
isimleri zikredilir. Burada vurgulanan şey, Allah’ın diriltici kudretinin
etkinliğini görmek, O’nun ölümden sonra dirilişi mutlaka gerçekleştireceğine
inanmaktır.
[75] . Bu âyette, yaptıkları iyilikleri başa kakıp
gönül yıkanların durumu anlatılmaktadır. Yıldırımlı bir kasırga, göz alıcı bir
bağı nasıl yakıp yıkarsa, onların bu tutumu da, öylece yaptıkları iyilikleri
boşa çıkaracaktır.
[76] . Fakir düşeceğinizi söyleyerek, sadaka vermekten
uzak durmanızı ister.
[77] . Hikmet, neyin doğru neyin yanlış olduğunu
anlamaya yarayan derin ve yararlı bilgi demektir. Hz. Peygamber, yararlı bilgi
istemeyi tavsiye etmiş, bizzat kendisi de Allah’tan bu dilekte bulunmuştur.
[78] . Burada “sadakalar”dan maksat hem farz olan zekât,
hem de nafile olarak Allah yolunda yapılan bağışlardır. Âyet-i kerime, hem
sadakaların sevabının kat kat olacağını, hem de sadakası verilen malların
bereketlendirilip artırılacağını ifade etmektedir.
[79] . Âyetin bu kısmı, “Ne yazıcı ne de şahid
(adaletten ayrılarak hak sahiplerine) zarar vermesinler” şeklinde de tercüme
edilebilir.
[80] . Bu âyette, borç ve alışveriş işlemlerinde
anlaşmazlık çıkmasını önleyecek, tarafların haksızlığa uğramamasını sağlayacak
belgelendirme, şahit tutma ve rehin gibi önlemlerin alınması istenmektedir. Bu
uygulamaların ne şekilde gerçekleştirileceği konusunda ayrıntılara kadar inilmiş
olması, konuya verilen önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Ancak
prensip, işlemin sağlama alınması olmakla beraber karşılıklı güven duygusunun
da önemli bir unsur olduğu ve bunun kötüye kullanılmaması gerektiği
vurgulanmaktadır.
[81] . Bu harfler ile ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[82] . Kayyûm,
“Varlığı kendinden, kendi kendine
yeterli, yarattıklarına hâkim ve onları
koruyup gözeten” demektir.
[83] . Furkan,
Kur’an’ın diğer bir adı olup “hak ile batılı birbirinden ayıran” demektir.
[84] . Müteşabih
âyetler, manasını ve hakikatini sadece Allah’ın bildiği âyetlerdir. Bunların
insan zihni tarafından tümüyle kavranmasına imkân yoktur. Allah’ın sıfatları,
kıyametin ahvali, cennet, cehennem gibi hususlarla ilgili âyetler ile, sûrelerin başında yer alan “hurûf-u mukatta’a”
bunlardandır. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, bu âyetleri bütün yönleriyle
anlaması mümkün değildir. Müteşabih âyetler dışındaki âyetler de muhkem
âyetlerdir.
[85] . Bu
âyet mü’minlerin; kendilerinin sayıca üç katı olan müşriklere karşı Bedir’de
kazandıkları zafere işaret etmektedir. Müşrikler kendilerini tahminen
mü’minlerin iki katı olarak görüyor ve sayıca fazla oluşlarına güveniyorlardı.
Oysa bu zahirî bir sayı üstünlüğü idi. Zira Enfâl sûresinin 9. âyetinde de
işaret edildiği gibi, Allah mü’minleri bin melek ile desteklemişti.
[86] . “Ümmî”,
okuma yazması olmayan demektir. Buradaki kullanımı ile,
kendilerine kitap verilmeyenlerle, Arap müşrikleri kastedilmiştir. Kitap
verilenler ise Yahudilerle Hıristiyanlardır.
[87] . Âyet-i
kerimedeki bu ifade, İmran’ın karısının
doğurduğu kızın, hayalinde canlandırdığı ve adadığı erkekten daha hayırlı
olacağına işaret etmektedir. Çünkü bu kız, Hz. İsa’nın annesi olacaktır.
[88] . Zekeriya,
Meryem’in teyzesinin kocası idi. Meryem’in Beyt-i Makdis’te bakımını Zekeriya
peygamber üstlenmişti.
[89] . Hz.İsa’nın
beşikte iken konuşması ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Maide sûresi, âyet,
110; Meryem sûresi, âyet, 29-33.
[90] . Âyette sözü edilen tuzak,
İsrailoğullarının Hz.İsa’ya suikast düzenleme girişimidir. “Allah’ın tuzak
kurması” kavramı ise, Allah’ın kurulan tuzağı bozmasını veya tuzak kuranları
cezalandırmasını ifade etmektedir.
[91] . Hz.Âdem’i topraktan, anasız-babasız yaratan
Allah, Hz.İsa’yı da babasız yaratmıştır. Âyette Allah’ın kudretinin sonsuzluğu,
O’nun kudretinin her şeye yettiği belirtiliyor; ayrıca Hz.Meryem’in iffetine de
dikkat çekiliyor.
[92] . Bu âyete “mubâhale” âyeti denir. Mubâhele, bir
konuda haklı olanın ortaya çıkması için usulünce lânetleşmek demektir. Necran
Hıristiyanları; “Kur’an, Hz.İsa’nın babasız doğduğunu kabul ettiğine göre, onun
Allah olması gerekir” iddiasını ileri sürdüler. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
hakkın ortaya çıkması için onları mubâhaleye davet etti. Ancak onlar bunu kabul
etmediler.
[93] . Bu âyet inince, önce hristiyan iken sonra
müslüman olan Adiy b. Hâtem, “Ya Resûlallah, biz din büyüklerimize tapmazdık”
dedi. Hz.Peygamber, “Onlar size bir şeyi helâl veya haram kılar, siz de onların
dediklerine uymaz mıydınız? İşte bu, onlara tapmak demektir” buyurdu.
[94] . Yahudiler Hz.İbrahim’i yahudi, hıristiyanlar da
onu hıristiyan kabul ediyor, hakkında tartışıyorlardı. Âyet, bu konuda onlara
gerçeği ifade ediyor.
[95] . Bu âyette, İslâm’ın önünü kesmek için
başvurulan psikolojik savaş yöntemlerinden biri dile getirilmektedir. Medine
civarında yaşayan birtakım yahudi bilginler ve liderler, imanı henüz
sağlamlaşmamış kimseleri şüpheye düşürmek için aralarında bir karar almışlardı.
Buna göre İslâm’ı kabul etmiş gibi görünecekler, sabah namazını müslümanlarla
birlikte kılıp, akşam üzeri İslâm’dan çıktıklarını
ilan edeceklerdi. Amaçları, hiç olmazsa bazı kimselerin, “Bunlar
vazgeçtiklerine göre, Müslümanlık’ta mutlaka bir eksiklik bulmuşlardır”,
demelerini sağlamaktı. Âyette onların bu planları ortaya konmaktadır.
[96] Bu âyette geçen “ümmî” kelimesi tefsir
bilginleri tarafından, “zayıf kimseler”, “bilgisizler”, “Kitap ehlinden
olmayanlar” şeklinde yorumlanmıştır. Yahudilerin bir kısmı hak, hukuk ve
dürüstlük konularında kendilerini yalnızca kendi dindaşlarına karşı sorumlu
tutuyorlar, kendi dinlerinden olmayanlara karşı ise dürüst davranma zorunluluğu
duymuyorlardı.
[97] . Makâm-ı İbrahim’le ilgili olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 125 ve dipnotu.
[98] . Bu âyet ile sonraki iki âyette, kitap
ehlinden iken müslüman olan Abdullah b. Selam ve arkadaşları kastedilmektedir.
Bu sûrenin 199. ve 200. âyetlerinde de bu kimselere işaret edilmektedir.
[99] . Uhud savaşında, sağ ve sol kanatlara
yerleştirilen Hazrec kabilesinden Seleme Oğulları ile Evs kabilesinden Harise
Oğulları, Hz. Peygamber’in savaş taktiğine uymamış, savaş esnasında düşmana
karşı korkaklık ve za’f göstermişlerdi.
[100] . Bu âyet, cahiliye Arapları arasındaki bir uygulamaya işaret etmekte ve bunu yasaklamaktadır. Müşrik Araplar, vadesinde ödenemeyen borca yüksek faizler tahakkuk ettirerek vadeyi uzatırlar, böylece alınan borç kısa zamanda kat kat artardı. Âyetten anlaşılan manayı tersinden ele alarak kat kat olmayan faizin yenebileceğini söylemek mümkün değildir. Zira Bakara sûresinin 275. âyeti ile; miktarı ne olursa olsun faiz mutlak olarak yasaklanmıştır.
[101] . Bu âyetler, Uhud savaşında cereyan eden
olaylara dikkat çekmektedir. Savaş öncesinde Hz.Peygamber, bir birliği, bir
geçide yerleştirerek; emir almadıkça, her ne pahasına olursa olsun, mevkilerini
terk etmemelerini tembih etti. Savaşın başlangıcında müslümanlar üstün duruma
geçince, geçittekiler, birkaç kişi hariç, yerlerini terk ederek ganimet
toplamaya koştular. Bunu fırsat bilen müşrikler, arkadan dolanarak müslümanları
zor durumda bıraktı. Müslümanlar, başlangıçtaki üstünlüklerini kaybedip
dağıldılar. Hz. Peygamberin çağrısı üzerine sergilenen son bir hamle ile kesin
yenilgiden kurtuldular ama kesin bir başarı da elde edilemedi. Müslüman
askerlerin bir kısmının verilen emri tam olarak yerine getirmemeleri, İslâm
ordusuna pahalıya mal olmuştu.
[102] . Tefsir bilginlerinin ifadesine göre, âyette
“şeytan” olarak işaret edilen adam, Mekke’li müşriklerin, Medine’li müslümanlar
arasında yıkıcı propaganda yapmak üzere gönderdiği “Nuaym” adlı birisidir.
[103] . Âyet-i kerimenin meâli şöyle de olabilir: “Seni
yalanladıkları takdirde, (bununla) senden önce açık deliller, hikmetli sayfalar
ve aydınlatıcı kitap getiren (diğer) peygamberler de yalanlanmış olur.”
[104] . Buradaki “ondan” ifadesi “onun türünden” şeklinde de anlaşılabilir.
[105] . Bu
âyette yer alan “nikâhlayın” emri, gereklilik anlamı değil, ruhsat ve cevaz
anlamı taşımaktadır. Bu itibarla İslâm dininde çok evlilik kural değil,
gerektiğinde başvurulacak istisnaî bir durumdur.
[106] . Bu
âyette, yetimlerin mallarını ellerinde bulunduran velilere hitab ediliyor.
Âyetteki “mallarınız” ifadesi ile, yetimlere ait olup
velilerin elinde bulunan mallar kast edilmektedir. Ayrıca harcamalarda meşru
ölçüler içinde akıllıca davranılmasına da işaret edilmektedir.
[107] . Âyette,
aynı konumdaki iki kız çocuğunun hissesi açıkça ifade edilmemişse de; bunlar
da, ikiden fazla olanlar gibi, üçte iki hisse alırlar.
[108] . Burada
sözü edilen kardeşler ana bir kardeşlerdir. Bunlar, İslâm hukukunda “evlâd-ı
Ümm” diye anılırlar. Bunlar varis oldukları takdirde, kendi aralarında erkek
kadın farkı gözetilmez. Ana baba bir kardeşler ise varis olduklarında, kendi
aralarında “erkeğe iki, kıza bir” olmak üzere pay alırlar. (Ana baba bir
kardeşlerin durumu için bakınız: Nisâ sûresi, âyet,176)
[109] . Bu
âyetin genel ifadesinde, kendilerine vasiyet edilecek kimseler ile vasiyetin
miktarında bir sınırlama yoktur. Ancak Hz.Peygamber, âyetin bu genel ifadesini,
hem vasiyet edilecek kimseler açısından, hem de vasiyetin miktarı açısından
sınırlandırmış; varislere vasiyet yapılamayacağını ve vasiyetin terikenin üçte
birini aşamayacağını belirtmiştir. Böylece varisin vasiyet yoluyla zarara
uğraması önlenmiş olmaktadır.
[110] . Zina
suçu için belirlenen ve İslâm’ın ilk dönemlerinde yürürlükte olan bu evlerde
alıkoyma cezası, daha sonra, 16. âyetle kınama ve azarlama cezasına çevirilmiş,
nihayet bu hüküm de Nûr sûresinin ikinci âyetiyle değiştirilmiştir. Bazı
müfessirler, 15. âyetin kadının kadınla cinsel ilişkisi şeklindeki fuhuş
(sevicilik); 16. âyetin ise erkeğin erkekle cinsel ilişkisi şeklindeki fuhuş
hakkında olduğu kanaatindedirler.
[111] . İslâm’dan
önce Araplar arasında kişi, kocası ölen dul kadına mal gibi varis olurdu.
Kadın, mal, eşya gibi rızasına bakılmaksızın alınıp satılırdı. Âyet, bu haksız
tasarrufu yasaklayıp kadına lâyık olduğu hakkı ve hürriyeti teslim etmiştir.
[112] . Evlilik
esnasında, erkek evleneceği kadına mehir adıyla bir miktar para ya da mal
verir. Mehir kadının hakkı, onun özel malıdır. Boşanma hâlinde, bu malın geri
alınmaması bu âyette emrediliyor.
[113] . Âyetin bu cümlesinde, geçmişte yapılan bu tür
çirkin uygulamaların affedildiği vurgulanmaktadır. Ancak âyetin hükmü gereği,
yasak kapsamına giren mevcut evliliklere de son verilmesi gerekmiyordu.
[114] . “Yeminlerin bağladığı
kimseler” ifadesiyle kastedilen, “velâ akti” yoluyla mirasçı olanlardır. Velâ
akti, nesebi belli olmayan, varisi bulunmayan bir kimsenin, ikinci bir şahsa
“Ben ölürsem varisim ol. Diyet gerektirecek bir suç işlemem hâlinde de,
diyetimi sen öde” demesi ve onun da bu istekleri kabul etmesiyle gerçekleşen
akittir.
[115] “Koruyup kollayıcı”
diye tercüme edilen ifadenin âyet metnindeki aslı “kavvâm”kelimesidir.
Erkeklere, koruyup kollama görevinin verilmiş olması, iki cins arasında bir
eşitsizlik gözetilmiş olmasından değil; erkeklerin güç, kuvvet ve fizikî oluşum
bakımından farklı bir yapıya sahip bulunmalarındandır. Bu durum kadını erkekten
aşağı bir konuma düşürmez. Buna karşılık erkeklere, ailenin geçimini ve
yönetimini sağlamak gibi ağır bir sorumluluk yükler.
[116] . Burada “gayb”, eşinden uzakta bulunan erkeğin
namusu, malı ve her türlü hakkı anlamındadır.
[117] . Mü’minler için en güzel örnek Hz. Muhammed
Aleyhisselâmdır. Bu âyet-i kerimeyi en iyi anlayan da şüphesiz ki odur. Kesin
olarak biliyoruz ki o ömründe bir defa olsun elini kaldırıp bir kadına
vurmamıştır. “Kadınlarını dövenleriniz iyileriniz değildir” buyuran da odur,
“İçinizden biri, karısını köle döver gibi dövüp sonra da gece onunla yatabilir
mi?” diyerek karı koca ilişkilerinin sevgiye dayanması gerektiğine dikkat çeken
de odur. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi’nde, çok can alıcı
konulara temas etmiştir. Bu hutbesinde kadınların haklarının gözetilmesini ve
bu konuda Allah’tan korkulmasını özellikle vurgulamıştır. Kadının, evlilik
sorumluluklarını yerine getirmemek, kocanın haklarını ihlal etmek, onun şahsiyet
ve vakarını zedeleyici tavırlar sergilemek veya iffet ve namusunu tehlikeye
sürükleyebilecek durumlara meyletmek gibi olumsuz davranışlara girmesi hâlinde,
aile yuvasının devamını sağlamaktan birinci derecede sorumlu olan kocanın,
içine düştüğü mecburiyetten dolayı bazı tedbirlere başvurması tabiidir. Bu
tedbirler, zaman, mekân ve sosyal şartlara göre farklılık gösterebilir. Âyette
son seçenek olarak zikredilen darp meselesi de çok istisnaî bir tedbirdir.
Böyle bir tedbirin fayda getirmeyeceği, tam tersine zarar getireceği bilinen
durumlarda, İslâm bilginleri, kesinlikle bu seçeneğe başvurulmaması konusunda
ittifak hâlindedirler.
[118] . Bakara sûresinin 104. âyeti ile ilgili olarak
da açıklandığı gibi, “Râ’inâ” Arap dilinde “Bizi gözet”, “Bize bak” demektir.
Yahudiler, bu kelimeyi İbrânice’de hakaret ifade eden bir anlama; bir başka
yoruma göre ise, peygamberimize hitaben “Çobanımız” anlamına gelecek şekilde
hakaret kastederek “Râ’înâ” şeklinde söylüyorlardı.
[119] . Konu ile ilgili olarak ayrıca Bakara sûresinin 104. âyetine bakınız.
[120] . “Cumartesi halkı” ifadesi ile,
Hz. Mûsâ’nın dinine göre, cumartesi günü ile ilgili bazı yasakları çiğneyenler
kastedilmektedir. Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet,
65; Nisâ sûresi, âyet, 154; A’râf sûresi, âyet, 163-166; Nahl sûresi, âyet,
124.
[121] . “Cibt”, put, sihirbaz, kâhin, Allah’ın haram
kıldığı her şey ve Allah’tan başka tapılan her şey demektir. “Tâğût” ise sözlük
anlamıyla haddi aşan demektir. Kur’an’da kullanıldığı şekliyle kelime,
“şeytan”, “nefis”, “putlar”, “sihirbaz” gibi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır.
Kısaca cibt ve tâğût, insanları azdıran, saptıran şeylerin hepsini ifade eder.
(Tâğût için ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet, 256-257; Nisâ sûresi, âyet,
60,76; Mâide sûresi, âyet, 60; Nahl sûresi, âyet, 36; Zümer sûresi, âyet, 17.)
[122] . Âyeti kerimede geçen “insanlar”dan maksat, Hz. Muhammed; ona verilen “şey” ise peygamberliktir.
[123] . Allah ve Resûlüne arz etmekten maksat,
meselelerin Kur’an ve Sünnete göre çözüme kavuşturulmasıdır.
[124] . Münafıklardan biri, bir yahudi ile anlaşmazlığa
düşmüştü. Anlaşmazlığın çözümü için yahudi, Peygamberimize başvurmayı teklif
etti, münafık ise bunu kabul etmedi. Münafık, şiirleriyle Hz.Peygamberi
kötüleyen Ka’b b. el-Eşref’i hakem yapmayı önerdi. Sahabilerden İbni Abbas’ın
ifadesine göre, âyette zikredilen “Tâğût” ile kastedilen işte bu Ka’b’dır. Bu
şahsın, Cüheyne, ya da Eslem Kabilesinden bir kâhin olduğu yorumunda bulunanlar
da vardır. (Tâğût’un diğer anlamları ile ilgili olarak Nisâ sûresi, 51.
âyetinin dipnotuna bakınız.)
[125] . Tâğût: Şeytan, nefis, put, sihirbaz.. gibi insanları azdıran, saptıran
her şeyi ifade eder. (Bakınız: Bakara sûresi, âyet, 256-257; Nisâ sûresi, âyet,
51,60,76; Mâide sûresi, âyet, 60; Nahl sûresi, âyet,
36; Zümer sûresi, âyet, 17.)
[126] . Münafıklar, İslâm toplumunu dağıtmak için akla
hayale gelmedik hile ve desiselere başvurdular. Hz.Peygamberin huzurunda,
“Tamam, kabul, baş üstüne” dedikleri hâlde, kendi başlarına kalınca gizli
plânlar ve tuzaklar hazırlıyorlardı. Allah, onların bütün tuzaklarını boşa
çıkarmıştır.
[127] . Bu âyette, hicret emrinin gelmesi üzerine, mü’minlerle birlikte hicret etmeyip Mekke’de müşriklerle beraber kalan, onlarla içli dışlı olan bazı müslümanlar kınanmaktadır.
[128] . Bu âyette, Medine’ye hicret edildiğinde, hicret
edemeyerek, Mekke’de müşriklerin baskısına maruz kalan müslümanlar söz konusu
edilmektedir.
[129] . Bu âyette geçen “namazın kısaltılması”
ifadesini İslâm bilginleri başlıca iki şekilde yorumlamışlardır. Bir görüşe
göre namazın kısaltılması, dört rekatlı namazların
yolculuk sebebi ile iki rekat olarak kılınması demektir. Diğer görüşe göre ise,
âyette yolculuk hâli söz konusu olduğundan dört rekatlı
namazlar zaten iki rekat olarak kılınacaktır. Burada kastedilen kısaltma,
düşman korkusundan dolayı uygulanacak yeni bir kısaltmadır. Bu da seferde zaten
iki rekat olarak kılınacak namazların, düşman
tehlikesinin derecesine göre bazen yürüyerek, bazen de ima ile kılınması ile
gerçekleşir. 102. âyette düşman karşısında durumun izin vermesi hâlinde, namazı
kısaltmanın, cemaatle birlikte uygulanabilecek özel bir şekli anlatılmaktadır.
[130] . Bu durumda imam iki rekat
kılmış olmakta ve namazı tamamlanmış bulunmaktadır. Birer rekat
kılmış bulunan her iki grup da yine nöbetleşe olarak kalan birer rekatlarını
kılıp namazlarını tek başlarına tamamlarlar. Ancak birinci grup tamamlayacağı rekatı kıraatsız olarak, ikinci grup ise kıraatte bulunarak
kılar.
[131] . Âyetteki “dişiler”den maksat, müşrik Arapların;
genellikle “dişi” (ünsâ) diye adlandırdıkları, Lât, Uzzâ, Menât gibi putlarıdır.
[132] . Allah’ın yarattığının değiştirilmesi, hem maddî
alanda, hem de fıtrat alanında gerçekleşebilir. Zamanımızda yeryüzünde doğal
dengeyi bozucu her türlü girişimi, bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.
[133] . Âyetin son cümlesi,
“onların pek azı inanır” veya “onlar pek az inanırlar” şeklinde de tercüme
edilebilir.
[134] . Allah, Peygamberi İsa’yı yahudilerden korumuş,
onu öldürmelerine imkân vermemiştir. Bu kesindir. Onu kendi katına kaldırmış
bulunduğu da şüphesizdir. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı
açıklamalar ve anlayışlar vardır.
[135] . Vahiy, Allah’ın Peygamberlerine dilediğini
söylemesi ve bildirmesi için seçtiği özel iletişim yoludur. Vahy, melek
aracılığı ile olduğu gibi aracısız da olabilir. Vahye mazhar olan peygamber,
kendisinde, Allah’tan olduğundan asla şüphe etmediği bir bilgi ve aydınlanma
bulur. Vahiy, insanlık için en doğru, en sağlam bilgi kaynağıdır. Kur’an;
vahyin, el değmemiş, eşsiz, benzersiz son ve tek örneğidir. Âyetteki
“torunlardan” maksat, Yakub Peygamberin çocukları ve torunlarıdır.
[136] . Hıristiyanlar,
Allah’ın “baba”, “oğul” ve “ruhu’l-kudüs” gibi üç unsurdan oluştuğuna
inanmaktadırlar.
[137] . Akit,
sözleşme demektir. Kelime burada, hem Kur’an’ın getirdiği iman esaslarını,
Allah’ın emir ve yasaklarını, uygulanması gereken kuralları, hem de genel
anlamıyla kişilerin kendi aralarında yaptıkları sözleşmeleri, verdikleri
sözleri kapsamaktadır.
[138] . Hac
ve umre için ihrama girmiş bulunanlar karada avlanamazlar, ihramlı bir kimsenin
avladığı hayvanın etinden yiyemezler.
[139] . Meâldeki
bu “hayvanlar” kelimesi, âyette geçen “Behimetü’l-En’âm” ifadesinin karşılığı
olmak üzere konulmuştur. Bununla kastedilen deve, sığır, koyun, keçi ve bunlara
dahil edilebilecek diğer hayvanlardır.
[140] . Meâlde
geçen “nişaneler” kelimesi, âyetteki “şeâir” kelimesinin karşılığı olarak
kullanılmıştır. “Şeâir”, alametler, işaretler ve semboller demektir. Burada
kastedilen, dinin belirgin alametleri, işaretleri ve sembolleridir. Özellikle
de haccın eda edildiği kutsal yerler ve bazı hac fiilleridir.
[141] . Haram ay ifadesiyle Muharrem, Zilka’de, Zilhicce ve Receb aylarından her biri kastedilmektedir.
[142] . Cahiliye
Arapları Kâ’be’nin etrafına tazim amacı ile diktikleri taşlar üzerinde kurban
keserlerdi. Kesilen kurbanların kanları bu taşlar üzerine serpilir, etleri
bunlar üzerine konurdu.
[143] . Cahiliye
devrinde, bir insan yapmak istediği bir işe karar vermek amacıyla; bir torba
içinde bulunan ve birinin üzerinde ”yap!”, birinin üzerinde “yapma!” yazısı
bulunan ve biri de yazısız olan üç oktan birini çekerdi. Yazısız okun çıkması
hâlinde, çekiş tekrarlanırdı.
[144] . Veda
Haccı sırasında Arafat’ta inen bu âyetin inişinden sonra, Hz. Peygamber ancak
81 veya 82 gün yaşamıştır. En son inen hüküm âyeti budur.
[145] . Kitap
ehlinin yiyeceklerinin müslümanlara helâl olması izni, domuz eti, boğazlanmadan
ölen veya öldürülen hayvanların etleri gibi İslâm’da yenmesi yasaklanmış
bulunan yiyecekleri kapsamaz.
[146] . Aynı konu için bakınız: Mâide sûresi, âyet, 72.
[147] . Âyetin bu kısmı, “Sizi kendi kendinizin
efendisi kılmıştı” şeklinde de tercüme edilebilir.
[148] . Söz konusu toprakların İsrailoğullarına vatan
olarak kalması, onların, Allah’ın Kitabı ve Peygamberi’nin gösterdiği
doğrultuda dürüstçe yürümelerine bağlı idi. Zira Tevrat’tan sonra Zebur’da da,
yeryüzünde ancak iyi kulların mirasçı olacağı, ifade edilmiştir. Bakınız:
Enbiya sûresi, âyet, 105.
[149] . Âyet-i kerimede “Allah’a ve Resûlüne karşı
savaş ve yeryüzünde bozgunculuk” şeklinde ifade edilen suç, terör, yol kesme, kan dökme, eşkıyalık,
yağmalama, masum insanları öldürme gibi toplumun huzur ve sükununu
bozmaya yönelik eylemlerdir. Bu âyet, terör, eşkıyalık ve yağmalama gibi
toplumun huzurunu bozan gayr-i meşru eylemlerin ne derece tehlikeli olduğuna
işaret etmektedir.
[150] . Âyetin bu cümlesi “Onlar yalana kulak verirler. Sana gelmeyen bir topluluğa kulak verirler” şeklinde de tercüme edilebilir.
[151] . Çünkü kendilerinde
böyle bir gayret bulunmamaktadır.
[152] . Bu âyette, müslümanların, yahudileri ve hıristiyanları,
inançlarından dolayı kendilerine yakın görüp dost edinmeleri yasaklanmakta,
onların kendi inanç ve değerlerine sıkı sıkıya bağlı olmaları istenmektedir.
Bakara sûresinin 102. âyeti de bu konuda açık bir uyarı niteliğindedir.
[153] . Âyet hakkında açıklama için Bakara sûresi, âyet
62’nin dipnotlarına bakınız.
[154] . Aynı konu için bakınız: Mâide sûresi, âyet, 17.
[155] . Hıristiyanlar Allah’ı, Baba, Oğul ve
Ruhu’l-Kudüs’ten oluşan üçlü bir unsurun parçası olarak düşünmektedirler.
Hıristiyanların, Allah’ı “Üçün üçüncüsü” diye nitelemeleri, Hz.İsa ve Meryem’i
de birer ilâh olarak kabul etmeleri itibariyle de olabilir.
[156] . Muhammed ümmetinin “şahitler” oluşu ile ilgili olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 143; Hac sûresi, âyet, 78.
[157] . Üç çeşit yemin vardır: 1- Bile bile yalan yere
yapılan yemin. Bunun keffareti yoktur. Çünkü bu büyük bir vebaldir, keffaretle
temizlenmez. Tövbe ve istiğfar gerekir. 2- Yanlışlıkla, boş bulunarak yapılan
yemin. Buna bir şey gerekmez. 3- Kişinin gelecekte bir şeyi yapacağına veya
yapmayacağına dair ettiği yemin. Bu yeminin bozulması hâlinde keffaret gerekir.
Âyet, bu keffaretin nasıl yerine getirileceğini açıklamaktadır.
[158] . Bu âyette, sarhoşluk veren her türlü içki,
kumarın her çeşidi kesinlikle haram kılınmaktadır. Âyet indiği zaman, bütün
müslümanlar, ellerinde bulunan şarapları Medine sokaklarına döküp kaplarını
kırmışlar, içki alışkanlıklarını; Kur’an’ın bu kesin emri karşısında tereddüt
etmeden topluca terk etmişlerdi. Meâlde geçen “içki” kelimesi, âyetteki “hamr”
kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda hamr, aklı örten şey
demektir. Bu nitelikteki tüm içki ve uyuşturucular hamr kapsamına girer. Haram
kılınan gıdalar ile fal okları için ayrıca bakınız: Mâide sûresi, âyet, 3.
[159] . “Haram ay” ifadesi ile ilgili olarak bu sûrenin ikinci âyetinin dipnotuna bakınız.
[160] . Bu âyette Kâ’be, haram ay ve kurbanlar, insanlar
için maddî ve manevî kalkınmanın sebepleri arasında gösterilmiştir. Kâ’be,
dünya müslümanları için inançtaki tevhid ile sosyal tevhidin birlikte yaşandığı
mübarek bir mekândır. Hac ayları da, bütün müslümanların iman kardeşliğini,
dostluk ilişkilerini güçlendiren bir mevsimdir. Ayrıca kesilen kurbanlar
ihtiyaçlı kitlelere destek sağlar. Ticaret yoluyla ekonomik güç kazanılır.
Herkes için eşdeğerde bir kıyafet, bütün insanların eşit olduğunu simgeler.
İhram yasakları sosyal hayatta kötülüklerden sakınma alışkanlığı kazandırır.
[161] . Bazı kimseler Hz. Peygamber’e, “Hac her yıl mı
farz, yoksa ömürde bir defa mı?”, “Benim babam kimdir?” “Babam cennette mi,
cehennemde mi?” gibi sorular yöneltmişti. Bunun üzerine âyette, kişinin üzerine
lazım olmayan, nezaket kaidelerine uymayan cevap verilirse, soru sahibinin
üzülmesine yol açan sorulardan kaçınılması tavsiye edilmiştir.
[162] . “Bahîre”, “Sâibe”, “Vasîle ve “Hâm”, putperest Arapların
ilâhlarına kurban ettikleri veya onlar adına serbest bıraktıkları hayvanlara
verilen isimlerdir. “Bahîre” beşincisi erkek olmak üzere beş batın doğuran ve
sağılmayıp, binilmeyip, kulağı yarılarak salıverilen deve; “Sâibe” bir kimsenin
yakalandığı hastalıktan kurtulduğu takdirde “Bahire” yapmayı adadığı deve
demektir. Araplar, koyun dişi doğurursa yavruyu kendilerine saklar, erkek
doğurursa bunu putlara kurban ederlerdi. Kuzuların, dişili erkekli ikiz
olmaları hâlinde dişinin hürmetine, erkeği de kurban etmeyip “Vasîle” adıyla
salıverirlerdi. ”Hâm” ise on nesil deveyi dölleyen ve
sırtına yük vurulmayıp salıverilen erkek deve demektir.
[163] . Allah Teâlâ, her
peygamberi kendi ümmeti hakkında konuşturacak, şahid olarak dinleyecektir.
Ümmetlerin peygamberlere karşı takındıkları tavrı gözlerinin önüne serecektir.
Peygamberlerine bağlı kalanlar sevinecek, onları aşağılayan veya ilâhlaştıranlardan
hesap sorulacaktır. Bu âyetlerde, peygamberler arasında ifrat ve tefrite en çok
hedef olan Hz. İsa, bir örnek olarak ele alınıyor.
[164] . Hz. İsa’nın beşikte iken konuşması ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 46; Meryem sûresi, âyet, 29-33.
[165] . “Kitap” yazı veya bütün ilâhî kitaplar,
“hikmet” kitaplardaki ilim, din ve dünya için ihtiyaç duyulan şey demektir.
[166] . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 48,49.
[167] . Havariler, Hz. Peygamber’in sahabileri gibi;
Hz. İsa’yı görmüş, ona iman etmiş ve sadakatle yardımda bulunmuş kimselerdir.
[168] . Hicretten
sonra İslâm’ın devlet olması, Bedir zaferi, İslâm’ın fütuhatı ve yayılması, o
gün için hayal bile edilmiyor, İslâm alay konusu oluyordu. Âyet, önceden bu
tarihî gelişmelerin haberini veriyor, İslâm’la alay edenlerin ahirette
beklenmedik şekilde karşılarına çıkacak azaba da işaret ediyor.
[169] . Müşrikler,
melekleri kadın suretinde hayal edip böyle inanırlardı. Bu inanışın yanlışlığını
vurgulamak üzere, onlara melek gönderilse bile bunun kadın suretinde temsil
edilemeyeceği ifade edilmiştir. (Bakınız: Zuhruf sûresi, âyet, 19)
[170] . Kâfirlerin
ısrarla istedikleri şekilde peygamber bir melek olsaydı, o melek bir insan
suretinde gelecekti. Çünkü sıradan insanların meleği asıl şekliyle görmelerine
imkân yoktu. Bu defa onların bu husustaki şüpheleri ve müşkülleri aynen
sahnelenmiş olacaktı. Zira peygambere dedikleri gibi ona da, “Sen de bizim gibi
bir beşersin, melek olamazsın” diyeceklerdi.
[171] . Kureyşliler,
“Ey Muhammed! Senin hakkında yahudilere, hıristiyanlara sorduk, peygamberliğine
dair bir haber olmadığını söylediler. Bize senin peygamber olduğuna dair bir
şahit göster” demişler ve bunun üzerine bu âyet inmişti.
[172] . Çünkü
Tevrat’ta ve İncil’de Resûlullah hakkında tanıtıcı bilgiler vardır. (Bakınız:
Bakara sûresi, âyet, 146)
[173] . Konu
ile ilgili olarak bakınız: İsrâ sûresi, âyet, 46.
[174] . Konu ile ilgili olarak bakınız: Sâffât sûresi, âyet, 171-173.
[175] . İnsan,
Allah’ı tanıyacak, iman ve İslâmla bağdaşacak fıtratta yaratılmıştır. Kişi bu
fıtratı üzere yürümez; onu bozar, küfür ve sapıklığa kucak açarsa, Allah da onu
şaşırtır.
[176] . Kureyş’in
ileri gelenleri Hz. Peygamber’e, “Fakir müslümanları yanından kovarsan seninle
gelir otururuz” demişlerdi. Hz. Peygamber de “Ben mü’minleri kovamam”
buyurmuştu. Onlar, “Bari biz senin yanına geldiğimizde onlar kalkıp gitsinler,
biz çıkınca girsinler. Çünkü biz bunlarla oturmayı gururumuza yediremiyoruz,”
demişlerdi. Resûlullah da bu kişilerin bu sayede müslüman olabileceklerini
düşünerek teklifi kabul etmek üzere iken bu âyet-i kerime inmiştir.
[177] . Hz. Peygambere karşı çıkanlar, “Seni
reddediyoruz, inkâr ediyoruz, ama bize hiçbir şey olmuyor. Gerçekten peygamber
olsaydın, başımıza taş yağardı. Hadi hemen böyle bir azap gelsin de görelim,”
diyorlardı. İslâm’ın ilim ve akıl yoluyla ikna etme prensibini temel ilke
olarak aldığını, zorlama ve kaba kuvvete dayanmadığını bilmiyorlardı. Zaten
böyle bir azabı istemek, Peygamber’in âlemlere rahmet oluşu ile bağdaşmazdı.
[178] . Koruyucu melekler, insanların iyi ya da kötü
tüm yaptıklarını tespit eden meleklerdir. Konu ile ilgili olarak bakınız:
İnfitar sûresi, âyet, 10.
[179] . Âyette şu mesaj verilmektedir: “Ben illa da
sizi tasdike zorlayacak, yalanlamanızı engelleyecek, sizi Allah adına cezalandıracak, veya azap geldiği takdirde onu durduracak,
sizi ondan koruyacak değilim. Ben, olmuş ve olacakları Allah’ın bana vahyettiği
şekilde haber veririm.”
[180] . Konu ile ilgili olarak bakınız: Nisâ sûresi, âyet, 140.
[181] . Meâldeki “hükümranlık ve nizam” ifadesi,
âyetteki “melekût” kelimesinin karşılığıdır. Melekût, Allah’a özgü hükümranlık
demektir. “Melekûtu göstermek” de Yüce Allah’ın kâinata koyduğu, hissedilebilen
veya hissedilemeyen muazzam nizamı ve tabiat kanunlarını araştırıp anlayabilecek,
inceliklerini kavrayabilecek yeteneğin verilmesidir.
[182] . Yani ilâhî kitaplara, onların hükümlerine ve peygamberlerin davetine uyacak mü’minler bulunacaktır.
[183] . Yani Allah’ı, şanına yaraşır şekilde
tanımadılar, bilemediler.
[184] . Yahudiler, Peygamberi ve ona indirilen Kur’an’ı
inkâr etmek uğruna, kendi peygamberlerini ve kitaplarını inkâr etme durumuna
düşmüşlerdi.
[185] . Bu sûrenin 90. âyetinde ifade edildiği üzere,
İslâm evrensel bir dindir. Dolayısıyla, Mekke civarındaki insanlar ifadesi tüm
dünya insanlığını kapsar.
[186] . Bu ifadeyle, meyve ve sebzelerin hayatlarını
sürdürme ve gelişme kanunları açısından birbirlerine benzemelerine rağmen tad,
renk, koku, yapı ve görüntü olarak birbirlerinden çok farklı oldukları
vurgulanmış olabileceği gibi, başka benzerlik ve farklılıklar da kastedilmiş
olabilir. Âyet-i kerimede Cenab-ı Hakk’ın yaratmasındaki muazzam inceliklere
bir dikkat çekme vardır.
[187] . Allah’ın zatına bu dünya gözüyle ulaşmak, O’nun
hakikatini kavramak mümkün değildir. Ahirette ise birçok gözler O’nu
görecektir. Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Kıyâme sûresi, âyet, 23.
[188] . Basiret, gönül gözü demektir. Kafadaki göze
basar denildiği gibi, kalp ve gönül gözüne de basiret denir. Âyetteki
“gerçekleri gösteren deliller” ifadesi ile, Allah Teâlâ
tarafından Resûlullah’a vahyolunan âyetler ve Allah’ın birliğine, kuvvet ve
kudretine delalet eden ve yukarıda geçen âyetlerde dile getirilen ibret
alınacak kâinat olayları kastedilmiştir.
[189] . Peygambere gönderilen vahyin karşısında
hayretlere düşen müşrikler, “Sen ders almış okumuşsun, yoksa bu okuduğun Kur’an
âyetleri ümmî birinin işi değil”, diyorlardı.
[190] . Kureyş müşrikleri peygamberimize, “Aramızda
yahudi veya hıristiyan âlimlerinden bir hakem seçelim. Senin getirdiğin din
hakkında onların kitaplarında bulunanı bize haber versinler” demeleri üzerine
bu âyetle onlara cevap verilmiştir.
[191] . Yenmesi haram kılınan şeyler için bakınız:
Bakara sûresi, âyet, 173; Maide sûresi, âyet, 3; En’âm sûresi, âyet, 145; Nahl
sûresi, âyet, 114-115.
[192] . Müşrikler ölmüş hayvan eti yerler ve
aralarında, “Bakın, Muhammed ve ashabı kendi elleriyle kestikleri hayvanların
etini yerler de Allah’ın öldürdüğü haramdır, derler” diye dedikodu yaparlardı.
Âyet, müşriklerin durumuna düşmemeleri konusunda mü’minleri uyarmaktadır.
[193] . Âyetteki “va’dedilen şeyler” ile,
öldükten sonra dirilme, hesap, cennet, cehennem, iyilere iyi derece, kötülere
kötü derece verileceği gibi gerçekler kastediliyor.
[194] . Bu âyet, Cahiliye Araplarının yanlış ve saçma âdetlerinden
birini anlatıyor: Hurma, arpa, buğday gibi ziraat ürünleriyle, koyun, keçi,
deve, sığırdan Allah için bir pay ayırırlar, misafirlere, fakirlere harcarlar;
kendileri bundan yemezlerdi. Bir pay da putlarına ayırır, onu istedikleri gibi
putların hizmetlerine harcarlardı. Ayrıca Allah için ayırdıklarından artakalanı
putlara ait fona aktarırlar, “Allah zengindir, fazlasına ihtiyacı yok. Putlar
ise fakirdir”, diye bir de kılıf uydururlardı. Âyette bu akılsızca uygulama
kınanıyor.
[195] . Arap müşriklerinin batıl inançları çoktu.
Bunlardan biri de bir familyadan olan hayvanların bazen erkek bazen dişilerinin
eti haram veya helâl sayılır, birtakım isimler altında uydurma helâl haram
listeleri yapılırdı. Hâlbuki bu hayvanların deve, sığır, koyun, keçi, erkek,
dişi olmaları ya da doğmuş bulunup bulunmamaları, etlerinin haram olmalarının
sebebi ve illeti olamazdı. Âyet, bu mantıksızlığı açıklıyor. (Ayrıca bakınız:
Mâide sûresi, âyet,103.)
[196] . Bakınız: En’âm Sûresi, âyet, 99 ve ilgili
dipnot.
[197] . Öşür, “onda bir” demektir. Toprak ürünlerinde
bu oranda verilen zekâtın özel adıdır.
[198] . Âyetin bu kısmı, “O, hayvanlardan yük
taşıyanları ve tüylerinden döşek yapılanları yaratandır” şeklinde de tercüme
edilebilir.
[199] . Konu ile ilgili olarak 139. âyetin dipnotuna
bakınız.
[200] . Darda kalan kimsenin, haram kılınan
yiyeceklerden yiyebileceği ile ilgili olarak ayrıca, bu sûrenin 119. ve Bakara
sûresi, 173. âyetlerine bakınız.
[201] . Konu ile ilgili olarak bakınız: Nisâ sûresi,
âyet,160. Aslında bunlar haram şeyler değildi. Yahudiler bir zamanlar bıldırcın
eti ve kudret helvasıyla beslenmişlerdi. Sonra saldırganlık, zulüm, hakka karşı
başkaldırma, peygamberleri öldürme, faiz alma, insanları öldürmeyi helâl sayma
gibi ölçüsüz davranışları sebebiyle birçok temiz rızıklardan mahrum
edilmişlerdi. Sığır ve koyun gibi bazı hayvanların yalnızca iç yağlarının
kendilerine haram kılındığı ve bu hayvanların onlara haram kılınan tırnaklı
hayvanlar kapsamına girmediği âyetin metninden anlaşılmaktadır.
[202] . Bu âyetten Allah’ın; insanların doğru yola
ermelerini dilemediği anlamı çıkarılamaz. Burada vurgulanmak istenen nokta,
insanların hür iradesine Allah’ın müdahale etmediğidir. İnsanlar doğru, ya da
eğri yolu kendi hür iradeleriyle seçerler. Allah da bu tercihlerin aksine bir
irade ortaya koymaz. Zira böyle bir şey insan iradesine baskı olurdu ki, bu taktirde insanların sorumlu olmaması gerekirdi. Buna göre
Allah’ın, insanları kendi tercihlerine ters düşecek şekilde zorunlu olarak
doğru yola getirmek istememiş olması, aslında onların iradelerini bu yönde
kullanmadıklarının bir ifadesidir. Kısaca âyet şöyle anlaşılmalıdır: “Siz
istemeseniz de Allah sizi doğru yola iletebilirdi. Ama bu sizin hür iradenizi
yok saymak olurdu. Bu sebeple Allah sizin tercihinize ters düşecek şekilde
doğru yola girmenizi istemedi ki iradenize baskı yapmış olmasın.”
[203] . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: İsra sûresi, âyet, 32.
[204] . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: İsra
sûresi, âyet, 33.
[205] . Yetimin malına en güzel bir şekilde yaklaşmak,
onun malının çoğalmasını sağlayacak yolları araştırmak demektir.
[206] . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara
sûresi, âyet, 286.
[207] . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Furkân sûresi, âyet, 7,8,21.
[208] . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Mü’min
sûresi, âyet, 84,85.
[209] . Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: İsrâ
sûresi, âyet,15; Fatır sûresi, âyet, 18; Zümer sûresi, âyet, 7; Necm sûresi,
âyet, 38.
[210] . Bu
harfler ile ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[211] . Bu
âyette, insanların küfürde, zulümde, şirkte Allah’a karşı yalanlar uydurmada ısrar
etmeleri, ilâhî davete sırt çevirmeleri karşısında sıkılan Peygamberimiz
teselli edilmektedir. Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Hicr sûresi,
âyet, 97; Kehf sûresi, âyet, 5,6; Hûd
sûresi, âyet, 12.
[212] . Konu
ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Kasas sûresi, âyet, 65.
[213] . Konu
ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Mâide sûresi, âyet, 109.
[214] . Âyetin
bu kısmı, “Andolsun sizi yeryüzüne yerleştirdik” şeklinde de tercüme
edilebilir.
[215] . Âyetin
bu kısmı, “halat iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler” şeklinde
de tercüme edilebilir.
[216] . Bu
“sur” ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Hadîd sûresi, âyet, 13.
[217] . A’râf,
yüksek yerler, yüksek mevkiler demektir. Bazı müfessirler, “A’râf” ile cennet
ve cehennem arasındaki surun yüksek yerleri ve sırtlarının kastedildiğini ifade
etmektedirler.
[218] . Konu
ile ilgili olarak ayrıca bakınız: En’âm sûresi, âyet, 70.
[219] . Arş, kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret
makamı demektir.
[220] . Rahmet rüzgârları gibi Peygamberler de ilâhî
rahmetin müjdeleyicileridir. Tebliğine memur oldukları semavî kitaplar yağmur
yüklü bulutlar gibi kalplerin can suyudur. Toprak gibi insanların da iyisi,
kötüsü vardır. İyiler verimli toprak gibi, topluma yararlı olurlar. Kötüler ise
çorak toprağa benzerler. Topluma faydaları dokunmaz.
[221] . Hicr sûresinin 74. âyetinde de ifade edildiği
gibi bu yağmur, taş yağmurudur.
[222] . “Allah’ın tuzağı” ifadesi mecazî
olup, “inkârcılara mühlet verip, sonra onları ansızın yakalaması”, “inkârcıların
inkârlarına karşılık vermesi” gibi anlamlar ifade eder.
[223] . Firavun, İsrailoğullarını vatanlarından
uzaklaştırmış, onları en zor işlerde köle olarak çalıştırıyordu.
[224] . Hz. Mûsâ’nın bu mucizesi için bakınız: Kasas
sûresi, âyet, 32; Şu’arâ sûresi, âyet, 33.
[225] . Hz. Mûsâ’nın, Firavun
ve sihirbazlarla aralarında geçen bu olay için ayrıca bakınız: Tâ-Hâ sûresi,
âyet, 60-63; Şu’arâ sûresi, âyet, 43-44.
[226] . Daha önce Mısırlı yerli halkın egemenliğinde
bulunan Mısır ve Şam’ın verimli doğu ve batı taraflarına, ezilen İsrail halkı
yerleşmiş, bu sûrenin 128. ve 129. âyetlerindeki vaad gerçekleşmişti.
[227] . Hz. Mûsâ’nın kavmi, “Ey Mûsâ! Allah’ı apaçık
görmedikçe sana inanmayacağız” demişlerdi. (Bakınız: Bakara sûresi, âyet, 55)
Bu âyetin son cümlesi, onlara da bir cevap niteliğindedir.
[228] . Allah’ın dağa tecellisi, O’nun kudret ve
yüceliğinin izlerinin dağ üzerinde açığa çıkması demektir.
[229] . “Ümmî”,
okuma yazma bilmeyen insan demektir. Ancak okuma yazma bilmeyen her
insan bilgisiz olmayacağı için, “ümmî”, cahil demek değildir. Nitekim, okuma yazma bilmeyen Hz. Peygamber, vahiy yoluyla
aldığı bilgilerin yanında, geniş çapta dünyevî tecrübe ve bilgilere sahip
bulunuyordu.
[230] . Âyetteki “ağır yük” ve “zincir” ifadeleri, mecazî olup, “ağır mükellefiyetler”, “ağır teklifler”
anlamlarını ifade eder.
[231] . Adı geçen memleketin Kudüs veya Erîha olduğu
rivayet edilmiştir.
[232] . Bakara sûresinin 58 ve 59. âyetlerinde de
zikredildiği üzere, söylemeleri istenen “hıtta (yâ Rabbi, bizi affet)”
ifadesini, tefsir kaynaklarının belirttiğine göre, buğday anlamına gelen
“hinta”ya çevirerek güya alay etmişlerdir.
[233] . Âyette sözü edilen bu kent, Ürdün’ün Akabe
limanına yakın “Eyle” kasabası olabilir.
[234] . Allah Teâlâ, İsrailoğullarının cumartesi (sebt)
günü dünyevî işlerden ve dolayısıyla balık avından sakınmalarını ve o günü
ibadete ayırıp tatil yapmalarını emretmişti. Balıklar cumartesi günleri akın
akın sahile geliyor, diğer günler o derece gelmiyorlardı. Bu, bir imtihandı.
İsrailoğulları, bu yasağı ihlal ederek cumartesi günleri de balık avlamaya
başladılar. Âyette anlatılan olay budur.
[235] . Âyette sözü edilen kimseler, kendilerine
verilen bu yetenekleri kötü kullandıkları için, cehennemlik olmuşlardır. Allah,
bunların böyle davranacaklarını ezelde bildiği için, onları “cehennemlikler”
olarak belirlemiştir.
[236] . Buradaki “tuzak” kelimesi için bu sûrenin 99. âyetinin
dipnotuna bakınız.
[237] . Bakınız: En’âm sûresi, 75. âyet ve ilgili
dipnot.
[238] . Buradaki “ondan” ifadesi, “onun türünden”
şeklinde de anlaşılabilir.
[239] . Âyette yer alan “bir tek nefisten yarattı”
ifadesi, yaratılan eşin, fizikî olarak o nefisten yaratıldığını değil, “nefis”
(insan) ile eşinin aynı cinse, insan cinsine mensup olarak yaratıldığını ifade
etmektedir. Yani insan cinsinin erkek türü olan Âdem’e, yine insan cinsinden,
kadın türünde bir eş yaratılmıştır.
[240] . Bu âyet, Kur’an’daki on dört secde âyetinden
biridir. Bunlardan birini okuyan, ya da dinleyen kimsenin secde yapması
vaciptir. Bu secdeye “tilavet secdesi” denir. Tilavet secdesi şöyle yapılır:
Abdestli ve kıbleye yönelik olarak tekbir getirilip secdeye varılır. Üç defa
“Sübhane Rabbiye’l-a’lâ” denilerek secdeden kalkılır. Bu secdeye, ayakta iken
veya otururken varılabilirse de, ayakta iken gidilmesi daha uygundur.
[241] . Tevekkül,
tüm tedbirleri alıp, gerekenleri yaptıktan sonra, işin sonucunu Allah’a
bırakarak ona güvenmek demektir.
[242] . Âyette
sözü edilen iki taife, Kureyş müşriklerinin Mekke’ye gitmekte olan silâhsız
ticaret kervanı ile, Mekke’den Bedir’e doğru hareket
etmiş olan Kureyş ordusudur. Müslümanlar, orduyla savaşmak yerine, kervanı
basarak ganimet elde etmek istemişlerdi.
[243] . Burada
Allah’ın yardımı bin melek aracılığı ile gerçekleşmiştir. Yoksa Allah Teâlâ
dileseydi, tek bir melekle ya da aracısız olarak doğrudan doğruya yardım
ederdi.
[244] . Bedir
savaşında teke tek vuruşmalardan sonra Hz. Peygamber hücum emri vereceği anda
Cibril’in talimatı üzerine yerden bir avuç toprak alıp Kureyş ordusunun üzerine
doğru fırlattı ve “yüzleri kavrulsun” buyurdu. Müşrikler gözlerine giren
tozları gidermekle meşgul iken Hz. Peygamber orduya hücum emri verdi. Savaş
bilinen zaferle sonuçlandı.
[245] . Müşrikler
savaşa çıkmadan önce Kâ’be’nin örtüsüne yapışıp, “Ey Allah’ım! Bu savaşta iki
toplumdan doğru yolda olana yardım et, fetih nasip et” diye dua etmişlerdi.
[246] . Bu
âyette, müslümanların kötülüklere karşı cephe almada duyarlı olmaları
emredilmekte, aksi takdirde azabın bütün toplumu kapsayacağı uyarısı
yapılmaktadır.
[247] . Bakınız:
Nisâ sûresi, âyet, 98 ve ilgili dipnot.
[248] . Âyetteki
“Allah’ın tuzak kurması” ifadesi mecazî olup,
“Allah’ın, kurulan tuzağı bozması” veya “tuzak kuranları cezalandırması” anlamını
ifade eder. Müşrikler, Hz.Peygamber’in Medine’ye hicret edeceğini öğrenince,
ona engel olmak için bir çare bulmak üzere, Dâru’n-Nedve’de toplandılar. Zira
hicretin gerçekleşmesi hâlinde Müslümanlığın önü alınamayacak, pek çok
menfaatleri bu sebeple yok olacaktı. Toplantıda, Hz. Peygamber’in hapsedilmesi,
sürgün edilmesi ve öldürülmesi yönünde teklifler getirildi. Öldürmek kesin
çözümdü. Ama Haşimoğulları’nın problem çıkarmasından çekiniyorlardı. Ebu Cehil,
şöyle bir çözüm teklif etti: “Her kabileden bir genç seçelim, ellerine birer
kılıç verelim, hepsi birden hücum edip onu öldürsünler. Böyle yaparsak,
Haşimoğulları bütün kabileleri karşısına alıp bir hak dava edemez.” Bu görüş
kabul edilince, Cebrail durumu Hz. Peygamber’e haber vermişti. Hz. Peygamber, kendi
yatağına Hz. Ali’yi yatırarak Hz. Ebubekir’le birlikte Mekke’den çıkmış ve
hicreti gerçekleştirmişti. Âyette söz konusu edilen tuzak, işte müşriklerin bu
planıdır. “Allah’ın tuzak kurması” kavramıyla ilgili olarak bakınız: Âl-i İmrân
sûresi, âyet, 54 ve ilgili dipnot.
[249] . İslâm’a
inanmayanlar Mescid-i Haram’da müslümanların ibadetine engel oluyorlardı.
Onların bir kısmı kadınlı-erkekli Kâ’be’yi çıplak olarak tavaf ederken, ıslık
çalıp el çırparlardı.
[250] . Âyette, geçmişte küfre dönenlere uygulanan cezaların
onlara da uygulanacağı ifade edilmektedir.
[251] . Bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 123-124.
[252] . Bakınız: Enfâl sûresi, âyet, 8-9.
[253] . Bedir savaşı sonunda Resûlullah’a yetmiş tane savaş
esiri getirilmişti. İçlerinde Peygamber’in amcası Abbas ile diğer amcası Ebu
Talib’in oğlu Âkil de vardı. Hz. Peygamber, esirler hakkında yapılacak işlem
için ashapla istişarelerde bulundu. Hz. Ebu Bekir, “Bunlar senin kavmin ve
akraban. Onları öldürme. Onlardan fidye al. Tövbe edebilirler. Böylece
mü’minleri de kuvvetlendirmiş olursun” demişti. Hz. Ömer ise, öldürülmelerini
teklif etmişti. Nihayet, fidye alınması ve esirlerin serbest bırakılması
benimsendi. Bunun üzerine bu âyet indi.
[254] . Hacc-ı
Ekber günü, İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, hac günlerinden arefe günü ya
da bayramın birinci günüdür. Ancak arefe günü olması ihtimali daha kuvvetlidir.
[255] . Huneyn,
Mekke’den Tâif’e giden yollardan biri üzerinde, Mekke’ye yaklaşık on mil
uzaklıkta yer alan bir vadinin adıdır. Bu âyetle bir sonraki ayette, Mekke’nin
fethinden sonra (H.8) müslümanlarla müşrik Havâzin kabilesi arasında, bu vadide
gerçekleşen savaşa işaret edilmektedir. Bu savaşta müslümanların sayısı
düşmanınkinden çoktu. Müslümanlar, sayıca üstünlüklerine güvenerek savaş öncesi
fazlaca emin ve rahat hareket ediyorlardı. Bu sebeple, Havâzinlilerin kurduğu
pusuya düştüler. İslâm ordusunun büyük bir kısmı düzensiz bir şekilde geri
çekilmeye başladı. Ancak, Hz. Peygamber’in ve sebatkâr bir grup müslümanın
gayretleriyle dağılan ordunun toparlanması sağlandı ve tekrar hücum edilerek
zafer kazanıldı.
[256] . Haram
aylar, Cahiliye devri uygulamasına göre, hürmet edilmesi gereken, savaş ve kan
dökülmesi yasak olan kamerî aylar demektir. Bu aylardan Zilkâde on birinci,
Zilhicce on ikinci, Muharrem birinci ve Receb yedinci aydır.
[257] . Kur’an’da
“en-Nesî” diye ifade edilen bu uygulama kısaca; Cahiliye devrinde, kan
dökülmesi yasak olan dört aydan arka arkaya gelen Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem
aylarından birinin yerini yasak kapsamına girmeyen bir başka ay ile
değiştirerek, yasak devre içinde savaşıp kan dökebilecekleri bir ara dönem
oluşturmaları uygulamasıdır. Yasak aylar uygulaması İslâm’da kaldırılmıştır.
[258] . Doğru yol Kur’an’da apaçık gösterilmiştir. Âyette, tercihlerini sapıklıktan, inkârdan yana kullananların, bu tercihlerine rağmen doğru yola iletilmeyeceği, bir kural olarak ifade edilmektedir. Benzer diğer âyetleri de böyle anlamak gerekir.
[259] . Âyetin
bu kısmına tefsir bilginlerince, “Gençler ve yaşlılar olarak”, “Siz kolay da
gelse, zor da gelse” gibi çeşitli anlamlar da verilmiştir.
[260] . Âyetin
bu kısmı, “Allah’ın, içlerinde gizledikleri ve gizlice yaptıkları görüşmeleri..” şeklinde de tercüme edilebilir.
[261] . İslâm
tarihinde “Dırâr Mescidi” diye bilinen bir mescid, bazı münafıklarca, Kuba
mescidi civarında; bu mescidi gözden düşürmek için inşa edilmişti. Münafıklar,
bu işe hıristiyan bir rahip olan Ebû Âmir’in teşvikiyle girişmişlerdi. Ebû
Âmir, Hz. Peygamber ile uzun müddet savaştıktan sonra Suriye’ye kaçmıştı.
Münafıklar, Ebû Âmir’in bir ordu ile gelip müslümanlarla savaşmasını
bekliyorlardı. Yaptıkları bu mescidin, müslümanları bölmesini ve böylece ona
yardım etmiş olmayı umuyorlardı.
[262] . “Oruç tutanlar” şeklinde tercüme edilen “es-Sâihûn”
kelimesi, “(Allah yolunda) seyahat edenler” şeklinde de tercüme edilebilir.
[263] . Hz.İbrahim’in babasına verdiği söz ile ilgili
olarak bakınız: Meryem sûresi, âyet, 47; Şu’arâ sûresi, âyet, 69-86; Mümtehine
sûresi, âyet, 4.
[264] . Âyette sözü edilen üç kişi Medineli
müslümanlardan Ka’b b. Malik, Hilâl b. Ümeyye ve Murâra b. Rabi’dir. Bunlar Tebük
seferine katılmayıp geride kalmışlardı. Hz. Peygamber, Tebük’ten dönünce
bunlarla konuşmamış, ashap da onlardan yüz çevirmişti. Bunların tövbelerinin
kabul edildiği hükmü, öncekilerden elli gün sonra gerçekleşmişti.
[265] . Tebük seferinden sonra Hz. Peygamber, küçük bir
birlik çıkarmıştı. Seferden geri kalanlar hakkında inen âyetlerin de etkisi ile
bu defa herkes bu birliğe katılmış, din konusunda köklü bilgi sahibi olmak
üzere meşgul olacak kimse kalmamıştı. Bu âyette, ilmin cihad kadar önemli
olduğuna, biri olmadan öbürünün olmayacağına dikkat çekilmektedir.
[266] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ikinci âyetinin dipnotuna bakınız.
[267] . Arş,
kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
[268] . Âyetteki
“Allah’ın tuzak kurması” ifadesi mecazî olup, “inkârcılara
mühlet verip sonra onları ansızın yakalaması” ve “inkârcıların inkârlarına ceza
ile karşılık vermesi” gibi anlamlar ifade eder.
[269] . Bu
konu ile ilgili olarak bakınız: A’râf sûresi, âyet, 34.
[270] . Mûsâ
ve Firavun kıssasının başka bir anlatımı için bakınız: A’râf sûresi, âyet,
103-140.
[271] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[272] . “Arş”
kavramıyla ilgili olarak ayrıca bakınız: A’râf sûresi, 54. âyet.
[273] . Tefsir
bilginlerine göre burada sözü edilen delil akıldır. Buna göre âyette, aklını
gereği gibi kullanan ve bu sayede Allah’ın varlığına ve birliğine inanan kimse ile, her şeyi dünya hayatından ibaret kabul edip fıtrata
aykırı olarak, inkâr yoluna sapan kimselerin bir olmadığı; üstelik insanın
doğru bir inanca sahip olma yolunda aklıyla baş başa bırakılmayıp, aklın ilâhî
vahiyle de desteklendiği vurgulanmış olmaktadır.
[274] . Aynı
olayla ilgili olarak Mü’minûn sûresinin 27. âyetine bakınız.
[275] . Âyetin
bu kısmında, bütün canlıların, Allah’ın kudret ve iradesi altında bulunduğu, mecazî bir anlatımla dile getirilmektedir.
[276] . Bu
âyet-i kerimede insanoğluna çok hayatî bir mesaj verilmektedir. Çünkü yeryüzü,
Allah’ın insana bir emanetidir. Bu emanetin, Allah’ın yeryüzünde yarattığı
tabii denge çerçevesinde korunması, geliştirilmesi ve imar edilmesi gerekir.
Allah’ın yeryüzüne koyduğu tabii dengeye zarar verecek her türlü anlayış ve
eylem de Kur’an’ın bu mesajına ters düşer. Çünkü insana verilen görev
yeryüzünün imarıdır, tahribi değil.
[277] . Bir
peygamber, gönderildiği kavmin manevî babası sayılır. Bu itibarla gönderildiği
toplumun kadınları o peygamberin manevî kızları mesabesindedir. Burada Lût
Peygamber, kavmini içine düştükleri cinsel sapıklığı (erkeğin erkekle cinsel
ilişkisi) terk edip meşru ve doğal ilişkiye dönmeleri ve kadınlarla nikâhlanmaları
konusunda uyarmaktadır.
[278] . Âyetin
son cümlesi, “Bu, her şeyin ortaya dökülüp görüleceği bir gündür” şeklinde de
tercüme edilebilir.
[279] . Bu
âyet, namaz vakitlerini göstermektedir. Gündüzün iki tarafından maksat, güneşin
tepe noktasına gelmesinden önceki ve sonraki dilimleri demektir. Buna göre
sabah namazı gündüzün bir tarafında, öğle ve ikindi namazları da öbür tarafında
olmaktadır. Gecenin gündüze yakın vakitleri ise akşam ve yatsı vakitleridir.
[280] . Allah, peygamberler
aracılığıyla insanlara doğruyu ve yanlışı gösterdikten sonra kendilerine
verdiği hür iradenin bir gereği olarak onları tutacakları yolu seçmekte özgür
bırakmış, mutlaka razı olduğu yolu seçmeye zorlamamıştır. Onlara yanlışı seçme
hakkı tanımamış olsaydı, insanları tek ümmet yapmış olurdu. Böyle yapmayarak
onları doğru veya eğriyi seçmekte serbest bırakmıştır. Aksi takdirde
seçimlerinden dolayı sorumlu tutulmalarının bir anlamı olmazdı. Bunun sonucu
olarak bazıları nefislerinin heva ve hevesine uyup yanlışları seçmişler ve
böylece ihtilaflar ortaya çıkmıştır. İhtilaflar çıkmaya da devam edecektir. Âyet-i kerimede bu gerçek vurgulanmakta, Allah’ın gösterdiği yolu
seçenlerin O’nun rahmetini elde etmiş olacakları belirtilmekte ve aslında bütün
insanların özgür iradelerini kullanarak bu rahmeti elde etsinler diye
yaratıldığı yahut da kendi seçimlerine göre hangi yolu tercih etmişlerse, o
yola gitmek üzere yaratıldıkları ancak birçoklarının yanlışları tercih ederek
Allah’ın rahmetinden uzak kaldığı, böyleleri için de cehennemin kaçınılmaz bir
varış yeri olarak kararlaştırıldığı ifade edilmektedir. Ayrıca bakınız:
İnsan sûresi, âyet, 3.
[281] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[282] . Bu
âyet, “Elif, Lâm, Râ. Bunlar, açıklayıcı Kitab’ın âyetleridir” şeklinde de
tercüme edilebilir.
[283] . Yûsuf
ile Bünyamin bir anadan, diğer kardeşler ise başka anadan idiler.
[284] . Âyetin
bu kısmı, “Zaten onu hemen elden çıkarmak istiyorlardı” şeklinde de tercüme
edilebilir.
[285] . Tevekkül,
bir iş konusunda yapılması gereken her şeye başvurduktan sonra, o işin sonucunu
Allah’a havale ederek O’na güvenmektir.
[286] . Müşrikler,
Allah’ın varlığına inanmakla birlikte, ilâh edindikleri kimseleri veya şeyleri
Allah ile aralarında aracı ilâhlar olarak kabul ederler veya ancak Allah’a
nisbet edilebilecek nitelikleri ilâh edindikleri bu şeylere verirler. (Konu ile
ilgili olarak bakınız: Zümer sûresi, âyet, 3)
[287] Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[288] Arş, kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
[289] Botanik biliminin açık bir şekilde ortaya koyduğu üzere bitkilerde üreme, erkek ve dişi organlar vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Bu erkek ve dişi organlar bazen aynı çiçekte, bazen ayrı çiçeklerde, bazen de hurmada olduğu gibi ayrı ağaçlardaki çiçeklerde olabilmektedir.
[290] “Koruyucu Melekler” için ayrıca En’âm sûresinin 61. âyetine bakınız.
[291] Bu âyette puta tapanlar, kuyu başındaki susamış insana benzetilmektedir. Elini uzatıp suyun gelmesini isteyen bu kimsenin isteğini, cansız, şuursuz su nasıl yerine getiremezse, tıpkı bunun gibi cansız, şuursuz putlar da onlara tapanların isteklerine cevap veremezler.
[292] “Ana kitap” için ayrıca bakınız: Zuhruf sûresi, âyet, 4.
[293] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[294] . Âyetteki
“sabit söz” ile kelime-i tevhid kastedilmektedir.
[295] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[296] . Bu
âyetteki “kalp”, A’râf sûresi 179. âyette de olduğu gibi, düşünce ve idrak
merkezi anlamındadır. Buna göre Kur’an’ın suçluların kalbine sokulması, kendi
dilleri ile onu anlamalarına imkân sağlanması demektir.
[297] . Bu
âyet-i kerimede, rüzgârların hem bitkilerin tozlaşmasındaki oynadığı role hem
de bulutları sürükleyerek meydana getirdiği aşılamaya işaret edilmektedir.
[298] . Aynı
konu için bakınız: Hûd sûresi, âyet, 78 ve ilgili dipnot.
[299] . Eyke
halkı, Hz. Şu’ayb’ın kavmi idi. “Eyke”, birbirine girmiş sık ağaçlar demektir.
Şu’ayb, kavmi ağaçlık bir bölgede yaşadığı için onlara “Eyke halkı” denmiştir.
[300] . Hicr”,
kayalık bölge demek olup Medine’nin
kuzeyinde bir yerin adıdır. Salih peygamberin kavmi Semûd, burada yaşardı.
[301] . Tefsir
bilginleri, âyette geçen “tekrarlanan yedi âyet”in, Fâtiha sûresi,
yahut Kur’an’ın yedi uzun sûresi olduğunu söylemişlerdir.
[302] . Âyetin
bu cümlesi, "Bu doğru yoldan sapanlar da vardır" şeklinde de tercüme
edilebilir.
[303] . Tâğût
ile ilgili olarak bakınız: Bakara sûresi, âyet, 256.
[304] . Âyetin
son cümlesi, "Bilmiyorsanız Kitap ehline sorun" şeklinde de tercüme
edilebilir.
[305] . Âyette
sözü edilen Allah’a sığınma, “Eûzübillâhimineşşeytânirracîm” diyerek yapılır.
[306] . Müşrikler,
Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş olduğunu inkâr ediyorlar ve okuma yazma
bilmeyen Hz. Peygamberin de, böyle son derece yüksek edebî yapıya sahip olan
Kur’an’ı yazmış olacağına da ihtimal vermiyorlar, olsa olsa onu Arap olmayan
birinden öğrenmiş olabileceğini iddia ediyorlardı. Bu âyette bu tür iddialara
cevap verilmektedir.
[307] . Yenmesi
yasaklanan şeylerle ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet, 173.
[308] . Tövbe
ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Nisâ sûresi, âyet, 17-18.
[309] . İsrâ
ve Mî’rac, Peygamberimizin mucizelerindendir. Hicretten bir buçuk yıl kadar
önce vuku bulmuştur. Hz. Peygamber, bir gece Kâbe’nin çevresinde uyku ile
uyanıklılık arası bir durumda iken Cebrail gelmiş, onu Burak adlı, -bizce mahiyeti
bilinmeyen- bir binite bindirerek, önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürmüş,
oradan da göklere yükseltmiş “Sidretü’l-Müntehâ” denilen en üst makama
ulaştırmıştır. Hz. Peygamber, bu makamı da geçerek Cenab-ı Hakk’ın huzuruna
erişmiştir. Mucizeler, tabiat kanunlarının dışında cereyan eden harikulâde
olaylardır. Bu sebeple, onları aklî ölçüler içinde değerlendirmek doğru olmaz.
[310] . Yani
her insan yaptığı işten sorumludur.
[311] . Âyet
hıristiyanların, “İsa, insanların günahını yüklenmiş ve bu günahın cezasını
kanıyla ödemiştir” şeklindeki inancını iptal etmektedir. Âyette ayrıca suçun
şahsîliğine de işaret vardır.
[312] . Âyetin
bu kısmı “.. şımarık ileri gelenlerini başlarına
getiririz de..” şeklinde de tercüme edilebilir.
[313] . Yoksul
sahabiler Hz. Peygamberin yardımı ile geçinirlerdi. Resûlullah bazen onlara
verecek bir şey bulamadığından çok üzülür, mahcubiyetinden dolayı yüzünü başka
tarafa çevirirdi. Bu âyet-i kerimede, Hz. Peygamber’e, onlara bir şeyler
verecek durumda olmadığında, hiç olmazsa yumuşak sözlerle gönüllerini alması
gerektiği hatırlatılmıştır.
[314] . Bu
ayet genellikle kelime kelime, “Elini boynuna bağlama, onu büsbütün de açma”
şeklinde tercüme edilmektedir. “Elini boynuna bağlamak” ve “Elini büsbütün
açmak” Arap dilinde “cimrilik etmek” ve “müsrif olmak” anlamlarında birer
deyimdir. Biz âyeti, kelime kelime tercüme yerine, dilimizde bu anlamları ifade
eden iki deyim ile tercüme etmeyi tercih ettik.
[315] . Âyette,
Allah’ın çocuk sahibi olduğu şeklindeki yanlış inanç reddedilmektedir.
[316] . Âyetin
son cümlesi şu şekilde de tercüme edilebilir: “.. o takdirde o ilâhlar, Arş’ın sahibi olan Allah’a üstün
gelmek için çareler ararlardı.”
[317] . Aynı
konuyla ilgili olarak bakınız: En’âm sûresi, âyet, 25.
[318] . Peygamberler arasındaki
bu üstünlük farkı maddî açıdan değil, manevî değerler ve yüce kabiliyetlere
sahip olma yönündendir. Hatta, Hz. Dâvûd’un ulaştığı
şeref, kendisine verilen mülk ve saltanatla olmayıp, Zebûr’un
vahyedilmesiyledir.
[319] . Toplumların tabiî ömürlerini tüketip yok
olmaları da “helâk” kavramı içinde değerlendirilmelidir.
[320] . Burada ifade edilen “rüya”dan maksat, Hz.
Peygamberin Mîrac gecesindeki müşahedeleridir. Bu müşahedeler gece vakti
meydana geldiği için rüya kelimesiyle anlatılmıştır. Kur’an’da lânetlenmiş
bulunan ağaç da, cehennemdeki “zakkum” ağacıdır.
[321] . Âyette sözü edilen bu kitap, aynı sûrenin 13 ve
14. âyetlerinde söz konusu edilen, amellerin yazıldığı kitaptır.
[322] . Bu âyette, “güneşin zevali”, öğle ve ikindi
namazlarının, “gecenin karanlığı” da akşam ve yatsı namazlarının vaktine işaret
etmektedir. “Fecr” kelimesi ise sabah namazının vaktini belirtmektedir. Tefsir
bilginlerinin ifadesine göre sabah namazının şahitli oluşu, gece ve gündüz
meleklerinin bu namazın kılınışında hazır bulunmaları demektir.
[323] . Hz. Mûsâ’ya verilen dokuz mucizenin yılana
dönüşen asa, elinin bembeyaz kesilmesi, çekirge, ekin biti, kurbağa, kan,
taştan su fışkırması, denizin yarılması ve Tûr dağının İsrailoğullarını
korkutması olduğu rivayet edilmiştir.
[324] . Bu
âyet başta inanç ve ahlâk alanları olmak üzere her yönüyle çöküntüye uğramış
bulunan insanlık adına son derece üzülen Hz. Peygamber’i teselli etmektedir. Şu’arâ
sûresinin 3. âyeti ile Hicr sûresinin 97. âyeti de aynı özellikteki âyetlerdir.
[325] . “Kehf”
mağara ve dağların içindeki dehliz demektir. “Rakîm” ise âyette söz konusu
edilen mağaraya konulan kitabedir. Bazı bilginlere göre rakîm, mağaraya sığınan
gençlerin mensub olduğu köyün veya kentin adıdır. Rakîm, yüksek dağ ve tepe
anlamına da gelmektedir. Bu âyette; Allah’ın, hayret uyandıran delillerinin
“Ashab-ı Kehf”ten ibaret olmadığına, sürekli olarak gerçekleştikleri için,
sıradan işlermiş gibi algılanan sayısız olayların da birer ilâhî kudret
göstergesi olduklarına dikkat çekilmektedir.
[326] . Ashab-ı
Kehf kıssasının Bizans imparatoru Decuis’in (Dekyanus’un) devrine ait olduğu
rivayet edilmektedir.
[327] . Ashab-ı
Kehf, bu konuşmadan sonra uykuya dalmışlardır. Bundan sonraki âyetler onların
uykudaki hâllerini tasvir etmektedir.
[328] . Bu
âyette, inanıp inanmama konusunda insanların tamamıyla hür irade sahibi
oldukları vurgulanmaktadır. Yoksa, inanmamanın bir
sorumluluk getirmeyeceği kastedilmiş değildir.
[329] . Kalplere
perde gerilmesinin, kulaklara ağırlık konmasının sebebi; insanın haktan yüz
çevirmesi, kalbinin katılaşıp imanı kabul etmemesi yani kişinin kendi
eylemleridir.
[330] . Âyette
söz konusu edilen kul, çoğunluğun görüşüne göre Hızır (a.s.)’dır.
Fakat Kur’an, bu “kul”un kim olduğundan söz etmemiştir.
[331] . Bu
kıssada çeşitli hikmet ve mesajlar yanında öğretmen-öğrenci ilişkileri ve
sabırlı olmak konularında ilginç ve ibretli öğütler de yer almaktadır.
Hoşgörülü davranmak, bilmeyerek yapılan hata ve kusurlara karşı bağışlayıcı
olmak, merak ve ilginin aşırı noktaya varmaması, eğitim adabı gibi konular
bunlardandır. İrşat usulü ve din eğitimi konularında ihtisas yapacak olanlar,
Kur’an’ın terbiye ve tebliğ metotlarıyla ilgili âyetlerin yorumuna öncelikle
eğilmelidir.
[332] . Müslim
ve Ebû Dâvûd’un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz.Peygamber, “Allah, bize
ve Mûsâ’ya rahmet etsin! Eğer sabretseydi, şaşılacak şeyler görecekti. Fakat o
arkadaşından utandı” buyurmuştur. (Müslim, Fezâil, 172)
[333] . Âyetin son cümlesi, “O takdirde beni terk
etmekte mazur sayılacağın bir noktaya ulaştın” şeklinde de tercüme edilebilir.
[334] . Âyetlerde söz edilen bu üç olay, insanın dünya
hayatında karşılaştığı her işte, ilâhî hikmetlerin nasıl tecelli ettiğini
göstermektedir. Tabiatta ortaya çıkan hiçbir olay şer olarak nitelendirilemez.
Her olayda mutlaka hayır hedeflenmiştir. Bunlardan bazılarının zararlı ve şer
gibi görünmesi, kişinin kendi iradesini kötüye kullanmasından
kaynaklanmaktadır. Bu, kâinatta işleyen ilâhî rahmeti gölgelemez.
[335] . Ye’cüc ve Me’cücle ilgili olarak ayrıca
bakınız: Enbiya sûresi, âyet, 96.
[336] . Kur’an’da “zübera’l-hadîd” şeklinde geçen ibare
“demir parçaları”, “demir kütleleri” diye çevirilmiş ise de biz “demir madeni”
diye çevirmeyi tercih ettik.
[337] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[338] . 7-10.
âyetlerle ilgili olarak ayrıca bakınız: Âl-i İmrân sûresi, âyet, 40-41.
[339] . Zekeriyya
(a.s.)’ın işaret yoluyla anlaşmak zorunda kalması, eşinin hamileliği konusunda,
bir önceki âyette sözü geçen işaretin gerçekleştiğini gösteriyordu.
[340] . Allah’ın
kudretine delil olmak üzere, Hz. Yahya’nın ilginç doğum olayı anlatıldıktan
sonra, burada daha ilginç olan, Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya gelmesi
olayı dile getirilmektedir.
[341] . Hz.Meryem’in
çektiği doğum sancıları onun her kadın gibi doğurduğunu, İsa’nın ilâh
olmadığını, onun her insan gibi bir kadından doğduğunu gösteriyor.
[342] . Rivayete
göre Meryem’in kavmi İslâm’da bilinen orucun dışında sükût etmek suretiyle de
oruç tutarlarmış. Bu âyet, onlarda böyle bir oruç şeklinin varlığına işaret
etmektedir
[343] . Hz.İsa’nın,
beşikte iken konuşması ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Âl-i İmrân sûresi,
âyet, 46; Maide sûresi, âyet, 110.
[344] . Âyet şöyle de tercüme edilebilir: “İşte
hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur.”
[345] . Hıristiyanların
kimi, “İsa, Allah’ın oğludur”, kimi, “İsa, bir ilâhtır”, kimi de “İsa, üçlü ilâh
anlayışının üçüncü elemanı olan oğuldur” demektedirler.
[346] Nebî:
İnsanın kendi gücüyle elde edemeyeceği bir haberi ya da hükmü Allah’ın
kendisine vahyettiği kimsedir. Resûl ise, Allah’tan aldığı vahyin muhtevasını
insanlara tebliğ etmek ve fiilen uygulamakla görevli bir nebîdir. Bu vahyin
muhtevası yeni bir şeriat, yeni bir din düzeni olabileceği gibi, önceki bir
peygamberin şeriatına uyup onu tebliğ etme emri biçiminde de olabilir. “Resûl, yeni bir kitap ve şeriat getiren,
nebî de; yeni bir kitap ve şeriat getirmeyip, önceki bir peygamberin şeriatına
tabi olarak onu uygulamak üzere gönderilen kimsedir. Veya tam tersine “Nebî
yeni bir kitap ve şeriat getiren, Resûl ise, yeni bir kitap ve şeriat
getirmeyip önceki peygamberin şeriatını uygulamak üzere gönderilen kimsedir”
şeklindeki tarifler isabetli değildir. Zira, Kur’an-ı
Kerim, yeni bir kitap ve şeriat getiren peygamberlere “Resûl” diye atıfta
bulunduğu gibi, bu tariflerin aksine, yeni bir kitap ve şeriat getirmeyen Lût,
Salih ve İlyas gibi bazı peygamberleri de “Resûl” diye nitelemektedir.
(Bakınız: Şu’arâ sûresi, âyet, 143,162; Sâffât sûresi, âyet,123. Bu âyetlerin
meallerinde geçen “peygamber” kelimeleri, “resûl” karşılığında kullanılmıştır.)
Görüldüğü
üzere yukarıdaki tariflere, bu âyetler ve benzerleri ışığında bakıldığında
onların isabetsizliği ortaya çıkmaktadır. Bu durum, tarifler yapılırken “Yeni
bir şeriat ve kitab”ın temel kriter olarak
alınmasından kaynaklanmıştır. Bu kriter tesbitinin
hangi delil ya da delillere dayandığını söylemek mümkün değildir. Oysa, “Resûl”
ve “Nebî” tariflerinde temel kriter, yukarıda
verdiğimiz tarifte olduğu üzere vahy alma olayı olmalıdır. Ancak bu takdirde
söz konusu hatadan kurtulmak mümkün olabilir. Bu duruma göre nübüvvet, mutlak
manada Allah’tan vahy almak, risalet ise bu vahyin tebliğidir. Her ikisi de bir
peygamberin, birbirini tamamlayan iki ayrı vasfıdır. Resûl olmak için nebî
olmak yani vahy almak şart olduğu gibi, risaletsiz tebliğsiz bir nübüvvet
düşünmek de mümkün değildir. Ancak Kur’an, duruma göre bir peygamberin bu iki
vasfından birini, yahut öbürünü, ya da her ikisini
birden öne çıkarmaktadır.
[347] . Âyetin son kısmı, “Onlar bu (tutumları)ndan
ötürü cehennemdeki Gayya Vadisi’ni boylayacaklardır” şeklinde de tercüme
edilebilir.
[348] . Müşriklerin, Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve Nûh
hakkındaki sorularına cevap vermeyen Hz.Peygamber, bu konuda hemen vahiy
geleceğini umuyordu. Fakat vahyin gelişi on beş, yahut
kırk gün gecikmişti. Bunun üzerine müşrikler, “Muhammed’i, Rabbi terk etti”,
diye alay etmişlerdi. İşte bu âyet müşriklere cevap olmak üzere Cebrail’in,
Hz.Peygamber’e söylediği sözü aktarmaktadır.
[349] . Allah’ın apaçık
âyetlerini işitip onlara nazire yapmaktan âciz kalan inkârcılar, maddî ve
dünyevî varlıklarıyla övünmeye başladılar. Bu âyet, onların bu yüzeysel
düşüncelerine işaret etmektedir.
[350] . Bu âyet ile bir sonraki yetmiş sekizinci âyet,
Mekkeli müşriklerden Âs b. Vâil hakkında inmiştir. Rivayete göre, ashaptan
Habbâb b. Eret, Âs b. Vâil’deki alacağını istemiş, o da, “Siz öldükten sonra
diriltileceğinizi, cennette altınların, gümüşlerin bulunduğunu iddia
ediyorsunuz ya, işte sana olan borcumu orada ödeyeceğim. Çünkü orada bana mal
ve evlat verilecek” demişti.
[351] . Putların, müşrikleri yalanlamaları ile ilgili
olarak bakınız: Yûnus sûresi, âyet, 28.
[352] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[353] . Rivayete
göre, Hz.Peygamberin çok ibadet ettiğini gören Kureyş müşrikleri, “Allah, bu
Kur’an’ı Muhammed’e sıkıntı çeksin diye indirdi” demeleri üzerine bu âyet
inmiştir.
[354] . Arş,
kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
[355] . Mısır’da
Firavun’un gözetimi altında yetişen Hz. Mûsâ, orada istemeyerek bir kişiyi
öldürünce, Medyen’e kaçmak zorunda kalmış, orada Hz. Şu’ayb ile karşılaşmış ve kendisine
sekiz yıl -arzu ettiği takdirde on yıl- çobanlık yapmak karşılığında
kızlarından biriyle evlenmişti. Müddeti tamamlayan Hz. Mûsâ, bir kış gecesi,
doğup büyüdüğü Mısır’a doğru giderken yolunu kaybetmişti. Burada sadece bir
kısmı gündeme getirilen ve Hz.Mûsâ’nın Mısır’da Medyen’de ve tekrar Mısır’da
yaşadığı olaylar zinciri, Kasas sûresinde (3-42. âyetler) genişçe
anlatılmaktadır.
[356] . Bu
mucize ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Neml sûresi, âyet,12.
[357] . Tefsir
bilginlerinin açıklamasına göre, Firavun ailesi küçük Mûsâ’yı bulup alınca,
çocuk hiçbir kadından süt emmemeye başladı. Ona süt emzirecek bir kadın
aradıkları sırada, ablası Meryem, Firavun ailesine, “Size, ona bakıp emzirecek
birini göstereyim mi” deyince, bu teklif kabul edildi. Gidip Mûsâ’nın annesini
getirdiler ve çocuk onun sütünü kabul etti. Böylece Mûsâ tekrar annesine dönmüş
oldu.
[358] . Tefsir
bilginlerinin bahsettiğine göre, Hz.Mûsâ Tûr’a giderken, yanına, halkından
seçtiği bazı temsilcileri de almıştı. Yolda bir an evvel Rabbi ile konuşma
arzusuyla acele ederek onları geride bırakmıştı. Âyette ifade edilen uzaklaşma
budur.
[359] . Rivayete
göre İsrailoğulları Mısır’dan çıkacakları gece, “Yarın bizim bayramımızdır”
diyerek yerli halktan ödünç olarak süs eşyaları almışlardı. Mûsâ’nın Tûr’a gidişinden
sonra, Sâmirî onları ikna ederek altınları ateşte eritmiş, kalıba dökerek bir
buzağı heykeli yapmıştı.
[360] . Tefsir
bilginlerinin açıklamasına göre; Sâmirî, yakalandığı bulaşıcı bir hastalık
sebebiyle kimseye dokunamıyor, kimse de ona dokunamıyordu. Biri ona dokunacak
olsa, “dokunmak yok” diye uyarıda bulunuyordu. Âyet, “Artık sen hayatın boyunca
benimle temas yok! (herkes benimle ilişiğini kesti) diyeceksin. (Hayatın
boyunca yapayalnız yaşayacaksın)” şeklinde de tercüme edilebilir.
[361] . “Sûr”, üfürülmesiyle kıyametin kopacağı,
mahiyeti bizce bilinmeyen bir tür boru demektir.
[362] . 22.
âyette Allah’ın birliği aklî yönden, bu âyette de naklî yönden ispat
edilmiştir.
[363] . Buradaki
âyetlerden maksat, İslâm’ı inkâr edenlerin yakında görecekleri cezalar veya Allah’ın
varlık ve birliğini gösteren ve zamanla ortaya çıkacak olan apaçık delillerdir.
[364] . Furkân,
hak ile batılı birbirinden ayıran demektir.
[365] . İbrahim,
putların hepsini baltayla kırarak baltayı, ilişmediği büyük putun omzuna
asmıştı. Bir bayram şenliğine giden halk dönüşte putların kırılmış olduğunu
gördü. İbrahim’in bütün tehlikeyi göze alarak putları kırmasındaki amacı;
halka, kendilerini bile korumaya güçleri yetmeyen putların, onlara tapınanlara
hiçbir yarar sağlamayacağını canlı bir şekilde anlatmaktı.
[366] . Tefsir
bilginlerinin ifadesine göre; bu iki peygamber Şam’dan yola çıkmışlar, İbrahim
Filistin’e, Lût da buraya bir günlük mesafede bulunan Mu’tefike’ye yerleşmişti.
[367] . Tefsir
kaynaklarında belirtildiğine göre; bu olayda Hz.Davud, koyunların ekin sahibine
verilerek zararın tazmin edilmesine hükmetmiş, Hz.Süleyman ise koyunların
geliriyle zararın tazmininin her iki taraf için daha uygun düşeceği yolunda
hüküm vermişti.
[368] . Kur’an-ı
Kerim, her şeyin insanın hizmetine sunulduğunu pek çok âyette ifade etmektedir.
Bu konu ile ilgili olarak bakınız: Ra’d sûresi, âyet, 2; İbrahim sûresi, âyet,
32,33; Nahl sûresi, âyet, 12,14; Hac sûresi, âyet, 65; Sâd sûresi, âyet, 18, 36.
[369] . Zünnûn, balık sahibi demektir. Burada Hz. Yûnus’u ifade etmektedir. Yûnus, peygamber olarak gönderildiği kavminin yola gelmemesi üzerine Allah Teâlâ’nın henüz bir izni olmadan kavmini bırakarak ayrılıp gitti ve bir gemiye bindi. Geminin yürümemesi veya batma tehlikesi geçirmesi gibi bir nedenle yolculardan birisinin denize atılması gerekti. Kur’a çektiler, Yûnus’a çıktı ve denize atıldı. Denizde kendisini bir balık yuttu. Bir süre balığın karnında Allah’a dua eden Yûnus’u balık sahile attı.
[370] . Zebur,
Hz. Davud’a indirilen ilâhî kitap yahut da Peygamberlere indirilen ilâhî
kitapların genel adıdır.
[371] . Tefsir
bilginleri, En’âm sûresi, âyet, 112 ve Nâs sûresi, âyet, 4, 5, 6’dan hareketle;
buradaki “şeytan” kelimesinin cinlerden olan şeytan ile birlikte şeytan
tıynetindeki insanları da kapsayabileceğini ifade etmişlerdir.
[372] . “Alaka”,
erkeğin spermiyle döllenmiş dişi yumurtadan bir hafta
zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli
demektir.
[373] . “Mudga”,
ceninin, üzerinde diş izlerini andıran şekiller taşıyan, henüz uzuvları
oluşmamış şekli demektir. Ceninin ana rahminde geçirdiği evreler için ayrıca
bakınız: Mü’minûn sûresi, âyet, 12-14.
[374] . Âyet
şöyle de tercüme edilebilir: “Her kim ona (Muhammed’e) Allah’ın dünyada ve
ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa, hemen göğe bir ip çeksin (bir
merdiven kursun) ve onunla yol alsın. Böylece baksın bakalım başvurduğu bu
yöntem, öfkelendiği şeyi giderecek mi?”
[375] . İslâm
âlimlerinin çoğunluğuna göre, bu belli günler Zilhicce’nin ilk on günüdür.
Onuncu günü Kurban bayramının ilk günü olmaktadır.
[376] . Etlerinin
yenmesi yasak olan hayvanlarla ilgili olarak bakınız: Mâide sûresi, âyet, 3.
[377] . Tüm peygamberlerin, özellikle Hz. Peygamberin
temennisi; tevhit inancının yerleşmesini, insanların ilâhî emir ve yasaklara
bağlanmalarını sağlamaktır. Âyette, Hz. Peygamber; aldığı vahiyleri insanlara
tebliğ ettikçe, şeytanın onlara “Muhammed şairdir”, “mecnundur”, “yalancıdır”,
“emirlik istiyor” gibi vesveselerde bulunarak, onun risalet görevini ifasına
engel olmaya çalıştığı konusuna dikkat çekilmektedir. Yoksa şeytanın, doğrudan doğruya
peygambere, vahyin içeriğine etki yapacak bir vesvese vermesi söz konusu
değildir.
[378] Bazı tefsir
bilginleri, bu “kısır gün”ün, müşriklerin ağır bir yenilgiye uğradıkları Bedir
savaşı günü olduğunu ifade etmişlerdir.
[379] . Karşılarında
âyetlerin okunmasından dolayı içine düştükleri sıkıntılı ve öfkeli hâl
kastedilmektedir.
[380] . Bu âyette, bütün ilâhî
dinlerin temelde bir oldukları, ortak adlarının İslâm olduğu vurgulanmaktadır.
Nitekim Kur’an’ın birçok yerinde Hz.İbrahim, müslüman diye nitelenmektedir.
[381] . “Alaka”;
erkeğin spermiyle döllenmiş yumurtadan bir hafta
zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli
demektir.
[382] . “Mudga”;
ceninin, üzerinde diş izlerini andıran şekiller taşıyan henüz uzuvları
oluşmamış şekli demektir. Ceninin ana rahminde geçirdiği evreler için ayrıca
bakınız: Hac sûresi, âyet, 5.
[383] . “Yedi
yol” ifadesi ile güneş sisteminde yer alan, dünya dışındaki yedi gezegenin
yörüngelerine işaret ediliyor olabilir. Bu ifade, “gökteki yedi yıldız
sistemi”, “yedi gök tabakası” diye de açıklanmıştır.
[384] . Aynı
olayla ilgili olarak bakınız: Hûd sûresi, âyet, 40.
[385] . Bu
âyet ile sonraki dokuz âyette, İslâm tarihinde “ifk (iftira) olayı” diye
bilinen olay konu edilmektedir. Hz. Peygamber, Benî Mustalik Gazvesi’nden dönerken
beraberinde bulunan Hz. Âişe tabii ihtiyacını gidermek için uzaklaşmıştı. Bu
arada, düşürdüğü gerdanlığını ararken birlik bulunduğu yerden ayrılmış, kendisi
geride kalmıştı. Birliğin artçılarından Safvân b. es-Sülemi, Hz. Âişe’yi kendi
devesine bindirip hayvanı yederek Medine’ye getirdi. Aralarında münafıkların
reisi Abdullah b. Übey ile bazı mü’minlerin de bulunduğu bir grup bu olaya
dayanarak, Hz. Âişe ile Safvân arasında ilişki bulunduğu iftirasını ortaya
attılar. Bunun üzerine, Hz. Âişe’nin masum olduğunu açıklayan bu âyetler indi.
[386] . Âyetin bu kısmı şöyle
de tercüme edilebilir: “Kötü şeyler
ve kötü
sözler, kötü kimselere; kötü kimseler de kötü şeylere ve kötü sözlere lâyıktır.
İyi şeyler ve iyi sözler iyi kimselere; iyi kimseler de iyi şeylere ve iyi sözlere
lâyıktır.” Konu ile ilgili olarak bu sûrenin 3. âyetine bakınız.
[387] . İslâm
hukukunda “mükâtebe”; bir köle sahibinin, belli bir bedel ödedikten sonra
hürriyetine kavuşacağı yolunda kölesi ile yapacağı sözleşme demektir. Bu
sözleşmeden sonra köle, söz konusu bedeli kazanmak üzere serbestçe çalışma
hakkına sahip olur.
[388] . Bu
âyette geçen, “Allah, göklerin ve yerin nurudur” ifadesi, Allah’ın yaratma ve
yönetmedeki kudretini temsil etmektedir. Karanlık bir odanın duvarındaki
hücrenin daha da karanlık ortamında bulunan bir ışık kaynağının, defalarca
güçlendirildiğinde sağlayacağı ışık sütununun karanlık ortamı aydınlatmadaki
gücü, Allah’ın kâinat üzerindeki kudretini hatırlatmaktadır.
[389] . Bu
âyette, küfür, zifirî karanlıklara benzetilmektedir. İnsan, nasıl ışık olmadan
karanlıkta bir yere varamaz, tehlikelerle karşı karşıya olursa; küfür
karanlığındaki bir kimse de öylece hakikatı bulamaz, bocalar durur.
[390] . Müslümanlar, savaşa çıkarlarken evlerinin anahtarlarını savaşa çıkamayan kör, topal ve hastalara bırakırlar; bunların, evlerine göz kulak olmalarını isterlerdi. Bunlar, kolladıkları evlerde yiyip içmekten çekinirlerdi. Âyet bunda bir sakınca olmadığını ifade etmektedir.
[391] . Âyetin
son kısmı, “Melekler de onlara, ‘Size bugün sevinçli hiçbir haber yok’ diyecekler”
şeklinde de tercüme edilebilir.
[392] . Âyetin
son kısmı, “Biz Kur’an’ı senin kalbine yerleştirmek için onu kısım kısım
indirdik ve onu ağır ağır okuduk” şeklinde de tercüme edilebilir.
[393] . Ress
halkı, taşlarla örülmüş kuyuların etrafında yerleşen topluluk demektir. Putlara
tapan bu insanlar bir görüşe göre Şu’ayb peygamberin kavmi idi.
[394] . Arş,
kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
[395] . Bu harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[396] . Hz.
Mûsâ’nın Firavun’a gönderilmesiyle ilgili olarak ayrıca bakınız: Tâ-Hâ sûresi,
âyet, 24-98; Kasas sûresi, âyet, 32-40.
[397] . Hz.
Mûsâ’nın istemeyerek adam öldürmesi ile ilgili olarak bakınız: Kasas sûresi,
âyet, 15-16.
[398] . Firavun,
İsrailoğullarının erkek çocuklarının öldürülmesini emretmiş, Hz. Mûsâ’nın
annesi de çocuğunu ölümden kurtarmak için onu bir sepet içinde Nil nehrine
bırakmıştı. Firavun ailesi onu bulup saraya getirmiş ve Mûsâ orada Firavun’un
himayesinde yetişmişti. (Bakınız: Bakara sûresi, âyet, 49; Kasas sûresi, âyet,
7-12) Şâyet Firavun, İsrailoğullarına köle muamelesi ederek onların erkek
çocuklarını öldürüyor olmasaydı, Mûsâ da Firavun’un himayesine girmeyecek ve
“nimet” diye takdim edilen bu durum doğmayacaktı. Kısaca, Firavun Mûsâ’ya bir
nimette bulunmamış, aslında ona zulmetmiştir.
[399] . Bu
mucize ile ilgili olarak bakınız: A’râf sûresi, âyet, 108; Kasas sûresi, âyet,
32.
[400] . Aynı olay için bakınız: Neml sûresi, âyet, 58.
[401] . Tefsir
bilginlerinin açıklamasına göre; Şu’ayb peygamberin kavmi yedi gün şiddetli bir
sıcağa maruz kalmış, evlerinde nefes alamaz hâle gelmişlerdi. İşte böyle bir
durumda, gökte siyah bir bulut belirmiş, onlar da biraz rahatlamak için bu
bulutun gölgesinde toplanmışlardı. Sonra bu bulut ateş olup üzerlerine inmiş ve
onları yok etmişti.
[402] . Bu
âyetteki “kalp”, A’raf sûresi 179. âyette de olduğu gibi, düşünce ve idrak
merkezi anlamındadır. Buna göre Kur’an’ın müşriklerin kalbine sokulması, kendi
dilleri ile onu anlamalarına imkân sağlanması demektir.
[403] . Âyette,
hiciv şiirleri yazarak Kur’an’ı ve İslâm’ı karalamaya çalışan müşrik şairler,
bir sonraki âyette ise onların bu saldırılarına yine şiir yoluyla cevap veren
müslüman şairler kastedilmektedir.
[404] . “Hurûf-u mukatta’a” adı verilen bu tür harfler için,
Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[405] . Mûsâ
peygamberin bu yolculuğu için ayrıca bakınız: Tâ-Hâ sûresi, âyet 10 ve devamı.
[406] . Hz.
Mûsâ’nın bu mucizesi ile ilgili olarak ayrıca bakınız:Ta-Hâ
sûresi, âyet, 22-23.
[407] . İfrit,
“Şeytanî özelliklerde ileri gitmiş, tuttuğunu devirir, güçlü, becerikli, ele
avuca sığmaz” demektir. İfade, hem insanlar hem de cinler için kullanılır.
[408] . Âyetteki
“Allah’ın tuzak kurması” ifadesi mecazî olup,
“inkârcılara mühlet verip sonra onları ansızın yakalaması”, “inkârcıların inkârlarına
ceza ile karşılık vermesi” gibi anlamlar ifade eder.
[409] . Aynı
olay için bakınız: Şu’arâ sûresi, âyet, 173.
[410] . Âyetin
son cümlesi, “Hayır, onlar hakka sırt çeviren bir kavimdir” şeklinde de tercüme
edilebilir.
[411] . Bu
âyet şu şekilde de tercüme edilmektedir: “O gün her ümmetten âyetlerimizi
yalanlayanları bir grup hâlinde toplayacağız. Bunlar (topluca hesap yerine)
sevk edileceklerdir.”
[412] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[413] . Konu
ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Şu’arâ sûresi, âyet, 19-20.
[414] . Hz.Mûsâ’nın
Mısır yolculuğu sırasında yaşadığı olaylar için ayrıca bakınız: Tâ-Hâ sûresi,
âyet, 9-48.
[415] . Âyette
geçen “emir” için bakınız: Nâzi’ât sûresi, âyet, 16-19.
[416] . Bu
âyetin Mekke ile Medine arasında hicret sırasında indiği rivayet edilmiştir.
Buna göre Hz. Peygamber’e, müşrikler tarafından çıkarıldığı Mekke’ye tekrar
döneceği haber verilmiş olmaktadır. “Dönülecek yer”, “ahirette en yüksek makam”
şeklinde de yorumlanmıştır.
[417] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[418] . Âyette,
kâinatta yaratma olayının aralıksız devam ettiği vurgulanmakta, Allah’ın
yaratma kudretine dikkat çekilmektedir. Bir canlı yok olurken yerini başka bir
canlı almaktadır. Bu kanun, toplumsal hayatta da mükemmel bir uygulama alanı
bulur. Milletlerin biri yok olurken yerine bir başka millet geçer. Bir sonraki
âyette de işin bu yönü ön plana çıkarılmıştır. Sonuç olarak da âyetlerde
öldükten sonra tekrar diriltilmenin gerçekleşeceğine işaret edilmiş olmaktadır.
[419] . Hz.
Peygamberden mucize isteyenlere karşı bu âyette, “Kendilerine okunan kitabı
sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?” şeklinde cevap verilerek âdeta
Kur’an’ın sürekli bir mucize oluşuna dikkat çekilmiş olmaktadır.
[420] . Bu
âyet, Mekke’de dinlerini hayata geçirme imkânından yoksun bırakılan müslümanlar
hakkında inmiş ve onların dinlerini hayata geçirebilecekleri yere hicret
edebileceklerini vurgulamıştır. Âyette herhangi bir yerde dinlerini güzelce
yaşama imkânından yoksun bırakılan müslümanların inançlarının gereğini yerine
getirebilecekleri ortamlara intikal edebilecekleri mesajı verilmektedir.
[421] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[422] . Hz.
Muhammed’e peygamberlik verildiği sırada, dönemin iki süper gücünden İranlılar,
Rumlara (Bizans’a) savaşta galip gelmişlerdi. Kendileri gibi putperest olan
İranlıların galip gelmesine sevinen Mekkeli müşrikler, kendilerinin de
müslümanlara karşı galip geleceğini söylemişlerdi. Âyetler, bu olaya ve daha
sonra Bizans’ın İranlılara karşı galip geleceğine işaret etmektedir. Gerçekten
de birkaç yıl sonra Müslümanlar Bedir zaferini kazandıkları gün, Bizans’ın
İranlılara karşı galip geldiğini duymuşlar, hem kendi zaferlerine hem de kitap
ehli olan Bizans’ın zaferine sevinmişlerdi.
[423] . Tefsir
bilginleri, âyetteki “tespih etme”yi namaz ile;
“akşama girme”yi, akşam ve yatsı vakitleriyle, “sabaha kavuşma”yı ise sabah
vaktiyle; 18. âyetteki “gündüzün sonu”nu, ikindi vakti ile, “öğle vaktine
girme”yi de öğle vakti ile açıklamışlardır.
[424] . Allah
için zorluk, ya da kolaylık söz konusu değildir. Buradaki ifade, insan
mantığına göre bir şeyi yoktan ortaya çıkarmanın, onu tekrarlamaktan daha zor
oluşunu yansıtmaktadır.
[425] . Fıtrat;
insanların yaratılıştan getirdiği tevhide yönelme özelliği demektir.
[426]
Meâlde, “Allah’ın
yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur” şeklinde yansıtılan hüküm ifadesini,
“Allah’ın yarattığını bozmaya, değiştirmeye çalışmak doğru ve sağlıklı
değildir” manasında anlamak mümkün olduğu gibi, “Allah’ın yaratmasında hiçbir
değiştirme yapılamaz” tarzında da anlamak mümkündür.
. Buna göre, ilk manada
Allah’ın insanı üzerinde yarattığı fıtrata aykırı hareket etmeye kalkmanın, bu
fıtratı bozmaya çalışmanın asla doğru ve sağlıklı olmayacağı, böylesi tutum ve
davranışların acı sonuçlar doğuracağı, fıtratın değiştirilmesi ve bozulması hâlinde
ortaya çıkacak kötü sonuçlara katlanılmak zorunda kalınacağı; ikincisinde ise
Allah’ın tabiata yerleştirdiği birtakım değişmez tabii kanunlar gibi insan
fıtratına da değişmez bazı kanunlar yerleştirdiği, bunu kimsenin
değiştiremeyeceği, fıtratı bozulmamış her insanda bu kanunların kendini
hissettireceği vurgulanmış olmaktadır.
[427] . Yeryüzü, üzerinde
taşıdığı sayısız nimetler ve güzelliklerle insana emanet edilmiştir. Bu
emanete, ancak onun tabii dengesini koruyarak riâyet edilebilir. Hâlbuki insan
eliyle yeryüzünün tabii dengesi bozulmaya başlamıştır. Teknolojik gelişmelerin
ortaya çıkardığı çevre sorunları, sanayi atıkları ekolojik
dengeyi bozmaktadır. Bunun sonucunda toprak, su ve hava kirlenmekte ve
zehirlenmekte, nice hayvan ve bitki türleri yok olup gitmektedir. Hatta bu
bozulmanın genetik bozulmaya bile yol açması söz konusudur. Buna bir de sosyal
hayattaki bozulma eklenince insanın, Allah’ın koyduğu değerleri dikkate
almamasının acı faturası ortaya çıkmaktadır.
Âyette, yeryüzünün bu şekilde bozulmasına
sebeb olan insanın, bunun acı sonuçlarının bir kısmını dünyada tadacağına, asıl
cezasının ise ahirette olacağına işaret edilmektedir.İnsanın yapıp ettikleri
sonucu karada ve denizlerde
ortaya çıkan
bu bozulmaya asırlarca önce işaret edilmiş olması dikkat çekici değil midir?
[428] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[429] . Tefsir
kaynaklarında belirtildiğine göre, 6. ve 7. âyetler, müşriklerden Nadr b. Hâris
hakkında inmiştir. Nadr, ticaret amacıyla Hîre’ye gittiğinde Acem masalları
içeren kitaplar satın alır ve döndüğünde Mekkelilere, “Muhammed, size Âd ve
Semûd hikâyeleri anlatıyor, ben de Fars ve Bizans hikâyeleri anlatacağım” der
ve getirdiklerini okur, böylece insanları Kur’an dinlemekten alıkoymaya
çalışırdı.
[430] . Çocuğun
süt emme müddetiyle ilgili olarak ayrıca bakınız: Bakara sûresi, âyet, 233.
[431] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[432] . Arş,
kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
[433] . Allah
dileseydi, iyiliği veya kötülüğü seçebilmeleri konusunda insanları serbest
bırakmaz, herkesi imana ve iyiliğe sevkedebilirdi. Bu takdirde, dünya hayatı
ahireti kazanma yeri olmaktan çıkar, insanlar da melekler gibi olur, insanların
özgür bir biçimde iradelerini kullanarak iyiliği veya kötülüğü seçebilme ve
ahirette bunun sonucuna göre karşılığını görme şeklinde sınanmalarının bir
anlamı kalmazdı. Âyetin ilk cümlesinde bu husus vurgulanmakta, ikinci
cümlesinde ise kötülükleri tercih edenlerin ilâhî adalet gereği
karşılaşacakları sonuç açıklanmaktadır.
[434] . “Zıhâr”,
bir kimsenin eşine, “Sen, bana anamın sırtı gibisin” demek sûretiyle, onu
kendisine haram kılması demektir. Cahiliye döneminde zıhar yapmak, kadını
kocasına ebediyen haram kılardı. İslâm ise kefaret uygulamasıyla, bu haramlığın
ortadan kalkacağı hükmünü getirdi. Kefaret uygulamasının nasıl yapılacağı, Mücâdele
sûresinin 2-4. âyetlerinde açıklanmaktadır.
[435] . Cahiliye
Arapları, evlatlıklarını öz çocukları gibi kabul ederlerdi. Evlatlıklar, asıl
babasının adıyla değil, evlat edinenin adıyla anılır ve onun mirasından öz
çocuğu gibi pay alırdı. Âyetler, söz konusu bu uygulamayı kaldırmaktadır.
[436] . Hicretten
sonra müslümanlar din kardeşleri olarak birbirlerine varis oluyorlardı. Bu
âyette, veraset sebebinin akrabalık olduğu, din kardeşliğinin miras sebebi
olmaktan çıkarıldığı ifade edilmektedir.
[437] . Bu
âyet ve devamında Hendek Savaşı’ndan söz edilmektedir. Kureyş kabilesi ve
müttefikleri Medine’yi kuşatmışlar, müslümanlar da savunma amacıyla şehrin
stratejik bir yerine hendek kazmışlardı. Nihayet bir gece şiddetli esen bir
fırtına sonucunda, düşman bozularak çekilmek zorunda kalmıştı.
[438] . Mut’a,
koca tarafından, boşadığı eşine verilen para ya da maldır. Konu ile ilgili olarak
ayrıca bu sûrenin 49. âyetine bakınız.
[439] . Bu
âyette adı geçen Zeyd, Hz. Peygamber’in kölelikten azat ederek evlat edinmiş
olduğu Zeyd b. Hârise’dir. Hz. Peygamber, onu halasının kızı Zeynep ile
evlendirmişti. Ancak aralarında başlayan geçimsizlik sebebiyle Zeyd, Hz.
Peygamber’e gelerek eşini boşamak istediğini söylüyordu. Hz. Peygamber, bu
boşanmanın uygun olacağını düşünmekle beraber dedikodu çıkmasından çekindiği
için Zeyd’e, eşini boşamamasını söylüyordu. Ancak daha sonra Zeyd, eşini
boşamıştı. Bu boşamadan sonra Allah, Zeyneb’i Hz. Peygamber’e eş yapmıştı. O
güne kadar Araplar evlat edindikleri kimseyi öz evlatlarıyla bir tutuyorlar,
onların boşadıkları eşleriyle evlenmiyorlardı. Bu uygulama Arapların bu âdetini
ortadan kaldırmıştır.
[440] . Mut’a,
koca tarafından, boşadığı eşine verilen para veya maldır. Konu ile ilgili
olarak ayrıca bu sûrenin 28. âyetine bakınız.
[441] . Peygambere
Allah’ın salât etmesi, rahmet etmesi; meleklerin salât etmesi, şanının
yüceltilmesini dilemeleri; mü’minlerin salât etmesi ise, dua etmeleri anlamını
ifade eder.
[442] . Allah’ı
incitme ifadesi mecâzî bir kullanımdır. Allah’ın hoşnut olmayacağı işler
yapmak, Allah’a uygun düşmeyecek nitelemelerde bulunmak demektir.
[443] . İnsanın yüklendiği emanet, başta akıl, irade ve
iradeyi serbestçe kullanmanın gerektirdiği sorumluluklardır. İnsan, iyi ve kötü
arasında seçim yapabilme yeteneğini olumlu yönde kullanmadığı zaman, hem
kendine hem de çevresine zulmetmiş ve cehalete düşmüş olur. Âyette insan
türünün bir özelliğine dikkat çekilerek onun genelde emanete riayet konusunda
vefasızlık göstermeye yatkın olduğuna işaret edilmektedir.
[444] . “Arim”, tefsir bilginlerince şiddetli yağmurdan oluşan sel,
bir vadi adı ya da su seddi diye açıklanmıştır.
[445] . Âyetin
bu kısmı, “O, en âdil hüküm verendir” şeklinde de tercüme edilebilir.
[446] . İman
etmenin gerekli ve geçerli olduğu yer dünya hayatıdır. Âyette, imansız olarak
ölen bir kimsenin yeniden dünya hayatına dönerek iman etmesinin imkânsızlığı
vurgulanmaktadır.
[447] . “Güzel
sözler” kelime-i tevhid ve kelime-i şehadettir.
[448] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[449] . Bu
âyet şöyle de tercüme edilebilir: “Meyvelerinden ve kendi ellerinin
yaptıklarından yesinler diye biz orada hurmalıklar, üzüm bağları var ettik ve
içlerinde pınarlar fışkırttık. Hâlâ şükretmeyecekler mi?”
[450] . Bu
âyette, Arapların “marh” ve “afar” adını verdikleri iki cins ağacı yaş hâlde
iken birbirine sürterek ateş yakmalarına işaret edilmektedir
[451] . Âyetlerde
belirtilen işleri yapanların melekler, yahut mü’minler
ve özellikle âlimler olduğu tefsir bilginlerince ifade edilmiştir.
[452] . Mevsimlere
göre güneş ufuk çizgisinde her gün farklı noktalarda doğup batmaktadır. Bu
itibarla bir yıllık süre içinde birçok “Doğu”, birçok “Batı” oluşmaktadır.
(Konu ile ilgili olarak ayrıca bakınız: Rahmân sûresi, âyet, 17 ve dipnotu.)
[453] . Âyet,
öldükten sonra yeniden diriltilmeyi inkâr edenlere cevap niteliğindedir. Zor
olanı yapabilenin kolay olanı da yapabileceği vurgulanarak, öldükten sonra
dirilmenin gerçekleşebileceği ortaya konulmaktadır.
[454] . Buradaki
“şiddetli ses” ile ikinci sûr üfürülüşü kastedilmektedir.
[455] . Buradaki
“ilk ölüm” ifadesi, ikinci bir ölümün gerçekleşeceğini ifade etmez. Müşrikler,
ölüp yok olacaklarını, bir daha diriltilmeyeceklerini iddia ediyorlardı. Onlara
en büyük elem ve ızdırap kaynağı ölüm idi. Kısaca onların gözünde ölüm, elem,
ızdırap ve azabın sembolü idi. O yüzden, “öldükten sonra yok olup gideceğiz.
Bir daha dirilmek ve Muhammed’in iddia ettiği gibi azap görmek yok” anlamına
gelmek üzere, “İlk ölümümüzden başka ölüm yok diyorlardı.”
[456] . Müşrikler,
cehennemde “zakkum” denen bir ağacın olduğunu işitince, “Ateş ağacı yakar.
Böyle bir ağaç olamaz”, diyerek bunu inkâr ettiler. Allah’ın, dilerse ateşte
yanmayan bir ağaç yaratabileceğini düşünemediler. Böylece zakkum ağacı, iman
edip etmemeleri noktasında müşrikler için bir imtihan vesilesi olmuştu.
[457] . Şeytanların
nasıl birer varlık oldukları insanlarca bilinmemekte ise de, onların çirkin ve
zararlı varlıklar olduğu zihinlerde yer etmiş bir gerçektir. İşte zakkum
meyvesinin de çirkin ve zararlı olduğunu ifade etmek açısından böyle bir
benzetme yapılmıştır.
[458] . İbrahim,
babasının ve kavminin taptığı putları kötüleyince, bu putların fayda ya da
zarar veremeyeceklerini göstermek üzere yalnız kalıp putları kırmak istiyordu.
Kavmi bayram yerine giderken İbrahim’i de çağırdıklarında o, yıldızlara bakarak
“Ben hastayım” demişti. İbrahim böyle yaparak, yıldızlardan hüküm çıkaran
kavmine güya kendisinin de bu bilgiyi yıldızlardan aldığını anlatmak istemişti.
Kavmi de hastalık kapmamak için onu bırakıp gidince, İbrahim yalnız kalma
fırsatını yakalamış oldu.
[459] . “Ba’l”,
o dönemde Şam bölgesinin “Bekk” yöresinde tapılan bir putun adıdır.
[460] . Tefsir kaynaklarında rivayet edildiğine göre,
Yûnus peygamber kavminin baskılarına dayanamayıp aralarından kaçarak bir gemiye
binmişti. Gemideki yolculardan bir kısmının atılması gerekti. Çekilen kur’a
sonunda Yûnus da atılanlar arasında yer aldı.
[461] . Bu
harf ile ilgili olarak Bakara sûresinin birinci âyetinin dipnotuna bakınız.
[462] . “Kazıklar sahibi” ifadesi için Fecr sûresinin 10.âyetinin
dipnotuna bakınız.
[463] . Bu
âyetin bu kısmı, “Nihayet güneş perde arkasına çekilince (batınca)” şeklinde de
tercüme edilebilir.
[464] . Tefsir
bilginlerine göre, âyette sözü edilen ceset, mecazî
olarak; bir ara fizikî gücünü ya da siyasal otoritesini kaybeden Süleyman
peygamberi temsil etmektedir.
[465] . Tefsir
kaynaklarında ifade edildiğine göre, Eyyûb peygamber bir olay üzerine karısına
yüz sopa vuracağına yemin etmiş, kendisine has bir ruhsat olmak üzere de âyetteki
çözüm kendisine öğretilmişti.
[466] . Buradaki
“ondan” ifadesi, “onun türünden” şeklinde de anlaşılabilir.
[467] . Âyette
sözü edilen hayvanların neler olduğu konusunda En’âm sûresinin 143 ve 144.
âyetlerine bakınız.
[468] . Tâğût
ile ilgili olarak Bakara sûresinin 256. âyetinin dipnotuna bakınız.
[469] . Âyette,
azaba uğrayacak olanların azaptan sakınma konusunda çarelerinin bulunmadığı
anlatılmaktadır. Bir tehlikeyle karşı karşıya kalan insan, her şeyden evvel tüm
imkânlarıyla yüzünü sakınır. Yüzünü sakınmayacak bir duruma gelmişse çaresi
tükenmiş demektir. Ahirette azaba uğrayacak kimsenin öncelikle koruyacağı
yüzünü, korunma aracı olarak kullanacak olması, onun tüm çarelerinin tükenmiş
olacağını ifade etmektedir.
[470] . Âyette,
Allah’ın birliği müşrik Arapların günlük hayatından bir örnekle ispat
edilmektedir. Şöyle ki: Köle üzerindeki ortaklardan her birisi ona bir iş
koşması hâlinde, köle bunlardan hiçbirini yapamayacak ve işler karışacaktır.
Oysa tek sahibi olan köle, kendisine başka emreden olmayacağı için işini düzenli
olarak yapıp bitirir. Tıpkı bunun gibi Allah birden fazla olsaydı, kâinatın
düzeni bozulurdu. Burada bir örnek olarak anlatılan bu hakikat, “Eğer yerde ve
gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulmuş
gitmişti..” (Enbiya sûresi, 22) âyetinde açıkça ifade
edilmiştir.
[471] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[472] . Âyette
ifade edilen iki diriltmeden ilki ile dünyaya diri olarak getiriliş, ikincisi
ile de öldükten sonra diriltilme kastedilmektedir. İki ölümden birincisi, dünya
hayatından ahiret hayatına geçişi sağlayan ölüm; ikincisi ise kâfirlerin
cehennemde tadacakları mecazî ölümdür. Kâfirler
cehennemde, ölüp yok olmayı temenni edecek ebedî bir azap ortamında
bulunacaklardır. Onlara, ölüp yok olmayı temenni ettirecek bu ortam, “Nasıl,
ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?”
(Sâffât sûresi, 58, 59) âyetlerinin de işaret ettiği üzere, ölüm diye
nitelenmektedir. Bu tür bir ölüm, sadece kâfirler için söz konusudur. Mü’minler
ise hiçbir şekilde dünyadaki ölümden başka ölüm tatmayacaklardır. “Orada ilk
ölümden başka hiçbir ölüm tatmazlar..” Duhân sûresinin
56. âyeti bunu açıkça göstermektedir. Âyette geçen ikinci ölümün, kabir
sualinden sonra gerçekleşecek bir “ölüm” olduğu ifade edilmekte ise de, bu
görüş sağlıklı değildir. Zira bu görüşe göre mü’minler de ikinci sefer
öleceklerdir. Oysa bu, yukarıda zikredilen Duhân sûresi, âyet 56’ya aykırıdır. Âyette geçen iki
ölümden ilkinin, hayata gelmeden önceki yokluk hâli olduğu da ifade edilmiştir.
[473] . Hâmân,
Firavun’un başveziridir. Kârûn ise İsrailoğullarından hak tanımaz azgın ve
şımarık bir zengin idi.
[474] . “Alaka”,
erkeğin spermiyle döllenmiş yumurtadan bir hafta
zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şeklidir.
İnsanın yaratılış evreleri ile ilgili olarak bakınız: Hac sûresi, âyet, 5;
Mü’minûn sûresi, âyet, 14; Alak sûresi, âyet, 2.
[475] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[476] . Müşriklerin
kalplerinin örtüler içinde olması; kulaklarında ağırlık ve kendileriyle Hz.
Peygamber arasında bir perdenin bulunması, birer mecazî
ifade olup, onların inkâr konusundaki inat ve ısrarlarını vurgulamaktadır.
[477] . Peygamberlerin
önlerinden ve arkalarından gelmelerinden maksat, onların her vesile ve
vasıtadan yararlanarak gerçekleri anlatmaya çalışmalarıdır.
[478] . Âyetten,
müşriklerin bir kısmının güneşe ve aya taptıkları anlaşılmaktadır. “Onlara,
bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” (Zümer sûresi, âyet, 3) şeklindeki
sözlerinden anlaşıldığına göre, müşrikler güneşe, aya ve putlara ibadet etmekle
gerçekte Allah’a ibadet ettiklerini iddia ediyorlardı. Âyet, onların bu noktada
çelişki içinde olduklarını, eğer gerçekten Allah’a ibadet ediyorlarsa, secdeyi
de ona yapmaları gerektiğini vurgulamaktadır.
[479] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[480] . Âyetin
bu kısmı, “kendi türünüzden..” şeklinde de tercüme
edilebilir.
[481] . Mizan
ölçü demektir. Burada bu kelime ile hayatımızın temel ölçüsü olan İslâm
kastedilmektedir.
[482] . Bu
harfler için Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[483] . Âyette
sözü edilen iki şehir Mekke ve Tâif şehirleridir. Müşrikler, peygamberliği, çok
sade ve mütevazi bir hayat yaşayan Hz. Peygamber’e
yakıştıramıyor; Kur’an’ın, aristokrat sınıfa mensup Mekkeli Velid b. Muğîre’ye,
yahut Tâif’li Urve b. Mesud es-Sekafî’ye inmesi gerektiğini söylüyorlardı.
[484] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[485] . İslâm
bilginlerinin çoğunluğuna göre, âyette sözü edilen mübarek gece Kadir
Gecesi’dir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başladığı gecenin Kadir Gecesi
olduğu Bakara sûresinin 185. âyetinde işaret yoluyla ve Kadir sûresinin 1.
âyetinde açıkça belirtilmiştir.
[486] . Tefsir
bilginlerinin çoğunluğu, bu dumanın, kıyametin alametlerinden biri olarak göğü
kaplayacak olan duman olduğunu ifade etmişlerdir.
[487] . Şu’arâ
sûresi, âyet, 63 ve Tâ-Hâ sûresi, âyet, 77’de de ifade edildiği üzere Hz. Mûsâ,
Allah’ın emri üzerine asasıyla denize vurmuş ve böylece geçecekleri uygun bir
yol açılmıştı. Bu âyette Hz. Mûsâ’ya, karşıya geçtikten sonra açılan bu yolu
kapatmaması emredilmektedir. Çünkü onları takip eden Firavun ve arkadaşları bu
yola girecek ve denizin kapanmasıyla boğulacaklardır.
[488] . “Tübba”,
Yemen hükümdarlarına verilen addır.
[489] . Bu
harflerle ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[490] . Bu harfler için Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[491] . Âyetin
bu kısmı, Hz.Peygamber’in, peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan ilk kişi
olmadığını, daha önceki peygamberlerin çizgisini takip ettiğini ifade
etmektedir. Konuyu vurgulayan diğer âyetler için bakınız: Yûnus sûresi, âyet,
47; Hicr sûresi, âyet, 10; Nahl sûresi, âyet, 43; Mü’min sûresi, âyet, 78; Âl-i
İmrân sûresi, âyet, 144.
[492] . “Onun
huzuruna” ifadesindeki “o” zamiri, “okunmakta olan Kur’an” ya da “Hz. Muhammed”
şeklinde anlaşılmaya müsaittir.
[493] . Savaşın
sona ermesinden maksat, başlanan belirli bir savaşın sona ermesi olabileceği
gibi, yeryüzünde savaşın sona ermesi, ortadan kalkması da olabilir.
[494] . Âyetin
baş tarafı, “Demek, başa geçtiğinizde..” şeklinde de
tercüme edilebilir.
[495] . Âyetteki
“fetih” ile daha sonra gerçekleşecek Mekke fethi kastedilmektedir. Ayrıca
sûrenin inmesinden önce gerçekleşen ve Mekke fethine zemin hazırlamış olan
Hudeybiye barışının kastedilmiş olması da mümkündür.
[496] . “Bîat”,
el tutuşup söz vermek demektir. Âyette, Hudeybiye’de müslümanların, Hz.
Peygamber’e bağlılık göstereceklerine, gerektiğinde onunla birlikte
savaşacaklarına dair söz vermeleri kastedilmektedir. Bu olay, İslâm tarihinde
“Bey’atu’r-Rıdvan” diye anılır.
[497] . Âyette
sözü edilen fetih, Hudeybiye barışından hemen sonra gerçekleşen Hayber’in fethi
olayıdır. Daha sonraki âyetlerde sözü edilen ganimetler de burada elde edilen
ganimetlerdir.
[498] . Âyette
sözü edilen “yakın fetih” Mekke fethinden önce gerçekleşen Hayber fethi veya
Hudeybiye barışıdır. Hudeybiye barışının fetih diye nitelenmesi, İslâm adına
önemli açılımlar sağlamış olması sebebiyledir.
[499] . Uyeyne
İbn Husâyn ve Akra’ İbn Hâbis, Temimoğulları’ndan yetmiş kişilik bir heyetle
birlikte Hz. Peygamber’in istirahatta bulunduğu bir öğle vaktinde odaların
arkasına gelerek, “Ey Muhammed! Yanımıza gel” diye seslenmişlerdi. Âyette
onların bu kaba davranışı kınanmaktadır.
[500] . Bu
cümle, “Fakat İslâm’a girdik, deyin” şeklinde de tercüme edilebilir.
[501] . Bu
harf ile ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[502] . "Tübba", Yemen hükümdarlarına
verilen addır.
[503] . Bu âyette sabah, öğle ve ikindi namazlarının
vakitlerine; bir sonraki 40. âyette ise, akşam ve yatsı namazlarının
vakitlerine işaret edilmektedir.
[504] . Âyetlerde
rüzgâr, bulutlar, yağmur ve bunlar gibi her türlü hareket hâlinde olan ve
taşıyıp nakletme fonksiyonu bulunan tüm varlık ve tabiat olaylarının kâinat
düzenindeki önemine ve bunun da ötesinde, varlıklar âlemindeki sürekli
hareketlilik ve oluşuma dikkat çekilmekte, bütün bunların ilâhî kudret
tarafından yönetildiği vurgulanmaktadır.
[505] . Âyet, “Göğü
kudretimizle biz kurduk ve biz onu genişletmekteyiz” şeklinde de tercüme
edilebilir. Bu bakış açısı, modern astrofizikte gündemde bulunan, evrenin
sürekli genişlemekte olduğu görüşünü desteklemektedir.
[506] . “Beyt-i
Ma’mur”, ifadesiyle yedinci kat gökte meleklerin ziyaretgâhı olan bir makam, yahut Kâ’be kastedilmektedir.
[507] . Müşrikler,
Dâru’n-Nedve’de toplanıp Ebû Cehil’in getirdiği bir teklif uyarınca hile ile
Hz.Peygamber’i öldürmeyi planlamışlardı. Âyette bu sinsi plana işaret
edilmektedir. Konu için ayrıca, Enfâl sûresinin 30. âyetinin dipnotuna bakınız.
[508] . “Çarpılacakları
gün” ifadesi ile ölecekleri gün veya birinci sûrun üfürüleceği gün
kastedilmektedir.
[509] . Tefsir
bilginleri, ahiretteki azabın dışında var olduğu ifade edilen bu azabı, “kabir
azabı” yahut “Bedir’de, müşriklerin uğrayacakları yenilgi” şeklinde açıklamışlardır.
[510] . Âyette
Hz. Peygamber’in Cebrail’i gördüğü anda bakışlarının onda sabitleştiği, başka
bir şeye bakamadığı anlatılmaktadır.
[511] . Lât, Uzzâ ve Menât, müşriklerin taptıkları putlardan bazılarıdır.
[512] . Âyette
müşriklerin, “Melekler Allah’ın kızlarıdır” şeklindeki inançları (Bakınız:
âyet, 27) kınanmakta, Allah’a, lâyık olmadığı şeyleri isnat etmenin şirk ve bir
çeşit putperestlik olduğu ifade edilmektedir.
[513] . Âyette
müşriklerin, putların şefaatini beklemek gibi yersiz ümitlerinden hareketle, insanoğlunun
da her arzusuna kavuşamayacağı vurgulanmaktadır.
[514] . “Şi’râ”,
Himyer ve Huzâ’a kabilelerinin taptığı bir yıldızın adıdır. Bu ifadeyle,
Allah’ın, evrenin yaratıcı ve hâkimi olduğu vurgulanmaktadır.
[515] . “Mu’tefike”,
altı üstüne getirilmiş demektir. Burada içlerinde yaşayan Lût kavmi ile
birlikte alt üst edilen şehirler için özel isim gibi kullanılmıştır.
[516] . Hadis rivayetlerine göre, “Ayın yarılması” Hz.
Peygamberin gösterdiği mucizelerden biridir. Müşriklerin bir mucize istemeleri
üzerine Hz. Peygamber parmağı ile aya işaret etmiş ve ay ikiye bölünmüştü. Bazı
müfessirlere göre ise, “Ayın yarılması” olayı Kıyamet yaklaştığı zaman meydana
gelecektir.
[517] . Güneş
dünyanın herhangi bir noktasında batarken aynı zamanda oranın mukabili olan
yerde de doğmaktadır. Diğer bir bakış açısıyla, güneş bir yerde doğarken aynı
anda, bir başka yerde batmaktadır. Buna göre itibarî olarak güneşin bir tam gün
içinde iki doğuşu ve iki batışı bulunmaktadır. Mevsimlere göre güneşin ufukta
doğup battığı farklı noktalar dikkate alınacak olursa, buna göre birçok “Doğu”
ve birçok “Batı” dan söz edilebilir. (Bakınız: Sâffât
sûresi, âyet, 5 ve dipnotu.)
[518] . Benzer ifadeler için bakınız: Furkân sûresi, âyet, 53.
[519] . Çünkü
her şey kayıt altına alınmıştır.
[520] . Bu
âyet, “Defterleri sağ tarafından verilenler var ya, ne mutlu kimselerdir amel
defterleri sağ tarafından verilenler”, şeklinde de tercüme edilebilir.
[521] . Bu
âyet, “Amel defterleri soldan verilenler var ya, ne mutsuz kimselerdir amel
defterleri soldan verilenler!” şeklinde de tercüme edilebilir.
[522] . Bu
âyet, “Amel defterleri sağdan verilenler var ya, amel defterleri sağdan
verilenler ne mutlu kimselerdir!” şeklinde de tercüme edilebilir.
[523] . “Sidr”
Arabistan kirazı diye bilinen dikenli bir meyve ağacıdır. Kur’an, cennetteki
sidrin dikenli olmadığını açıklamaktadır.
[524] . Allah’ın
ilk ve son olması, varlığının bir başlangıcı ve sonu olmaması demektir.
Allah’ın Zahir ve Bâtın olması ise O’nun varlığının, varlığına delalet eden
delillerle açık olması, bununla birlikte gözle görülememesi ve akılların,
mahiyetini kavrayamaması demektir.
[525] . Arş,
kudret ve hâkimiyet tahtı, sınırsız kudret makamı demektir.
[526] . İslâm’a
göre insanın sahip olduğu her şey, Allah’ın insana emanetidir. Âyet-i kerimede
bu genel İslâmî anlayış çerçevesinde malın da gerçekte Allah’ın olduğu
hatırlatılmakta ve yerli yerince kullanılması istenmektedir.
[527] . Âyetin
bu kısmı, “Bizi bekleyin ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım” şeklinde de
tercüme edilebilir.
[528] . Ruhbanlık,
insanlardan uzaklaşıp riyazata çekilerek dünya zevklerini terk etmek ve kendini
aşırı bir şekilde ibadete vermek demektir. Baştan beri hak dinler böylesi bir
aşırılığı onaylamamaktadır. Ruhbanlığı Hıristiyanlar icad etmişlerdir. Hz.
İsa’dan sonra, gördükleri baskı ve zulüm sebebiyle bir kısım hıristiyanlar
toplumsal hayattan soyutlanarak, edindikleri özel mekânlara çekilmişler ve
kendilerini ibadete adamışlardı. Zamanla, bir yaşayış biçimi olarak,
Hıristiyanlığın bünyesinde yerleşen bu uygulamaya “ruhbanlık”, uygulayanlara da
“ruhban” adı verilir.
[529] . “Zıhar”,
bir kimsenin eşine, “Sen bana anamın sırtı gibisin”, demek sûretiyle onu
kendisine haram kılması demektir. Cahiliye döneminde zıhar, kadını kocasına
ebediyen haram kılardı. İslâm ise kefaret uygulaması ile bu haramlığın ortadan
kalkacağı hükmünü getirdi. Kefaret uygulamasının nasıl yapılacağı sûrenin 3-4.
âyetlerinde açıklanmaktadır.
[530] . Yahudilerle
münafıklar kendi aralarında fısıldaşıp müslümanlara bakarak kaş göz işaretleri
yapıyor, onlarla alay ediyorlardı. Hz. Peygamber onların bu davranışını
yasaklamış, ancak onlar bundan vazgeçmemişlerdi. Münafıklar ayrıca Hz.
Peygambere selâm verecekleri zaman “es-Selâmu aleyke” yerine, “Ölüm sana”
anlamına gelen “es-Sâmu aleyke” cümlesini söylüyorlardı. Âyet, onların bu
çirkin davranışlarını kınamaktadır.
[531] . Hz.
Peygamber Medine’ye hicret edince, Yahudiler’den Nadîroğulları ile tarafsız
kalmaları konusunda bir antlaşma yapmıştı. Bunlar, Bedir zaferinden sonra, Hz.Peygamber’i
kastederek “Bu zat, Tevrat’ta geleceği haber verilen peygamberdir” demelerine
rağmen Uhud savaşından sonra, yaptıkları antlaşmayı bozdular. Liderleri Ka’b
b.Eşref kırk atlı ile birlikte Mekke’ye giderek müslümanlara karşı Ebu Süfyan
ile ittifak yaptı. Durumu öğrenen Hz.Peygamber, Muhammed b.Mesleme’yi
görevlendirerek Ka’b’ı öldürttü. Bununla da kalmayıp Nadîroğullarının bulunduğu
bölgeyi kuşattı. Çıkıp başka yere gitmelerini istedi. Nadîroğullarının
münafıklardan bekledikleri yardım bir türlü gelmedi. Sonunda yaşadıkları yerden
ayrılıp gitmeye razı oldular. Bunun üzerine kuşatma kaldırıldı. Ayrılırken
geride bıraktıkları eşyaları imha ettiler, evlerini de yıktılar. Âyette bu
olaya değinilmektedir.
[532] . Nadîroğulları
kuşatma altına alınınca, bazı müslümanlar kuşatma gereği onlara ait hurma
ağaçlarını kesmişlerdi. Ağaçları kesilen Yahudiler Hz. Peygamber’e “Ey
Muhammed! Hani sen yeryüzünde fesat çıkarmamayı emrediyordun. Şimdi bu fesat
ne?” diye sormuşlardı. Âyet yapılan işlerin, aslında Allah’ın izniyle
gerçekleştiğini vurgulamaktadır. Bilindiği gibi bu tür askerî gereklilikler
dışında düşmana ait ağaçların ve ürünlerin tahrip edilmesi, Hz. Peygamber
tarafından yasaklanmıştır.
[533] . Savaşmaksızın
elde edilen ganimetler müslümanlar arasında paylaştırılmayıp “fey’” adı altında
“Beytülmal”e kalır. İşte âyet, Nadîroğulları’nın sürülmesi sırasında
müslümanlar fiilen savaşmadıkları için onların ganimetten paylarının olmadığına
işaret etmektedir. Nitekim bir sonraki âyette de bu tür ganimetlerin Allah ve
Resûlüne yani “Beytülmal”e ait olduğu ifade edilerek bu hüküm açıkça ortaya
konmaktadır.
[534] . Muhacirlerin
ve ensarın arkasından gelenler, kıyamete kadar gelip geçmekte olan
mü’minlerdir. Âyette, Ashab-ı kiramı hayırla yâd etmenin, onlara dil
uzatmamanın ve kin beslememenin gerektiğine işaret edilmektedir.
[535] . “Gayb”ın anlamı için Bakara sûresi, âyet: 3 ve ilgili
dipnota bakınız.
[536] . “Rahmân” ve “Rahîm” sıfatlarının anlamı için Fâtiha sûresi, âyet: 2 ve ilgili dipnota bakınız.
[537] . Bu
cümle, “Sevgi sebebiyle onlara sır veriyorsunuz” şeklinde de tercüme
edilebilir.
[538] . Müşrikler
için bağışlama dilemek caiz olmadığı hâlde, Hz. İbrahim’in iman etmeyen babası
için bağışlama dilemesi, onun iman edeceğini ummasından dolayı idi. Konu ile
ilgili olarak ayrıca bakınız: Tevbe sûresi, âyet, 114.
[539] . Hudeybiye
antlaşmasıyla ortaya çıkan durumu tanzim eden bu âyete göre, müslümanlara
sığınan mü’min kadınlar, Mekke’ye (müşriklere) iade edilmeyecek, kendilerine
âyette belirlenen esaslar uygulanacaktır. Çünkü Hudeybiye antlaşmasına göre,
müşriklerden kaçıp gelen mü’minler kadın olsun erkek olsun, onlara iade
edilecekti. Buna göre âyet, iade edilecek olanların sadece mü’min erkekler
olduğunu, mü’min kadınların ise, kâfirlerin nikâhında kalamayacakları için,
antlaşmaya dahil olamayacaklarını açıklamaktadır.
[540] . Âyetin
bu kısmı, “Eğer eşleriniz yüzünden bir şey (verdiğiniz mehirler) kâfirlere
geçer..” şeklinde de tercüme edilebilir.
[541] . Bu
ifade ile, zina mahsulü çocuğun kocaya isnat
edilmemesi kastedilmiş olabileceği gibi genel olarak iftirada bulunulmaması
(yalan söylenmemesi ve sahtekârlık yapılmaması) da kastedilmiş olabilir.
[542] . Âyetin
son cümlesi şöyle de tercüme edilebilir: “Kâfirlerin kabirdekilerden ümit
kestikleri gibi, ahiretten ümit kesmişlerdir.”
[543] . Bu
âyet şu şekilde de tercüme edilebilir: “Fakat İsa’nın müjdelediği peygamber
onlara apaçık âyetleri getirince, “Bu apaçık bir sihirdir, dediler.”
[544] . Allah’a yardım ifadesi, Allah’ın emirlerine ve yasaklarına uymak, dinine destek olmak demektir.
[545] . “Havariler”,
Hz.İsa’ya herkesten önce inanan ve yardımcı olan, onun Allah’ın kulu ve
peygamberi olduğunu tasdik edenlerdir.
[546] . “Ümmî”,
okuma yazma konusunda anasından doğduğu gibi kalan, bu hususta eğitim görmeyen,
okuma yazma bilmeyen kimse demektir. Kur’an indirilmeden önce Araplar, okur yazar ve ilim sahibi olmadıkları yahut daha önce
kendilerine ait vahyedilmiş kitapları olmayan bir toplum oldukları için
“ümmîler” olarak nitelendirilmiştir.
[547] . Bu
âyette geçen “başkaları” ifadesinin kapsamına Peygamber Efendimizden sonra
gelmiş ve Kıyamete kadar da gelecek bütün insanlar girmektedir. Yani âyette İslâm
dininin evrenselliği ve çağlar üstü geçerliliği vurgulanmaktadır.
[548] . Âyetteki
“çağrı” ile ezan, “Allah’ın zikri” ile de Cuma namazı kastedilmektedir.
[549] . Hz.Peygamber,
bir Cuma günü hutbe irad ederken yiyecek yüklü bir kervan gelmişti. Kervanın
geldiğini haber veren davul sesini duyan sahabiler dağılıp kervanın yanına
koştular. Resûlullah’ın yanında yalnız on veya on iki kişi kaldı. Âyet, bu
olaya işaret etmektedir. Âyette sözü edilen “eğlence” ile bu davul sesi
kastedilmektedir.
[550] . Bir
sefer sırasında Ensardan bir şahıs ile Muhacirlerden birisi su yüzünden kavga
etmiş ve Ensardan olan yaralanmıştı. Olaydan haberdar olan münafıkların lideri
Abdullah b. Ubeyy, Muhacirlere yardım edilmemesini istemiş ve “Medine’ye
dönersek üstün olan aşağı olanı oradan çıkaracak” demişti. 7. ve 8. âyetler bu
olaya işaret etmektedir.
[551] . İddet,
boşanan kadının eşiyle irtibatının tamamen kesilmesi için dinen beklenmesi
gereken süredir.
[552] . Yıldızların
şeytanlara atılan taşlar yapılması ile, ya mahiyetini yalnızca Allah’ın
bildiği bir şekilde şeytanların taşlanması kastedilmekte; ya da, insanlardan
şeytanî özellikler taşıyan ve yıldızlara bakıp gaybden haber veriyormuş gibi
insanları birtakım yalanlarla, saçma-sapan şeylerle kandırmaya çalışan
falcıların ve kâhinlerin hiçbir bilgiye dayanmayan atıp tutmalarına işaret
edilmektedir. Ayrıca bakınız: Hicr sûresi, âyet,15-18; Sâffât sûresi, âyet,
6-10.
[553] . Bu harf ile ilgili olarak Bakara sûresinin ilk âyetinin dipnotuna bakınız.
[554] . Âyette
müşriklerin, Resûlullah’tan tevhid mücadelesinde tavizkâr davranması, batıl
inançlarını, haksızlıklarını, birtakım çirkin maksatlarını kabullenip
eleştirmemesi yönündeki isteklerine işaret edilmektedir. Resûlullah’ın onlara
karşı böyle tavizkâr davranması durumunda, onların da kendisine karşı yumuşak
davranacaklarına dikkat çekilmektedir.
[555] Yûnus Peygamber’in bu
duası için Enbiyâ sûresinin 87. âyetine ve Sâffât sûresinin 139-148. âyetlerine
bakınız.
[556] . Bu
âyette, kıyamette yaşanacak olan dehşetli hâlin, gözle görülmedikçe peygamber
tarafından bile tam olarak bilinip anlaşılamayacağına işaret edilmektedir.
[557] . “Allah’ın sahip olduğu yükselme yolları” ile; meleklerin, kendisine yükseldiği özel yol ve boyutlar
kastedilmiş olabileceği gibi, 33-47. âyetlerde gündeme getirilen ve kulları
yüceltip Allah’a yaklaştıran yollar konumundaki ibadet ve güzel davranışlar da
kastedilmiş olabilir.
[558] . Kureyş
kabilesinin müşrik liderlerinden olan Nadr b. Hâris ve benzerleri,
Hz.Peygamberin uyarılarıyla ve Kur’an’la alay ederek, “Ey Allah! Eğer şu Kur’an
senin katından inmiş bir hak kitap ise, üzerimize hemen gökten taş yağdır veya
elem dolu bir azap getir” (Enfâl sûresi, âyet, 32) demeleri üzerine bu âyet
inmiştir.
[559] . Müşrikler
bölük bölük gelerek, Hz.Peygamber’in etrafındakilerin arasına karışır, onun
sözlerini dinleyip, “Şâyet bunlar, Muhammed’in dediği gibi cennete
gideceklerse, biz elbette onlardan önce cennete gireriz” diye alay ediyorlardı.
[560] . Vedd,
Süvâ’, Yeğûs, Ye’ûk ve Nesr, Nûh Peygamber’in kavminin taptığı putların
adlarıdır.
[561] . Hz.
Peygamber, Hira mağarasında ibadetle meşgul iken ilk vahyin gelişi sırasında
Cebrail’i aslî suretiyle görmüş, çok heyecanlanmış ve korkuya kapılmıştı. Evine
gelerek eşi Hz. Hatice’ye “Zemmilûnî-beni örtün” demiş ve örtünüp yatmıştı. Son
âyeti hariç bu sûre bu olay üzerine inmiştir.
[562] . Bu âyet, “Elbiseni temizle” şeklinde de tercüme edilebilir. Nitekim zahirî anlamı böyledir.
[563] . Bu âyet, “Pisliklerden ve günahlardan uzak dur” şeklinde de tercüme edilebilir.
[564] . Âyetin iniş sebebi olarak müşrik liderlerden Velid b. Muğîre gösterilmektedir. Ancak âyetin hükmü geneldir.
[565] . Bu
âyet, “Ancak amel defterleri sağdan verilenler başka”, şeklinde de tercüme
edilebilir.
[566] . Diğer
canlılara göre insanın el ve parmakları daha mükemmel yapıdadır. Hele parmak
ucu izlerinin tüm insanlarda birbirinden farklı oluşu göz önüne alınacak
olursa, âyetin üzerinde durduğu noktanın önemi anlaşılır.
[567] . Âyete
“Fakat insan geleceğinde de kötülük işlemeye devam etmek ister” şeklinde de
meâl verilebilir.
[568] . “Alaka”, erkeğin spermiyle döllenmiş dişi yumurtadan bir hafta zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli demektir.
[569] . İnsan
cinsi evrenin yaratılışından çok sonra yaratılmıştır. Evrenin yaratılışından
insanın var edilişine kadar uzun bir süre geçmiştir. Bu zaman diliminde insan
cinsi henüz yoktur, adı sanı geçmemekte ve anılmamaktadır. Âyet-i kerimede,
kuvvetle muhtemel ki bu gerçeğe işaret edilmektedir.
[570] . Cennet
hayatı ile oradaki sonsuz nimetlerin, dünya şartları ve insan zihninin ölçüleri
içinde tam olarak anlatılması mümkün değildir. Kur’an, cennet hayatı ortamını
insan zihnine yaklaştırmak için dünya hayatındaki varlıkları kullanır. İbn
Abbas, “Cennetteki nimetlerle dünyadakiler arasında isimlerinden başka bir
benzerlik yoktur” diyerek bunu ifade etmek istemiştir.
[571] . Hz.Peygamber,
İslâm hakkında kendisinden bilgi almaya gelen kibirli bazı müşrik liderleriyle
görüşürken sahabilerden gözleri görmeyen Abdullah b. Ummi Mektûm gelerek, “Ya
Resûlullah, bana öğüt ver” demişti. Hz. Peygamber çok meşgul olduğu için yüzünü
ekşitip öteye dönmüş, yanındakileri dinlemeye devam etmişti. İşte bu sûre bu
olay üzerine inmiştir.
[572] . Kur’an’ın
ilk hitap ettiği toplumda gebe develer en kıymetli mallardı ve onlara gözleri
gibi bakarlardı. Âyette, Kıyamet gününün dehşeti içinde insanların en kıymetli
mallarından bile vazgeçip terk edecekleri gerçeğine işaret edilmektedir.
[573] . Bu
âyet, “Nefisler eşleştirildiği (iyiler iyilerle, kötüler kötülerle bir araya
getirildiği) zaman” şeklinde de meâllendirilebilir.
[574] . Âyette,
Hz. Peygamberin vahiy yoluyla aldığı bilgileri, hiçbir şey saklamadan, olduğu
gibi tebliğ ettiği ifade edilmektedir.
[575] . Âyetin
ilk cümlesi şöyle de tercüme edilebilir: “Onun mührü misktir.”
[576] . Rivayete
göre Necrân halkı Hıristiyanlığı kabul edince, Himyer Kralı Yahudi Zû Nuvâs
onlara savaş açmış, dinlerinden dönmeyenleri açtığı hendeklerde yaktığı
ateşlere atmıştı. Tefsir kaynaklarında bu âyetler başka olaylarla da
açıklanmaktadırlar. Bu âyetler Mekke müşriklerinin işkencesine maruz kalan
müslümanlara, geçmişte de inananların nasıl baskı altında kaldığını, ancak
Allah’ın yardımının onlarla beraber olduğunu hatırlatmaktadır.
[577] . Bu koruyucudan maksat, insanın yaptığı işleri
tespit eden meleklerdir. Meleklerin bu tespiti için bakınız: İnfitâr sûresi,
âyet, 10-12.
[578] . “Allah’ın tuzak kurması” ifadesiyle, inkârcıların
kurdukları tuzakları ve planları boşa çıkarması kastedilmektedir.
[579] . Bu
âyette geçen “on gece”, kuvvetli olan görüşe göre Zilhicce ayının ilk on
gecesidir.
[580] . Âyette sözü edilen “kazıklar” ile, Firavun’un ordusundaki çadırların kazıkları kastedilmiş olabilir. Bu takdirde, kinaye yoluyla Firavun’un askerlerinin çokluğu ifade edilmiş olur. Bu kazıkların, insanlara işkence için kullanılan kazıklar olduğu da söylenmiştir.
[581] . Bu âyetin son cümlesi “Amel defteri sağdan verilecek kimselerdir” şeklinde de tercüme edilebilir.
[582] . Bu
âyet, “Âyetlerimizi inkâr edenler ise, amel defterleri soldan verilecek
olanlardır” şeklinde de tercüme edilebilir.
[583] . Bu konu ile ilgili olarak bakınız: Kamer Sûresi, âyet, 28.
[584] . Rivayete
göre, Hz. Ebubekir, Bilâl-i Habeşî’yi efendisinden satın alıp hürriyetine
kavuşturunca müşrikler, “Ebubekir, Bilâl’den gördüğü bir iyilik karşılığında
onu âzâd etti” demişlerdi. Bu âyetler işte bu olay üzerine inmiştir.
[585] . Hz.
Peygamber’e vahyin gelişi bir süre için kesilince müşrikler, “Rabbi onu terk
etti” dediler. Bunun üzerine bu âyetler indi.
[586] . Tefsir
bilginleri âyette geçen “Tîn” ve “Zeytûn” kelimelerinin, incir ve zeytin
manalarına cins isim olabileceği gibi, iki kutsal mekânın özel adı da
olabileceğini söylemişlerdir. Daha sonra gelen “Sina Dağı” ve “güvenli şehir
(Mekke)” ifadeleri ile uyum sağlaması açısından ikinci görüş daha sağlıklı
görünmektedir.
[587] . “Alak”, yahut “alaka”, erkeğin spermiyle döllenmiş dişi yumurtadan bir hafta zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli demektir. Ceninin ana rahminde geçirdiği evreler ile ilgili olarak Hac sûresinin 5. ve Mü’minûn sûresinin 14. âyetine bakınız.
[588] . Bu ilk beş âyet, Hz. Peygamber Hira mağarasında iken
Cebrail’in ilk getirdiği âyetlerdir. Bu âyetlerin inmesinden sonra vahiy bir
süre kesilmişti ki bu süreye “fetret dönemi” denir. Daha sonra Müddessir
sûresinin inmesiyle fetret dönemi sona ermiştir.
[589] . Ebu Cehil, “Andolsun, eğer Muhammed’in namaz kıldığını
görürsem onun boynunu ezeceğim” demiş ve bir gün bu dediğini yapmaya
kalkışmıştı. Fakat Hz. Peygamberin yanına geldiğinde düşündüğünü
gerçekleştiremeden titreyerek korkuyla kaçmıştı. Âyetler, bu olaya ve Hz.
Peygamber’in ilâhî koruma altında olduğuna işaret etmektedir.
[590] Bu âyetler şu şekilde
de tercüme edilebilir: “Çoklukla övünmek sizi öyle oyaladı ki, nihayet (ölüleri
bile saymak için) kabirlere gittiniz.”
[591] . Hz. Peygamberin oğlu Kâsım vefat edince, müşriklerden
Âs b. Vâil Hz. Peygamber hakkında, “Bırakın şu soyu kesik adamı. Ölünce
unutulup gidecek” demişti. Bunun üzerine bu sûre inmiştir.
[592] . Ebu Leheb, Hz. Peygamberin amcası olmasına
rağmen ona düşmanlık edenlerin en başında geliyordu. Karısı Ümmü Cemil de bu
düşmanlığında kocasına katılır, hatta zaman zaman dikenli çalılar taşıyıp Hz.
Peygamberin geleceği yollara dökerdi. Sûrede, bunların hem bu düşmanlıkları,
hem de bu yüzden uğrayacakları azap dile getirilmektedir.